İyi değilim, toparlayamıyorum kendimi…
Özür dilerim.
InanIN iyi değilim, ÖNEMLI konular…
Komplike…
Kafa olmalı yerinde!
ISLAMI…
Yüce dinimizi Tayyip gibi orospu çocuklarından öğrenecek değiliz. Bademleme…
Nereden çıktı bu şimdi durup dururken deme, bu sabah evimin kadınLARI ile bir sohbette, valide, hanim ile…
Cüppeli…
İzlemişler bana soruyorlar, Peygamber Efendimiz…
Hz. Muhammed’in farklı kaynaklarda geçen değişik isimlere göre 9 ile 19 arasında (…)
Neyse değinmiştim bu konulara ama tekrar anlatırım farklı bir ışıkta. AK Pezevenklerin ampulü ışığında!
*
Grizu-263A UNUTMA motoru falan
Alexander von Humboldt
Ispanya – Almería, PLASTIK
Cloud-Seeding
AMerika da SU
7 numarali tutuklu
Bu VERILERI, bu bilgileri NASIL bir araya getirmeli…
Tablonun bütününü görmeli…
DaireLERI…
>>> Mantıksal kapıLARI <<<
Uçak gemisi VE Stirlingmotorunu…
Kamikaze, KAMIKAZEEE…
Bekle…
Önder söz verdi bir kere…
Çeyrek, çeyrek…
Çok…
Berbat!
*
Avrupa başka, AMerika başka…
ADI goril, adi…
Gör daha başa gelecekleri.
Azerbaycan ya…
180 milyon Euro meselesi.
*
Doğruya doğru, yalana YALAN…
ÖnVer…
— Artik SADECE “gerekli halerde” PCR testi —
Test bitmedi…
PARA bitti!
*
Macron…
Ve iddialar…
CIA diyorum sadece. Karısı “bana nasıl ulaşabiliyorlar?” sorusu…
Fransa…
AZ MI ANLATTIM?
AMerikanin Avrupa’daki en ciddi rakiplerinden biri…
Bir daha seçilmesi engellenmeli!
*
Tecrübe!
>>> Alamanya 09:25 ÖNCESI olmali, anca geldim dolar 8,0619 <<<
*
Ulan ÖnVer iyi ki “övdüm” seni VE Akşam gazetesi, KELIMELER ve ÖNEMLERI, anlamları…
KILIT KELIME, tanımlamada…
UZUN VAADE, bir nevi “kalıcıda” diyebiliriz…
ENDEMI…
Endemi anlamı!
Haniii…
InfoDemi değil InfoEndemi
*
Recep Tayyip Kahpedoğan “Ağız ishali”
Bir cumhurbaşkanının ağzına alacağı bir kelime mi?
Değil değil mi?
Ancak Çamurbaşkanları, mahalle karıları kullanır böyle lafları.
*
Tek tek…
AYLAR ÖNCE yazmıştım, tek tek…
Görecek…
Yaşayacaksınız BACAKLAR!
Azerbaycan…
Sıra…
Sana da gelecek, bu pezevenk ile işbirliği yapan…
HERKES…
Bedel ödeyecek!
Baraj, baraj…
Parayla değil sırayla…
KIMLER ile dans ettiğinizin bilincinde değilsiniz!
DIKKATINIZI çekerim…
BATI BASINI ateş emrini duyurdu AMA genelleme yaparak SANKI halka karşıymış gibi. Halbuki istihbarat ne diyor?
DINCILERE karşı ateş emri…
IŞID, IŞID…
Afganistan ÜZERINDEN…
Arkadan!
—————————- BADEMLEME —————————-
SübyenciLER…
Önder vakti geldiğinde AYRIYETTEN değinecek bu konuya.
„IRZ
العرض
İnsanın mânevî kişiliğini, haysiyet, şeref ve saygınlığını ifade eden bir terim.
