Haddini bildirin, rahmetli Ecevit

Ahlaksız ADI konuşuyor yine…
Yaşanmış dün benzer bir vaka Türkiye Büyük Millet Meclisinde…
Velev ki TÜRBAN siyasi simge!

Partili Çamurbaşkanı, partili…
Bilir misiniz ki…
Bir bebe, bir ile üç yaş arası BEBE, BEBE…
Bilimsel bir gerçek, deneyler ile ispatlanmış…
>>> hiçbir bebek yok ki farklı davransın, tüm bebeklerde ayni tepki <<<
Evettt…
Bebek yaşta bile insan iyiyi ve kötüyü ayırt edebiliyor.

KIMSE…
Sevmez hayırsızı, kimse şeri…
Kimse sevmez kötüyü, kötülük edeni…
Bir bebe bile, bu böyle biline!

ADI pezevenk, pezevenklerin üstelik kalitesizi…
Kadının suiistimal edilmesi…
Türkiye, Türkiye olalı hiç bu kadar yoğun şekilde kadın öldürülmedi, hor görülüp aşağılanmadı…
AMA…
Yok başörtüsü bile değil KONU TÜRBAN olduğunda akan sular duruyor…
NIYE, NEDEN ya NEDEN?

Hep anlatırım…
Benden olanlar, aile fertlerim yerine göre giyinmesini, gerektiğinde örtünmesini bilirler…
Sen üstünde durdukça, sen bu konuyu suiistimal ettikçe tepkiyle karşılaşacaksın…
Kadın bu ya kadın, Türk kadını, Türkün kadını bilmez mi kendini…
O…
Bilmez mi neyi ne zaman yapması gerektiğini, insanız tabii…
Hangimiz yanılmıyoruz ki, yok mu ailesi yok mu kocası, ağabeysi…
Babası…
Olmamış, yakışmamış, uygun değil diyecek, yok mu ULAN PEZEVENK…
Senin HADDINE MI?

Çok yoruldum, kendime gelmem lazım…
Git gel 100 Kilometre, üstüne bekle taktıracağım diye…
Kendime gelirsem eğer devam yoksa yarına, kısmetse.

—-

Çok anlatırım bunu…
Çünkü gerçeğin ta kendisi, karışmam kılık kıyafete…
Uygunsa konuma, mekâna ne bileyim o anın şartlarına…
Ya koskoca insan…
Kendisini idare edemeyecek mi?

Konu…
Kapsamlı ve tartışmalı, rivayetler muhtelif…
Bak güzel kardeşim Allah akıl vermiş, fikir vermiş…
Ben Arap değilim, OLMAZ benden bir ecnebi…
Mide meselesi…
Yataklık değilse, yani mesele hayvani içgüdülerin kısa süreli tatmin ve tanzimi değilse…
Yürek sevdiyse, kalbimdeyse…
O her an, her yerde benimleyse…
O kadın tertemiz olmalı, SADECE BENIM OLMALI!

Sen istediğine inan, soruyorum sana bundan 1400 sene önce…
Arabistan VE EVET köle…
Yazıyor ya apaçık yazıyor Kur’an da köle konusu…
Ya O sıcakta, o cehennem sıcaklarında…
Tombul tombul memeler…

ULAN…
Hacı cav cav, eyleme beni perişan…
Yeter ULAN yeter!

>>> Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar*.<<<
Süsler?!
Göğüsler?

İki ihtimal var;
Tombul tombul memeler…
Hop yukarı, hoppp aşağı…
Veya gerçekten ziynet eşyaları!?

Kim bilebilir 1400 yıl sonra bunları, KIM?

Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Açıkta kalanlardan başka süslerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları, hizmetlerinde bulunan köleleri ve câriyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz!

Tefsir (Kur’an Yolu)
________________________________________
Kadınların da iffetlerini korumaları, bunun için avret yerlerini örtmeleri ve zina etmemeleri emredildikten sonra ek olarak onlara, istisna edilen kimselerden başkasına süslerini göstermemeleri ve başörtülerini yakaları üzerinden bağlamaları yükümlülüğü getirilmiştir. Bu hükmün iyi anlaşılabilmesi için dört hususun açılması gerekmektedir: Süs, açıkta kalan süs, başörtüsünün yaka üzerinden bağlanması ve istisnalar.

