Each action has an reaction…

Or you get what you see!
Uzun bir makale olacağa benziyor, bilmiyorum henüz taslak beynim kıvrımlarında ama o kadar üzüntülüyüm ki kelimeleri nasıl toparlayacağımı bilmiyorum henüz. Üstelik uyku sersemiyim, uyu uyan, bir dakikam iyiyse üç dakikam kötü, hayat bu değil olamazda. Yazmayacağım dedim…
Yürek aşk ateşiyle kavrulurken demesi kolay, gerçekleştirmesi olabildiğince zor bir eylem.

“Exeter” üniversitesinin piçleri…
Kasımpaşa artıkları…
Amerika Birleşik Devleti orospuları…
Biçare Atatürk’ün evlatları (!)

Ve yıllarca bastırılmış, sinmiş körkütük güç sarhoşu bir kitle…
Ne yalanda ne şiddete ne öfkede nede kinde sınır tanımayan bir > ayaktakımı <
Ayaklar baş olunca dünya tersine döner ya o misal.

Zaman zaman ortaya atılan bir iddiadır, Elvis Presley ölmedi!???
Bende iddia ediyorum ki…
Muammer Al-Kaddafi ölmedi…
Durun hemen telaşlanmayın, Benito Mussolini…
Hepsi sırasıyla!

Dün validem geldi çocukların yanından, diyorum ya hep bizim ev bir alem…
Yüzünde bir ifade, bir tarafta için için gülüyor öte tarafta üzüntülü, başladı anlatmaya:

“Ben öldüm, ben öldümmm…
Dadam bunu duyarsa ben öldüm!”

Gerçek şu ki Ali beni havaalanından alırken yolda anlatmıştı;
“Ağabey sana yapamaz ama bana bile yapıyor. Ne annesini ne beni ne anneannesini dinliyor, evden kaçıp gidiyor hemen, sana yapamaz ama bize kök söktürüyor”
Saralım düne, ne olmuşmuş?

Bunlar iki kardeş saç saça, baş başa kavgaya tutuşmuşlar, dada, daydaya ağıza alınmayacak bir küfür etmiş. Hepsi oturma odasında, yani annem ve çocuklar. Tabii Emi bu küfrü etmesiyle birlikte, aklı başına gelmiş, annemin yüzüne bakmış hemen, annem hem şaşkın hem çok kızgın, alışık değilizdir çocuk ağzından küfür işitmeye. Evleri üç katli, sen doğru merdiven yukarı taaa üçüncü kata saklanmaya. Annem bırakır mi?
Gitmiş mutfaktan almış acı biberi, peşinden…
Doldurmuş ağzına acı biberi, bir süre sonra Emi inmiş aşağıya, Küçük pezevenk ilgi çekecek, ananayı, ablasının ilgisini çekecek ya, batırmış kalemi eline, bayağı bir derin, kan falan akmış, ilgi görmeyince doğru kendini sokaklara atmış…
Beş, on, yirmi dakika geçmiş aradan annem korkmaya başlamış, bu çocuk nerede?
Demiş Daydaya git bak kardeşine, ne oldu bu çocuğa. İnat ya inat, hiç gider mi?
Neyse yârim saat kadar sonra bizimki gelmiş salana salana…
Aradan biraz zaman geçip, ortalık sakinleşince almış annem onu önüne. Anlatmış yatığının çok ayıp olduğunu, demiş senin bu yaptığını dadana anlatacağım.
Çocuk anında…
Kendini yerden yere atıyormuş, bir taraftan da…
“Ben öldüm, ben öldümmm…
Dadam bunu duyarsa ben öldüm!”

Otorite böyle bir şeydir…
Bilmiyormuş numarasına yatacağım ama o ettiği küfrü de unutmayarak zamanı geldiğinde ona faturayı keseceğim. Kanunlar, kurallar, nizam…
Toplumsal yaşam, ister aile içinde olsun veya devletleri oluşturan toplumlarda, HERKES uyacak…
Kanunlara ve kurallara!

Yemin ediyorum…
Yemin. İster inanın ister inanmayın…
Çok seviyorlar, bende onları. Hem seviyor hem korkuyorlar, saygıları korkudan değil, sevdikleri için.