Müellif:
HAYATİ HÖKELEKLİ
Sözlükte “kişinin bedeni, ruhu, övgüye değer yaratılışı, soyu sopu” gibi anlamlara gelen ırz kelimesi (çoğulu a‘râz) örfteki kullanımında daha ziyade insan varlığıyla, özellikle de onun dokunulmazlığı bulunan mânevî, ahlâkî yönleriyle ilgili mânaları ifade eder. Dil bilginlerinin, ırz kelimesinin asıl anlamı itibariyle beden (cesed), ruh (nefs) veya soy soptan (haseb, selef, âbâ) hangisini karşıladığı konusunu tartıştıkları bilinmekle birlikte görüş ayrılıklarının bu hususta farklı örneklere başvurmaktan kaynaklandığı söylenebilir. Hepsinin üzerinde anlaştığı nokta ise ırzın sövme, aşağılama ve tecavüzden korunmak istenen bir insanî değer olduğudur (Lisânü’l-ʿArab, “ʿırż” md.). Nitekim İbnü’l-Esîr ırz kelimesini, “insanın ister kendisine ister soyuna sopuna isterse sosyal çevresine yönelik olsun övgü ve yergiye konu olan varlığı” şeklinde tanımlamıştır (en-Nihâye, “ʿırż” md.).
Terim olarak ırz insanı insan yapan, ona toplum içinde şeref ve saygınlık kazandıran, bu sebeple de her türlü tecavüz karşısında dokunulmazlığı bulunan kişilik değerlerini ifade etmektedir. Maddî ve mânevî kişiliği itibariyle herkesin insan sayılma ve aşağılanmama konusundaki tabii temayülü ırz kavramının psikolojik zeminini oluşturmaktadır. Bunun sonucu olarak ferdin toplum içindeki konumunu güvence altına almayı amaçlayan şeref, namus, izzet, itibar gibi kavramlar ırz kavramıyla bağlantılı hale gelmiştir. Bu kavramların yalnızca ferdin kendisiyle ilgili kişilik değerlerini değil eş dost ve akrabanın, hatta mensubu bulunduğu kabile ve milletin mânevî kişiliğini de ilgilendirdiği anlaşılmaktadır. Irz kelimesinin sözlük anlamında soy sopun yer alması, ferdin ve mensubu olduğu sosyal çevrenin mânevî kişiliği içine geçmişteki atalara ait övünülecek değerlerin de girdiğini göstermektedir. Bir kimsenin insan olarak kendisine saygınlık kazandıran ve bu sebeple övünç konusu olan bütün kişilik değerlerinin herhangi bir hakarete mâruz kalması doğrudan doğruya onun ırzına yönelik bir saldırı sayılmış ve “ırza tecavüz” deyimi en geniş anlamıyla “kişilik haklarının çiğnenmesi” şeklinde tanımlanmıştır.
Câhiliye Arapları arasında ırz daha ziyade “şeref” anlamını taşımaktaydı. Güce dayalı bir üstünlük fikrinin hâkim olduğu Câhiliye toplumunda cesaret, hürriyet, kadının iffeti, soyluluk, himaye, cömertlik ve mesken dokunulmazlığı gibi ahlâkî temalar da bu üstünlük fikrinin birer yansımasıydı ve bundan dolayı ırz kavramıyla irtibatlandırılıyordu (İA, V/2, s. 680). Bir kişinin cesaretine, atalarına veya cömertliğine yönelik herhangi bir küçümseme, iffetinden sorumlu olduğu bir kadına yahut şahsî meskenine yönelik bir tecavüz onun ırzına yapılmış bir saldırı olarak nitelendirilirdi. Böyle bir saldırıya mâruz kalma çok büyük bir utanç sayıldığı için de ırza tecavüzün intikamı neredeyse cana kastetmenin intikamına eşdeğer tutulurdu. Bu anlayış içinde başkalarının ırzını koruma ve gözetme de ırzdan sayılmaktaydı (Cevâd Ali, IV, 407-408, 573-574).