“Süs” diye çevrilen ziynet kelimesi Kur’an’da “elbise, takı, hoşa giden, güzel bulunan nesneler, insanı maddî veya mânevî olarak güzelleştiren şeyler” mânasında kullanılmıştır. Burada kadınların göstermemeleri, örtmeleri istenen ziynetin elbise olması mümkün değildir; çünkü örtünme onunla yapılacaktır. Bazı tefsirciler böyle yorumlamış olsalar bile takılarının kastedilmiş olması da mümkün değildir; çünkü burada kadının üzerinde olmayan takısının söz konusu edilemeyeceği açıktır. Geriye kalan ihtimal onun vücududur. Bu mânanın kastedilmiş olmasının maddî / aklî delili genellikle kadın vücudunun güzel ve çekici bulunmasıdır. Naklî delili ise “Süslerini göstermesinler” cümlesinin hemen ardından “Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar” buyurulmasıdır. Buradaki mantık bağından zorunlu olarak, kadın vücudunun (nassa göre boyun, gerdan ve göğsü) ziynet, yani süs ve avret olduğu sonucu çıkmaktadır.

Kur’an kadının vücuduna ziynet diyerek örtülmesini emrettiğine göre, eğer âyette istisnalar gelmeseydi vücudun tamamının herkese karşı örtülmesi gerekecekti. İstisnalar iki ruhsat ve imkân getirmektedir: 1. Dışarıda kalan yerler örtülmeyecektir. 2. Örtünün içinde kalan kısımlar da bazı kimselerin yanında açılabilecektir.

“Dışarıda kalan süs”ün neyi ifade ettiğini belirleyebilmek için tefsirciler nakil (hadis) ve akıl (örf, âdet ve ihtiyaç) delillerine başvurmuşlardır. Rivayet edilen hadisler içinde konumuz bakımından en belirleyici olanı, Hz. Peygamber’in, içini gösteren ince bir elbise giymiş olan baldızı Esmâ’ya hitaben, “Esmâ, bir kız ergenlik çağına gelince onun –ellerini ve yüzünü göstererek– şuralarından başka yerlerinin görülmesi câiz değildir” buyurmasıdır (Ebû Dâvûd, “Libâs”, 31). Ancak bu hadis sened ve metin bakımlarından tenkit edilmiş, sağlam bulunmamıştır (Azîmâbâdî, XI, 162). Bir başka hadis Buhârî’nin, başörtüsüyle ilgili âyeti tefsir ederken rivayet ettiği ve meâli aşağıda gelecek olan hadistir. Bunun râvileri sağlam olmakla beraber “dışarıda kalan yerler” konusunda belirleyici bir yanı yoktur. Bize göre de sağlam olan yol örfe, uygulamaya, ihtiyaca ve amaca birlikte bakılarak istisnanın tanımlanmasıdır. Râzî bu konuda Kaffâl’den şunları nakletmektedir: “Açıkta ve dışarıda kalan demek, insanın yaşayan yaygın âdete göre örtmediği, örtünün dışında bıraktığı yerler demektir; bu da kadınlarda yüz ve eller, erkeklerde ise yüz, kollar, ayaklar gibi organlardır. Buna göre insanlar, açılmasına ihtiyaç ve zorunluluk bulunmayan yerlerini örtme emrini almışlardır, açılması âdet haline gelmiş ve bunda zorunluluk bulunan yerlerini açmalarına da izin verilmiştir. Çünkü İslâm’ın yüklediği ödevler insan tabiatına uygundur, kolaydır ve müsamahalıdır” (XXIII, 205). Muhammed Esed, Kaffâl’in sözlerini, “açılması için ihtiyaç ve zaruret bulunan” kısmını atlayarak, “kişinin hâkim örfe uyarak açık tutabileceği” şeklinde naklettikten sonra şöyle bir yorum getirmektedir: “… kullanılan ifadedeki kasdî belirsizlik (yahut çok anlamlılık) bu hususta, insanın ahlâkî ve toplumsal gelişiminin gereği olarak ortaya çıkan zamana bağımlı değişikliklerin göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir… Mesajın özü onların (erkek ve kadın) haramdan gözlerini çevirmeleri ve iffetlerini korumaları noktasında düğümlenmektedir; kişinin yaşadığı çağda, Kur’an’ın toplumsal ahlâk konusunda getirdiği ilkeleri göz önünde tutarak, dış görünüşünde, giyim kuşamında göstermek zorunda olduğu dikkatin sınırlarını da bu ölçü belirlemektedir” (II, 713).