Yine, Allah bana öyle şeyler gösterdi ki…
Nasip etti ya, nasip. Öyle yerlere girdim çıktım, öyle olaylar geçti ki başımdan her kula nasip olmayan şeyler. Paraysa, paranın tövbe, tövbe “Allah’ını”
Hani Tayyip ve ailesinin bir fotoğrafı vardı, duruyorlardı tomar tomar paraların önünde, öyle…
Zenginlikse, deli, manyak bir zenginlik, parayı ne edeceklerini bilmeyenler. Fakirlik…
Acısını, kendim, şahsımda açlıkla tanıştım. Yok öyle bileceğim akşama oturacağım sofranın önüne, doyuracağım karnımı, ne olacağını bilmeden…
Siz hiç hayatınızda ipek görmeliğinizi…
Sırtınızdaki gömleği yemek yiyebilmek için satmak zorunda kaldınız mi?
Hiç unutmam, hiçbir zaman, ben kaldım. Varı da gördüm yoku da AMA Allah’a çok şükür hiçbir zaman birilerinin evimin kapısına dikilip paramı istiyorum dediği olmadı. Bu durumlarda, yani söz konusu para ise;

Önce canan, el sonra can diyenlerdenim!

Hala öyleyim mesela dükkanlarda orada burada önce işçilerin, alacaklıların parasını ayırırım, sonra kalırsa bir şeyler kendime. Ve yine…
Önce canlarım sonra ben. Çok olmadı, daha geçenlerde on beş kuruş, yani on beş Cent vardı cebimde. Utanmam…
Niye utanayım bunları yazmaktan? İnsanlık halleri, düşmez kalkmaz bir Allah…
Diyeceksiniz nasıl olur? Onu bunu, izin mizin…
Çok basit, birikim…
Ancak zaruri halede, mecbur, mecbur, mecbur kalırsam dokunurum, ÇÜNKÜ benim yarınlarımın hiçbir garantisi yok. Iş gücümü kaybetmişim, beyin acılara bağlı bir çalışıyor, bir çalışmıyor. Var bir ihtiyar anacağım, hanımın da sağlığı hiç iyi değil, evlat…
O yine bambaşka içler acısı bir hikâye…
Bu yüzden akabinde koymaya çalışırım harcananı yine yerine…
Neyime, kime güveneyim?

Çok şükür Allah’ıma…
Orta halli bir hayatım var, çok şükür…
Biliyorum, eminim Allah benim ve sevdiklerimin hep yanında…
Güvenirim, Ona ve sevdiklerime, bana ait olanlara güvenir, güvenmek isterim…
Ya sen? Sen güveniyor musun?
Halbuki güven…
Güven…
Hava gibi su gibi yemek gibi cinsellik, birliktelik gibi insanın temel ihtiyaçlarından…
Güvenmediğin ortada. Ya kendine ya Allah’a!!!

Gelelim konuya…
Bir insanı, bir nesneyi sevmediğinizi…
Ne zaman analarsınız?
Onu dualarınızda unuttuğunuz zaman!

Öyledir…
Sen bana gel de yeter…
Şiirlerden köprüler kurarım yüreğine…
Seni dualarımdan hiç eksik etmedim, etmem!!!

Ve yine zaman zaman beşer çok beter şaşar…
Tarihi incelemeniz bunun için yeter…
Düz hesap bundan 80 sene öncesine gitsek mesela…
Adolf Hitler namı diğer Schicklgruber , Benito Mussolini, Francisco Franco gibi “insanlar”…
Hepsi üç aşağıya beş yukarıya aynı dönemlerin “insanları”, ilginç olan, kayda değer…
Hiç kendinize şu soruyu sordunuz mu;
Neden bu gibi tipler hep aynı döneme rastlar, domuz topu gibi bir arada meydana çıkarlar?
Günümüzde…
Trump, Putin, Erdoğan gibileri, neden hep dönem dönem bu gibi zibidiler gücü elinde toplar?
Çünkü insanlar hayal kırıklığı yaşar, güvenlerini yitirir…
Ve bu gibi sözde “güçlü” yaratıklardan medet umarlar!

Ve yine tarih şahittir ki…
Bu gibi yaratıklar ülkelerine, milletlerine, insanlığa ve dünyaya çok büyük zarar vermişlerdir…
Evet, Muammer Al-Kaddafi ölmedi…
Bu gibi yaratıklar ölmez, ölümsüzdürler, kendi pis varlıkları göçüp gitmiş olsa bile ruhları yaşar.