Kur’ân-ı Kerîm’de ırz kelimesi geçmemekte, ancak insanın öteki yaratıklar arasındaki üstün ve şerefli konumu açıkça vurgulanmaktadır (el-Bakara 2/30; el-İsrâ 17/70). Kur’an’a göre insan olmak başlı başına bir değerdir. Hadislerde ise mânevî kişilik değerlerini ifade etmek üzere ırz kelimesinin sıkça kullanıldığı görülmektedir. Hz. Peygamber Vedâ hutbesinde müslümanların kanları, malları ve ırzlarının haram (dokunulmaz) kılındığını açık şekilde belirtmiştir (Müsned, I, 230; Buhârî, “ʿİlim”, 9; Müslim, “Ḳasâme”, 29, 30). Bu üç haramın beraber zikredildiği başka bir hadiste de kişiye kötülük olarak müslüman kardeşini küçük görüp aşağılamasının yeteceği ifade edilmiştir (Müslim, “Birr”, 32; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 35). Can, mal ve ırz dokunulmazlığının birlikte anılmasından İslâm’ın yaşama hakkına, mülkiyete ve mânevî kişiliğe ilişkin bütün hakları aynı ölçüde güvence altına aldığı sonucu çıkmaktadır. Diğer bir hadiste ise şüpheli şeylerden kaçınan müslümanın dinini ve ırzını korumuş olacağı belirtilirken (Buhârî, “Îmân”, 39; Müslim, “Müsâḳāt”, 107) insanın mânevî kişilik değerlerini ifade eden ırzın din gibi temel bir kavramla yan yana zikredilmesi ilgi çekicidir. Bu ifadeden, kişilik değerlerinin dinî değerler için hakiki zemini teşkil ettiğini, sağlam bir dindarlığın sağlam ve korunmuş bir kişilikte daha da mükemmel olacağını anlamak mümkündür. Ayrıca bundan, mânevî kişiliğe saldırının dinin özünü ilgilendirdiği ve bazı şeklî ihmallerden daha önemli sayıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Resûl-i Ekrem, hac ibadetinin kurallarını sırasıyla yerine getirmekte hata eden bir sahâbîye bunun fazla bir sakıncası bulunmadığını, herhangi bir müslümanın ırzına dil uzatmanın daha büyük bir günah olduğunu söylemiştir (Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 87).
İslâm’da ırza yönelik haksız saldırılar kul hakkını ihlâl sayılmıştır. Bir kimsenin böyle bir davranışta bulunması durumunda tıpkı malına tecavüz eden kimse gibi ondan helâllik dilemesi gerekmektedir (Müsned, II, 506; Buhârî, “Meẓâlim”, 10; Tirmizî, “Ṣıfatü’l-ḳıyâme”, 2). Irza yapılan saldırıya meşrû ve mâkul ölçüler çerçevesinde karşılık vermek ise ahlâkî bir ödev sayılmıştır. Meselâ Hassân b. Sâbit’ten, bazı müşriklerin Hz. Peygamber’in “ırz”ına yönelik hicivlerine karşı “babasını, dedesini ve ırzını” siper edeceğini belirten bir şiir rivayet edilmiştir (Buhârî, “Meġāzî”, 34; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 157, “Tevbe”, 57). İbnü’l-Esîr bu rivayette geçen “ırz” kelimesinin “mânevî kişilik” şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmiştir (en-Nihâye, “ʿırż” md.). Buna karşılık, borcunu ödeyecek gücü olduğu halde ödemeyen kimsenin tutumu gibi bir hak ihlâli söz konusu olduğunda şeref ve saygınlık anlamındaki ırzın yara alacağı belirtilmiştir. Böyle bir durumda haksızlık eden kişinin ırzı sorgulanmaya açık hale gelmiş demektir (Müsned, IV, 222, 388, 389; Buhârî, “İstiḳrâż”, 13).
