Papaza söylenecek çok söz var AMA anamdan emdiğim süt fitil filit burnumdan geliyor şu anda

Bu coğrafyada gözleri var!

“Bir millet, iki devlet”
Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiyi özetleyen cümledir bu…
Kardeşliğin, sevginin ifadesidir.
Azerbaycan’a yapılan saldırıyı, bize yapılan saldırı gibi kabul edip, kardeşlerimizin yardımına koşmalıyız. Nitekim öyle yapıyoruz!
★★★
Ermenistan, Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini 28 yıldır işgal altında tutuyor.
1992 yılında Rus ordusunun da desteği ile katliam yaparak işgal etmişlerdi…
Şimdi yeniden hücum ettiler!
Arkasında kendisini kışkırtan bir güç olmasa Ermenistan bu çılgınlığı yapabilir mi?
3 milyon nüfusa sahip bir ülke, 10 milyonluk bir ülkeye saldırabilir mi?
Üstelik Ermenistan açlık derecesinde fakir, Azerbaycan ise petrol zengini…
Saldırının tek açıklaması Ermenistan’ın arkasında Rusya’nın ve muhtemelen Fransa’nın olduğudur.
Hesap nedir?
Türkiye’yi “Yunanistan-İsrail-Ermenistan” üçgeninde sıkıştırmak!
Buna “Şeytan üçgeni” diyorlar.
★★★
Ermenistan aynı haydutluğu 1992 yılında da yapmış, Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal etmişti… Dağlık Karabağ ve çevresi 28 yıldır Ermeni işgali altındadır.
Fakat bu defa Ermeni Ordusu sert kayaya çarptı. Çünkü Azerbaycan, eski Azerbaycan değildi. Hazırlıklıydı. Böyle hain bir saldırıyı tetikte bekliyordu. Derhal “Savaş hali” ilan etti ve karşı hücuma geçti.
İlk iki gün Ermeni ordusu 24 tank, 15 uçaksavar, 18 İnsansız Hava Aracı (İHA) kaybetti.
550’den fazla Ermeni askeri öldürüldü, geçmiş yıllarda kaybedilen 7 köy işgalden kurtarıldı.
Ermeni ordusunun ünlü subaylarından Hava Taburu Komutanı Yarbay Babayan çarpışmalarda vurularak hayatını kaybetti.
Ermeniler, dışarıdan parayla getirttikleri PKK’lı teröristleri de Azerbaycan’a saldırtıyor ama ne yapsalar nafile… Yıllardır Türk subayları tarafından eğitilen Azerbaycan Ordusu iyi savaşıyor, vatan topraklarını fedakârca savunuyor.
Eğer Birleşmiş Milletler Örgütü’nün aracılığı ile “Erken bir ateşkes” sağlanmazsa, Azerbaycan ordusu, işgal altındaki topraklarının önemli bir bölümünü kurtaracak gibi görünüyor.
Şartlar ne olursa olsun, kardeş Azerbaycan’a desteğimiz sürecek.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar “Kederde ve kıvançta daima bir ve beraberiz. Azerbaycan’ı asla yalnız bırakmayız.” diyor.
★★★
Türk askeri şu anda birçok cephede savaşıyor.
Emperyalist devletler, Türkiye’yi Azerbaycan’da da cephe açmaya zorluyor. Böylece Türkiye’yi daha da zor durumda bırakmak istiyorlar.
Biz bunların hepsiyle başa çıkabiliriz. Ancak… İçeride birbirimizi yemeyi bırakmalı, ekonomimizi toparlamalı, insanlarımızı kamplara ayırmaktan vaz geçmeliyiz.
AKP iktidarı “Sen-Ben”, “Bizden olanlar- Bizden olmayanlar” gibi ayrımcı politikaları bırakıp ülkede birlik ve beraberliği sağlamazsa, bizi bu coğrafyada rahat yaşatmazlar!
1920’de Sevr Antlaşması ile ülkemizi paramparça etmişlerdi. Yurdu, Ata’mız Mustafa Kemal kurtardı. Bu defa yeni bir Mustafa Kemal bulabilir miyiz, bilemiyorum!
Anlayan varsa beri gelsin!
Hazine ve Maliye Bakanımız Berat Beyefendi dün müthiş bir lâf söyledi ve:
“Döviz kuru benim için hiç önemli değil, oraya bakmıyorum!” dedi.
Vay canına! Bir yaşıma daha girdim!
Ülkede yediğimiz içtiğimizden tutun, köprü geçişleri bile dolara bağlı… Nasıl önemli olmuyor? Biri çıkıp da anlatsa bize…
Döviz kurları dün tarihi zirve yaptı!
Dolar 7.85 liraya kadar yükseldi…
Euro 9. 16 lira oldu…
Sterlin 10 lirayı aşıp, 10.10 lira oldu…
Ülkede içtiğimiz su fiyatları bile dövize endeksliyken, Maliye Bakanı için hiç önemli değil ha? Anlayan varsa beri gelsin!

https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/rahmi-turan/bu-cografyada-gozleri-var-6060263/

Zavallı İsveç

Bir milyar dolar harcayarak, 1.150 küsur odalı saray yaptırmışlardı.
29 Ekim’de açacaklardı.
Gösterişli davetiyeler dağıtılmıştı.
Cumhuriyetimiz, Cumhuriyet tarihimizde ilk kez Çankaya Köşkü’nde değil, başka bir yerde, ak saray’da kutlanacaktı.