Neydi, neyi temsil ediyordu, O, ah o kadar medeni dünya için Muammer Al-Kaddafi?
Terörizmi, diktatörlüğü, teröristlere destek vereni!
Peki, Recep Tayyip Erdoğan?
Eskiden, bundan çok uzun bir süre geçmedi aradan, Gezi Olaylarında gördü insanlık içyüzünü…
Müslüman Kardeşler başta olmak üzere IŞID’a kim maddi ve manevi arka çıkıyor?
Gözün gördüğü ve dip – köşe, perde arkası birbirinden farklı şeyler…
Kadının temizi…
Bedeni temiz olduğu kadar, ruhu ve zihni temiz olan, evinin temizliği sevdiklerinden belli, dip – köşe ve perde arkasından. Görünmeyen ama his edilenden…
Kendini his ettiren…
Ve bu yaratık kirli, paçalarından akıyor boklar, ruhunun leşi…
Yüzüne vurmuş ne bet kalmış ne bereket…
Ve sen bundan, bu yaratıktan medet uman!

Evet, Elvis Presley ölmedi!???
Bende iddia ediyorum ki…
Muammer Al-Kaddafi ölmedi…
Nasıl unuturum o bordo rengi ipek gömleğimi…
Nasıl görmem perde arkasını, nasıl düşünmem?

Her etki bir tepki yaratır…
Sana gelen, yüreğinde his ettiğin değil gözle gördüğünümdür…
Gördüğünün yüreğinde uyandırdığı duygulardır, hayaller ve düşler…
Bazen hayaller gerçek olur ama sadece bazen…
Gözde aldatır, beyinde…
Yürek ister görmek, korkar gerçeklerden, ya insan hayal ettiğin gibi değilse diye…
Allah alına ne yazdıysa, kaderde, kısmette, nasipte ne varsa…
Karar senin (…)

Aslında çok kızgınım, kırgın ve çok öfkeli

Ve tanrı vermiştir ceylana asaleti, birde…
Canlılar aleminde, insanlar arasında bile deyim olmuştur ceylan gözlümmm…
Bir başka canlı daha vardır, onun içinde söylenir ayni sözler…
Eşek…
Ve eşeğin şakası, olur eşek şakası…
Bilmiyorum…
Hiç bakmadım eşeğin gözünün içine, bir ara telafi etmem lazım bu kusuru…
Bakayım gerçekten gözler güzel mi diye.

Dün bir şey oldu, çok öfkelendim…
Halbuki yazmış, anlatmışımdır. YAPMAM, gider doğrudan sorumlunun gırtlağına basarım!

Boğarım oracıkta, elimde kalır…
Ama anlık refleks, düşünmeden oldu ama, ama, ama…
Yazıyorsam, anlatıyorsam, kullanıyorsam bir kelime…
Eş anlamlısı varken, koyuyorsam, ünlem, virgül ve benzeri işaretler, hiç yeri ve zamanı değilken…
Bilinçli yaparım bunu, anlatmak isterim bir şeyler.

Elimde gene baston ne zamandır…
Kıpırdamaya mecalim yok. DOLDUM, patlayacağım…
Ne derdimi anlatabilirim ne içimi dökebilirim kimseye, anlamıyorlar geri zekâlılar…
Herkeste bir tavırlar…
Sanki dünyayı ben yarattım havasındalar!

Ama aşk…
Vatana, millete, kadına…
Gazi Mustafa Kemal’in ilke ve inkılaplarına, hayal ettiği o güzel ve onurlu dünyaya, yüreğinde his ettiği vatan aşkına öylesine bir sevgi ve saygım var ki…
Anlatamam…
Kelimeler kifayetsiz kalır, anla be geri zekâlı, anla!

Bir umuttur içimde…
Hani olmaz ya, ya olursa diye…
Sabahattin Önkibar Beyefendi ve tüm diğerleri…
Umarım af ederler, emeğe, insana saygım var…
Evet sevgiyle başlar ki sevginin en yücesi aşktır, dedim ya sadece duyabilir, his edebilirsin bu duyguyu kadına, erkeğe, vatana ve millete. Bu mücadelenin bir parçasıdır, karalıkla – aydınlığın, hani…
Sfenksin bilmecesi, sormuştu Odisseas’a:

“İki kız kardeşlerdir, biri diğerini doğurur, bu nedir?” diye…

Cevabı…
Gece ve gündüzdü. Hani alaca karanlık ve güneşin aydınlığı(!)

