Neoliberalizm

Vallahi hatırlamıyorum…
Otuzlarımda çok faaldim, her türlü…
O yıllarda olsa gerek…
Bir arayış, zaten ömrüm aramak ve bulamamakla geçti…
Kafayı siyaseten liberalizme takmıştım, hatta LTD’ye üye olmuştum…
Lieberale Türkisch – Deutsche Vereinigung, yani Türk – Alman Liberaller, siyasi bir oluşuma katılmıştım. Çok nadiren yatığım bir şeydir, katılmam ona buna, hele birilerinin peşinden asla yürümem!

Önce kendini bana ispat edecek, kanıtlayacak…
İş hayatımda da böyleydim, her önüme koydukları “amir” olarak tanımıyor, tanımadığımda yüzüne söylüyordum.

Ister inan ister inanma!

Tabii her ciddi siyasi oluşumun, düşüncenin bir siyasi, sosyal ve ekonomik dünya görüşü vardır. Çok sürmedi, bu düşünceler, görüşler…
Beni sarmadı, mantığıma, dünya görüşüme ters geldi. İlişiğimi kestim.
Bakın…
Belki onlarca yıldır Frankfurt, Atatürkçü Düşünce Derneği üyesiyim…
Gittim, gördüm ve dersimi çıkardım…
Gidip gelmem, cüzi bir aidat ile elimden geldiğince maddi destek…
O kadar!

Atatürk…
İlke ve inkılapları, ruhu, düşünceleri, kafamda kurduğum muhtemel hayalleri…
Özümsediğim, benimsediğim ve tatbik ettiğim…
Onun dışında ne sağ ne sol…
Haliyle geceliğimde iflah olmaz bir solcuydum, yıllar geçtikçe, gözüm dünyaya açıldıkça…
Bu düşüncenin maalesef gerçekleşemeyeceğinin idrakine vardım.
Eşitlik, ne kadar güzel…
Eşitler arasında daha eşit olanlar…
İnsan ve karakteri!

Eğer siyaseten biraz faal, biraz dünyaya ve Türkiye’ye gözünüz açıksa, ilgileniyorsanız…
Kaçınılmazdır aslında…
Fark etmiş olmalısınız, liberalizmin, neo – liberalizm adı altında…
Nasıl sağa, nasıl kapitalizme nasıl muhafazakârlığa doğru kaydığını, insanların farklı bir şekilde nasıl aldatıldıklarına bir kez daha şahit olmuş olmanız gerekir.
Avrupa’da…
Muazzam bir sağa kayış var, liberalizm adı altında da…
Hiç şüpheniz olmasın, Türkiye’de, Erdoğan iktidarsızlığı adı altında da Neo – Liberalizm, yani kapitalizmin farklı bir yüzü iş başında.

Kapitalizm, vahşi kapitalizm, Neo – Liberalizm

Hepsi ayni b.kun soyu. Bir konuda Fransa Almanya’nın çok önünde…
Almanya…
Kendini tanımlaması açısından bir sosyal hukuk devleti ki gerçekten öyle…
Gerçi…
Helmut Kohl zamanında bu ilkelerden biraz olsun kaydı ve bu kayma sürmekte ama diğer Avrupa ülkelerine nazaran demokrasisi, sosyal anlayışı açısından çok güçlü bir ülke.
Fransa…
Gidip, geldiğim, gördüğüm Avrupa ülkeleri arasında tarihi açısından, doğal güzellikleri, sanatı, hayat tarzı ve tabii insanları açısından en gözde ülkelerden biri nazarımda. Ancak…
Sosyal açıdan, gelir adaletsizliği ve yaşam şartları açısından bir cadı kazanı…
Yüce dinimizin felsefesine, Peygamber Efendimizin hayat anlayışına…
Kendi sapık ve sapkın görüşleriyle TECAVÜZ edenler, bu yüce dinin, bu yüce “insanın” kimliğine, görüşlerine, inanç ve uygulamalarına bakmaksızın tüm bu saydıklarımının ırzına geçenler sayesinde…
İnsanlar korktular…
Nefsi müdafaa yolunu seçiyorlar…
Ve muhafazakâr bataklık onları b.kun sineği çektiği gibi çekiyor…
Dedim ya…
Her siyasi görüşün birde sosyal ve ekonomik yani vardır…
İnsanlar çıkmazdan çareler ararken, çırpınıp debelenirken gittikçe bu bataklığa gömülüyorlar…
Bu sene iki önemli ülkede seçim var, Fransa ve Almanya…
Allah…
Evlatlarımızın yardımcısı olsun, cümlemizin…
Etnik kimlik, dini inanç gözetmeksizin herkesin yardımcısı olsun.

