Dünün karanlıkları bugünlerin gölgeleri. Naziler, öldürülen Yahudiler… Dişlerdeki altınlar, parmaklardaki yüzükler, ziynet ve sanat eserleri – İsviçre Bankaları – AKP ve PEZEVENK

Eizenstat report*

incele

Önder…
“Herkesi eleştiriyor, kızıyor…
Bazen küfür ediyor(!)

NEDEN
Bu çeyrek ne istiyor???

Siyasetin dürüst yapılmasını!”
NOKTA

Sanayi doktorası…
Bademlerin en son “eseri”

Devlet eli ile pırlantaların, elmasların “yontularak değer kazanması!???”

Hadi bu doktora…
Hadi çok kısıtlı ve belirli bir sayıda…
600 küsur kadar cevher…
Hadım etme…
Aç gözlerini, bak, gör dünyadaki örnekleri!

*

Müslüman Kardeşler ve Türkiye: Rakip mi, müttefik mi?

İsrail’in Hamas’ın askeri kanat sorumlusu Ahmed Caberi’yi hedef alan suikastı Orta Doğu’daki fay hatlarını yeniden çatlattı.

Gazze’ye yönelik bombardımanın sona ermesi ve ateşkes ilan edilmesi çabalarına uzanan ellerden biri de bölgede arabuluculuk rolünü Mısır’a kaptıran Türkiye’den geldi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Arap Birliği bakanları ile birlikte Gazze’ye yaptığı ziyaret sırasında bölgedeki insani krizin sona ermesi talebiyle İsrail ve uluslararası toplumu hedef alan sert açıklamalar yaptı.

Türkiye, Hamas idaresindeki Gazze halkına desteğini insani boyuta yerleştirse de, bu desteğin arkasında Müslüman Kardeşler’le kurulan ideolojik bir bağ olabileceği düşüncesi de tartışılır oldu.

Arap coğrafyasını saran isyan dalgası, Müslüman Kardeşler’in yeraltında yürüttüğü faaliyetleri daha görünür siyasi makamlara taşıdı. Hareket Mısır’da, Tunus’ta ve Fas’ta iktidara geldi. İktidara gelemediği ülkelerde ise önemli bir muhalefet odağı.

Yaşar Yakış: İdeolojik demek tek taraflı bir yaklaşım
Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’in uzantısı olarak görülen Hamas’a desteği de, ‘ideolojik çıkar’ tartışmalarını alevlendirdi.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 seçimlerinden sonra kurduğu ilk kabinede Dışişleri Bakanı olan Yaşar Yakış’a göre, „laik bir ülke olarak Türkiye’nin din temelli ideolojik bir taraf“ olduğunu öne sürmek „tek yanlı“ bir yaklaşım.

Türkiye’nin Gazze halkına desteğinin, Hamas’ın Müslüman Kardeşler’in uzantısı olmasıyla ilişkilendirilmemesi gerektiğini savunan Yakış, “Gazze’deki halk El Fetih tarafından yönetiliyor olsaydı aynı sempatik yaklaşım yine gösterilirdi” diyor.

Mısır’ın yeni lideri Muhammed Mursi, ateşkes sağlanmasında büyük rol oynadı.

Mısır’da da Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı’na Müslüman Kardeşler’in önde gelen isimlerinden Muhammed Mursi seçildi.

Halk ayaklanmalarıyla değişen coğrafyada doğan „ılımlı İslam modeli“, AKP iktidarındaki Türkiye ile de ilişkilendirilmişti.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Ergin Yıldızoğlu’na göre AKP’nin siyasi tutumu, Müslüman Kardeşler’in yöntemi ve dünya görüşüyle benzerlik taşıyor.

Türkiye’nin Hamas’la kurduğu ilişkiyle „bölgedeki Sünni siyasi yapı üzerinde nüfuz oluşturma“ çabaları olabileceğini belirten Yıldızoğlu, „Sünni Müslümanlık üzerinden gelen bir damar var. Bu özellikle Hamas’la ilişkilerde hızlandıran bir rol oynuyor“ yorumunu yapıyor.