Bize göre Kaffâl’in ifadesinden böyle bir yoruma ulaşılamaz. Esed’in kendi düşüncesi olarak kabul etmemiz gereken yoruma da katılmamız mümkün değildir; çünkü hâkim örfün İslâmî değer ve sınırlardan bağımsız olarak oluşması ve değişmesi mümkündür. İffeti koruma ilkesi, bu şekilde oluşan bir örfe (daha doğrusu âdete, modaya) karşı tavır almayı, direnmeyi gerektirebilir. Bugün birçok ülkede ve toplumda ahlâk, estetik anlayışa tâbi olmuştur, sanat için soyunmak ahlâka aykırı sayılmamaktadır. Başkalarının soyunması müslümanların da biraz açılmalarını gerektirmez. Çoğulcu bir toplum yapısında kendi değerlerini yaşamak durumunda olan müslümanlar, iffetlerini korumak için modanın değil, ihtiyacın gerektirdiğinden ve bu sebeple topluluğun âdet haline getirdiğinden daha fazla açılmazlar. Çünkü karşı cinse ilgi duymak ve bu duygunun görme, dokunma, baş başa kalma gibi durumlarda daha etkili hale gelmesi insan tabiatının gereğidir; bunun değişmesi ise fıtratın bozulması demektir. Kaffâl’in yorumuna göre süsü (ziynet) örtü dışında bırakmanın, birbirine bağlı iki sebebi vardır: a) Buna ihtiyaç bulunmaktadır, b) Bu ihtiyaç sebebiyle örtülmemesi âdet haline gelmiştir. İleride örneklerini göreceğimiz başka açma izinlerinde de eski fıkıhçılar hep bu “ihtiyaç” sebebine atıfta bulunmuşlardır. Örtünme emrinin gerekçesi olan “iffeti koruma” ilkesini de devreye soktuğumuzda şöyle bir genel (âdet ve modanın değişmesine bağlı olarak zaman içinde değişmeyen) kural ortaya çıkmaktadır: “Erkek ve kadın, karşı tarafa cinsel cazibesi olan yerlerini göstermemelidir; iffeti korumak için bu tedbir gereklidir. Cazibeli olmasına rağmen açılabilecek yerler, buna ihtiyaç bulunduğu için açılması âdet haline gelmiş bulunan yerlerdir.” Bu anlayışımızın Kur’an’dan delili, İslâm önce-sinde kadınların “baş, boyun, gerdan ve kısmen göğüsü” açık bırakmaları âdet olduğu halde bu yerlerin kapatılmasının emredilmiş bulunmasıdır; yani hâkim örf, iffeti korumak bakımından uygun bulunmamış ve değiştirilmiştir.

