Veee Londra!

*

Çok ilginç, bu kadın ne dediğinin bilincinde, BILIYOR, BILIYOR

*

Libya’daki tuzağa dikkat!..

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, Libya’daki askeri gelişmeler konusunda Ankara’yı uyarıyor

Sevgili okurlarım,

Libya’da Türkiye ile Rusya’yı doğrudan karşı karşıya getirme riski taşıyan vahim gelişmelere tanık oluyoruz. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Libya’nın meşru hükümeti olarak tanınan ve Türkiye tarafından desteklenen Trabulus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) askeri birlikleri, Tobruk merkezli General Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu’nun (LUO) kontrolündeki stratejik öneme sahip Vatiyye Askeri Hava Üssü’nü ele geçirdi. General Hafter’i destekleyen Rusya’nın bu gelişmeye tepkisi, derhal 6 adet Mig-29 ve 2 adet Su-24 savaş uçağını Libya’da konuşlandırmak oldu. Bunu Hafter’in hava kuvvetleri komutanı El Canişi’nin “Tüm Türk hedefleri ve çıkarları savaş uçaklarımızın meşru hedefleridir” yolundaki tehdidi izledi. Ankara, bunu sert ifadelerle yanıtladı.

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde, Libya’daki bu tehlikeli
durumun ne gibi gelişmelere yol açabileceğine odaklanacağız.

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, duayen gazeteci ve televizyoncu Uğur Dündar’ın Libya’daki gelişmeler hakkındaki sorularını yanıtladı.

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ Libya’daki son askeri durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

HAFTER’E AĞIR DARBE

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Trablus’a saldırı karargâhı olarak kullanılan Vatiyye Üssü’nün düşürülmesiyle askeri ve psikolojik üstünlük sağlayan UMH birlikleri, Trabulus’u kuşatan Hafter kuvvetlerine ağır zayiat verdirerek püskürttüler. Bu şekilde güç dengesi UMH lehine değişti ve Hafter’in Trablus’u ele geçirme hayalleri de suya düştü. Hafter’in uğradığı hezimet, onu destekleyen Rusya, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Fransa’dan oluşan pakt içinde alarm zillerinin çalmasına ve telaşa düşen Rusya’nın bölgeye 8 savaş uçağı göndermesine yol açtı.

(U.D.): Ankara’nın bu gelişmeden endişe duyduğu anlaşılıyor. Bu uçaklar ne amaçla kullanılacak?

(ŞE): Moskova uçakları iki değişik amaçla gönderilmiş olabilir. Birincisi, Hafter birliklerinin tamamen çözülüp dağılmaması için sırf onlara moral verme niyetidir. İkincisi ise, Hafter’in hamisi (koruyucusu) olan Rusya’nın uğradığı ağır hezimetin intikamını almak ve yeniden Trablus’u ele geçirmek için harekâtı başlatma amacını taşıyabilir. Eğer Rusya bu intikam ve hakimiyet hırsıyla hareket ediyorsa, o zaman Hafter hava üstünlüğünü yeniden sağlayabilir ve iç savaşın seyrini kendi lehine değiştirme imkânını elde edebilir. Eğer Moskova’nın niyeti buysa, ilk hedef olarak Vahiyye Üssü seçilir ve burası Türk uçak ve askerleri tarafından kullanılamayacak şekilde tahrip edilir. Sonraki hedef, Trablus ve Misrate’daki Türk hava savunma sistemleri olur. Uçaklar ayrıca, Hafter birliklerinin kaybettikleri mevzileri kazanmaları için yapacakları saldırılarda onlara hava desteği vermek ve UMH birliklerinin lojistik ikmalini engellemek için de kullanılabilir. Rusya bu niyetle hareket ederse bu durum, Türkiye ile Rusya arasında hava üstünlüğünü sağlamak için çok tehlikeli ve yıpratıcı bir yarış sürecine yol açabilir.

(U.D.): Ancak basında yer alan haberlere göre, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, 21 Mayıs’ta, Türk mevkidaşı Çavuşoğlu ile yaptığı telefon görüşmesinde ona Libya’daki çatışmaların ateş-kes ilanıyla derhal durdurulmasını ve BM gözetimindeki müzakere sürecinin yeniden başlatılmasını önermiş. Sonra, Tobruk’taki Temsilciler Meclis’i Başkanı Agila Salih’e telefon ederek Libya krizinin askeri çözümü olmadığını, bu nedenle çözümüm barışçı yolla müzakere masasında aranması gerektiğini belirtmiş.