Tarçın

Emi geldi, dada…
Her Pazar gelir, gider ekmek almaya fırına ve mutlaka bize uğrar…
Tarçın’ı anlatıyor, üç bacakla nasıl yürüdüğünü…
Yüzünü bir görseniz anlatırken, çektiği acıyı…
Allah…
Dilerim tüm darda olanların yardımcısı olur, kardeşe kaybettiği maddi değeri başka yolla iade eder…
Allah…
Herkesin gönlüne göre versin, Allah cümlemize yâr ve yoldaş olsun.

Tanımıyor, bilmiyorsun

Bakma…
Uğraşmıyor, karşına dikilmiyorsam “takıntılarım” yüzündendir…
Sorumluluklarım, mesuliyetlerim yüzünden…
Yılların emeği heba olmasın diye…
Ha öyle ha böyle hepsi bana can, hepsi bana benden yakın olan…
Hepsi, hepiniz…
Allaha sadece bir can borcum var, emanete bakamadığım, yük ağır geldi taşıyamıyorum…
Kula…
Kula çok şükür yok borcum, kurum ve kuruluşlara çok şükür onlarda bitmek üzere.

Yoksa…
Sana dünyayı dar etmesini…
Dünyayı başına yıkmasını bilmez miyim ben?

Tanımıyorsun Önderi. Tanımıyor, bilmiyorsun!
Dediklerimi tek tek yapardım ben, bir bir…
Ben sadece konuşmam, söylediklerimi hayata geçirir, hayallerimi yaşarım, yaşatırım.

Kadından sperm…
Erkekten yumurta…
Yok ters yazmadım, istikbale olacaklar…
Kadının kadın, erkeğin erkekle üremesi…
Geleceğin vizyonu, hayaller ve kuram…
Korkunç bir dünya…
Bilim kadını diyor tabii klasik şekilde üremede olacak, yani kadın ve erkeğin birleşmesi…
Kendini > müdafaa < ediyor…
“Çok tehditler aldım, çok kötü telefonlar ancak bir düşünün çocuğu olmayan insanlar için bu gibi bilimsel araştırmalar ne kadar önemli?!!!”
Gerçekten önemli mi?
Allah’ın takdiri?!!!

Daha kuramken hayal eder olundu…
İki lezbiyenin, iki eşcinselin birlikte çocuklarının olması…
O yavru ve yetişeceği ortam (…)
Ney normal ne anormal?
Ne olağan ne olağandışı?

Avustralyalı bakan telefon ediyor bilim adamına, tabii orası Avustralya Tayyipistan değil…
Diyor; bu tür köpekbalığı tehdit ve tehlike altında, çok az kaldılar, doğal ortamları bozuldu koruma altına almak, onların doğal ortamlarının dışında çoğalmasını, üremesini sağlamamız lazım.
SAKIN BANA OLMAZ DEME! Bir şekilde bunu sağlayacaksın, ne yap yap AMA YAP bu balıkları kurtarmamız lazım!!!

Ve bilim adamı suni rahim icat ediyor…
On dört tane sağlıklı köpekbalığı laboratuvar ortamında dünyaya geliyor, büyüyüp serpiliyor!
Hepimiz bir kadının rahminde şekillendik, doğduk ve büyüdük…
Bakalım gelecek ne gösterecek?