“İhtiyaç sebebiyle açıkta kalan, örtme mecburiyeti bulunmayan yerler” belirlenirken yüz ve ellerde ittifaka yakın bir ortak yorum oluşmuştur. İhtiyacın takdirinde farklı düşünüldüğü için daha başka yerlerin açılması hususunda ise farklı görüşler vardır: a) Uzun olduğu için kulakların hizasından aşağıya sarkan saçlar bazı Hanefî fıkıhçılara göre açıkta kalabilir. b) Ebû Yûsuf’a göre dirseklere kadar kollar da örtülmeyebilir; çünkü kadınların hamur yoğurma, çamaşır yıkama gibi işlerde bu kısmı açmaya ihtiyaçları vardır; yani açmazlarsa rahatsız olurlar. c) Ayaklar Ebû Hanîfe’ye göre kapatılması gereken süse dahil değildir (İbnü’l-Hümâm, I, 181, 183; VIII, 97; İbn Âbidîn, I, 297, 298). d) Etek boyu (ayaklardan yukarıya doğru sınır) konusunu üç unsur etkilemiş görünmektedir: 1. Yerde sürünen eteklerin büyüklenme işareti sayılıp yasaklanması, 2. İhtiyaç, 3. Süsün açılması (iffetin korunması). Hz. Peygamber’in bireşinin sorması üzerine yaptığı tarif ile kızı Fâtıma üzerindeki bir uygulaması eteklerin, topuklardan bir karış yukarıya kadar olabileceğini göstermektedir (Azîmâbâdî, XI, 152, 177; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XII, 372). e) Câriyelerin nerelerini örtü dışında bırakacakları konusunda bir nas (âyet, hadis) yoktur. Tefsirciler ve fıkıhçılar azdan çoğa doğru açabilecek-leri yeleri belirlerken (en geniş belirleme, göbek-diz arası hariç bütünvücudun açılabileceği şeklindedir) ihtiyacı, sahâbe uygulamasını ve câri-yelerin hür kadınlar kadar cazip olmadıkları şeklindeki –o tarihe ait olabilecek– vâkıayı dayanak yapmışlardır (İbnü’l-Hümâm, VIII, 107).

“Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar” emri, bir Câhiliye âdetini değiştirmekte, kadınların uygun bir örtüyle başlarını, boyun ve göğüslerini örtmelerini gerekli kılmaktadır. Bu emirden önce kadınların çoğu, eski âdetlerine uyarak başlarına aldıkları örtünün uçlarını omuzlarının arkasına atarlar ve ön tarafı açık bırakırlardı. Hz. Âişe’nin anlattığına göre bu âyet tebliğ edildiğinde camide bulunan kadınlar hemen alt giysilerinden (izar) birer parça yırtarak bunu başörtüsü yapmışlar ve istenen yerleri kapatmışlardı (Buhârî, “Tefsîr”, 24/12; EbûDâvûd, “Libâs”, 30-32).

Bundan sonra, “kocaları, babaları… dışında…” denilerek yabancılara gösterilmesi câiz olmayan süsleri görmelerinde sakınca bulunmayan hızsım akrabanın (bu mânada istisna edilenlerin) açıklanmasına geçilmiştir:

a) Karı koca arasında şehvetli şehvetsiz bakma, görme ve dokunma bakımından bir sınır yoktur. Koca dışında kalan ve kadına hayat boyu evlenmesi haram olan erkek akraba, bakma ve dokunma bakımından koca ile yabancılar arasında üçüncü bir konumda bulunmaktadır. Bunların cinsel organlara bakmalarının câiz olmadığında ittifak vardır. Göbek diz arası bölge dışında kalan yerler konusunda ise fıkıhçılar tarafından uygulama, ihtiyaç, ziynet ve şehvet ihtimali (iffeti koruma amacı) farklı değerlendirildiği için farklı sınırlamalar yapılmıştır.

b) “… kadınları” ifadesi iki şekilde anlaşılmıştır: 1. Bundan maksat müslüman kadınlar demektir, müslüman olmayan kadınlar yabancı erkek gibidirler. Bu görüş Hanefî mezhebinde de tercih edilen görüştür. 2. Burada “kadınları” ifadesi sözün gelişi ve uyumu bakımından böyledir, maksat “kadınlar” demektir, mümin kadının, diğer kadınlara açılma sınırı bakımından kadınlar arasında, dine dayalı bir fark yoktur. Bizim de katıldığımız bu görüşü tercih edenler arasında Gazzâlî, Ebû Bekir İbnü’lArabî gibi âlimler vardır (Ahkâmü’l-Kur’ân, III, 1372; İbn Âşûr, XVIII, 211).

c) “Cinsel arzusu bulunmayan erkekler” şeklinde tercüme edilen kısmın âyette iki belirleyici niteliği bulunmaktadır: Cinsel arzuyla (irbe) alışverişi olmamak ve ev ile, aile ile yoğun bir ilişki içinde bulunmak (tâbi). Tefsirlerde bu âyet açıklanırken iktidarsızlar, erkeklik veya kadınlıkları belli (yani belirgin, işlevli) olmayanlar, şehvetten kesilmiş yaşlılar, aileye her gün uğrayıp karnını doyuran yoksullar, evin bazı işlerini gören hizmetçiler örnek olarak zikredilmiştir. Bunlara karşı ev hanımının –yabancılara olduğu gibi– kapanmasında güçlük bulunduğu için Allah Teâlâ bir kolaylık lutfetmiş olmaktadır.

