Dijital kapitalizmi bitireyim, kitapçık haline getireyim sana da yollayacağım söz…
Günlerden beri ilk defa gazete okumaya fırsatım oldu, yok…
Geberdim, parmaklarımı oynatmaya halim yok…
Böylece gazete okuma fırsatım doğdu.
—
Bedellinin bedeli ağırdır
1843…
Abdülmecid padişahtı.
Düzenli orduya geçilmişti.
Askerlik “vatan borcu” haline getirilmişti.
Şak…
Kura Kanunu çıkarıldı.
Piyango usulü kura çekiliyordu, 26 yaşına kadar her erkek kuraya dahil ediliyordu, kurada ismi denk gelen beş yıl askerlik yapıyordu.
*
Üç yıl sonra 1846.
Şak…
Zenginler için “bedel-i şahsi” çıkarıldı.
*
Kurada ismi çıkan zengin vatandaş, bedel-i şahsiyi ödüyor, kendisinin yerine bir başkasını askere gönderiyordu, kendisi muaf oluyordu.
*
Bedel-i şahsi ne kadardı derseniz?
Kanunla belirlenmişti.
“Bedel verecek kimse, bağını bahçesini tarlasını evini satmadan bedeli ödeyebilecek güçte olmalıydı. 25 yaşını geçmiş, 30 yaşını doldurmamış olmalıydı. Beyaz köle bedel olarak verilebilirdi, Arap köle bedel olarak verilemezdi. Bedel olarak verilecek asker, sağlıklı olmalıydı, çürüğe ayrılmış olmamalıydı, ahali arasında kötü tanınan kimselerden olmamalıydı. Bedel olarak verilen asker firar ederse, bedeli veren kimse yeni bir bedel vermek zorundaydı.”
*
Uygulama tıkır tıkır işliyordu.
Zenginler tiko para bastırıyor, pazarlıkta anlaşıyor, kendi yerine gariban gönderiyordu.
*
24 yıl böyle devam etti.
1870’e gelindi.
Padişah Abdülaziz’di.
Şak…
“Bedel-i nakdi” çıkarıldı.
*
Askere gidenin geri gelmediği dönemlerdi.
Zenginler kendileri yerine askere gönderecek, kendileri yerine savaşacak, kendileri yerine ölecek gariban bulmakta zorlanıyorlardı.
*
Bedel-i nakdi icat edildi.
15 bin kuruş ödeyen, yırtıyordu.
Zenginlerin kendi yerine birini göndermesine gerek kalmamıştı.
15 bin kuruşu ödeyen, muaf tutuluyordu.
*
Bedel-i nakdi uygulamasıyla, garibanlar bedavaya getirilmişti.
*
Bedel-i şahsi uygulamasında para garibana ödeniyordu, gariban ölse bile parası ailesine kalıyordu.
Bedel-i nakdi uygulamasında ise, para devlete ödeniyordu, gariban hem askere gidiyor, hem ölüyor, hem avucunu yalıyordu.
*
1886…
Padişah Abdülhamid’ti.
Damping yaptı.
50 altın’a bağladı.
50 altın getiren askerlikten sıyırır dedi.
*
1911…
Padişah Reşad’tı.
30 altın’a indirdi.
*
Vahdettin tahta çıktı.
Parayla sata sata, ordu kalmamıştı.
*
1923…
Cumhuriyet, bu adaletsizliğe son verdi.
Kurayla değil…
Parayla değil…
Sırayla dedi.
*
1987…
Turgut Özal kapıyı yeniden açtı.
Zengin-yoksul eşitliği yeniden bozuldu.
Zihniyet 141 yıl geriye götürüldü.
*
Arkası çorap söküğü gibi geldi.
*
Askerlik denilen kavram, tüfek tank uçak denizaltı cephane üniforma nöbet komutan ast-üst filan değildir…
Bir milletin vatan için “topyekun” ölebilmeyi göze alma şuurudur.
*
Profesyonel ordu ambalajı yalandır.
“Ensen kalınsa canın sağolsun, garibansan vatan sağolsun” mantığı, müflis padişah kafasıdır.
*
Cumhuriyet’in kıymetini bilmeyenler, Osmanlı’nın sonundan ibret almalıdır.
Bedellinin bedeli ağırdır.
Tek tek kurtulduğunu zannedersin, hep birlikte kaybedersin, kaçınılmazdır.
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/bedellinin-bedeli-agirdir-2543079/