Bir tarafta şerefsiz, soysuz, veledi zina…
Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu ve yuh olsun sana, adına bile sahip olamayana…
Devlet Bahçeli şerefsizi, bu üçlü…
Öte tarafta Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
Ve tüm geçmişten günümüze gazisi, şehidi…
Sevgiyle başlar, inanç ve güvenle devam eder, saygıyla içselleşir, aşk ile doruğuna erer (…)

Sabahattin Önkibar kaleminden, ki birçok şeyi bizzat teyit edebilirim…

Devlet Bahçeli ve Ülkücüler Hakkında Her Şey

Lütfen okuyun

Okuyun, lütfen bir çırpıda okunacak kadar…
191 sayfa…
Okuyun, düşünün ve yüreğinize sorun oy vermeden önce, tuzağı görün. Yanlışı görün, biat etmeyin, inanmayın, kanmayın. Bu mücadele o pezevengin dediği gibi milli bir mücadele değildir!!!

Hele ikincisi hiç değildir!
Bu mücadele, geleceğimizin, istikbalimizin, alaca karanlığın ve aydınlığın mücadelesidir.

Şaka değildir bu, oyun, oynaş…
Gerçeğin ta kendisi, dost acı söyler…
Gerçekler…
Bazen olur acı bazen, nadiren güzel.

Önder

Not:
Email’ler hala çalışmıyor, elimde olan bir şey değil!
Ve sustum dostlar, bu sefer gerçekten çenemi tutacağım. İnsanım…
Sadece bir insan…
Doğrularım, yanlışlarım, ameliyatlı kalbim, emanet ettiklerim…
Dedim ya göreceğim ya öyle ya böyle ama MUTLAKA göreceğim diye…
Aynen öyle, boşa ne nokta ne virgül koyarım ben…
Sözüm sözdür, kendim çeyrek olsam bile bir TÜRK erkeğiyim, Türk…
Yetiştiren böyle yetiştirdi, dönemem verilen sözden.

Vahşi kapitalizm

Yok çöpü ayır, yok şişeler, kâğıtlar, petler metler…
Yok benzin, yok mazot (dizel)…
Şimdi elektrikli araba vesaire…
Yok şu, yok bu, yok ananın bilmem nesi…
Sürekli yaratılan “ihtiyaçlar”, birilerinin cebi dolsun, iş çıksın.

Yeminle yapmıyorum, yapmam. Tıpkı emniyet kemerini kullanmadığım gibi…
Alışmış kudurmuştan beterdir derler…
Kuduruğumdur ama başka yerlerde…
Televizyonlar…
Üç mekân, aslında dört mekân de. Alemin vardır bir evi, dayar döşer tek kalem masrafları olur…
Ondan sonra çalış, çalış elde var yine sıfır.

DVB-T
Bir teknoloji, Almanya’da. Başladıklarında iki binli yılların başıydı, dediler ki:
“Fernsehen für alle”
Türkçesi; herkes için televizyon. Demek istedikleri devlet televizyonunun yani sıra özelleri de izleyebilirsin. Olağandır aldığın bir hizmetin bedeli olacaktır. Devlete ödersin televizyon ve radyo bedelini. Ilk zamanlar, milleti alıştıracaksın ya birkaç kanal vardı, reklamlarla kendini finanse ediyordu.
Kanallar çoğaldı, rekabet arttı, reklam gelirleri dağılmaya başladı…
İcat ettiler kablolu televizyonu, haydaaa…
Anten ile izlediğin oldu mu sana kablolu, yollar mollar kazındı, kablolar döşendi, öde kardeşim bedelini. Tabii herkes ödeyemedi, geçti yıllar, müşteri lazım. Antenli ama ya yeni televizyon veya bir küçük cihaz lazım DVB-T’yi çıkardılar. Millet hürya balıklama daldı, herkes aldı kendine en azından o küçük cihazdan. Masraf bir kez galiba 30 ile 50 Euro arasıydı, geçmiş zaman tam hatırlamıyorum. Bir tek ZORUNLU, izlesen de izlemesen de devlet radyo ve televizyon kurumuna galiba üç ayda bir 50 € kadar ödemek ZORUNDASIN. Özeller b.k alsın.
Çık, çık, çık…
Olur mu böyle haksızlık?
Internet yayılmaya başladı, millet isyanlarda internete bedel öde, televizyona, radyoya, çalış çalış elde var sıfır. Dünya âlem televizyonu, radyoyu internet üzerinden kullanırken Alman yasaları buna engeldi. Bakma sen söz konusu para oldu mu dalavere buralarda da var. Bağladılar televizyonu, radyoyu, interneti birbirine sen ÖDE. Zamanlamaları biraz karıştırmış olabilirim, yalan olmasın ama özü bu şekilde.