Dün dünya çapında Trump ve Erdoğan gibi sözde liderler bilim insanları tarafından protesto edildiler…
Bu sabah anneme anlattım çok şaşırdı “Erdoğan da mı?”
Erdoğan…
Bir piç…
Onun bunun çocuğu, pezevengin evladı bir hiç…
Kurulmak istenen Tayyipistan değil ki coğrafi konumu tabii ki ebedi ama Türkiye Cumhuriyeti konumu ve önemiyle bir dünya devleti!
Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti öylesine değerli ki…
Sana bırakır miyiz hiç Eyyy Tayyip?
Ne sana kalır bu dünya ne Trump’a…
Palyaçoluklarınızla ancak kendinize güldürür, alay ettirirsiniz kendinizle…
Ama bu ulus ama toplumların hem onuru hem inançları var, gelenek ve görenekleri…
Sizler bilimi yok sayabilirsiniz AMA bilim ve din bir bütün…
Bunu…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi insanları, onların saçtığı ışığı asla perdeleyemezsiniz!

Ne dini inançlar, Hakkın kitapları…
Ne akli başında kulun kitaplarını inkâr edemeyeceksiniz çünkü aklın ve mantığın yolu bir!

Hep derim…
Aydın ve aydın sorumluluğu…
İnsan ve ahlak, insan ve terbiye, insan ve temizlik…
Bedenen, zihnen, ruhen…
Alın yazısı, kader, kısmet, nasip!

Öyle bir harcıyorlar ki gözün yaşına bakmadan

Kalbin olmuş paramparça…
Kimin umurunda?
Saf ve salak olsan da lafı, lakırdıyı yürekten gelen, ta derinlerinden kaynaklanan sözü ayıramayan…
Kaybolup giden, ta başlarda edilmiştir bu sözler…
İnsan olan yüreğinde his eder, bilir ve belki cani acır…
Anlar, anlar yüreği anlar şartları anlar ve güvenir ameliyatlı da olsa seven kalbe…
Tutar uzanan eli, kavrar, kenetlenir sevene, sarıp sarmalar, sımsıkı, sımsıcak…
Gülüme gül, ayaklarının dibine dünyanın tüm güzellikleri, tüm çiçekleri…
Ben seni değil…
Sen beni kaybettin!

Bozuk para gibi harcıyorlar, bakmaksızın gözün yaşına…
Üvey ananın öksüze yetime acımadığı gibi vuruyorlar sırtına, yerden yere çarpıyorlar seven kalbi…
Yatıyor…
Yatıyor soğuk gecelerde masa altında, buz gibi sokaklarda…
Bakıyor pencereye…
Özlemle hasretle.

Silmeden, silinmeden izler…
Gel tut, gel sarıl, gel inan, gel ve güven (…)
Sana açık kollar…
Sana sonuna kadar açık tüm kapılar.

Bizim tımarhaneden canlı yayın

Ulan arkadaş hiçbir derdi olmasa insanın, hiçbir derdi…
Yeminle etrafımdaki manyaklar yeter bana ve insana!

Dört tarafımı sarmış manyaklar, ben garibim…
Sadece bir deli…
Bunca manyak arasında bir deli, nasıl delirmesin?

Gürbüz Ledermanufaktur…
Ama sonra, parayla değil sırayla…
Herkes beni bozuk para gibi harcasa da…
Ben hep sevdiklerimle, hep kalbimde olanlarla.

Evvelsi gece geç döndüm dükkândan eve…
Yığılı işler arasında bir taraftan iş görüyor diğer taraftan manyaklarımdan birine söz yetiştirmeye çalışıyorum, yoruldum!

Evin kapısını açmamla birlikte annemle burun buruna geldik, hayır ola kadın bu saate niye ayakaltında dolaşıyorsun diye sormama fırsat bırakmadan, annem…
“Önder, sana bir iyi bir kötü haberim var!”
Allah’ım zaten yorulmuşum, dizlerim zangır zangır…
Ben sadece > kötü haber < duydum, öleceğim, ya gene ne oldu?