Irz kelimesi zaman içinde, korunması gereken mânevî kişilik değerlerinden yalnızca iffetle ve cinsî hayatla ilgili olanlarına hasredilmiş, “ırza tecavüz” tabiri de özellikle Türk örfünde ve hukuk dilinde cinsel tecavüzü ifade eder olmuştur. Bu çerçevede ırzın korunması İslâm hukukunda hem fertlerin temel hak ve sorumlulukları arasında yer almış hem de pozitif hukukun önemli ilgi alanlarından birini teşkil etmiştir. İslâm hukukunda zina ve zina iftirası (kazf) suçları için öngörülen cezalar ve kadın-erkek ilişkilerine getirilen sınırlamalar da esasen bu amaca yönelik tedbirlerdir (bk. KAZF; ZİNA).“
https://islamansiklopedisi.org.tr/irz
„TAADDÎ
التعدّي
Allah’ın kulları için belirlediği sınırları aşmak anlamında bir Kur’an terimi.
Müellif:
İBRAHİM ÇELİK
Sözlükte “hızlı koşmak, sınırı aşmak, tecavüz etmek” anlamındaki adv kökünden türeyen taaddî terim olarak, advin “hedefine ulaştığı halde hızını kesemeyen kimsenin daha ileri noktalara gitmesi” mânasından hareketle ölçüyü ve sınırı aşmayı, taşkınlık yapmayı, haklılık sınırını geçmeyi, başkalarına saldırmayı ifade eder. Dargınlık ve anlaşmazlığın kin, nefret ve silâhlı çatışmaya vardırılmasına adâvet ve udvân, bu tutum içinde olana adüv denir (Râgıb el İsfahânî, el-Müfredât, “ʿadv” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ʿadv” md.). Haddi aşmak ve özellikle Allah’ın kulları için belirlediği sınırları (hudûdullah) tecavüz etmek “ilâhî emirleri çiğnemek” mânasına gelir. Taaddînin “aşırılık ve taşkınlık” anlamından dolayı Kur’an’daki gulüv, isrâf, tuğyân ve zulm (bir şeyi yerli yerine koymamak, bir hakka tecavüzde bulunmak) terimiyle bağlantısı vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de taaddînin aynı kökten eş anlamlısı olan i‘tidâ daha çok geçmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ʿadv” md.). Çeşitli âyetlerde Allah’ın sınırlarına riayet edilmesi, buyruk ve yasaklarına uyulması emredilip bu sınırlara yaklaşılması yasaklanırken (el-Bakara 2/187) bu sınırları korumanın müminlerin bir özelliği olduğu vurgulanır (et-Tevbe 9/112). Öte yandan insan ilişkilerine ve özellikle aile hukukuna dair yasaklar açıklandıktan sonra, “İşte bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onları aşmayın. Artık kim Allah’ın sınırlarını aşarsa onlar zalimlerin ta kendileridir” buyurularak (el-Bakara 2/229) bu sınırları çiğnemenin zulümle eşdeğer olduğu ifade edilmektedir. Allah’ın belirlediği sınırları aşanlar Kur’an’da mu‘tedî kelimesiyle ifade edilir. Allah haddi aşanları sevmez (el-Bakara 2/190; el-Mâide 5/87); çünkü onlar ahidlerini her fırsatta bozarlar, müminlere galip geldiklerinde bir yakınlık ve anlaşma gözetmezler, ikiyüzlü ve bozguncudurlar; Allah’ın âyetlerini az bir paha karşılığında satıp insanları doğru yoldan saptırırlar (et-Tevbe 9/7-10); hesap gününü yalan sayanlar da onlardır (el-Mutaffifîn 83/12). Haddi aşanlar kendi arzularına şuursuzca uyarlar; fakat Allah haddi aşanları çok iyi bildiği gibi (el-En‘âm 6/119) onları içinde sürekli kalacakları, elem verici bir azabın bulunduğu cehenneme koyacaktır (en-Nisâ 4/14). Taaddî ile aynı kökten gelen kelimeler hadislerde de “haddi aşmak, zulmetmek, saldırmak” anlamında geçer (Wensinck, el-Muʿcem, “ʿadv” md.). Haddi aşma bazı ibadet şekilleri için de söz konusudur. Hz. Peygamber dua ederken ses tonunu yükseltme, peygamber olmayı arzulama, kâfir olarak ölen birinin cennete girmesini isteme gibi sünnetullaha aykırı taleplerde bulunmanın (Müsned, I, 172, 183; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 12), yine abdest alırken gereğinden çok titizlik göstererek organları üçten fazla yıkamanın (Nesâî, “Ṭahâret”, 104) haddi aşma sayıldığını belirtmiştir.
