Güzel AMA

Çok, çok anlatmış, dile getirmeye çalıştığım bir mevzuyu konu endenmiş…
Evet AMA, aması var…
Konu salt kültürel, konu salt ekonomi, konu salt giyim – kuşam meselesi değil…
BAK…
Pezevenk dün aşkam Alman ANA HABERINDE yer aldı…
Ana haberlerde…
Pezevenk, pezevenk konu oldu?
Putin – Kahpedoğan görüşmesi…
NIYE???

O serseriye…
O kör cahile hangi akli başında yayın kurumu yer verir…
Örneğin bir Trump’a…
Bir Boris’e, bir Kahpedoğan?a?
Kim ya kim, hangi kurum, kuruluş bunları ciddiye alır?

Mesele ONLAR değil ki…
Mesele Amerika, İngiltere…
Bir Türkiye, maalesef bu gibi yaratıklar temsil ediyor bizleri…
Bu yüzden haberdeler…
Bu ülkeler çok önemli ülkeler. Kimisi coğrafi konumu ile, kimisi tarihi…
Kimisi askeri ve ekonomik önemi ile çok önemli ülke…
Türk Silahlı Kuvvetleri…
BITTI, BITTI, bitirdiler, Kahpedoğan bu yüzden getirildi başa…
Atatürkçüler hani nerede?
Hepsi sindi, sivil toplum kuruluşları…
Sindirildi.

Ekonomi…
Sadece his edilen, görülen BIR YANI!