İyi haber gerçekleşmeden verilmez…
Rüyanda bile iyiyi gördün mü bekle, gerçekleşirse söyle…
Tarçın (…)
Ne oldu Tarçın’a?*
İki ayaklısıyla uğraştığım yetmiyor, birde başımda iki tane dört ayaklı, bir sürü artık civcivde denmez bir sürü hayvanat var.

“Fxxx, Hxxx ile onu veterinere götürdü bacağını kirmiş!”
Haydaaaa…
“Çocuklar iki gözü iki çeşme. Fxxx komalarda”
Tabii benim aklıma hemen başka bir şey geldi, demiştim kızım şu hayvanları sigortala…
Ihmal…
Ne demişler kendi düsen ağlamaz…
Kıza mı üzüleyim hayvana mı?
En kötü ihtimal 1500 € civarında…
Neyse Allah kalbine, kalplerine göre versin, hayvana da insana da değer vereceksin…
Can…
Can bu can. Arkadaşının kedisi ameliyat olmuştu 3000 €…
Yine yeğenlerden birinin kedisine araba çarpmış…
İnsan evladıymış, kaza, inmiş arabadan almış kediyi doğru veterinere, işte bakımı falan, iyileşmesi…
Hayvan ayaklandıktan sonra kimin kedisi bilinmiyor tabii vermişler hayvan barınağına, orada buldular. Kazayı yapan tüm masrafları üstenmiş, insan, insan işte…
Elini vicdanına koy ve söyle, rakamları özellikle verdim ki bilesin diye…
Sen olsan aynisini yapar mısın, çarpıp hayvani doktora götürür her şeyi üstlenir misin?

Tarçın…
Salt bacağını kırmakla kalmamış, ciğerleri kan dolmuş, çok şükür bugün eve geldi…
Anlatıyorlar nasıl acı çektiğini, içim gitti…
Veteriner demiş “Kaza, araba çarpmış olmalı”
Tabii çok küçük, muhtemelen vuran anlamadı bile…
Bilmiyoruz tabii, neyse.

Benim sıpa…
Adam olacak da…
Ticari zekâ…
Ben görür müyüm bilmem?
Almış koca bir deri parçası, kaliteli…
Dedim oğlum müsaade et yârdim edeyim, deriye damga, özelleştirme, kişiselleştirme…
“Yok ben yapacağım!”
İyi ben buradayım, yardıma ihtiyacın olursa…
Cover…
Önce kitaplar için, not defteri seklinde…
Sonrasında cebe, tablete…
Aslında neden olmasın, geçenlerde ta Fransa’dan getirttim kendime cebim için…
Neden olmasın?
Alnının teri, beynindekinin içi, hayalleri…
Zekâsı ile neden helalinden ekmek peşinde koşmasın?

Emek…
El emeği, göz nuru…
İnsan be insan…
Yüreğin varsa, hani göğüs kafesinde yürek denileni taşıyorsan…
Yürek ve cesaret…
Hayat dediğin riskin kendisi, kendine ve Allah’a güveniyorsan…
Azimle, istedikten sonra neden olmasın…
Hayal edebildiğin, düşünebildiğin her şeyi gerçekleştirebilirsin.

*Manyak kardeşimin, manyak bebe kedisi (ama çok tatlı 😊)
Hürrem ve ben, kovdum ya yıldızlarımız barıştı, ne üzülmüştüm kayıp olduğunda, bir o kadar sevindim meydana çıktığında. O da dolanıyor ayaklarımın arasında.

Kaynak

İnsan insana ilham, insan insana destek, insan insana köstek…
Bir kaynak, bir dipsiz kuyu…
Karanlık…
Sanki cehennemin en mahrem, en dip, en karanlık köşesinden çıkmış…
Düşünceler…
Hayaller, düşler…
Korkutan niyetler, okuduklarım…
Bazen, nadiren…
Bilmemek bilmekten iyi (…) Ancak dedim ya ilhamdır değişik görüşler, hiç böyle görmemiş…
Böyle düşünmemiştim…
İnsan insana muhtaç, insan insandan beslenen…
İnsan, sadece insan.