‚İslam dünyasında prestij kazandı‘
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2009 yılında Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e çıkışı ve Gazze ablukasını delmek için yola çıkan Mavi Marmara filosunun İsrail askerlerinin saldırısına uğraması Türkiye’nin Filistin’e yönelik zaten güçlü olan desteğini pekiştirdi.

Radikal gazetesi Dış Haberler Şefi Fehim Taştekin, Türkiye’nin „Filistin meselesini sahiplenen bir söylem izlemesinin İslam dünyasında büyük bir prestij getirdiği“ görüşünde.

Erdoğan’ın Peres’e çıkışı ile birlikte İslam coğrafyasında Türkiye bayrakları dalgalanmaya başlamış, Erdoğan posterleri sokakları süslemişti.

Ama Taştekin’e göre, „Türkiye’nin söylemden öteye geçememesi“ kredinin tükenmesine yol açabilir:

„Erdoğan’ın Hamas’a daha yakın durması belki direnişi bugün için temsil eden cephenin Abbas ya da El Fetih değil, Hamas ve müttefiki olmasıdır.“

„Filistin mücadelesinde tüm kredisini tüketmiş olan Abbas’ı bayraklaştırmak Türkiye’ye Hamas’ı desteklediğinden daha fazlasını kazandırmaz.“

‚Laiklik Müslüman Kardeşler için bir sorun‘
Müslüman Kardeşler, 1928 yılında „sömürgeciliğin tahrif ettiği“ kültürü, ‚İslam kimliğini‘, yine din aracılığıyla yeniden inşa etme amacı güden Hasan el Benna tarafından kuruldu.

Çıkış noktası İslam temelli olan örgüt kimine göre radikal, kimine göre de ılımlı bir çizgi izledi.

„Türkiye, kendisi bölgede güç yansıtmak ve bir anlamda Yeni Osmanlı projesi üzerinden bölgede bir yumuşak hegemon olma arzusundaydı.“

Ergin Yıldızoğlu

Örgüt içinde farklı söylemler olsa da, Eski Dışişleri Bakanı Yakış’a göre ‘laiklik’ Müslüman Kardeşler için her zaman bir sorun teşkil etti.

Dolayısıyla Türkiye’nin Müslüman Kardeşler çizgisinde gittiği iddiaları da laiklik olgusuna takıldı.

1990’larda Türkiye’nin Kahire Büyükelçiliği görevini de yürütmüş olan Yaşar Yakış, 1924 yılında halifeliğin kaldırılmasıyla „Müslüman âleminin dağınık bir duruma düştüğünü, Müslüman Kardeşlerin de Türkiye’de halifeliğin kaldırılmasıyla doğan boşluğu doldurmak için başlatılan bir hareket olduğunu“ söylüyor.

Müslüman Kardeşler idaresindeki Mısır ile Türkiye arasında ‘arabuluculuk’ rolü üzerinden bir rekâbet olduğuna da değinen Yakış, “Anadolu ve Mısır iki ayrı güç odağıdır. Bunlar rekâbet eder. Şimdi o rekâbeti daha medeni biçime, işbirliği haline sokmuş durumdayız” diyor.

‚Arabulucu adresi Ankara değil‘
Türkiye’nin İsrail’e yönelik çıkışları, bölgede arabulucu arayışında Ankara’nın adres olarak gösterilmesini de zorlaştırıyor.

Zira, Yakış’ın atıfta bulunduğu rekâbet Müslüman Kardeşler’in gücünün artmasıyla dengelerin de değişmesine neden oluyor.

Ergin Yıldızoğlu, Müslüman Kardeşler’in güçlenmesiyle Türkiye’nin durumunun daha sorunlu olduğu görüşünde:

gaza
İsrail bir hafta boyunca Gazze’yi bombaladı.

Yıldızoğlu’na göre Müslüman Kardeşler yükseldikçe Türkiye’nin bölgedeki liderlik iddiaları da zayıfladı.