MOSKOVA, ANKARA’YA UÇAKLARIN KULLANILMAYACAĞI GARANTİSİNİ VERMELİ

(ŞE): Eğer Rusya, ateş-kes önerisi konusunda samimi ve dürüst ise Lavrov’un Çavuşoğlu’yla görüşmesinde şu yolda bir garanti vermiş olması gerekirdi: “8 uçağın gönderilmesiyle güttüğümüz amaç, Hafter’in kaybettiği mevzileri geri almak ve yeniden Trablus’a karşı harekâta geçmek için değildir. Esas amacımız, Hafter kuvvetlerine moral destek vermek, toparlanmalarını sağlamaktır. Bu bakımdan kesin kontrolümüz altında bulunacak bu uçakları uygun bir zamanda geri çekeceğiz.” Ankara’nın Moskova ile kesintisiz diyaloğu olduğuna göre, şimdiye kadar bu şekilde bir garanti alınmamışsa, hiç vakit kaybetmeden bu içerikte bir garanti talep edilmeli ve Libya’da F-16’ların konuşlandırılıp konuşlandırılmayacağına buna göre karar verilmelidir.

(U.D.): Rusya, “Libya krizinin askeri çözümü yok” derken, samimi mi?

(ŞE): Rusya eğer Türkiye’nin desteklediği Trablus’un yenilgiye uğratılamayacağı kanısına varmışsa müzakere yolunu tercih eder. Esasen Rusya 15 Ocak’ta Türkiye ile birlikte Moskova’da müzakere sürecini başlatmak için ciddi bir adım atmış, fakat Hafter, toplantıyı yarıda bırakarak kaçmıştı. Kaçmasının önde gelen bir nedeni Fransa’nın da desteklediği Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Türkiye’nin ağırlığını koyabileceği bir barış masasını istememelerinden ileri geliyor.

MISIR, SUUDİ ARABİSTAN VE BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ TÜRKİYE’YE KARŞI DÜŞMANCA TAVIR İÇİNDELER

(U.D.): Bu üç Arap devleti ülkemize neden bu kadar düşmanlar?

(ŞE): 90 milyonluk nüfusuyla Mısır, devasa petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olan 6,5 milyon nüfuslu komşusu Libya’yı kendi nüfuz alanı olarak görüyor ve Hafter’e siyasi ve askeri destek vermek suretiyle ülke üzerinde kontrol sahibi olmayı hedefliyor. Ayrıca Mısır Devlet Başkanı Sisi, bir Müslüman Kardeşler koalisyonu olarak gördüğü UMH’ni şahsen kendisinin ve yönetiminin can düşmanı addediyor. Bu nedenlerle Mısır, İhvancı olarak baktığı AKP iktidarının Trablus’a yardım amacıyla müdahalesini düşmanca bir hareket olarak görüyor. Güçlü bir hava kuvveti ile zırhlı birliklere sahip olan Mısır, şartların müsait olması halinde, Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığına son vermek için harekete hazır olduğu izlenimini veriyor. Kaşıkçı olayı nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aşırı kin ve gayz (öfke, hiddet) besleyen Suudi Arabistan yönetimi de, Mısır’ın yanında yer almakta ve kuklası BAE’yi kullanarak Hafter’in başarılı olması için yoğun gayret sarf etmektedir. Bu üç Arap ülkesi liderlerinin ortak saplantısı, diş biledikleri Erdoğan’a karşı Libya’da ezici bir zafer kazanmaktır. Tabii Rusya’nın desteği olmadan bunu yapmalarının zor olduğunu da biliyorlar. Fransa’nın tutumuna gelince; Kuzey Afrika’da sömürgeci bir devlet olan Fransa, Türkiye’nin bu bölgede sahne almasına tahammül edemiyor.

(U.D.): Rusya’nın bu üç Arap ülkesiyle Türkiye’ye karşı tam bir işbirliğine girmesi halinde, Libya’da savaşın büyümesi, derinleşmesi Türkiye’nin savaş ve ekonomik kapasitesini aşırı zorlamaz mı?