Öte taraftan millete vicdan yapıyorlar, yok çöpler, yok elektronik yok şu – bu, doğa…

Mart sonu kapattılar DVB-T’yi, icat olundu DVB-T2
Evde çanak var, toplu kullanım, almanlar açık. Türklere yönelik çanak balkonda. Her odada televizyon, en son oda annemlerin, sinyalin gücü yetmiyor oraya kadar. Neler denemedim ki, sinyal güçlendiricisi falan, tabii gerçek sinyal ile birlikte, anlamanız için basite indirgeyerek…
“Iyi” sinyal ile birlikte “kötü” sinyalde güçlendiriliyor. Kadın bir şey izleyemiyor. Yani Almanları, aldım eve ve dükkâna DVB-T…
Oh be dünya var…
Birde kardeşe almıştım alırken onları ayırmak olmaz, etti mi sana üç tane. Masraf bir kez ya, boş ver dedim. Nisan başı ekranlar karardı…
Ya internet üzerinden veya sadece Türkler…
Olmaz ki, Türkler zaten “rezil”. Ya bir işi yapında doğru yapın. Bakin yeni bir sayfa açtım, canlı yayın, kanal D’nin mesela ki ailece protesto ediyor izlemiyoruz, sattı Doğan gurubu para için kendini, kendinle birlikte vatani ve milleti. Kanal D’nin You Tube yayını yok, dikkat et, arıza, mariza, yayın hep kesik kesik. İzle You Tube’ten başka kanalları pırıl pırıl. NEDENI…
ALTYAPI!

Uzatmayalım, gittim bugün soruna çözüm aramaya…
Yine cihaz lazım, en adisi 75 Euro’dan başlıyor…
Tepemi attıran…
Kartlı, her sene karttı dolduracaksın…
Senede bir 75 daha ödemen gerek, her sene. Her bir cihaz için. Devlete öde, özele öde…
Ulan millet yakında kendini, bir tarafını satacak…
Olana sorun yok, ya olmayan ne yapsın?
Ya siz doymak bilmez misiniz, sizler ne rezil insanlarsınız?

Ve siyaset…
Elele ekonominin büyükleri ile…
Dünyanın neresine gidersen git, s.kilen hep gariban!

Bu yüzden bu sayfa…
Toparlayabildiklerimi toparlayacağım. 17 Euro zaten internete ödüyorsun, dikkat servis sağlayıcısı hariç, bu rakam devlete ödediğin rakam. Vahşi kapitalizm, ben senin ananı avradını (…) emi!!!

Döner dolaşır büyüklerimin sözüne gelirim

“Yukarıda bir delik, aşağıda bir delik”
Annemin sözü, ben tamamlarım bu cümleyi tek kelimeyle; insan.

Haberleri izler, gazete okur, dış basını takip eder misiniz bilmem…
Ben ederim…
Soruyorlar insanlara ama özellikle gençlere, Evetti ve Hayır’ı…
Verdikleri cevapları duyunca ister istemez akımla gelir:
“Yukarıda bir delik, aşağıda bir delik”

Kör bir cehalet, mutlak bir biat…
Genç olacaksın…
Taze, kirlenmemiş bir zihin, yorulmamış beden, “acı çekmemiş” yürek…
Hayatin, zorunlukların, mesuliyetin, sorumluluğun bilincinde “olmadan”, hayata yeni atılmış insancıklar ve cahil ve kör ve sağır…
Ve eline kitap alıp okumayı, öğrenmeyi akıl edemeyecek kadar beyinsiz…
Teessüf ederim, çok ayıpladım, çok üzülüyorum…
“Yukarıda bir delik, aşağıda bir delik”
Boşa geçen bir yaşam.