Allah Teâlâ, en güzel şekilde yarattığı insanoğlunun bu üstünlüğünü koruyup sürdürebilmesi için uyulması gereken kurallar koymuş, aşılmaması gereken sınırlar belirlemiştir. Bunların ihlâl edilmesi haddi aşmaktır. Bu tutum ısrarla devam ettirilirse istekler ve düşünceler değişir, insanın fıtratı bozulur ve sonunda insanı insanlık çizgisinde tutan değer ölçüleri alt-üst olur. İsrâiloğulları ilâhî sınırları aşıp cumartesi yasağını çiğnedikleri, aşırılık ve taşkınlıklarını sürdürüp peygamberlerini bile öldürecek boyutlara vardırdıkları için ilâhî lânete ve gazaba uğratılmışlardır (el-Bakara 2/65; Taberî, II, 167-173; İbn Kesîr, I, 150-152; Elmalılı, I, 378). İslâmiyet, Allah’ın emir ve yasaklarını ihlâl etmenin bütün toplumu etkileyecek olumsuz sonuçlarını önlemek için emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker prensibi çerçevesinde bireylere sorumluluk yüklemektedir. Hz. Peygamber, Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu sınırları gözeten ve gözetmeyen kimseleri aynı gemide yolculuk yapanlara benzeterek alt kattakilerin su ihtiyacını karşılamak için gemiyi delme isteklerine üst kattakilerin engel olmaması halinde hepsinin batacağı uyarısında bulunmuş (Buhârî, “Şeriket”, 6) ve hudûdullaha riayetin toplumsal boyutuna dikkat çekmiştir.
İslâm dini savaşta da haddi aşmayı yasaklamıştır. Hicretten evvel on küsur yıl boyunca müşriklerin işkencelerini, onur kırıcı sözlerini ve davranışlarını sabırla karşılayan müslümanlara daha sonra savaş izni veren âyetlerde haddi aşmamaları öğütlenmiş (el-Bakara 2/190-194), bir topluluğa karşı beslenen öfkenin aşırı gitmeye sebep olmaması gerektiği belirtilmiştir (el-Mâide 5/2). Müfessirler bu âyetlerde geçen i‘tidâ kelimesini savaş ortamında bile gözetilmesi gereken yasakların çiğnenmesi diye açıklamıştır. Bunlar işkence yapmak, kulak ve burun gibi organları kesmek, kadınları, çocukları ve savaşa katılmayan yaşlıları, rahipleri, hahamları öldürmek, gereksiz yere ağaçları kesmek, beslenme ihtiyacı dışında hayvanları öldürmek vb. davranışlardır (Taberî, III, 562-564; Fahreddin er-Râzî, V, 128; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, III, 239-241). Hz. Peygamber ve ardından gelen Hulefâ-yi Râşidîn orduları uğurlarken insanlığa yakışmayan bu tür hareketlerden kaçınılmasını emretmiştir (Müsned, I, 300; II, 524; Buhârî, “Cihâd”, 147, 148; Müslim, “Cihâd”, 3, 24-25, 137). İslâm her şeyde orta yolu öğütleyen, aşırı gitmeyi yasaklayan, beden ve ruhla uyum içinde insanı insanlık onuruna yakışır düzeye ulaştıran bir ölçü ve denge dinidir (el-İsrâ 17/29, 110; el-Furkān 25/67). İslâmiyet yemede ve içmede aşırı gitmeyi yasakladığı gibi Allah’ın helâl kıldığı temiz rızıkları, meşrû lezzetleri din adına kendine haram kılmayı (el-Mâide 5/87; el-En‘âm 6/119), Allah ve resulünün öngördüğü ibadetleri azımsayıp yeni ibadet şekilleri ortaya çıkarmayı da yasaklamıştır.“