„Türkiye kendisi, bölgede güç yansıtmak ve bir anlamda Yeni Osmanlı projesi üzerinden bölgede bir ‚yumuşak hegemon‘ olma arzusundaydı.“

Türkiye’nin ‘Arap olmadığı’ gerekçesiyle Müslüman Kardeşler ile arasına mesafe koyması gerektiğini savunan Yıldızoğlu, “Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’le aynı şemsiye altında anılması demek, Mısır hegemonyasını kabul etmesi demek” yorumunu yapıyor.

Yeniden şekillenen Orta Doğu denkleminde Müslüman Kardeşler’in cemaat anlayışının yanı sıra, bölgedeki ulus devletlerde siyasi kimlikleriyle de öne çıkması uzmanlara göre kaçınılmaz bir durumdu.

Strateji yeterince derin değil mi?
Yarım yüzyıla yakın bir süredir sandık başına gitmeyen Orta Doğu’da seçimle başa gelen Müslüman Kardeşlerin son Gazze krizinde izlediği politika da siyasi çizgilerinin şekillendiğini gösteriyor.

Fehim Taştekin bu durumu şu sözlerle özetliyor: “Yeni bir Müslüman Kardeşler kuşağından, Batı’nın çıkarlarını tehdit etmeyen, İsrail’in güvenliğini garanti eden bir model çıkarmak istedikleri aşikâr.”

Türkiye’nin son Gazze çıkışında arabuluculuğa adres olmadığı kanısı hakim olsa da aslında bu zayıflığın tarihi gerekçeleri olduğu da öne sürülen görüşlerden.

Ergin Yıldızoğlu’na göre, Türkiye Arap dünyasının parçası olmadığı için‘ böyle bir role soyunması da sonuç vermiyor:

“Müslüman olmak Türkiye’yi Arap dünyasının parçası yapmıyor. Osmanlı gerçeği olarak, Araplar bölgenin sömürgecisi, hegemon imparatoru altında yaşadı. Bu hafızalarda hâlâ taze…”

Bu sav, Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından „Stratejik Derinlik“ olarak adlandırılan ve Osmanlı tarihini, Türkiye’nin coğrafi konumuyla harmanlayıp yaşama geçirdiği dış politikasının zayıf halkalarından birinin de bizzat Osmanlı tarihine ilişkin bölgesel algılamalar mı olduğu sorusunu gündeme getiriyor.

>>> Devam edecek <<<

Almanya 11:38 dolar 6,7620
BEYNINIZI…
Sikeyim!

* Stuart Elliott „Stu“ Eizenstat (born January 15, 1943) is an American diplomat and attorney. He served as the United States Ambassador to the European Union from 1993 to 1996 and as the United States Deputy Secretary of the Treasury from 1999 to 2001. For many years, and currently (as of 2018) he has served as a partner and Senior Counsel at the Washington, D.C.-based law firm Covington & Burling and as a senior strategist at APCO Worldwide.

Der Eizenstat-Bericht
Die Bemühungen der USA und der Alliierten, Gold und andere Guthaben, die Deutschland während des Zweiten Weltkrieges stahl oder verschwinden ließ, wiederzufinden und rückzuerstatten (Wortlaut der Einführung)
Der von Präsident Clinton in Auftrag gegebene Untersuchungsbericht über den Verbleib des sogenannten Raubgoldes, also des Goldes, das Deutschland in den im Zweiten Weltkrieg eroberten Staaten beschlagnahmte, wurde am 7. Mai in Washington veröffentlicht. Insbesondere das Vorwort des insgesamt 200seitigen „Eizenstat“-Berichts (benannt nach dem Staatssekretär im Handelsministerium Stuart E. Eizenstat) führte zu heftigen Reaktionen seitens der Schweizer Regierung, die sich gegen den Vorwurf zur Wehr setzte, die Schweiz sei der „Bankier der Nazis“ gewesen und habe dadurch den Krieg verlängert. Im folgenden drucken wir eine ungekürzte übersetzte Version der „Einleitung“ (ohne die „Zusammenfassung“) im Wortlaut ab.