Câhiliye devrinde kadınlar ayak bileklerine halhal gibi ziynetler takarlar, sokakta yürürken ses çıkarsın da dikkat çeksin diye ayaklarını yere vururlardı. Bunun menedilmesi, örtünmenin amacı bakımından çok önemli ve anlamlıdır; çünkü meselenin özü karşı tarafın dikkatini cinselliğe çekmemektir. Bir kadın örtündüğü halde sesi, kokusu, tavrı vb. ile kasıtlı olarak karşı cinsin dikkatini üzerine çekmeye yönelirse o, hadiste geçen “örtülü çıplak”lardan olur.

30 ve 31. âyetlerde geçen buyrukların bağlayıcı olup olmadığı, burada söylenenlerin bir tavsiye mi, yoksa emir mi, dolayısıyla ilâhî tâlimata göre kapanmanın farz mı, edep mi olduğu konusu son zamanlarda bazı çevrelerce tartışmaya açılmıştır. Yalnızca âyetlerde kullanılan emir kipi değil, açıklanan gerekçe, verilen detay ve 31. âyetin “Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin…” uyarısıyla bitirilmesi, asırlar boyu ittifakla benimsenmiş bulunan yorumun; yani emrin bağlayıcı, örtünmenin farz olduğu anlayışının isabetli olduğunu açıkça göstermektedir. Dinî emirlerin uygulanması için yükümlülük şartlarının gerçekleşmesi ve engellerin bulunmaması gerekir. Bu sebeple zorunlu hallerde ruhsatlar devreye girebilir, ancak genel hüküm değişmez, engel ve zaruret ortadan kalkınca uygulama da normale döner.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 70-75

