Ezoterizm…
Yunanca kökenli bir kelime olup içsel olarak tercüme edilebilir…
Yani ruhani bir “bilim dalı”
İnsan ve görseli…
Ya görünmeyen içi, iç dünyası…
Bazen yansır ruh hali yüzüne, gözlerine…
Ama sadece bazen.
Kenan, kuzenin eşi…
“Önder, suratın benziyor mahkeme duvarına!”
Kardeşin düğünde…
Verdiğim görüntü buydu demek.
Ya içim…
Çok ağladım. Elimde büyüdü…
Az mi altını bezledim, şişesini verdim…
Mamasıyla besledim…
Gün geldi, kaydı gitti elimden…
Oyuncak gibi oynadım onunla…
Başa BELA…
Bir gitti, DÖRT GELDI!
Aura…
Gözle görülemeyen ama var olduğu sanılan…
Her insanda, canlıda var olduğu varsayılan bir enerji kütlesi…
Bizleri çevreleyen, sarıp sarmalayan.
Arapçada…
Ki…
Düşün, bundan 1400 küsur sene öncesini…
Kelimleler ve anlamları…
ZAMAN…
Aradan geçen bunca sene, acaba O kelimenin o zamanki anlamıyla günümüz tercümesi bir mi?
Satr al-ʿAura
Edebin örtünmesi, edep yerlerinin…
Fark etmişsinizdir MUTLAKA…
Eminim yaşamış olmalısınız böyle bir deneyimi…
Bırak cinselliği bir tarafa, cinsel çekiciliği…
Kimi insan…
Salt varlığı ile cezp eder seni, eminim yaşamışsınızdır böylesini.
İşte Aura…
Veya…
Bilimsel olarak açıklanamayan ama varlığı…
Etkisi ayan beyan ortada olan kimi “mucizevi” iyileşmeleri…
Nasıl izah etmeli?
Hani “el koydu” düzedim var ya…
O…
Mesele örnek ola…
Hani…
“Elektrik aldım” sözü, boşuna değildir…
Vardır bir özü!
MESELE…
O insan, O kişi karizma denileni, avrasını…
Nasıl ve ne için kullandığında!
Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerimde…
Üç yerde bahis edilir bu sihirli, gizemli “etkileşimden”
Rab…
Kimimizi ayrılıkçı yaratmıştır, eşitler arasında daha da bir eşiti…
Hiç düşündünüz mü?
“Tavsiye KESIN”
Evet, sadece bir tavsiye AMA emir değil…
Örtünme meselesinde…
Hani kadın denilen iki ayaklı, şeytanın sol bacağı…
Meleğin ta kendisi…
Örtünsün örtünmesine, saklasın ziynetleri…
İyi de sadece ÖKÜZÜN, sadece dincinin dediği gibi “saçının teli” mi?
Neden der…
Neden yazar, ayaklar yere sert basmasın…
Acaba…
İkizler, memikler zıplayıp kendini belli etmemesi için olabilir mi?
VEYAAA…
Baba, kardeş falan filan…
Ulan köleden sakın, cinsel olgunluğa erişmiş kimsenin şevkini uyandırma…
İyi de…
Allah bu Allah, Peygamberlerinden Muhammed (s.a.v.)
Ve o güzel ve o saf ahlak anlayışı…
Hiç düşündün mü, reşit olmayan daha cinsel olgunluğa erişmemiş çocuk niye?
Caiz midir?
Çocuğun, yetişmiş, cinsel olgunluğa erişmiş bir kadın vücudu görmesi?
Bu durumda olan bir kadın…
Anadan dogma, çırılçıplak ve aurası…
“Bebe” psikolojisi!?
Nûr Suresi – 58-59 bunlardan biri:
﴾58﴿
Ey iman edenler! Elinizin altındaki hizmetçilerle içinizden henüz ergenlik çağına gelmemiş olanlar yanınıza gelmek için sizden üç vakitte izin alsınlar. Sabah namazından önce, öğle sıcağından dolayı (istirahata çekilirken) elbisenizi çıkardığınızda ve yatsı namazından sonra. Bunlar, örtülmesi gereken yerlerinizin açık bulunabileceği üç vakittir. Bunlar dışında ne size ne de onlara bir sakınca vardır. Bunlar sıkça yanınıza girip çıkan, birbirinizle iç içe olduğunuz kimselerdir. Allah size âyetleri işte böyle açıklar, Allah her şeyi bilir, yerli yerinde yapar.