Hevesleri kursaklarında kaldı.
Şatafatla açacaklardı.
Felaketle açıldı.

Cumhuriyet Bayramı’na bir gün kala Ermenek’te facia yaşandı.
18 madencimiz grizudan filan değil, su içinde boğularak can verdi.
İhmal katliamıydı.
En ufak bir denetim bile yapılmadığı için, yeryüzüne daha yakın seviyelerdeki eski galerilerde yıllar içinde tonlarca su birikmişti, neticede taban delinmiş, aşağıdaki galerilerde kelimenin tam manasıyla “sel baskını” olmuştu.

Facia yaşandığında öğle tatiliydi.
Gel gör ki, öğle tatilinde dışarda olması gereken madencilerimiz 355 metre derindeydi.
Çünkü, maden ocağının sahibi “inmeleri çıkmaları vakit kaybı oluyor, üretim azalıyor” diyerek, öğle tatilinde yüzeye çıkılmasını yasaklamıştı.

Öğle yemeği bile verilmiyordu.
Madenciler yemeklerini kendi evlerinden getiriyorlardı.
“İsteyen bu şartlarda çalışsın, beğenmeyen defolsun gitsin” deniyordu.

301 madencimizi kaybettiğimiz Soma faciasından sonra, maden işçilerinin haklarını arttıran bir yasa çıkarılmıştı.
Mesai süresi sekiz saatten altı saate indirilmişti.
Ancak, güya maden işçilerinin haklarını arttıran bu yasa, maden işçilerinin daha da köleleşmesine sebep olmuştu.
Devlet tarafından gerekli denetim ve takip yapılmadığı için, taşeron patronlar bu yasayı fırsat olarak değerlendirmişti.
“Mesai kısaldı, maliyetlerimiz arttı” diyerek, öğle tatilini bile yasaklamışlardı.
Yemek vermiyorlardı.
İtiraz edeni kovuyorlardı.

Ermenek’teki maden ocağının taşeron patronu, Akp’liydi.
2004 ve 2009 seçimlerinde Güneyyurt beldesinde Akp’nin belediye başkan adayı olmuş, kazanamamıştı.
Seçimleri kazanamamıştı ama, maden ocağını kazanmıştı, 18 işçiye mezar olan madeni 2009’dan beri işletiyordu.

Attı mı mangalda kül bırakmayan “dünya lideriyiz” diyen sayın hükümetimiz, maden ocağına dolan suyu 38 günde zor boşalttı.
38 gün!
Son madencimizin cenazesi çıkarıldığında, takvimler 4 Aralık’ı gösteriyordu, kadere bakın ki, 4 Aralık, Dünya Madenciler Günü’ydü!

Ermenek faciasının simgesi, Recep amca’ydı.
Hayatını kaybeden işçilerimizden Tezcan’ın babasıydı.
Oğlunun cenaze törenine yırtık cızlavet’leriyle geldi.

Cızlavet’in yenisi sadece yedi liraydı.
Alacak durumu yoktu.

Recep amcanın yedi lirası bile yokken, Recep amcayla adaş olan cumhurbaşkanımızın bir milyar dolara saray yaptırması, baş’tan ayak’a, devletin başından, milletin ayağına, Türkiye fotoğrafıydı.

Cızlavet…
Hurda lastikten yapılıyor.
Bildiğin otomobil, kamyon, traktör lastikleri eritiliyor, ayakkabı şeklinde kalıba dökülüyor, presleniyor.
Bağcıkları varmış gibi görünür ama, yoktur.
Bağcık şeklinde motifi vardır.

İsveç malıdır!

1900’lerin başında Wilhelm ve Carl Gislow adında iki kardeş tarafından icat edildi.
Bu iki biraderin aslında otomobil lastiği fabrikası vardı.
Gislaved şehrinde yaşıyorlardı, lastiğin markası da Gislaved’ti.
Hurda lastikleri atmaktansa değerlendirmeyi düşünmüşler, eritmişler, kalıplamışlar, preslemişler, bu ayakkabıyı üretmişlerdi.
Çok ucuzdu.
Sadece İsveç’e değil, bütün Avrupa’ya sattılar.
1930’lu yıllarda Türkiye pazarına girdiler.
Ahalimizin dili dönmedi, Gislaved diyemedi, cızlavet dedi.