________________________________________
Bunlarda okuyup üstünde düşünmenin faydaları var kanımca:

“Başörtüsü, Cariyeye yasak mı?
Merve tarafından 21 Ocak 2013 tarihinde gönderildi
Aslında bu, “1400 yıldır islamiyeti doğru anlamadılar da, siz mi doğru anladınız” diye soran ateistleri cevaplayan bir konu…
Herkesin bildiği bir hadis vardır.. Peygamber efendimiz as . dini bir mevzuda fetva alındığında, fetvayı vicdanımızda da tartmamızı istemiştir…
Çünkü vicdan, insanı asla kandıramaz …İbresi hep doğrudan yanadır…
Bu sebeple,
Senelerdir arapça temiz bakış anlamına gelen huri kelimesinin, “ kadın” gibi algılanması vicdanları nasıl rahatsız etti ise;
Cariye kelimesi de bugünkü karşılık olarak “evdeki hizmetli” gibi algılanması gerekirken, cinselliğe sınırsızca kullanılan gibi bir meta gibi yansıtılması, vicdanları hep rahatsız etmiştir…
Oysa, bunun islamiyetle alakası olmayan bir bakış açısı olduğunu http://www.mervece.com/?p=711 yazımda anlatmıştım…
Bu algının nasıl oluştuğunu anlamak için tarihi iyi bilmemiz gerekiyor…
Bizim şöyle bir yanılgımız var… Sanıyoruz ki, İslamiyetle beraber bütün Arabistan kötü huylarından vazgeçti…
Oysa bugün, ülkemizde yaşayanların yüzde doksanı Müslüman… Bu yüzde doksan halk; içki, hırsızlık, zina vb dinin yasakladığı bir çok şeyi Müslüman olmasına ve dinin gereklerini bilmesine rağmen yapıyor…
Ne yazık ki, Arabistanda da Peygamber efendimizin ashabı gibi pak ve temiz olanlarının dışında, görüntüde müslüman ama özde müşrik olan münafıklar, ve bizim gibi Müslüman olup dinin gereklerini bilmesine rağmen günah işlemeye devam edenler de vardı…
Bu yüzden yaradanın yasaklamış olmasına rağmen, yanlış cariye algısı bugüne kadar devam etti…
Osmanlı, Ortadoğu da örneklerini gördüğü bu yanlış algıyı İslamiyetten değil, oradaki yanlış örneklerden öğrenip aldı…
Çünkü İslamiyette, Savaş esirlerinin “alınıp, satılması” gibi bir şey yoktur… Bu cahiliye adetidir…
Kur’an ı kerimde böyle bir iznin verildiğini anlatan tek bir ayet olmadığı gibi, böyle bir anlamı ima edecek bir ayet dahi yoktur… Peygamber efendimiz as’ın böyle bir uygulaması da yoktur…
Ama Osmanlı döneminde köle ve cariye pazarlarının kurulduğunu biliyoruz…
Osmanlı da köle ve cariyelerin kaynağı, büyük çoğunlukla savaş esirleriydi… Ve ne yazık ki, gene üstüne basa basa söylüyorum islamiyette olmamasına rağmen satın alınan cariyeler, iki üç ay odalık olarak kullanılıp, sonra tekrar pazara götürüp satılabilirdi…
Olayın vehametini düşünebiliyor musunuz? Cariye satın alan bir adam, evli olsa ve evine cariyeyi götürse, iki üç ay birlikte olsa, o evin hanımının bu duruma kayıtsız kalması mümkün mü?
Bu durumun aile de açacağı yaralar…
Böyle bir düzende sağlıklı bir toplum yapısından bahsedilebilir mi?
Bu sistem, peygamber efendimiz as ın öğrettiği Kur’an ahlakına mı yakındır, cahiliye Araplarının sistemine mi daha yakındır,?
“Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.”(İsra, 17/70).
Allah, her insanı kadın erkek ayırt etmeden şerefli yaratmıştır… Her ne sebeple olursa olsun bir insanın alınıp, satılması; her şeyden önce insanların sahibine, yaradana saygısızlıktır…
Bu yüzden esir de olsalar, köle ve cariyeye adaletle davranmak, insani haklarını gözetmek esastır… Sahabe, esirlerine kendi yediklerinden yedirmiş, kendi giydiklerinden giydirmiştir…
Müslümanlığın ölçüsü budur…
Ancak ipin ucu bir yerde kaçınca, bakalım nelere sebep oluyor…
Cariyeler, cinsel amaçla satıldıkları için, satın almak niyetinde olan kişilerin cariyelerin bedenlerine dokunabilmelerine izin verilmiştir… (Yazarken hicap duyuyorum… Dini alet etmeseler, asla bu basitliklere yer vermezdim…)
Oysa bu konuda açık bir ayet var…
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” Nur suresi 30
Müslüman bir erkeğin, bu ayete rağmen kendisine namahrem olan bir kadına bırakın dokunabilmesini, fütursuzca bakması bile mümkün mü?
İşte bizim doğru diye kabul ettiğimiz ve Osmanlıda örneğini gördüğümüz 1400 yıllık gerçek!lerden biri…
Ben inanın, yazarken akıl tutulması yaşıyorum…
Bu yanılgı beraberinde benzer yanılgıları da getiriyor…