LİBYA’DAKİ TUZAĞA DİKKAT

(ŞE): İşte sizin tarif ettiğiniz bu olasılığa “Libya tuzağına düşmek” denir. Sonu gelmez bir tırmanma sürecini başlatacak, yıpranma savaşına dönüşecek böyle bir gelişme, Türkiye’yi tüketir ve çok ağır bedeller ödetir. Ben bu “Libya tuzağına düşme” riski nedeniyle Libya’ya müdahaleyi hep çok tehlikeli gördüm ve bu yılın başında yaptığımız bir söyleşide bundan uzak durulmasını önerdim. (SÖZCÜ, 11.01.2020). Libya keşmekeşine ilişkin olarak şu iki önemli gelişmenin de altını çizmek isterim: Birincisi, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in, NATO’nun Trablus Hükümeti’ne destek vermeye hazır olduğu yolundaki demecinden sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la da telefonla görüşerek talep halinde UMH Başbakanı Sarraç’a destek verebileceklerini belirtmesidir. İkincisi de, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun UMH Başbakanı Sarraç ile görüşmek suretiyle, ABD’nin pozisyonunun Trablus Hükümeti ile Türkiye’nin yanında olduğunu ortaya koymasıdır. Bu gelişmeler Rusya’nın dikkatle değerlendirmesi gereken mesajlar içeriyor. Rusya’nın NATO’nun bu savaşa müdahil olması riskini göze alarak güney komşusu Türkiye ile Libya’da vekâlet savaşına girmesinin akıl kârı olmadığı açıktır. Yani gelişmeler, Libya krizinde Türkiye ile Rusya için akıl yolunun, aralarında yapıcı diyaloğu canlı tutmaktan, askeri güç üstünlüğü yarışından kaçınmaktan ve Libya’nın birlik ve bütünlüğünü hedef alan politikalar izlemekten geçtiğini gösteriyor.

(U.D.): Peki, üç Arap ülkesinin tutumuna karşı ne yapılabilir?

İSRAİL TÜRKİYE’YE İŞBİRLİĞİ MESAJLARI VERİYOR

(ŞE): Bildiğiniz gibi Türkiye’yi Doğu Akdeniz’deki haklarından mahrum etmek ve ülkemizi Antalya körfezine hapsetmek amacıyla kurulan ve AB’nin de güçlü desteğinden yararlanan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Fransa’dan oluşan bir pakt var. Ankara bunu “şer ittifakı” olarak tanımlıyor. Önceleri bu pakt üyeleriyle hareket eden İsrail tutumunu değiştirdi ve halen bunların söylem ve eylemlerine katılmadığı gibi, Türkiye’ye dostluk ve işbirliği mesajları iletiyor. Kanımca Türkiye, İsrail’in bu açılımını değerlendirmeli ve Türkiye ile İsrail arasında vaktiyle geçerli olan “ortaklık ve işbirliğinin” canlandırılması doğrultusunda gerekli adımları atmalıdır. İsrail ile ilişkilerin düzelmesi, “şer ittifakını” etkisiz hale getirerek Doğu Akdeniz’deki jeopolitik dengelerin ülkemiz lehine oluşmasına imkân verecek bir sürece yol açar ve İsrail ile enerji alanında stratejik önemde projeler için işbirliğinde bulunmamızı sağlar. Ayrıca bugünün konjonktüründe güçlü İsrail lobisinin desteğinden yararlanmadan ABD Kongresi’ndeki Türkiye aleyhtarı havayı değiştirmenin mümkün olmadığını da unutmayalım!..

(U.D.): İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak planı Ankara’nın İsrail ile olası yaklaşım kararını etkilemez mi?

(ŞE): Filistin halkının trajik ve travmatik kaderine ve yaşadığı ağır mağduriyete halkımızın gayet duyarlı olduğu bir gerçektir. İsrail, halkımızın bu hassasiyetini anlamalı, saygı duymalı ve Türkiye’nin Filistin’e her türlü insani yardımda bulunmasına imkân sağlamalıdır. Fakat iki devlet de akılcı “realpolitik” bir yaklaşımla, kritik önemdeki stratejik çıkarlarının Filistin sorunu tarafından rehin almasını önlemelidirler.

https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/ugur-dundar/libyadaki-tuzaga-dikkat-5851559/

*

Maskenin macerası!

Sevgili okurlarım, geçtiğimiz nisan ayının ilk günlerine kadar adına maske denilen nesneyi ancak yabancı ülkelerde çekilen haber programlarında görürdük.
Sonra korona salgını Türkiye’de yayılıp binlerce insanımız ölmeye başlayınca biz de kullanmak zorunda kaldık ve maske ile tanışmamız böyle oldu.
Her gün yapılan çağrıları izliyorduk:
“Salgından korunmak için mutlaka maske takın!..”
Ama gelin görün ki piyasada maske yoktu.
Fiyatlar acayip bir biçimde yükselmişti.
Ben şahsen eczaneden, tanesini 50 liradan almıştım…
Birileri bu işten büyük vurgun yaptı, çok büyük paralar kazandı.
Şimdi piyasada bol miktarda maske var.
Pek çoğunun merdiven altı üretim olduğu kesin…
Tanesi bir liraya kadar düştü, artık her çeşidi işportada bile satılıyor.