Gislow biraderler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu ayakkabının üretimini durdurdu.
Sanayi gelişmişti.
Avrupa değişmişti.
Bu ilkel ayakkabı türevini satabilmek artık mümkün değildi.
Türkiye hariç…
Türkiye’de taklitleri çıktı, şakır şakır üretime devam edildi.

1930’lu yıllarda tıpkı Türkiye gibi Gislaved giyen İsveç… Bugün, kişi başına 56 bin dolar milli geliriyle, dünyanın en zengin, en mutlu, yaşam kalitesi en yüksek ülkelerinden biri oldu.

Gislavedler bu topraklara geldiğinde Recep amca daha yeni dünyaya gelmişti, oğlunun cenaze törenine katıldığında 75 yaşındaydı, ayağında hâlâ cızlavet vardı, üstelik yırtıktı.

Gel zaman git zaman, 2020 oldu.
Koronavirüs salgını başladı.

İsveç’te yaşayan Leyla isimli bir genç kız twitterden mesaj yayınladı.
“Babamın korona testi pozitif çıkmasına rağmen hastaneden eve gönderildi, ülkemizin bize sahip çıkmasını istiyoruz” dedi.
Konyalı sağlık bakanımız bu imdat çığlığına karşı derhal tweet attı.
“Sevgili Leyla, sesini duyduk, baban için hastanelerimiz hazır, ambulans uçağımızla İsveç’e geliyoruz” dedi.

Yandaş medyamızın gururla göğsü kabardı.
“İsveç ölüme terketti, Türkiye özel uçak gönderdi” manşetleri atıldı.
“İsveç sağlık sistemi çöktü, Türkiye yardım elini uzattı” denildi.
Ambulans uçağın gidişi-dönüşü naklen yayınlandı.
Saatlerce gösterildi.
Günlerce gündemde tutuldu.
“İskandinav ülkeleri iflas etti, Türkiye dünya lideri” denildi.

Asrın liderimiz İsveç’e telefon etti, Leyla’yla konuştu.
“Bu devlet, milletinin mecnunudur, sevdiği gurbet elde de olsa onu yalnız bırakmaz” dedi.
Asrın liderimizle Leyla’nın telefon görüşmesi, asrın liderimizin twitter adresinden yayınlandı.
Bütün ana haber bültenleri gösterildi.
Günlerce konuşuldu.

Leyla’nın ambulans uçakla getirilen babası iyileşti, taburcu oldu.
“İsveç ölüme terketti, Türkiye kurtardı” diye manşetler atıldı.
“Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sayesinde, salgında mücadelede dünyanın en başarılı ülkelerinden biri olduğumuz” anlatıldı.
“İsveç bizi gıptayla izliyor” denildi.
“Gurur duy Türkiye” denildi.

Bu haberleri eminim hatırlıyorsunuzdur.
Üç kuruşluk maskeyi dağıtmayı beceremeyen, vatandaşına para yardımı yapacağına iban numarası vererek üste para isteyen sayın hükümetimiz… ABD’ye maske gönderdik, İsveç’e ambulans uçak gönderdik filan diyerek, sayın ahalimize şov yapıyordu.

Bu haberleri seyreden sayın ahalimiz de, İsveç’in battığına, o İsveç’in 75 yıl önce üretmekten vazgeçtiği cızlaveti hâlâ giyen Türkiye’nin İsveç’ten çok daha iyi durumda olduğuna inanıyor, şükrediyordu.

Ve, Türkiye…
Önceki gün Recep amcanın koronavirüsten öldüğünü öğrendi.

Konyalı sağlık bakanımız korona için İsveç’e ambulans uçak göndermişti ama, Konya’da komşuları tarafından hastaneye kaldırılan koronalı Recep amcadan kimsenin haberi yoktu.

Sayın ahalimiz, cızlaveti tee 75 yıl önce üretimden kaldıran İsveç’in Türkiye’yi gıptayla izlediğini düşünürken… Recep amca cızlavetle doğdu, cızlavetle rahmetli oldu.

https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/zavalli-isvec-6060084/

*

Dükkân…
Durma noktasında…
20.10.1989…
Cimri derler bana…
Desinler…
Yedim, yedirdim ama SADECE sevdiklerime, yani küçücük aileme…
Dört onlar, beş bizdik…
Kaldık sekiz…
Çektik…
Özellikle ikici kez Almanya’ya geldiğimiz ilk yıllarda…
Bakma “ağlandığımda”
Çok zorda kalırsam, yıllarca!

Tekme tokat…
Offf hem de nasıl, komalık…
Yeri gelir tutar elimden, verir bana akıl…
Ve bu imkânları bana, sevdiklerime sağlayan Allah’ıma…
Sevdiklerime…
Omuz omuza çok şükür verene…
Rabbime, sevdiklerime.

Güzelliğine güvenme bir sivilce yeter…
Zenginliğine güvenme bir kıvılcım yeter der atalar…
Rabbim…
Cümlemize yâr ve yoldaş olsun.

Allah…
Kimsenin birliğini, dirliğini…
Düzenini bozmasın.