﴾59﴿
Çocuklarınız ergenlik çağına gelince, onlardan önceki ergenler nasıl izin alıyorlarsa onlar da öyle izin alsınlar. Allah âyetlerini işte size böyle açıklıyor; O her şeyi bilir, yerli yerinde yapar.
Tefsir:
„Bu sûrenin 27-29. âyetlerinde bir başkasının evine girmenin usul ve âdâbı açıklanmıştı. Burada evin çocuklarıyla hizmetçilerin, diğer aile fertlerinin odalarına ve özel mekânlarına girip çıkarken nasıl davranacaklarına dair açıklamalar yapılmaktadır. Kolaylık İslâm’ın ilkelerinden biridir; dinî, ahlâkî ve hukukî ilkeleri ihlâl söz konusu olmadığı sürece müminler, kendilerine kolay gelen uygulamaları tercih edebileceklerdir. İffetin korunması bir ilkedir, bunun için örtünmek, cinselliği sergilememek bir araçtır. Bu ilke ile kolaylık ilkesi çatıştığında ikincisinden, ancak zorunlu olduğu ölçüde fedakârlık edilmesi istenmiş, örtünmenin amacını ortadan kaldırmayan kolaylıklara izin verilmiştir; bunun örnekleri daha önce (30-31. âyetler) ifade edildi. Burada bir başka örnek, “Bunlar sıkça yanınıza girip çıkan, birbirinizle ilişki içinde olduğunuz kimselerdir” gerekçesiyle açıklanmaktadır. Köle, câriye, hizmetçi gibi devamlı evde olan ve hizmet gerektirdiği için evin hanımı ve beyi ile birlikte yaşayan kimselerle henüz ergenlik çağına gelmediği için daha ziyade evde, ana babanın yanında bulunan çocukların, birbirlerinin yanına girip çıkarken, üç vakit dışında izin almalarına gerek görülmemektedir. Bu üç vakitte karı koca veya özel mekânında bulunan diğer ev sakinleri, 30-31. âyetlerde ve tefsirinde açıklanan, “hizmetçiler ve mahremlere mahsus istisnaları aşacak şekilde” soyunabilecekleri için, yanlarına gelmek isteyen küçük çocuklar ve hizmetçilerin izin almaları emredilmiştir. İbn Abbas’ın, bu âyeti açıklarken hükmün devamlı olup olmadığına dair ifadesi ve buna karşı iki önemli fıkıhçının tavrı, günümüzde tartışılan “tarihsellik” problemi bakımından önem taşımaktadır. İbn Abbas’a göre bu âyet geldiğinde müminler yokluk içindeydiler, evlerinde ne kapı vardı ne perde ne de bölme… Çocuklar ve hizmetçiler, anılan üç vakitte karı kocanın üstlerine geldiklerinde onları uygunsuz vaziyetlerde görebiliyorlardı. Bunun için eve girerken izin almaları emredildi. Sonra Allah müminlerin imkânlarını arttırdı, şimdi kapıları da var perdeleri de, bu sebeple kimse bu âyeti uygulamıyor (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1396). İbnü’l-Arabî, İbn Abbas’ın bu yorumunu âyetin neshedildiğini söylemek gibi anlamış ve “Öncelik sonralık, iki hükmün çelişmesi gibi şartlar olmadığına göre burada neshe hükmedilemez” diyerek yoruma katılmadığını ifade etmiştir. Güçlü bir Hanefî fıkıhçısı olan Cessâs ise şöyle demektedir: “İbn Abbas’ın nakline göre bu âyetteki izin alma emri bir sebebe (tarihî bir duruma, uygulamaya) bağlıdır, sebep ortadan kalkınca hüküm de kalkmıştır. Onun sözlerinden anlaşılan, âyetin hükmünün devamlı olarak kaldırıldığı (mensuh olduğu) değil, uygulamanın sebep ve şarta bağlı bulunduğudur; aynı sebep yeniden bulunsa hüküm de uygulanır” (III, 330). Ergenlik çağının kızlarda âdet görme, erkeklerde ihtilâm olma ile başladığında ittifak vardır. Bu iki biyolojik gelişmenin gecikmesi veya olmaması halinde Ebû Hanîfe’ye göre erkeklerde on sekiz, kızlarda on yedi, müctehidlerin çoğuna göre ise on beş yaşın dolmasıyla ergenlik çağına girilmiş olur. Çocuklar ergenlik çağına girince, aynı derecedeki diğer mahremler için söz konusu olan sınırlara ve istisnalara tâbi olurlar.“
Bir diğeri Nur Suresi 31. Ayet
﴾31﴿
Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Açıkta kalanlardan başka süslerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları, hizmetlerinde bulunan köleleri ve câriyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz!
