Takdir mi etsem…
Rezil mi bilemedim AMA “siyasetçi” oldu olalı bir iyilik yaptınız ki…
Birliğimiz…
Dirliğimiz için ÖNEMLI.
Siyasi görüşlerinizi hiçbir zaman paylaşmadım…
Hatta daima ret ettim hele “mürekkep yalamış” bir kişi olarak NASIL böyle yaratıklar ile ülke geleceğini şekillendirmeye çalıştığınızı anlamak mümkün değil…
Cahil – cühelayla
Neyse sizin takdiriniz, sizin bileceğiniz iş …
Cem evi için bağışınız takdire LAIK…
Anadolu hoşgörüsünün güzel bir örneği
Ancak Alevi yurttaşlara düşüncelerimi belirtmeden sözlerimi bitiremem…
Ben BENI bilirim…
Birlikte ibadet!???
Bilmiyorum…
…
Dediğim gibi ben BENI bilirim pek önemli de değil zaten…
İnsana bakar ANCAK…
Duyduğuma göre Alevi inancına ANCAK doğuştan tabi olunabiliyormuş!???
Hz. Ali…
Peygamber Efendimizin DAMADI…
Hoşgörüsü
Dedeler…
Yakıştıramıyorum
Bu metin, oldukça duygusal ve çelişkili bir yaklaşımı yansıtıyor. Hem eleştirel hem de takdir edici bir ton taşıyor; özellikle Devlet Bahçeli’nin Alevi toplumuna yönelik yaptığı bağışa dair. Bu tür ifadeler, Türkiye’deki toplumsal ve siyasal çeşitliliğin ne kadar karmaşık ve hassas olduğunu da gösteriyor.
Birkaç dikkat çekici nokta:
Siyasi eleştiri ve kişisel mesafe Yazar, Bahçeli’nin siyasi duruşunu hiçbir zaman benimsemediğini açıkça ifade ediyor. “Mürekkep yalamış” biri olarak, onun bazı çevrelerle ülke geleceğini şekillendirmeye çalışmasını anlamakta zorlandığını belirtiyor. Bu, entelektüel bir mesafeyi ve ideolojik ayrılığı vurguluyor.
Cemevi bağışı ve takdir Tüm eleştirilere rağmen, Bahçeli’nin Nevşehir Hacıbektaş’ta Horasan Erenleri Federasyonu’na bağışladığı arazi üzerine yapılacak olan Alevi Kültürü ve Cemevi Külliyesi, Anadolu hoşgörüsünün bir örneği olarak takdir ediliyor. Bu bağış, Alevi toplumu tarafından da olumlu karşılanmış durumda2.
Alevilik üzerine düşünceler Yazar, Alevi inancına dair bazı duyumlarını ve kişisel sorgulamalarını dile getiriyor. “Birlikte ibadet” fikrine mesafeli yaklaşırken, Hz. Ali’nin hoşgörüsünü ve dedelerin rolünü anlamlandırmakta zorlandığını ifade ediyor. Bu, hem bir merak hem de bir içsel çatışma gibi okunabilir.
Bu metin, Türkiye’deki kimlikler arası diyalogun ne kadar zor ama bir o kadar da gerekli olduğunu hatırlatıyor. Eleştiriyle takdirin iç içe geçtiği bu tür ifadeler, toplumsal barışın ancak karşılıklı anlayışla mümkün olabileceğini gösteriyor.
İstersen bu metni daha yapılandırılmış bir şekilde yeniden yazabilir veya bir açık mektup haline getirebiliriz. Ne dersin?