https://islamansiklopedisi.org.tr/taaddi
„KUL HAKKI
Müellif:
MUSTAFA ÇAĞRICI
İslâmî kaynaklarda, insanların gereğini yerine getirmekle yükümlü oldukları haklar “Allah’ın hakları” (hukūkullah) ve “kulların hakları” (hukūk-ı ibâd) şeklinde başlıca iki kısma ayrılmış, bazı kaynaklarda bunlara bir de hem Allah hakkı hem kul hakkı sayılan haklar eklenmiştir. Hukūkullaha riayet “Allah’ın emrine saygı” (et-ta‘zîm li-emrillâh), hukūk-ı ibâda riayet ise “Allah’ın yarattıklarına şefkat” (eş-şefekatü alâ halkıllâh) deyimleriyle ifade edilir. Allah’ın emrine saygı, O’nun varlığına ve birliğine iman edip hükümlerine uygun şekilde yaşamakla gerçekleşir. Kul hakları ise genellikle insanların canları, bedenleri, ırz ve namusları, mânevî şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklarından oluşmakta ve bunlara yönelik olarak yapılan kötülükler, verilen zararlar kul haklarına tecavüz sayılmakta, bu tecavüz de “mazlime” ve bunun çoğulu olan “mezâlim” kelimeleriyle ifade edilmektedir. Belli bir kişiye verilen zararlar yanında zimmet, irtikâp, karaborsacılık, fitne, idarî baskı ve zulüm gibi ammenin maddî ve mânevî haklarına ve menfaatlerine, huzur, güvenlik ve refahına zarar verme sonucunu doğuran her türlü faaliyet de çeşitli âyet ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda kul hakkına tecavüz sayılıp yasaklanmıştır. Öte yandan kul haklarına dair hükümler aynı zamanda Allah’ın koyduğu hükümler olduğundan bunlar da geniş anlamda hukūkullah içinde görülmüş ve bu hakların gözetilmesi Allah’ın emrine saygı olarak değerlendirilmiştir (meselâ bk. İbnü’l-Arabî, I, 148; Şâtıbî, II, 315 vd.).
Kur’ân-ı Kerîm’de hukūkullah tabiri geçmemekle birlikte birçok âyette hak (meselâ bk. el-İsrâ 17/26; er-Rûm 30/38; ez-Zâriyât 51/19), adalet (el-Bakara 2/282; en-Nisâ 4/58; el-En‘âm 6/152), kıst (en-Nisâ 4/127, 135; el-Mâide 5/8, 42; Hûd 11/85) ve zulüm (el-Bakara 2/279; en-Nisâ 4/10, 30; el-Hac 22/39) gibi kavramlar kul haklarıyla ilgili olarak da kullanılmıştır. Ayrıca birçok âyette insanların haklarına saygı gösterilmesi istenmiş, bu haklara saldırı mahiyetindeki tutum ve davranışlar yasaklanmıştır.