Hani hep diyoruz ya tek yürek, tek vücut…
Benimde ayıbım kendime düşünen insan diyorum…
Nasıl düşünemedim, ne ayıp, ayıbım…
Tek yürek, tek vücut olsan kaç yazar?

Tek yürek, tek vücut, tek yüz olmadıktan sonra!

Cinselliği bir tarafa bırak, çekiciliği, hayvani içgüdüleri…
Yoksa kişide göze batan bir engel, insan önce nereye bakar?
Yüze!!!

Bilimsel kanıtlanmış gerçekler…
Yok gözler bal gibi yalan söyler…
Ama yüz…
Okumasını bilirsen o yüz, bir yüz…
Bin kitaba bedel. Yüzler bakmıyorsa birlikte ufka…
Niyetler farkliysa…
Aynı hedefe doğru adım atmıyorsa…
Tek yürek olup ayni ivmede çarpmıyorsa kalpler, tek yürek tek vücut olsan kaç yazar?

Suyun felsefesi

“Aşk kime benzer?” dedi…
Aşk bir neyzene benzer dedim…
“Aşk bir neyzene benzerse, biz neyiz?” dedi…
Evet, dedim çok doğru…
Aşk bir neyzene benzerse, biz Ney’iz!

Mevlana Celaleddin Rumi

Felsefe hayatım, bakmam uygulamaya…
Uygulayana…
Dinlemem kimseyi, kimse bana yol gösteren olamazsa…
Yol…
Benim yolum ve bana bağlı olan buna uyar, uymak zorunda!

Her şeyim yanlış olsa bile…
Sevdiklerim güvende, huzuru kim kaybetmiş ki biz bulalım bu kahpe dünyada…
Çok yazılıp çizilmiştir su hakkında…
Mevlâna bile der akarsu gibi ol kardeşlikte, dostlukta…
Diyorum ya çok yazılıp çizilmiştir su hakkında…
Benim felsefem kimi yerde, hayata bakışım uymaz bunlara (!)

Yeri geldiğinde damla ol…
Doldur nehirleri, gölleri ve denizleri…
Vur bekleyenin camına, hatırlat sevdiğin dışarıda…
Geceler düşman sana…
O dışarıda, yalnız başına.

Yeri geldiğinde buhar ol, görünme ortalıkta…
Bazen buz ol…
Sert ve soğuk, eri günesin altında.

Kimi zaman fokur fokur fokurda, kayna kendi ocağında…
Yak sana zarar vermeye çalışanı da…
Öyle bir fokurda ki sıcaklığın olsun bazen mehlem. Bazen buz olmuş halinle sarıp sarmala…
Derde deva ol, ol insana.

Dindir acıları, gel seni bekleyen kollara…
Ellerini açmış bekler, seni içmek ister kana kana…
Yudum ol, hayat veren, sel ol alıp götüren…
Su gibi ol esnek ol, bazen kaskatı ama su olmaktan asla vazgeçme hayat veren, can veren!

Damlaya damlaya göl olur der atalar…
Göl ol, derin mi derin, kıyıların pırıl pırıl, yüreğin, ruhun ve zihninin kıvrımlarında…
Derin ol, sığ olma, sığlık yakışmaz sana…
Mavin öylesine derini, laciverte yakını ki temiz ol, berrak, pırıl pırıl ama sakın kara olma…
Pis…
Senin için, içi yanıp kavrulana esenlik ver çünkü O su gibi muhtaç sana.

Bak ne der Mevlâna…

„Topraktan biten güller solar gider,
gönülden biten güller daimidir“

Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte
akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol,
tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol,
her ne olursan ol,
ya olduğun gibi görün, ya göründügün gibi ol.

Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.

Eşekten şeker esirgenmez ama eşek
yaratılışı bakımından otu beğenir.
Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
Leş, bize göre rezildir ama, domuza,
köpeğe şekerdir, helvadır.
Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül,
kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
Pisler, pisliklerini yapar ama
sular da temizlemeye çalışır.

Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür.
Selviyi hür bir halde yücelten,
kederi de sevinç haline sokabilir.

Nasıl olur da deniz, köpeğin agzından pislenir,
nasıl olur da güneş üflemekle söner?

Akıl padişahı kafesi kırdı mı,
kuşların her biri bir yöne uçar.

Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta
aşağılık dünyadan göğe sıçrayiverir.

Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü,
inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.

Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur.
Kıskançlık ateşten meydana gelir.

Dünya tuzaktır. Yemi de istek.
İstek tuzaklarından kaçının.

Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama
susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.

Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin.
Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek,
inciyle denizin varlığından da şüphe eder.

Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu,
dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

Oruç tutmak güçtür, çetindir ama
Allah`ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından,
bir derde uğratmasından daha iyidir.

Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz.
Suyu başına döksen, başı kırılmaz.
Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan,
toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.

Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana,
içinde inci vardır.

Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir.
Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.

Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?

Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes
çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?

Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler.

Her dil, gönlün perdesidir.
Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.

Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları
olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.

İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey
görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun
diye bu alem yok değildir.

A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın,
tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.

O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti.
Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.

Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da
nedir bir sevgiye harcanmadıktan,
bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.

Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor,
gama binlerce defa aferin.

Nefsin, üzüm ve hurma gibi
tatlı şeylerin sarhoşu oldukça,
ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?

Gelemem gülümmm…
Can atsam bile sana gelmek için gelemem…
En azından şimdilik…
Anla!

Çık karşıma oturup konuşalım, konuşmamız lazım…
İstedikten sonra orta yol her zaman vardır gülüm, paptyam.

Dediğim dediğimdir, dedik…
Söz ağızdan bir kez çıkar ve sözüm sözdür bilirsin…
Bak annem bu sabah ne dedi…
Elinde bir fotoğrafla gelmiş, bak su güzelliğe, sunun kızı ne kadar benziyor (… ) diye…
Ondan sonra…
“Önder ne kadar kincisin!”
Yok gülüm kinci değilim, kin tutmam…
Bir fotoğraf göstermişti, kanımdan kan…
Dedim anneme çekil git başımdan, fotoğrafa bakmadan…
Ben kin tutmam ama bir insani hayatımdan sildim mi, silerim…
Yok olur gider hayatımdan!

Büyük şehir

Köy hayatını çok severim…
Sesiz ve sakin, kurdu – kuşu, tavuğu – horozu…
Kısacası insanı ve hayvanı, o mis gibi havası…
Ancak bazen…
Nadiren gençliğim gelir aklıma, geçmiş zaman, araba yarışları…
Tabii yasa dışı…
Kızlar…
O ılık ilkbahar geceleri, sabaha karşı, tüm pençeler açık…
Ne dert ne tasa…
Gecenin alaca karanlığından yanıp yanıp sönen ışıklar…
O barlar, gece kulüpleri…
Büyük şehrin havası, o sahte gülüşler, o yalan dünya…
Pırıl pırıl…
Kat kat binalar, gökdelenler…
Eski Önder…
Ne zaman öldüm ben ve şimdi…
Bu aynada gördüğüm kim?

Sevdiceğim…
Bana hayat öpücüğü veren, senin deden…
Dede…
Ninesini arar, ziyanı yok olsa da elde bastonlar…
Tut elimi, tut kadın tut…
Gel ninesi, gel eski günleri yâd edelim pil iyice bitmeden…
Gel gülüm, gel papatyam bana inan ve güven…
Gel pil bitmeden, gözlerdeki fer sönmeden!

Hayat dediğin bir an…
Göz açıp kapatıncaya biten…
Gel gülüm, gel papatyam bana inan ve güven!

Çok güzel yazmış, ağzına sağlık Soner Bey, yazan ellerin dert görmesin

Ancak…
Anlamaya beyin lazım, bilgi lazım, bilgiden oluşan fikir lazım…
Koyuna çoban lazım, it lazım bekçi olarak…
Vuracaksın sopayı gerisine veya sırtına yürüyecek, çok gelir, ağır gelir bu yazı koyuna!

