Çocuğum bana küs müsün?

Sabah annemle holde karşılaştık, sordu bana yukarı ki soruyu…
Yok be anne, o kadar yorgunum ki başımı yastıktan kaldıramıyorum…
“Bende öyleyim” diye cevap verdi, sarıldı bana öpmeye başladı, yanaklarımı, gıdımı, boynumu çocuk gibi.

Kadıncağız vefat etti ardından koşturuyor beni…
Helali hoş olsun, yaşarken kızsam, küfür bile etmiş olsam ben ondan razıyım, dilerim tanrımızda olsun. Yok…
O kadar yorgun, bitkin his ediyorum ki kendimi, inanın parmak oynatmaya hal yok. Anlatırım sabahları sırasıyla ya uyandıktan sonra validenin yanına giderim ya hanımın, kafa kalkmıyor ki gideyim!

Hasan ağabey ölmüş…
Anlatmışımdır, annem minnet borcu duyuyor ona karşı. Kazada çok ilgilenmiş, hep bizimkilerin yanındaymış. Aslında kötü bir insan değildi, yaptıkları kendine, ailesine…
Af edilecek gibi değil diyeceğim, bana ne ama işte (…)
Bakalım rahmetli Hakan’ın nasıl bakacak yüzüne?

50 küsur senedir yaşarız kapı, kapıya…
Tanımaz insanlar birbirlerini, ilgilenmez bu kim diye…
Yaşarken durum bu iken, ölmüşsen durum değişiyor mu sanki?
Yeriz birbirimizi, Türk’ü – Kürdü, öldürürüz birbirimizi…
Sonra…
Hiç bir şey olmamış gibi…
Yan yana yatarız toprakta…
Yaşarken kap ve kapı komşusuyuzdur bilmeyiz birbirimizi…
Ora öylede bura farklı mi?
Kız telefon etti, sözde evladın okul arkadaşı…
Defin edecek ya Oma’yı, mezarcı…
Bugün buluşacaktık, dün buluşmamızı istedi.

Yaptıracağım biraz farklı, gördüm başkasında çok hoşuma gitti…
Gösterdim kuzenine, çok beğendi…
Ölümü bilirim, ölümle defalarca geldim yüz yüze, kankayız Azrail ile…
Ha toprak ha taş diyeceksin ama inan toprak başka…
Oma yaptırmış vakti zamanında, kendi beğenmiş, kendi zevki…
DURRR…
Neden yayınlıyorsun bu resimleri deme, BIL…
SEBEPSIZ, nedensiz en ufak bir şey yapmam, ispatlayamayacağım, kanıtlayamayacağımı yazmam…
Yazıyorsam, anlatıyorsam MUTLAKA vardır bir sebebi…

İstemiyorum taşa bakmak, istemiyorum…
İnsanlar çok memnun, kız Omacığı çok güzel yıkamış, paklamış, süslemiş…
İnsanlar çok memnun, ben görmedim, hanımda görmek istemedi bir daha kalsın hafızalarda öyle son gördüğümüz gibi. Böyle kestireceğim üstündeki taşı, buna benzer süsleyeceğim mezarını.


Dedim ya ticaret…
Hep derim menfaat, para girmesin araya…
Bitiyor HER ŞEY…
Vay efendim öyle kestirmek daha fazla masrafmış, yeminle aynen böyle dedim…
Kızım biz seninle konuşurken sen üstlerinde taş olduğunu bile bilmiyordun, mermeri temin etmek mi daha masraflı yoksa kestirmek mi?
SUSUTU!

Yok kardeşim, önümü göremiyorum…
“Bir” ölüm yaşadım, bana yakın…
Biliyorsunuz komadaydım, rahmetli babam. Annem hayatta…
ALLAH tüm ana ve babalara uzun ve sağlıklı ömürler versin, kalsınlar başımızda…
Veraset, miras falan. Annem hayattayken bize düşmez…
Ne kardeşim yapar böyle bir terbiyesizliği, görgüsüzlüğü ne ben…
Ölüm hak, miras helal…
Veraseti elim almak istemedi, almadım, yapmadım bir şey…
AMA…
Tayyipistan bu…
Al veraseti, malı ayırmış gibi >>> görün <<< vergi meselesi…
Arada hatırı sayılır fark var, bil diye yazıyorum. Bir daha gidişimde ayıracağım, kardeşte alsın üstüne bende >>> AMA <<< sadece kâğıt üstünde!