★★★

Satılmasına satılıyor da, biz bu nesneyi acaba nasıl kullanıyoruz!
Kendimden, biraz da utanarak örnek vereyim…
Cebimde buruşuk bir maske!

Gerekli yerlerde takıyorum, sonra çıkarıp yine cebime koyuyorum.
Sanırım nüfusumuzun benim gibi bilinçsiz olan büyük çoğunluğu da böyle yapıyor!
Bu maskelerin virüsü önlemekte ne ölçüde yararlı olduğu da ayrı bir konu…
Zira önüne gelen herkes artık maske üreticisi oldu.
Bunların kalitesini ve işe yararlığını denetleyen herhangi bir makam ya da kurum var mı, bilemiyorum.

https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/emin-colasan/maskenin-macerasi-5851718/

*

YORUMSUZ…
Çünkü kısmen doğru kısmen yanlış…
Zeynep Hanim kaliteyi düşürüyorsunuz!

Satranç tahtasında piyon olmak

Küçücük bir virüs, dünyadaki dengeleri de sarsıyor.

Sokağa çıkma yasakları, hayatımıza giren maske, evden çalışma düzeni, bireysel olarak yaşadıklarımız.
Ülke bazında ise, tüm dünyada ekonomik küçülme olarak gösterdi kendisini pandeminin etkisi.
Boşuna değil petrol fiyatının sıfır, hatta eksi birimlere düşmesi. IMF, dünya ölçeğinde ekonomik daralmanın yüzde 3’ü aşabileceğini açıkladı. 1900’lü yılların başındaki büyük buhrandan bu yana, dünya ekonomisindeki en büyük daralma bu.
Elbette bunun dünya siyasetine etkisi de görülmeye başladı.
Etki, dünya arenasındaki büyük/küçük tüm oyuncuların hedeflerini en az bir ölçek küçültmelerini, en az masrafla en büyük etkinin peşine düşmelerini getirecek gibi.

– Rusya mesela;
Suriye’de çatışma düzenini sona erdirip, siyaset düzlemine geçişin ilk işaretlerini vermeye başladı. Rusya’nın Şam’daki Büyükelçisi Aleksandr Efimov, “Suriye ile gelişen bağlara ilişkin Başkan özel temsilcisi” olarak atandı.

“Suriye ile gelişen bağlar” ifadesinden anlamamız gereken, Rusya’nın bu ülkede ekonomik alanda daha görünür olması anlamını taşıyor. Beşar Esad’ın, başta kuzeni Rami Mahluf olmak üzere, yıllardır ülkenin kaymağını yiyen bir avuç büyük holding patronuna getirdiği yeni kısıtlama ve vergi yükümlülüklerini bu açıdan okumak gerekiyor. Rusya, önce Suriye’deki israf ve yolsuzlukları zapt-u rapt altına alıp, ardından Suriye ekonomisine iyice yerleşmeyi planlıyor gibi. Ana amaç Arap parasıyla Suriye’nin yeniden imarında en etkin güç olmak. Akdeniz’in Suriye’ye düşen bölümünde Rusya’ya verilen petrol ve doğalgaz arama ruhsatları da işin bonusu elbette.

Rusya’nın dünyadaki ikinci büyük çatışma bölgesi Libya’daki tutumu da benzer;
Bir yandan Trablus’taki Sarraç hükümetiyle resmi bağlarını hiç koparmazken, diğer yandan Hafter’e silah ve mühimmat ile, lejyoner desteği veriyor Moskova. İşin içine şimdi bir de Suriye’den Libya’ya gönderilen Rus savaş uçakları da girdi. Ama uçakların “Rus pilotlar tarafından değil, lejyoner pilotlar tarafından” kullanılacağı bilgisi sızdı. Böylece Hafter’e hava desteği de sağlanırken, Sarraç hükümetine karşı da “Rusya doğrudan çatışmaya girmedi” izlenimi verilebilecek. Olabilecek en az masrafla, en büyük etki bu işte.