Tefsiri:
„Kadınların da iffetlerini korumaları, bunun için avret yerlerini örtmeleri ve zina etmemeleri emredildikten sonra ek olarak onlara, istisna edilen kimselerden başkasına süslerini göstermemeleri ve başörtülerini yakaları üzerinden bağlamaları yükümlülüğü getirilmiştir. Bu hükmün iyi anlaşılabilmesi için dört hususun açılması gerekmektedir: Süs, açıkta kalan süs, başörtüsünün yaka üzerinden bağlanması ve istisnalar.
“Süs” diye çevrilen ziynet kelimesi Kur’an’da “elbise, takı, hoşa giden, güzel bulunan nesneler, insanı maddî veya mânevî olarak güzelleştiren şeyler” mânasında kullanılmıştır. Burada kadınların göstermemeleri, örtmeleri istenen ziynetin elbise olması mümkün değildir; çünkü örtünme onunla yapılacaktır. Bazı tefsirciler böyle yorumlamış olsalar bile takılarının kastedilmiş olması da mümkün değildir; çünkü burada kadının üzerinde olmayan takısının söz konusu edilemeyeceği açıktır. Geriye kalan ihtimal onun vücududur. Bu mânanın kastedilmiş olmasının maddî / aklî delili genellikle kadın vücudunun güzel ve çekici bulunmasıdır. Naklî delili ise “Süslerini göstermesinler” cümlesinin hemen ardından “Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar” buyurulmasıdır. Buradaki mantık bağından zorunlu olarak, kadın vücudunun (nassa göre boyun, gerdan ve göğsü) ziynet, yani süs ve avret olduğu sonucu çıkmaktadır.
Kur’an kadının vücuduna ziynet diyerek örtülmesini emrettiğine göre, eğer âyette istisnalar gelmeseydi vücudun tamamının herkese karşı örtülmesi gerekecekti. İstisnalar iki ruhsat ve imkân getirmektedir: 1. Dışarıda kalan yerler örtülmeyecektir. 2. Örtünün içinde kalan kısımlar da bazı kimselerin yanında açılabilecektir.
“Dışarıda kalan süs”ün neyi ifade ettiğini belirleyebilmek için tefsirciler nakil (hadis) ve akıl (örf, âdet ve ihtiyaç) delillerine başvurmuşlardır. Rivayet edilen hadisler içinde konumuz bakımından en belirleyici olanı, Hz. Peygamber’in, içini gösteren ince bir elbise giymiş olan baldızı Esmâ’ya hitaben, “Esmâ, bir kız ergenlik çağına gelince onun –ellerini ve yüzünü göstererek– şuralarından başka yerlerinin görülmesi câiz değildir” buyurmasıdır (Ebû Dâvûd, “Libâs”, 31). Ancak bu hadis sened ve metin bakımlarından tenkit edilmiş, sağlam bulunmamıştır (Azîmâbâdî, XI, 162). Bir başka hadis Buhârî’nin, başörtüsüyle ilgili âyeti tefsir ederken rivayet ettiği ve meâli aşağıda gelecek olan hadistir. Bunun râvileri sağlam olmakla beraber “dışarıda kalan yerler” konusunda belirleyici bir yanı yoktur. Bize göre de sağlam olan yol örfe, uygulamaya, ihtiyaca ve amaca birlikte bakılarak istisnanın tanımlanmasıdır. Râzî bu konuda Kaffâl’den şunları nakletmektedir: “Açıkta ve dışarıda kalan demek, insanın yaşayan yaygın âdete göre örtmediği, örtünün dışında bıraktığı yerler demektir; bu da kadınlarda yüz ve eller, erkeklerde ise yüz, kollar, ayaklar gibi organlardır. Buna göre insanlar, açılmasına ihtiyaç ve zorunluluk bulunmayan yerlerini örtme emrini almışlardır, açılması