Allah, yüce Mevla’m daha uzun, uzun ömürler versin kara Mediha’ma!

Aslında…
Kanıksayamıyorum, kınayamıyorum…
İki insan…
Birbirinin her halini görmüş ve tanımış olan iki insan, bir yastıkta kocamış olan…
“Birbirini bilmiyor, el mi beni, ben mi eli bileceğim?”

Hanım bilmiyordu aldığım kararı…
Dedim ya buluştuk kızla “öğle vakti”, bir araba park yerinde sadece bir…
Göstermiştim kıza istediğim şekli, dükkânda dedim hanıma istersen akşama gideriz, bilmediğin, görmediğini sana göstereyim. “Tamam” dedi…
Akşam…
Neredeyse mezarlık parkında yer yok arabayı bırakmaya, kimi görsek müşteri…
Çok şaşırdılar tabii bizi görünce…
Hele girişte, sanki bekçi üç insan, ikisi müşteri diğeri hem müşteri hem komşu…
Merhaba merhaba, laf attı bize girişte…
“İsterseniz dükkânımı size kiralayabilirim!”
Ya arkadaş sırası mi şimdi? Zaten yorgunum, ayaküstü iki lak lak biz yolumuza devam…
Hanımda beğendi, dedim gel sana bir şey göstereceğim…
Haniiii…
Kalbimi çaldılar…
Yok kadın sen değil, sana emanet ettim, hatırla yaptıklarını…
Rahmetliler için yaptırdığım kalbi…
Ben içi oyuk yaptırmıştım, çerçeve gibi, içine çiçek ektim…
İkisinin tam ayak ucunda, ortasında…
SSS…
Ve SSM yazdırdım…
Beyazdı, tertemiz. Beyaz mermer, burada kahverengi, tümden…
Yapan…
Usta.

Bazı şeyler dikkatimi çekti, evvelsi…
Kızla neredeyse gırtlak gırtlağa geleceğiz, o kadar kızdım…
Dedi “mezarı sökeceğiz, iki sene bekledikten sonra yeniden yapacağız. O güne kadar tahta bir perde ve bir put dikeceğiz başlarına”

Uzatmayalım, nedeni…
Mezar çökecek…
Kanun, kural böyleymiş…
Yapılacak hiçbir şey yok!

DUR DAHA BITMEDI ESAS ilginci bundan sonra…

Defin meselesi…
Papaz telefon etti demin, konuştum onunla, Allah razı olsun tüm dindar insanlardan…
Allah’a yürekten inanlardan…
Dedim ben bilmiyorum, gerekli olan her şeyi yapın lütfen…
Kahve içmeye, yemek yemeye gitmeyecekmişsiniz?”
Evet, Efendim. Tanımıyorum insanları, oturamıyorum uzun süre!

Bizde…
Mümkün olan en kısa sürede, nedeni…
İklim şartları, O zamanların imkânları…
İyi deee…
Hristiyanların gerekçelerine ne demeli?
Katoliklerde mesela üç gün meselesi…
Çok ama çok mantıklı…
Sorarım size…
HEPINIZ bilirsiniz hortlak, vampir falan hikayelerini…
EMINIM, hepiniz…
Peki…
Bu “hikayeler” gerçekten uydurma mı?
Değil!!!

Kimi insan…
Ölmüş >>> gibi <<< olup gerçekten ölmemiştir…
Diri diri sokarlar mezara…
Ve yine BILIMSEL ispatlanmış gerçeklerdir, açtılar kimi mezarları görüntülediler…
Hani sesler, korkunç. Mide, genelde gazlar…
Ve YINE TABUT IÇINDE >>> tırnak izleri <<<
En güzel, anlayacağınız örnek kış uykusuna yatan hayvanlar…
Sanki ölüler…
Dirilirler ilkbaharda. Metabolizma, ilaçlar var ölümü andıran, kalp duruyor falan…
Bence bu defin konusu bir kez daha düşünülmeli!