Ya bu ahlaksızlara ne demeli?
Iman…
Uydum hazır olan imama…
Böyle başlar…
“Kılavuzu karga olanın burnu boktan çıkmaz”, böyle der atalar…
Ve ben…
Döner dolaşır büyüklerimin sözüne gelirim.

Not:
Yok sinir etti, var bir yerde hata ama nerede ve ne, bulamadım, resimler hep ters
Gazete haberi, 5.4.17 Sözcü

Sözlerimi >>> sakın <<< kimse üzerine alınmasın

Anlayan anlasın yeter.

Öncellikle cümleten günaydın demek isterim…
Seni sevdiceğim, uzaktan uzağa dahi olsa kalbime selamlar, yürekten öperim. Bendesin…
Ta içimde.

Yürek yaralı, çok derin yaralar…
Yılların birikimi, ben içine atan bir tipimdir, akıl iki buçuk gram dahi olsa…
Hafızam, en azından benim için çok önemli olan veya beni derinden yaralayan olaylara yönelik sınırsız bir kapasiteye sahiptir. Zaman aşımı yoktur, bellek format kabul etmez.
Ben…
Anamın oğlu, kardeşim babasının kızı. İki kardeş, iki insan, aynı evde yetişmiş, aynı terbiyeyi almış, aynı görgüye sahip AMA iki ayrı karakter.

Özür değildir bu, anlayan anlar. Validenin fırçalamaları hala sürmekte. Ya bir Israil yaptım, keşke çenemi tutabilseydim. Üç yıldız meselesi.
Benim değer yargılarım, özen gösterdiklerim, dikkat ettiklerim, önem verdiklerim belki herkesten biraz farklı olabilir. Bu yürek sonunda bıçağı da yedi ya, keşke yemez olsaydı. Daha beter ettiler beni.
Ama bu bıçak yarası ve çektiğim acılar yılların birikiminin yanında solda sıfır kalır…
Unutamıyorum kimi olayları, kendime yönelik değil…
Yeminle umurumda değil bana karşı yapılanlar, yaralasalar da zaman gelir af ederim AMA bana ait olanlara, sevdiklerime yapılanları AF ETMEM.
Mümkün değil, imkânsız af etmem…
Ve ben hem sözümde dururum, tutamayacağım sözü vermem, verdiğim sözden dönem…
Hem bir şeyi dediysem, bir fatura kesilecekse eninde sonunda MUTLAKA keserim…
Konuyu biraz yumuşatalım, SEN ve elmacık kemiklerin, çok ettin…
O yanaklar ısırılacak! Can acıyacak…
Eşek sudan gelene kadar dedim, evire çevire diye söz verdim…
Ehhh…
Buralarda eşek bulmak biraz zor ne bileyim ben eşek ne zaman gitti ne zaman dönecek…
Ama sözüm söz evire çevire, elbette doğacak bir fırsat.
😊

Konumuza dönelim…
İnadım inattır, kinciyim kimi konularda…
Dedim ya anamın oğluyum, onda inat yoktur o başka. Ama O da unutmaz, söyleyemez de. Ben ya yüze söylerim ya doğrudan duyurmaya çalışırım. Sevgimde öfkemde sınır tanımaz. İkisinde de kendimi kaybederim, kaybedebilirim. Bu yüzden çok korkarım birisine vurduğum zaman çünkü elimin ayarı yoktur o an. Çok yaraladınız…
Bilerek veya bilmeyerek çok canımı acıttınız. Ardınızdan, gizliden gizliye söz etmem, kimseye yönelik etmem. Doğrudan yüze veya duyulacak şekilde, yoksa elimde başkacasına imkân. İnsan…
Önce bir düşünecek…
Evlada ta küçüklüğünden beri öğretmeye çalıştığım şeydir, önce düşün sonra konuş, sözlerini, halini ve hareketini tart. İnsanız tabii…
Hatasız, özürsüz kul olur mu?
Bir, iki olabilir…
Ama her fırsatta oldu mu buna kast denir!

Ben ne cimriyimdir ne başka bir şey…
Sadece düşünür, olabilecekleri hesaplar, ihtimalleri gözden geçirir…
Ayağımı yorganıma göre uzatırım. Varsa yer, içerim… Yedirir, içiririm, yoksa…
Otururum bir tarafımın üstüne. Bu yüzden benim için önemlidir, çok önemli varı – yoku bilmek…
Çok önemli yer alır hayatımda.