âdet haline gelmiş ve bunda zorunluluk bulunan yerlerini açmalarına da izin verilmiştir. Çünkü İslâm’ın yüklediği ödevler insan tabiatına uygundur, kolaydır ve müsamahalıdır” (XXIII, 205). Muhammed Esed, Kaffâl’in sözlerini, “açılması için ihtiyaç ve zaruret bulunan” kısmını atlayarak, “kişinin hâkim örfe uyarak açık tutabileceği” şeklinde naklettikten sonra şöyle bir yorum getirmektedir: “… kullanılan ifadedeki kasdî belirsizlik (yahut çok anlamlılık) bu hususta, insanın ahlâkî ve toplumsal gelişiminin gereği olarak ortaya çıkan zamana bağımlı değişikliklerin göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir… Mesajın özü onların (erkek ve kadın) haramdan gözlerini çevirmeleri ve iffetlerini korumaları noktasında düğümlenmektedir; kişinin yaşadığı çağda, Kur’an’ın toplumsal ahlâk konusunda getirdiği ilkeleri göz önünde tutarak, dış görünüşünde, giyim kuşamında göstermek zorunda olduğu dikkatin sınırlarını da bu ölçü belirlemektedir” (II, 713).
Bize göre Kaffâl’in ifadesinden böyle bir yoruma ulaşılamaz. Esed’in kendi düşüncesi olarak kabul etmemiz gereken yoruma da katılmamız mümkün değildir; çünkü hâkim örfün İslâmî değer ve sınırlardan bağımsız olarak oluşması ve değişmesi mümkündür. İffeti koruma ilkesi, bu şekilde oluşan bir örfe (daha doğrusu âdete, modaya) karşı tavır almayı, direnmeyi gerektirebilir. Bugün birçok ülkede ve toplumda ahlâk, estetik anlayışa tâbi olmuştur, sanat için soyunmak ahlâka aykırı sayılmamaktadır. Başkalarının soyunması müslümanların da biraz açılmalarını gerektirmez. Çoğulcu bir toplum yapısında kendi değerlerini yaşamak durumunda olan müslümanlar, iffetlerini korumak için modanın değil, ihtiyacın gerektirdiğinden ve bu sebeple topluluğun âdet haline getirdiğinden daha fazla açılmazlar. Çünkü karşı cinse ilgi duymak ve bu duygunun görme, dokunma, baş başa kalma gibi durumlarda daha etkili hale gelmesi insan tabiatının gereğidir; bunun değişmesi ise fıtratın bozulması demektir. Kaffâl’in yorumuna göre süsü (ziynet) örtü dışında bırakmanın, birbirine bağlı iki sebebi vardır: a) Buna ihtiyaç bulunmaktadır, b) Bu ihtiyaç sebebiyle örtülmemesi âdet haline gelmiştir. İleride örneklerini göreceğimiz başka açma izinlerinde de eski fıkıhçılar hep bu “ihtiyaç” sebebine atıfta bulunmuşlardır. Örtünme emrinin gerekçesi olan “iffeti koruma” ilkesini de devreye soktuğumuzda şöyle bir genel (âdet ve modanın değişmesine bağlı olarak zaman içinde değişmeyen) kural ortaya çıkmaktadır: “Erkek ve kadın, karşı tarafa cinsel cazibesi olan yerlerini göstermemelidir; iffeti korumak için bu tedbir gereklidir. Cazibeli olmasına rağmen açılabilecek yerler, buna ihtiyaç bulunduğu için açılması âdet haline gelmiş bulunan yerlerdir.” Bu anlayışımızın Kur’an’dan delili, İslâm önce-sinde kadınların “baş, boyun, gerdan ve kısmen göğüsü” açık bırakmaları âdet olduğu halde bu yerlerin kapatılmasının emredilmiş bulunmasıdır; yani hâkim örf, iffeti korumak bakımından uygun bulunmamış ve değiştirilmiştir.