İzin veren belli

Cumhuriyet, Tanzimat’ın anti-tezidir.
Atatürk, II. Mahmut ile oğullarının ve torunlarının anti-tezidir.
İstiklal-i tam/ tam bağımsızlık, kapitülasyonların anti-tezidir.
Bunu şu nedenle yazdım:
Çanakkale’deki maden aramaları protesto edilirken bir tartışma çıktı:
-“Bu izni kim verdi?”
AKP yandaşları hemen “biz vermedik” diye savunmaya geçti.
Kimin izin verdiği belli aslında…
Ama…
Bu soruda 200 yıllık çetin bir mücadele gizli.
Bu soruda koca bir ideolojik tartışma gizli.
Bu soruda Türkiye’deki tarihsel saflaşmanın ana hattı gizli.
Şöyle açıklayayım:
-Biz, “büyük reformcu” denen Adnan Menderes’e bu soruya verdiğimiz yanıt nedeniyle karşıyız…
-Biz, “büyük reformcu” denen Turgut Özal’a bu soruya verdiğimiz yanıt nedeniyle karşıyız…
-Biz, “büyük reformcu” denen Recep Tayyip Erdoğan’a bu soruya verdiğimiz yanıt nedeniyle karşıyız…
Yanıta geleceğim kuşkusuz ama şunu eklemeliyim:
Türkiye’de özellikle 1980’lerden sonra politik tartışmalar salt giyim-kuşam gibi “kültürel” kodlar üzerinden yapılır oldu.
Çanakkale’deki orman katliamı tartışması da salt “doğayı koruma” üzerinden yapılıyor.
Kültürel sorunlar yok demiyorum…
Çevresel sorunlar yok demiyorum…
“Ama” diyorum, “temel meseleyi göz ardı ediyoruz”: Ekonomi-politik!
Sorunun yanıtı burada saklı.
Sorunun yanıtı
Son 200 yıllık tarihimizin önemli iktisadi-politik kırılmaları var:
1838 İngiliz Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı pazarını kapitalizme ekleme sürecini başlattı.
Osmanlı toprakları her türlü sömürüye açık oldu. Osmanlı Sarayı büyük sevinçle “modernizmi” ilan etti: Tanzimat Fermanı.
Emperyalizmin hareket alanını genişletmek için, Osmanlı pazarı kanunlar ile sömürüye açık hale getirildi. Maden yasası bunlardan biri oldu.
1858 Arazi Kanunnamesi; toprak rejimi, mülkiyetler ve (107. maddeyle) madenlerle de ilgili bir takım hükümleri kapsıyordu.
Bu düzenleme çerçevesinde, yabancılara -Hicaz vilayeti dışında- ilk maden imtiyazı verildi. O tarihe kadar Osmanlı, madenlerini gözü gibi koruyordu. Maden demek, savaşın kazanılmasını sağlayan “silahların hammaddesi” demekti.
Teslimiyet sadece savaş yenilgisiyle olmaz; çıkarılan böyle kanunlarla da olur!
Kolu kaptırmaya görün:
1867’de, 1869’da, 1887’de, 1903’te, 1906’da, 1911’de yeni düzenlemeler yapılarak yabancılara yeni maden imtiyazları- sömürü kolaylıkları sağlandı. Örneğin… 1903’te yüzde 51 olan maden üzerindeki yabancı hakları, 1911 yılında yüzde 76 seviyesine yükseltildi!
Yabancı devletler-şirketler, kapitülasyon imtiyazlarını kullanmakta sınır tanımadı.
Bu sebeple…
Cumhuriyet’i kuran Osmanlı’nın son kuşağının ana hedefi kapitülasyonlar oldu.
Diyorum ki:
Çanakkale’deki tartışmayı bu temel üzerinde yapmalıyız:
Cumhuriyet ancak böyle kavranabilir.
Üç büyük kırılma
Cumhuriyet tarihinin üç büyük kırılması var.
1950 yılı DP…
1983 yılı ANAP…
2002 yılı AKP…
Her dönemde yapılan tek “icraat” var aslında:
Cumhuriyet’in yok ettiği kapitülasyonlara Türkiye pazarını koşulsuz-sınırsız açmak!
DP, kapitülasyonları diriltti.
ANAP, kapitülasyonları büyüttü.
AKP ise tam teslimiyeti sağladı.
Çanakkale’de ormanların katledilmesine yol açan maden iznini “bu kafa” verdi. Bu anlayışın kökü 1861’de yatıyor. “Kim izin verdi” sorusunun yanıtı belli…
Adı ister “Teck”…
Adı ister “Fronteer”…
Adı ister “Alamos”…
İsmi ne olursa olsun. Kendi ülkesinde tek ağaca kazma vuramayan Kanadalı şirketler, Anadolu’da insanoğlunun mezarını kazıyor…
Kirazlı…
Ağı Dağı…
Çamyurt’ta orman katlediyor.
Kapitalizmin iki yüzüdür bu…
Osmanlı’da olduğu gibi “sarayı paraya mecbur” edenler, aynı oyunu siyasal iktidarlar üzerinden yeniden sahneye koyuyor. Yeraltı-yerüstü kaynaklarımızı sömürüyorlar.
Evet…
Maden iznini “kimin” verdiği belli.
Maden iznine “kimlerin” karşı çıktığı belli.
Doğayı katleden kişi değil, ideolojidir…
İşte… Tartışmayı bu politik zemin üzerinden yürütmeliyiz.
İşte… Mücadeleyi bu politik zemin üzerinden yapmalıyız.
Temel mesele kapitülasyonlardır.
Tanzimat ile Cumhuriyet farkıdır bu.
Atatürk ile diğerlerinin farkıdır bu.
Lozan’da kapitülasyonlar konusunda Ankara çok büyük direniş yaptı.
“Lozan zaferdir”- “Lozan hezimettir” diyenlerin mücadelesi en son Çanakkale ormanlarının-madenlerinin talan ettirilmesiyle gün yüzüne çıktı.
Atatürkçüler ile Atatürk karşıtlarının mücadelesi, madenler-ormanlar üzerinden de sürüyor.
Milliciler ile gayri millicilerin kavgasıdır bu.
İzni kimin verdiği belli…

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/soner-yalcin/izin-veren-belli-5303605/