Hür kadın ve cariyenin toplum içinde birbirinden ayırt edilebilmesi için “başörtüsünün” gerektiği gibi…
Bu konu da dayanakları nedir ? Hz ömer den rivayet edilen bir olay… Güya Hz Ömer, başını örten bir cariyeyi görüp, başörtüsünü çekip alıyor ve ona kızıyor… Hz Ömer’i bu davranışının sebebi nedir… “Hür kadınlarla, cariyeler karıştırıl-ma-sın” …
Öncelikle ben, Hz Ömer’in böyle bir şey yaptığına asla inanmıyorum …
Çünkü bu durum birazdan okuayacağanız Nur suresi 31. ayete terstir…
Asıl önemli yanlış, geleneksel fıkhın; hür kadın için ayrı, cariye için ayrı “avret yeri tanımı” yapmasıdır… Geleneksel fıkha göre cariyenin avret yeri, erkeğinki gibi diz kapağı ile göbek arasında kalan kısımla, ayrıca karın ve sırtıdır…
Oysa 31. ayet cariye veya hür kadın diye ayırmadan, mümin kadınlara hitap ederek zinetlerini teşhir etme-me-lerini emreder…
“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler”
Evlilik ile ilgili bir diğer ayette de yaradan “imanlı hür kadın” ve “imanlı cariye” arasında insani fark olmadığını, “hep birbirinizdensiniz”, cümlesiyle anlatır…
“İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin
altında bulunan imanlı cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Hep birbirinizdensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur).” Nisa 25″
Aklınıza şu soru belki gelebilir… Bu ayet,” inanan kadınlar “ için… Oysa cariye, yani esir edilen kadınlar, müslüman olmayabilirler… Bu yüzden “avret yeri tanımı” farklı olabilir onlar için?
Öncelikle burada ki sıkıntı şurada… Cariye, başını örtmeyi kendi istemesine rağmen, “sınıfsal farklılığı” bilinsin diye açtırılıyor… ve sanki islam bunu emrediyor gibi sunuluyor Oysa;
1. “De ki: “Bakın, Allah asla utanç ve tiksinti veren işleri emretmez. “Araf suresi,28
2. İslamın hiçbir emri, sınıfsal farklıları ortaya çıkarmak için değildir…
İslamın amacı, ahlaklı bir toplumun oluşmasıdır… Sınıfsal farklılıkları ortaya çıkaran bir sistem, İslamla bağdaşmaz…
3. Cariye savaş esiridir… Odalık değildir… Fuhuş amaçlı da kullanılamazlar… Bugün ki manasıyla “evdeki hizmetli” gibidir… Bu durumda hür kadın ile cariye toplum içinde birbirine karıştırılsa neden sorun olsun? En önemlisi avret yeri tanımı, neden hür kadından farklı olsun…
4. Kur’an Müslümanlar içindir… Müslüman olmayan kadınların, kıyafetlerinin nasıl olması gerektiğine biz karışamayız… Kur’an da, Müslüman olmayan kadınlar şöyle giyinsin gibi bir ayet yoktur… Özgürdürler…
5. Örtünmenin amacı, mümin kadınlara zarar verilmesini engellemek için ise, cariyenin de kendini sakınıp kötülüklerden korumak için örtünmesinde, hatta onun müslüman sanılmasında ne sakınca olabilir? Sınıfsal farklılık, kişisel güvenlikten daha mı önemlidir?
Yazımın başlığında vicdanın öneminden bahsetmiştim…
Çünkü Kur’an-ı Kerim okuyan ve Rabbini tanıyan bir müslümanın vicdanı, Yaradanının neyi emredip neyi emretmeyeceğini çok iyi bilir… Özellikle bu üç ayet, konuyu net bir şekilde özetler aslında…
“Ey Adem oğulları! Size yücelerden, hem çıplaklığınızı örtesiniz diye, hem de bir görkem-güzellik nesnesi olarak giyim kuşam(LiBÂS) (yapma bilgisini) bahşettik; ama Allaha karşı sorumluluk bilinci örtüsü her şeyin üstündedir. işte bunda (da) Allahın ayetlerinden biri var ki, insanoğlu belki ders alır.
Ey Ademoğulları! Tıpkı atalarınızın cennetten çıkarılmalarına yol açtığı gibi, şeytanın sizi de ayartmasına izin vermeyin: (Allaha karşı sorumluluk bilincinin benzediği) örtülerden yoksun bırakmıştı o. Muhakkak ki o ve avenesi, onları hiç fark edemeyeceğiniz yerde ve biçimde sizi (de) pusuda bekliyor! Gerçek şu ki Biz, (içtenlikle ve doğru bir biçimde) inanmayanların yanına-yakınına (her türden) şeytani güçler ve kuvvetler yerleştirdik;
Ve (bunun içindir ki) ne zaman utanç verici bir iş işleseler, “biz atalarımızı da bu işi yapar bulduk; hem, Allah emretmiştir bunu bize” derler hemen. De ki: “Bakın, Allah asla utanç ve tiksinti veren işleri emretmez. Siz, yoksa hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bir şeyi mi Allaha yakıştırıyorsunuz?” Araf suresi; 26,27,28“

* Nûr Suresi – 31 . Ayet