“İhtiyaç sebebiyle açıkta kalan, örtme mecburiyeti bulunmayan yerler” belirlenirken yüz ve ellerde ittifaka yakın bir ortak yorum oluşmuştur. İhtiyacın takdirinde farklı düşünüldüğü için daha başka yerlerin açılması hususunda ise farklı görüşler vardır: a) Uzun olduğu için kulakların hizasından aşağıya sarkan saçlar bazı Hanefî fıkıhçılara göre açıkta kalabilir. b) Ebû Yûsuf’a göre dirseklere kadar kollar da örtülmeyebilir; çünkü kadınların hamur yoğurma, çamaşır yıkama gibi işlerde bu kısmı açmaya ihtiyaçları vardır; yani açmazlarsa rahatsız olurlar. c) Ayaklar Ebû Hanîfe’ye göre kapatılması gereken süse dahil değildir (İbnü’l-Hümâm, I, 181, 183; VIII, 97; İbn Âbidîn, I, 297, 298). d) Etek boyu (ayaklardan yukarıya doğru sınır) konusunu üç unsur etkilemiş görünmektedir: 1. Yerde sürünen eteklerin büyüklenme işareti sayılıp yasaklanması, 2. İhtiyaç, 3. Süsün açılması (iffetin korunması). Hz. Peygamber’in bireşinin sorması üzerine yaptığı tarif ile kızı Fâtıma üzerindeki bir uygulaması eteklerin, topuklardan bir karış yukarıya kadar olabileceğini göstermektedir (Azîmâbâdî, XI, 152, 177; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XII, 372). e) Câriyelerin nerelerini örtü dışında bırakacakları konusunda bir nas (âyet, hadis) yoktur. Tefsirciler ve fıkıhçılar azdan çoğa doğru açabilecek-leri yeleri belirlerken (en geniş belirleme, göbek-diz arası hariç bütünvücudun açılabileceği şeklindedir) ihtiyacı, sahâbe uygulamasını ve câri-yelerin hür kadınlar kadar cazip olmadıkları şeklindeki –o tarihe ait olabilecek– vâkıayı dayanak yapmışlardır (İbnü’l-Hümâm, VIII, 107).
“Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar” emri, bir Câhiliye âdetini değiştirmekte, kadınların uygun bir örtüyle başlarını, boyun ve göğüslerini örtmelerini gerekli kılmaktadır. Bu emirden önce kadınların çoğu, eski âdetlerine uyarak başlarına aldıkları örtünün uçlarını omuzlarının arkasına atarlar ve ön tarafı açık bırakırlardı. Hz. Âişe’nin anlattığına göre bu âyet tebliğ edildiğinde camide bulunan kadınlar hemen alt giysilerinden (izar) birer parça yırtarak bunu başörtüsü yapmışlar ve istenen yerleri kapatmışlardı (Buhârî, “Tefsîr”, 24/12; EbûDâvûd, “Libâs”, 30-32).
Bundan sonra, “kocaları, babaları… dışında…” denilerek yabancılara gösterilmesi câiz olmayan süsleri görmelerinde sakınca bulunmayan hızsım akrabanın (bu mânada istisna edilenlerin) açıklanmasına geçilmiştir:
a) Karı koca arasında şehvetli şehvetsiz bakma, görme ve dokunma bakımından bir sınır yoktur. Koca dışında kalan ve kadına hayat boyu evlenmesi haram olan erkek akraba, bakma ve dokunma bakımından koca ile yabancılar arasında üçüncü bir konumda bulunmaktadır. Bunların cinsel organlara bakmalarının câiz olmadığında ittifak vardır. Göbek diz arası bölge dışında kalan yerler konusunda ise fıkıhçılar tarafından uygulama, ihtiyaç, ziynet ve şehvet ihtimali (iffeti koruma amacı) farklı değerlendirildiği için farklı sınırlamalar yapılmıştır.