ANCAK…
Öyle anlaşılıyor ki AKP seçmeninin hepsi koyun değil…
Yüzde onu kadar HAYIR demiş, kardeşiz kardeş, kardeş kardeşi bıçaklamış dönmüş kucaklaşmış…
Gerçekler farklılık arz edebilir ama aklın, mantığın yolu birdir.

——————

“1-0” yetmez

Cumhurbaşkanı Erdoğan, referandum sonucunu CNN International’a değerlendirdi:
“1-0 ya da 5-0 kazanmışsın bir önemi yok, önemli olan maçı kazanmaktır!”
Evet, bir genel seçim sonucu için bu değerlendirme yapılabilir.
Evet, bir yerel seçim sonucu için bu değerlendirme yapılabilir.
Ama…
Anayasa referandumuyla ilgili böyle bir değerlendirme gerçekçi olmaz!
Çok basit örnek vereyim:
TBMM’de Meclis başkanı kaç oyla seçilir:
Son turda bir oy fazla alan aday meclis başkanı olur.
Yani, “1-0” yeterlidir!
TBMM’de yasa/kanun kaç oyla çıkar:
Milletvekillerinin oy çokluğuyla gerçekleşir.
Yani, “1-0” kafidir!
Peki… TBMM’de Anayasa değişikliğinde kaç milletvekili oyu gerekir?
Hatırlayınız:
Anayasa değişikliği için AKP milletvekili sayısı yetmedi. Devlet Bahçeli ile ittifak yaptılar.
Yine de, iki partinin milletvekili sayısı, Anayasa değişikliğinin TBMM’de yapılmasına yetmediğinden referanduma gittiler.
Evet, Anayasa değişikliği için Meclis’in 2/3 oy çoğunluğu şartı var; AKP-MHP 330 milletvekili oyuyla ancak referanduma götürebildiler. Anayasa değişikliğinin Meclis’te olması için 367 milletvekili oyu gerekliydi.
Anayasa değişikliği için TBMM’de neden kahir ekseriyet aranıyor?
Çünkü Anayasa…
Ülkenin yönetim biçimidir.
Büyük uzlaşı gerekir.
Anayasa yapmak ile, yasa/kanun yapmak arasındaki fark vardır.
Bu sebeple…
TBMM’de gerekli çoğunluğu bulamadığı için istediğini yapamayan Erdoğan, referandumdan aldığı yüzde 51 ile, bu Anayasa değişikliğini meşrulaştıramaz.
Yani…
“1-0” yetmez; en az “3-0” olmalıdır!
HİÇ ANLAMADILAR
Erdoğan “maç skorunu” bırakıp; kimler tarafından nasıl kandırıldığına kafa yormalıdır.
Daha referandum gecesi “yüzde 51”in meşruiyeti sorgulanmaya başlandı.
CNN International, Anayasal meşruiyeti soruyor.
AGİT, Anayasal meşruiyeti sorguluyor.
Batı medyasının attığı manşetlerinden hiç bahsetmeyeyim.
Göreceğiz… Erdoğan’ı daha çok sıkıştıracaklar! Bunu Erdoğan’a karşı oldukları için yapmayacaklar; 2002’den beri AKP’den beklediklerini almak için yapacaklar:
Çok etnikli parçalanmış bir Türkiye istiyorlar.
Sonraki durak, federalizm/federasyon olacaktır.
Oyun belli…. Süreç belli…
Demek, AKP’li arkadaşları yeteri kadar uyaramadık.
“Yüzde 51” referandum oyunun Türkiye’de büyük kaosa hizmet edeceğini yazdık, dinletemedik.
Bu kargaşadan Batı’nın yararlanacağını yazdık, dikkate alınmadık.
Artık…
Sadece Anayasa’nın değil; AKP iktidarının ve Cumhurbaşkanı’nın meşruiyeti de sorgulanacak.
Şimdiden görüntü şu değil mi:
