Yüz bin tane şahit lazım, bacaklarım…
Doktordan geliyorum, sigorta kartlarını vermem gerekti, kadın yüzüme baktı…
“Hiç iyi görünmüyorsun”, Amerikalı dostum, hani asker olan…
Geçen geldiğinde “Geçen seferden iyi görünüyorsun” dedi, demişti…
Yok arkadaş saniyem saniyeme uymuyor…
Bir bakmışsın bacaklar taşıyor, ayni önder bir saniye sonra yerlerde…
Jetlag diyeceğim geliyor ama değil tabii, geldiğim bir andan beri kendimi toparlayamıyorum…
Hiç iyi değilim…
Geçenlerde bir yere gittim, hava çok güzeldi, arabayı uzağa park ettim, yürüye yürüye gideyim…
Belki yemeğe…
İyi değildim o gün buna rağmen gittim geldim, gelince…
İster inanın ister inanmayan başımın yastığa değmeyesiyle saatlerce uyumuşum, yoruldum, yoruluyorum, yaşamak ağır geliyor…
Umudum zaten yoktu, sanki bir umut ışığı…
O da söndü.
Anlamıyorum neden…
Neden Allah’ım neden, neden almazsın emanetti…
Yüz bin tane şahit lazım, bacaklarım…
Taşıyamıyorum kendimi, taşıyamıyorum bu yükü…
Üzülmekten başka hiçbir şey gelmiyor elimden.
Duacıyım, dua her an her saniye dudaklarımda…
Kupkuru, kurudu, içim doldu…
İçimde bir sıkıntı, bir çaresizlik, tarifsiz…
Kardeş ve bebeleri, validem gelecek gece yarısı, evlat…
Allah nasip ederse 19:30 gibi Alman topraklarında, Allah sağ – salim bize kavuştura…
Terbiyesiz, saygısız pezevenk…
Terbiyesizliği bana, babaannesine AMA benim, kanımdan kan, canımdan can…
Benim olan…
Canlılar arasında, hepi topu iki elin parmagi kadar…
Dört kardeş, üç yanımda, oma ki kendini bana emanet etti…
Güvenip inanmayan bir…
Üçten bir ve bir habersiz olan, hepi topu iki elin parmağı kadar…
Birdim, iki oldum, üç oldum. Bire düştüm, yine iki, üç oldum…
Dört oldum beş oldum…
Ama bir türlü geberemedim!
Nasıl bir hasret, nasıl bir özlem…
Anlatamam.