İlgili âyetleri dikkate alarak Kur’ân-ı Kerîm’de kul haklarını biri insanların sahip olduğu maddî ve mânevî haklara tecavüz etmek, zarar vermek, diğeri dinî, ahlâkî ve hukukî hükümlerin onlara verilmesini gerekli kıldığı şeyleri vermemek şeklinde iki kısma ayırmak mümkündür. Bir kimsenin, her ne şekilde olursa olsun kendisine ait olmayan bir şeyi haksız yoldan elde etmeye kalkışması kul hakkına tecavüzdür. Nitekim insanların hırsızlık, ölçü ve tartıda hile yapma, emanete hıyanet, kumar, tefecilik, zimmet, irtikâp vb. gayri meşrû yollarla birbirlerinin mallarını yemeleri (meselâ bk. el-Bakara 2/188; Âl-i İmrân 3/161; en-Nisâ 4/29-30, 161; et-Tevbe 9/34; el-İsrâ 17/34-35); canlarına kıymaları (el-Bakara 2/84-85; en-Nisâ 4/92-93; el-Mâide 5/32); iftira, alay, arkadan çekiştirme, kötü lakap takma, suizan, kusur arama, gıybet gibi tutum ve davranışlarla başkalarının mânevî şahsiyetlerine zarar vermeleri (en-Nisâ 4/112; el-Hucurât 49/11-12; el-Kalem 68/11; el-Hümeze 104/1); inançları, dinî tercih ve yaşayışları üzerinde baskı kurmaları (el-Bakara 2/114, 174; el-A‘râf 7/86); onları yurtlarından yuvalarından uzaklaştırmaları (el-Bakara 2/84-85) Kur’an’ın yasakladığı ilk kısma giren kul hakları ihlâlinin örnekleridir. Bunun yanında Kur’an zenginlerin mallarında yoksulların da haklarının bulunduğunu belirtmekte (ez-Zâriyât 51/19; el-Meâric 70/24-25), pek çok âyette zekât ve zekât dışındaki malî yardımlaşma emredilmekte (meselâ bk. et-Tevbe 9/34-35; el-Fecr 89/17-20; el-Mâûn 107/2-3, 7), cimrilik eleştirilmektedir (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/180; en-Nisâ 4/37; el-Leyl 92/8). Kul haklarıyla ilgili bu genel buyruk ve yasaklar yanında birçok âyette özellikle kadınlar, akrabalar, komşular, çocuklar, ana babalar, yetimler, yolcular, sakatlar ve umumiyetle haklarını korumaktan âciz olanların hakları üzerinde de durulmuştur (meselâ bk. el-Bakara 2/83, 231-232, 241; en-Nisâ 4/2, 4, 6, 10, 19-21, 24-25, 34, 36; el-A‘râf 7/141; el-İsrâ 17/23-27, 34; Abese 80/1-10; et-Tekvîr 81/8-9).
Kur’an’daki hak, adalet, kıst, zulüm gibi kavramlar hadislerde de sıkça geçmektedir. Ayrıca hadislerde mazlime ve mezâlim kelimeleri de kullanılmış, son kelime hadis, ahlâk ve hukuk literatüründe bir terim haline gelmiştir. Kul haklarını ihlâl mahiyetindeki tutum ve davranışları hem toplu olarak hem tek tek veya grup halinde zikrederek yanlışlığını, kötülüğünü, dünya ve âhirette doğuracağı zararları anlatan pek çok hadis vardır. Hadis mecmualarının hemen her bölümünde kul haklarıyla ilgili rivayetler yer almakla birlikte özellikle “mezâlim, ahkâm, hudûd, edeb veya âdâb, isti’zân, et‘ime, imâre, birr, büyû‘, ticârât, tevbe, hüsnü’l-hulk, husûmât, diyât, rikāk, zekât, zühd, fiten, nikâh” gibi başlıklar taşıyan bölümlerde kul haklarına ilişkin hadisler geniş yer tutmaktadır. Bunlardan kul hakları açısından ilke mahiyetinde olan bazı hadislere göre müslüman müslümanın kardeşidir; ona yalan söylemez, ihanet etmez, kötülük yapmaz, onu aşağılamaz, kötülük edebilecek birinin eline bırakmaz (Buhârî, “Meẓâlim”, 3; Müslim, “Birr”, 32, 58; Tirmizî, “Birr”, 18). Hiç kimse kendisi için beğenip istediğini din kardeşi, komşusu için de istemedikçe, komşusu onun kötülüğünden emin olmadıkça olgun bir mümin olamaz (Buhârî, “Îmân”, 7; “Edeb”, 29; Müslim, “Îmân”, 71-73). Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse komşusuna eziyet edemez (Buhârî, “Edeb”, 31, 85; Müslim, “Îmân”, 74, 75). İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Feżâʾil”, 66). Müslümanların kanları, malları, namusları ve şerefleri kendi aralarında kutsal Mekke kadar, hac ayları ve günleri kadar saygındır, dokunulmazdır (Buhârî, “Ḥac”, 132; Müslim, “Ḳasâme”, 29). Müslüman, elinden ve dilinden başka müslümanların zarar görmediği kimsedir (Buhârî, “Îmân”, 4-5; Müslim, “Îmân”, 64-65). Kul haklarını ihlâl eden kimseyi “müflis” olarak niteleyen Hz. Peygamber bunu şöyle açıklamıştır: Bu kişi âhirette namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber öyle günahlarla gelir ki kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmış, dolayısıyla müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır (Müslim, “Birr”, 59; ayrıca bk. Buhârî, “Meẓâlim”, 10).
İslâm âlimlerinin çeşitli âyet ve hadislere dayanarak tesbit ettikleri büyük günahların (kebâir) çoğu kul haklarıyla ilgilidir. Bunlar arasında adam öldürme, hırsızlık, hıyanet, zimmet ve irtikâp, ana babaya kötülük etme, akrabalık ilişkilerini kesme, yalancı şahitlik, haklıyı haksız, haksızı haklı gösterme amacıyla yalan yere yemin etme, mâsum insanlara iftira etme, yetim malı yeme, tefecilik yapma, halk üzerinde zulüm ve baskı kurma, eziyet ve işkence etme gibi hak ihlâlleri de bulunmaktadır (Zehebî, s. 40-181).
Bir hadiste Allah’ın huzurunda hesabı sorulacak olan günahlar affedilebilecek olanlar, affedilemeyecek olanlar ve affedilmesi şarta bağlı olanlar şeklinde üçe ayrılmıştır. Birincisinin kulun Allah’a karşı işlemiş olduğu günahlar, ikincisinin inkârcılık, üçüncüsünün de kul haklarından doğan günahlar olduğu bildirilmiş (Müsned, VI, 240), başka bir hadiste de üzerinde kul hakkı bulunan kimsenin hiçbir maddî bedelin geçerli olmayacağı kıyamet gününden önce hak sahibiyle helâlleşmesi istenmiştir (Buhârî, “Meẓâlim”, 10; “Riḳāḳ”, 48). İslâm âlimleri, bu tür hadislere dayanarak Allah katında kul haklarıyla ilgili tövbelerin kabul edilip günahların bağışlanabilmesi için bu hakların sahiplerine ödenmesi veya onların rızalarının alınması gerektiğini bildirmişlerdir (bk. TÖVBE).
Ahlâk kitaplarının genel olarak fazilet ve rezîletlere, özellikle de adalet ve zulüm, dostluk ve düşmanlık, cömertlik ve cimrilik, hilim ve gazap, dürüstlük ve yalancılık, emanet ve hıyanet, ahde vefa, tevazu ve kibir gibi beşerî ilişkilere dair bölümleri geniş ölçüde kul haklarıyla ilgili konuları da içermektedir. Bunların içinde, kul haklarının gerek tasnifi gerekse mahiyet ve muhtevalarını ortaya koyması bakımından Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn adlı eserinin “Çeşitli insan grupları arasında ülfet, kardeşlik, dostluk ve muaşeretin âdâbı” başlığını taşıyan bölümünün (II, 157-221) özel bir yeri vardır (ayrıca bk. HAK; İNSAN HAKLARI).“
https://islamansiklopedisi.org.tr/kul-hakki