Başbakan koltuğunda oturan başbakan değil! Topal ördek! 3 Kasım 2019 seçimine kadar -23 Nisan çocukları gibi- sadece koltukta temsili oturacak!
Bu tarihe kadar hükümet ne yapacak? Hükümet şimdiden kadük oldu/eskidi.
Bu mudur; 6 aydır harcanan ülke enerjisinin sonucu! Heyhat…
Aklı başında bir AKP’li, Anayasa değişikliğine/ referanduma neden ihtiyaç duyulduğunu açıklayabilir mi? Yapamadıklarını referandum sürecinde gördük. Öyle ya…
3 Kasım 2019’da Erdoğan’ın seçilip seçilmemesi bile garanti değilken, bu değişikliği kim dayattı? Bahçeli neden “U” dönüşü yaptı?
Sonuçta… Yatırımcıdan tüketiciye kadar 3 Kasım 2019’u bekleyen/kilitlenen bir Türkiye yarattılar. Buradan istikrar değil, kargaşa çıkar!
Demek… Bunu öngörecek fikri donanımları yoktu. “Erdoğan kandırıldı” diye yazdığımı bile hiç kavrayamadılar…
Kime inandılar?
CEM KÜÇÜK VD.
Özellikle son dönemde…
Erdoğan ve AKP, formel/resmi bilgiler yerine, neden enformel/gayri resmi sözlere itibar eder hale geldi?
Gerçeklikten koptular.
Bir dönem düşünsel dayanakları liberaller ve FETÖ’nün “Altın Nesil”iydi.
Bu ilişkileri kopunca, tek fikir dayanakları; üç kuruş için sürekli herkese saldıran, gemlenemez cahil sürüsü oldu.
Bu seviyesiz müptezeller iktidardan iltifat gördükçe şımardı. Ama asıl mesele bu değildi, tehlikeli olan şuydu:
Yeterli donanımları olmadığı için hakikatle bağ kuramayıp, salt dedikoduya dayanarak iktidarın kafasını karıştırdılar. İlgiyi-dikkati gereksiz söylentilere çekerek, asıl konuyu saptırdılar.
Israrla ülkeyi, nefret çukuruna çektiler.
Tek amaçları, sürekli gerginlik ve kaos çıkarmaktan ibaretti.
Peki ama niye? Çünkü…
FETÖ’nün yarattığı “insan tipi” bunlar!
FETÖ öğretisiyle/kültürüyle yetiştiler; bilinçlerinin temelini/DNA’sını buradan edindiler.
Bu nedenle -FETÖ’nün işine yarayacak şekilde- sistemli çalışmaktadırlar.
Gazetecilikleri sadece maskedir/ kılıftır!
Sol kültürde bunlara “objektif ajan” denir.
Erdoğan’ın ve AKP’nin bir türlü anlamadığı budur!
Kuşkusuz, sınırsız methiye ve destek hoşlarına gidiyor. Fakat diğer yanda…
Kandırılmalarına bu akıl dışılıkların sebep olduğunu görmüyorlar mı?
Çevrelerinde bir tek “akil insan” kalmamasının/düşünsel anlamda yalnızlaşmalarının nedeni de, bu kifayetsiz zorbaların saldırganlığı değil mi?
Sahiden…
AKP, kör mü oldu?
Tuzağa niye düşer?
Kafalarını karıştıran bu FETÖ ekolüne hala nasıl prim verir?

SONER YALÇIN
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/soner-yalcin/1-0-yetmez-1805124/

Rüzgârda savrulan yaprak

Bana güven…
Sonsuz güven AMA…
Sağlığıma >>> hiç <<< güvenme!!!

Rüzgârda savrulan yaprak sanki…
Saniyem saniyeme uymuyor…
Bir anda, bir anda ya bir anda…
Tükeniyorum, bazen sürüyor, bazen on – on beş dakika, bilemedin yârim saat sonra yine ayaktayım.