Gelelim o Allahsıza…
Yüzsüz, şerefsiz iğrenç mahluka…
Yaratığa, arsıza…
Ya ne diyeyim ben sana?
Kendi ettiği kelimeleri, yüz seksen derece çevirip aksini iddia edene ne denebilir?
Ya gidecek gırtlağını sıkacaksın, başkasına bırakmadan alacaksın canını veya Allah’a havale edeceksin. Elini bu iğrenç mahlukun kanıyla kirlettiğine değer mi? Bilmiyorum, değer her halde!

Gözler yine kan çanağı

Toparlayamıyorum kendimi…
Ya yol veya o kadar çok yürüdük ki arabasız bıraktı herif beni …
Kesin olan, Türkiye’ye zor uçuyordum, alt tarafı iki buçuk saat…
Dörde, beşe zor dayandım, hayallerim suya düştü…
Gençliğimden beri isterdim bir Amerika seyahatini, artık emekliyim yapabilirim yani, vakti saati geldi…
Yok…
O iş yattı!

Ne demişti Sayın Demirel?
“Demokrasilerde çareler tükenmez!”

Aklıma geldi, başka bir arzum, olmayacak iş değil hani…
Takacağım sevdiceğimi koluma…
Doğru Polonya’ya…
Bineceğiz trene, ver elini Rusya baştan başa, Uzakdoğu’da sapıyor Çine, Pekin’e…
Oradan yine trenle geriye.

Rusya’nın
İnsanı vahşi, doğası daha da vahşi, vahşi ama sevecen…
Uzun yolu ne arabayla ne uçakla yapamıyorum…
En güzeli, bundan sonra tren ile seyahat olacak. Kirala bir kompartıman, yat kalk, otur, yürü…
Ye, iç, konuş, tartış, fikir teatisi, eh kavga tuzu biberi…
Kavgadan sonra barışması en güzeli…
Gerisi (…)
Kısacası hayatin keyfini böyle çıkarmaya çalışacağım bundan böyle…
Evet, kararım karar, bundan böyle aynen dediğim gibi.

Bir tanecik resmim var internette…
Otuzlu yaşlara ait, merdiven dayadım elli ikiye…
Zamanıdır koyayım, güncelleyeyim konumumu…
Kimisi gibi olmam bin bir surat, girmem kılıktan kıllığa, neysem oyum ezelden beri.

Önder Gürbüz

Çok özür dilerim, özellikle hanımlardan ve genç okuyucularımdan

Ancak adıyla sanıyla yazmak zorundayım, bu kadar yüzsüzlüğe bu yaraşır…
Vay ben senin ananını, avradını sikeyim, ananı ve avradını…
Gerçi…
Yıllarca kadınsız kalmış olsam, dünyadaki son kadın olsa Emine…
Yine de ona uçkur çözmem, midem kaldırmaz, mide lazım mide…
Ya milletin gözünün içine baka baka bu kadar yalan olur mu?

Ne diyor pezevengin evladı?
Siyasal İslam’ın başı, Recep Tayyip Erdoğan?

“Ne aldanan oldum ne aldatan”

Ulannnn…
Orospu dölü, sen değil misin bilmem ne olimpiyatlarında, “gel artık, özledik” diyen
“Kandırıldık” diyen…
Herifin, benim gibi çenesi hiç durmuyor ki…
İşte bu yüzden ben yalan demem, karıştırırım kime ne söylediğimi…
Ya bir siktir git, git artık git, IT!

Bahar

Sabahtan beri alışverişteyim, oraya koştur buraya koştur…
Kazaen…
Fare düse buzdolabına hayvanin kafası yarılacak, tam takır, bomboş…
“Fuzuli işler müdürü” sıfatlarımdan, bana takılan lakaplardan biri…
Annemdir mucidi…
Ya neler neler yakıştırıyorlar bana, hayretler içeresinde kalıyorum…
Ama bak “Fuzuli işler müdürü” yokken, ev boşalmış(!)

Yolda…
Ormanlarda tomurcuklar açmış, taze taze yeşilin filizi…
İçim şenlendi…
Beklerim baharı, SON BAHARIMI…
Beni güldüren virgülümü, NOKTA

Umarım, Allahtan temennim yarım elma, gönül alma eline geçmiştir. Hoşuna gider ve kullanırsın.