– ABD açısından bakarsak;
Salgınla birlikte dünya ekonomisindeki daralma, Başkan Trump’ın “içe kapanma” stratejini de körüklemiş gibi. ABD Afganistan’daki askerlerini büyük ölçüde çekti. Irak’ta da askeri varlığını gün be gün küçültüyor. Suriye’de zaten birkaç yüz askerle ülkenin petrol zengini bölgesini tutuyor Amerikan askerleri.

ABD, Suriye’nin diğer kesimlerinde Rus ve İran etkisini zayıflatma “görevini” ise, pek hevesli NATO müttefiki ile PKK terör örgütünün uzantısı PYD-YPG’ye “ihale etmiş” durumda.

Tıpkı Rusya’nın Libya’da “çift taraflı” oynaması gibi, ABD de Suriye’de her nabza göre şerbet veriyor; Fırat’ın doğusunda PKK uzantısı yapılanmaya silahtan ilaca, askeri eğitimden, teknik desteğe kadar adeta “yağdırırken”, İdlib bölgesinde Türkiye’nin tezlerine omuz veriyor.

Libya’da da ABD’nin durumu pek farklı değil; Hafter yıllarca ABD’ye, CIA’da maaşlı olarak çalışmış Libyalı bir asker. Yani Washington’la “yıpranmaz bağlara” sahip.

Aynı Washington, diğer tarafta Trablus’taki Sarraç hükümetinin ise “muhattap alınması gerektiğine” ilişkin açıklamalar yapıyor.

Washington’un kendisi Sarraç hükümetine doğrudan para/malzeme/eğitimi vermiyor ama; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vergilerinden Libya’ya para ve malzeme “yağdıran” AKP hükümetinin arkasında durup, lafla “omzunu sıvazlıyor.”

Kısacası dünyanın en etkin güçleri olarak sayılan iki ülkesi, ABD ve Rusya, çatışma bölgelerinde “en az masrafla en büyük etki” peşinde koşuyor.

İşin ilginci;
Bu iki ülke Suriye ve Libya’da öyle bir “satranç tahtası” kurmuş durumdalar ki, hangi taraf kazanırsa kazansın, masada yer almayı daha şimdiden garanti etmiş durumdalar.
Bu oyunu görmeyip, çatışma alanlarında canhıraş şekilde tek tarafa yatırım yapanlara;
Büyük devlet olmayı “hamasi nutuk atmak” sananlara ise;
Kurulan bu “satranç masasında” düşen, piyon olmaktan öteye geçmiyor ne yazık ki…

https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/zeynep-gurcanli/satranc-tahtasinda-piyon-olmak-5847590/

###

Daha bugün yayınladım…
800 asker…
İyi eğitilmiş, bilgili, bilinçli…
YAZDIM…
Sadece 600 tane asker YETERLI koskoca kıta Afrika’yı kontrol altında tutmak için…
Zeynep Hanim…
Tavsiyem açın gözlerinizi!

Rus’u küçümseyen…
Teknolojisini, hele siyasetini…
Her zaman bir şekilde hezimete uğradı, TRUMP…
Ve ona olan Rus desteği, iddialar…
Kalıntısız…
Ve son tahlilde tamamen ortadan kaldırılabildi mi?

###

SOOO-RUUU-YORUM…
Coğrafyamızda, ama hâkli ama hâksiz gerekçeler ile konuşlanan bir ülke…
Süper teknolojilere sahip…
Ya ne Suudi köpekleri falan, doğrudan…
Üs…
Bir üs, şaşmaz, düşmez – kalkmaz bağlar ile AB(D)’ye bağlı…
D’si…
Daha çok Fransa AMA önemli değil…
Diğerinin elleri armut mu topluyor, hele TEKRAR dünya çapında…
Mümkünse ikinci ama olmadı üçüncü süper güç olma iddiasında olan birileri…
Bu ülke…
NEYSE…
Çenem düştü yine!

Birinci…
Ve ikinci sırada olan bu iki süper güç arasındaki mücadele niye?

Rusya’nın ekonomik engelleri AMA buna karşı…
Offf…
Bitmek, tükenmek bilmez doğal kaynakları…
Hele hele Sibirya erimeye yüz tutmuşken, YOK…
Geçelim muhtemel bilinmeyen, tanınmayan, gözle…
Görünmeyen tehlikeleri O konu başka bir zaman!

Tüm bunları gözetmeden yazan bir analizci…
Gözümde sadece basit bir yazardır…
O kadar!