b) “… kadınları” ifadesi iki şekilde anlaşılmıştır: 1. Bundan maksat müslüman kadınlar demektir, müslüman olmayan kadınlar yabancı erkek gibidirler. Bu görüş Hanefî mezhebinde de tercih edilen görüştür. 2. Burada “kadınları” ifadesi sözün gelişi ve uyumu bakımından böyledir, maksat “kadınlar” demektir, mümin kadının, diğer kadınlara açılma sınırı bakımından kadınlar arasında, dine dayalı bir fark yoktur. Bizim de katıldığımız bu görüşü tercih edenler arasında Gazzâlî, Ebû Bekir İbnü’lArabî gibi âlimler vardır (Ahkâmü’l-Kur’ân, III, 1372; İbn Âşûr, XVIII, 211).
c) “Cinsel arzusu bulunmayan erkekler” şeklinde tercüme edilen kısmın âyette iki belirleyici niteliği bulunmaktadır: Cinsel arzuyla (irbe) alışverişi olmamak ve ev ile, aile ile yoğun bir ilişki içinde bulunmak (tâbi). Tefsirlerde bu âyet açıklanırken iktidarsızlar, erkeklik veya kadınlıkları belli (yani belirgin, işlevli) olmayanlar, şehvetten kesilmiş yaşlılar, aileye her gün uğrayıp karnını doyuran yoksullar, evin bazı işlerini gören hizmetçiler örnek olarak zikredilmiştir. Bunlara karşı ev hanımının –yabancılara olduğu gibi– kapanmasında güçlük bulunduğu için Allah Teâlâ bir kolaylık lutfetmiş olmaktadır.
Câhiliye devrinde kadınlar ayak bileklerine halhal gibi ziynetler takarlar, sokakta yürürken ses çıkarsın da dikkat çeksin diye ayaklarını yere vururlardı. Bunun menedilmesi, örtünmenin amacı bakımından çok önemli ve anlamlıdır; çünkü meselenin özü karşı tarafın dikkatini cinselliğe çekmemektir. Bir kadın örtündüğü halde sesi, kokusu, tavrı vb. ile kasıtlı olarak karşı cinsin dikkatini üzerine çekmeye yönelirse o, hadiste geçen “örtülü çıplak”lardan olur.
30 ve 31. âyetlerde geçen buyrukların bağlayıcı olup olmadığı, burada söylenenlerin bir tavsiye mi, yoksa emir mi, dolayısıyla ilâhî tâlimata göre kapanmanın farz mı, edep mi olduğu konusu son zamanlarda bazı çevrelerce tartışmaya açılmıştır. Yalnızca âyetlerde kullanılan emir kipi değil, açıklanan gerekçe, verilen detay ve 31. âyetin “Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin…” uyarısıyla bitirilmesi, asırlar boyu ittifakla benimsenmiş bulunan yorumun; yani emrin bağlayıcı, örtünmenin farz olduğu anlayışının isabetli olduğunu açıkça göstermektedir. Dinî emirlerin uygulanması için yükümlülük şartlarının gerçekleşmesi ve engellerin bulunmaması gerekir. Bu sebeple zorunlu hallerde ruhsatlar devreye girebilir, ancak genel hüküm değişmez, engel ve zaruret ortadan kalkınca uygulama da normale döner.“
Ve “son tahlilde” Ahzab Suresinde 13. Ayette söz edilir Aura’dan AMA ayan beyan değil…
“Hani onlardan bir grup, “Ey Yesrib (Medine) halkı! Sizin burada durmak imkânınız yok. Haydi geri dönün” demişti. Onlardan bir başka grup da, “Evlerimiz açık (korumasız)” diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. Oysa evleri açık (korumasız) değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.“
Iyi de…
NEDEN anlattım, okuttum tüm bunları sizlere…
INSAN bir bütün…
Madden ve manen bir bütünü teşkil etmekte…
Bir EVREN kendi başına, bir başına…
Kaç kilosun mesela?
Diyelim ki 60 kilosun, BUNUN…
SADECE 4 Kilosu barsaklarında yaşayan bakteriler…
Onlar olmasa ne hazım edebilirsin ne yaşayabilirsin…
Hak dinleri…
HELE ISLAM, hele İslam…
Bir BILIM DINI…
Okumalı kutsal sayılanı, okumalı ve düşünmeli…
Ne din bilimi…
Ne bilim dini inkâr edebilir…
İkisi…
İnsan gibi iç yüzü ve görüntüsü birbirini tamamlayan, birbirini bütünleyen bir gerçek…
Kadın ile erkek gibi, biri olmasa diğeri olamaz…
OLAMAZ…
İyi bir dolandırıcının en büyük meziyeti nedir bilir misiniz?