Not:
Sokak şoparlarına döndüm, saç – sakal birbirinde…
Önce gideyim bir güzel köfte kızartayım sonrasında cup banyoya…
Ah o antika, ah gülüm ah. Ben nerden bileyim adamların cuma öğleden sonra kapatıp ta cumartesi akşam açacaklarını, Pazar sabahın köründe yoldaydık. AMA…
Yeminle, Allah inandırsın…
Hani Müslümanız diye geçiniyoruz ya, Cuma falan, namazdan sonra herkes işinde gücünde…
Bu insanlar…
Gerçekten dinlerini, inançlarını yaşıyorlar, yaşıyor ve yaşatıyorlar. Sokaklar var ya…
Cuma öğlenden sonra, Cumartesi aksama kadar bomboş, yeminle bomboş. Sadece turistler ve turistlere hizmet veren yerler, askerler, polisler ve hastaneler açık, yolda – sokaktalar.

Bize çok uzak, bize çok yakın

Kin, nefret, korku ve sömürü…
Her türlüsü…
Cehalet, cehaletin en köklüsü…
Yüce dinimiz İslam, Peygamber Efendimiz…
Allah, melekleri, Şeytan ki o da meleklerden…
Şiddet, baskı ve her türlü sömürü.

Cennet ve cehennem…
Nerede? Belki yeryüzünde(!)

Bilmem farkında mısınız?
Gizliden gizliye, ufacık adımlarla, korkak kendini gösterir oldu…
İnsanların çoğu duyarsız, kör AMA varlar, yavaş yavaş uyanıyorlar…
Türklerden çok “Arap” diye tabir ettiğimiz insanlardan yola çıkan bir akım…
Yürekten destekliyorum…
Bir hareket, Allah’ı Allah’ta arayan insanlar…
Fransa’dan yola çıktı bildiğim kadarıyla, aktı Almanya’ya…
Yakında belki tüm dünyaya, Tanrıları ki mezhepçilerin, günümüz dincilerin inandırmaya çalıştığı gibi…
Kinin, nefretin, öfkenin, insan ve doğa sömürücülüğünün tanrısı değil…
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’sinin din anlayaşının aksine…
Sevginin, hoş görünün, şefkatin tanrısı, DUR DIYOR bu akım insana, insanların bağnazlığına…
Yobazlığa…
On beşinci Yüzyılda, Hristiyanlarda Martin Luther vasıtasıyla başlayan bir akımdı…
Ne din savaşları oldu Hristiyanlar arasında, onlarca yıl süren, ne insanlar öldü bu uğurda…
Bizde Hacı Bektaşi Veli ve Hz. Mevlâna öncülerdendi, akıncı…
Yetmedi…
Ama bu hareket ki inşallah başarılı olur belki Islama, dünyada hak ettiği yeri bulmasına yârdim eder…
Allah…
Ki nasıl bir ana ve babanın, çocukları üzerinde, bir aşığın, sevdiği üzerinde sürekli gözü varsa…
Sevgiyle, şefkatle bakıyorsa, benim ve bu insanların Tanrıları da öyle…
Tarih tekerrürden ibarettir…
Süreç onu göstermekte, arada 579 yıl var, altı yüz de…
Biz bugün İslamiyet adına ne yaşıyorsak, mesela Hristiyanlar bizden önce yaşadılar…
Elbette bizler arasında da kopacaktır bir savaş, dinci ile dindar arasında…
Elbet insan bulacaktır, ayırabilecektir kuzu postuna girmiş kurdu, ayıracaktır kılık değiştirmiş deccalı, Allah yolunda şeytana götüren yolu yürümeyecektir, yürümemelidir.

Bunun ILK adımı…
16 Nisan’da, deccala, şeytana, şark kurnazına HAYIR demek olacaktır…
Haberlerde, gazetelerde yüzüne dikkatli bakin lütfen, O yaratığın yüzüne dikkatli bakin…
Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzüne…
İnsanlıktan eser kalmış mi?
Şeytanlar yüzünde bilmem ne yapıyor, dikkatle bakınız, göreceksiniz!

Allah ve Şeytan…
İyi, güzel ve kötü olan…
Bize çok uzak, bize çok yakın!