BILIR insanı, zaaflarını…
Zayıf taraflarını…
Ve yine kullanır insanın hayallerini, OKUR ruhunu…
Halbuki az biraz mürekkep yalamış insan, düşünen varlık…
BILEN…
Ve bilincinde olan kimi şeyin KANMAZ şeytana…
Ne sağ ne sol bacağına…
Aslına!
Penrose üçgeni bir başka örnek…
Baba psikolog oğul matematikçi…
INSAN BEYNI…
Gözlerimiz ve sen buna ister inan ister inanma…
Evrim kuramı ve beyin – göz, insan psikolojisi ve bulunduğu ortam denklemi…
HEP derim insan, kişi ÖZEL…
Yapma genelleme AMA iki göz, iki kulak, bir kalp benzeri…
Kimi şeyimiz HEPIMIZ için geçerli!
Bu resme dikkat ile bakınız, ne görüyorsunuz?
Bir üçgen mi?
HAYIR…
Değil, aslında üç tane > değişik acı ile birbirine bağlı çizdi <
Dümdüz, dümdüz, beli bir açıdan baktığında üçgen şeklini alıyor O KADAR…
Albert Einstein’i bu bağlamda hatırlatmak isterim…
Görecelik kuramını.
Ve göz…
Ve beyin bir kez daha aldattı bizi. Hani Önder’in ayrıntısı bütünü…
Bir gariplik var değil mi üçgende, bir gariplik…
Mantık diyor var bir şeyler…
Bir gariplik, bir uyuşmazlık var…
Göz ve beyin diyor gördüğün üçgen…
Sen öyle san!
BAK…
Pezevenk dün açıklama yapıyor…
Ekonomi uçuyor…
Cebin ne diyor, çarşı – pazar?
İki boyutlu resim edildiğinde gerçekmiş gibi duran…
Üç boyuta geçildiğinde, doğada, tabiatta varlığını sürdürmesi MÜMKÜN OLMAYAN…
IMKANSIZ…
Bir şekil olarak karşımıza çıkmakta!
NOKTA
Neyse çok uzadı, gitmem gerek…
KONUYA NOKTA KOYMADIM…
İleride bir gün, kısmetse…
Gelelim esas nedene, ÖZELIME…
Aslında TÜM BUNLARI YAZMA SEBEBIME…
Korkularıma…
Bir psikanaliz denemesi…
VE EVET, sizlere TÜRK ve Türkiyeli milletine…
Anlatayım size bir cümle ile ANLA bugünlerdeki halini…
Belki inanmayacaksınız bana, büyük bir ihtimal ile AMA…
>>> Duygularımız, algılarımız ve belki düşüncelerimiz bile <<<
Hayat anlayışımız ki Allah’ın emri…
Çevre etkili ama başta saydıklarım kalıtsal olabilir…
BILIM ARASTIRDI ve bir neticeye, şaşırtıcı bir neticeye vardı…
En azından kimi korkularımız, endişelerimizin temelinde KESIN kalıtsal etki!
Epigenetik* konu başlığı!
Dedim ya konuya koymadım NOKTA
*Epigenetik, biyolojide, DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyişle, ırsi (kalıtımsal) olup genetik olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir. Bu değişiklikler hücreyi ya da organizmayı doğrudan etkilemektedir ancak, DNA dizisinde hiçbir değişiklik gerçekleşmemektedir.
Yazarın notu:
Biliyorum inanmıyorsunuz bana AMA köpekler aslında çok güzel bir örnektir Epigenetige…
Köpek neydi…
Asli?
Vahşi, etobur bir canlı ama binlerce senede değişime uğradı…
Oldu…
İnsanoğlunun en iyi, en güvenilir dostu. Bak kardeşim…
Gör gerçekleri…
Dinimiz öyle güzel öyle mantıklı ki…
Okuyamazsın roman gibi…
Anlayamazsın…
ALDANMA, KANMA dolandırıcı din simsarlarına…
Kıyasla…
Gözün açık olsun, bak, gör çevreni…
Gör dünyayı gör, görmeye çalış her şeyi.