İstikrar için…
Mısır’da geçen hafta çok ilginç bir toplantı oldu: Avrupa Birliği ile Arap Birliği ilk kez bir zirve toplantısında bir araya geldi.
Zirvenin yapıldığı zaman da, yapıldığı yer de kritik önemde:
Toplantıya ev sahipliği yapan ülkenin, darbeyle yönetime gelen Sisi’nin yönettiği Mısır olması manidar.
Zamanlama daha da ilginç: Zirve toplantısı, tam da Mısır’ın Müslüman Kardeşler liderlerinden bazılarını idam ettiği hafta gerçekleşti.
Üstelik zirvenin Arap kısmında, daha birkaç ay önce İstanbul’daki başkonsolosluğunda hunharca bir gazetecinin öldürüldüğü Suudi Arabistan’ın Kralı başroldeydi.
Avrupalı ülkeler bu toplantı ile insan hakları, demokrasi gibi kavramların Ortadoğu sözkonusu olduğunda “geçer akçe görülmediğini” somut şekilde ortaya koydular.
Batı, Ortadoğu’ya bakarken sadece “istikrar” görmek istiyor: Krallar, darbeci liderler, despotlar varsın ülkelerindeki vatandaşları yerden yere vursun. Batı için önemli olan kendi çıkarlarına zarar vermeyecek yönetimler.
Batı’nın Ortadoğu’ya bu bakışını en iyi okuyanlardan biri, Kaşıkçı cinayetinde doğrudan adı geçen Suudi Arabistan’ın hırslı Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman: Geçen yılın sonunda Suudi petrol parasıyla Batı’ya adeta “çıkarma” yapan, bol bol silah/uçak alışverişi yapıp Batılı liderlerin gönlünü kazanan Veliaht Prens, geçen ay da rotayı Asya’ya çevirdi. Çin’e gitti, anlaşma üzerine anlaşma imzaladı. Pakistan’da “veliaht” değil, Suudi Kralı gibi– ülkeye gelişinde havada Pakistan savaş uçaklarının eskortuyla- karşılandı. Hindistan’da da para dağıtıp, gönüller kazandı. Önüne kırmızı halılar serilirken, kimse Kaşıkçı’nın adını bile anmadı.
Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçiliği’ne de -herkes devrim dedi- bir kadın atayan Veliaht Prens, Washington’dan yükselen “katil” seslerini de bir nebze olsun susturmayı amaçladı. Başarılı da oldu.
MENBİÇ’DE YEREL YÖNETİM DEĞİŞİKLİĞİ KAPIDA
Batı ülkelerinin Türkiye’ye bakışı da çok farklı değil aslında: Öncelikle istikrarlı bir yönetim arıyorlar ki, masaya oturup çıkarlarının peşinde koşabilsinler.
Türkiye’deki mevcut yönetimi yerden yere vuran AB ülkelerinin, mülteci anlaşması yaparak, Suriyeliler’in Türkiye’de kalmasını garantileyip, tüm eleştirileri bir yana bırakması bunun en somut örneği.
Ya da Suriye’yi Rusya’ya bırakmak istemeyen, bir yandan da İran’a karşı sağlam bir cephe oluşturmaya çalışan ABD’nin, tam da son seçimlerden önce Menbiç anlaşmasını imzalaması.
Önümüzde yine seçimler var. Bu açıdan bakınca, bu ay içinde dış politikada mevcut iktidara yönelik bir kaç “Batı armağanı” görmek mümkün.
Mesela Menbiç: ABD, haziran seçimleri öncesinde imzaladığı, ancak aylardır uygulamadığı anlaşmayı 30 Mart seçimi öncesinden -birden bire- uygulamaya koyabilir. Menbiç’teki PKK terör örgütü uzantısı YPG-PYD ağırlıklı yerel yönetim değişip, yerine Türkiye’nin de onay vereceği Arap ağırlıklı bazı unsurlar getirilebilir.
Fırat’ın doğusunda, Türkiye sınırlarına TSK’nın çok kısıtlı/sınırlı bir operasyonuna da yeşil ışık gelebilir. ABD’nin “tampon bölge” planı boşa değil: Sınırın güneyinde küçük bir cebi TSK kontrolüne bırakıp, bunun altında şerit halinde bir “uluslararası kontrol alanı” -bir nevi Çekiç Güç- oluşturma çabaları tam da seçim öncesine getirilebilir. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, tam da ABD temaslarını tamamlayıp Türkiye’ye döner dönmez yaptığı “operasyona hazırız” açıklamaları da, bu açıdan okuyunca iyice yerine oturuyor.
Elbette bunların bir de “karşılığı” olacaktır. Bu karşılık ise, Trump’ın damadı -ve danışmanı- Jared Kushner’in Ankara ziyaretinde gizli.
Suudi Veliaht Muhammed Bin Salman ile “yediği içtiği ayrı gitmeyen” Amerikalı Damat, şimdilerde İsrail’i tamamen rahatlatacak bir “Filistin-İsrail” anlaşması üzerinde çalışıyor.
Anlaşma taslağı nisanda açıklanacak. Detaylar belli değil: Ancak ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyarak, Filistinler’e en büyük kazığı atan mevcut Amerikan yönetiminden çıkacak plan tahmin edilebilir: İsrail’in tüm Arap/Müslüman dünyası tarafından tanınmasına karşılık, Filistinler’e de “ekmek kırıntısı” kıvamında küçük bir ülkecik -elbette Kudüs’süz- vermek.
Ankara’daki AKP hükümetinden beklenen ise bu plana kamuoyu önünde biraz bağırıp, sonrasında “unutulmaya bırakması”.
ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıdığında yapılan o afili çıkışlar, o haykırışlar, Büyükelçi geri çekmeler filan hâlâ kulaklarımızda. Ama Washington’daki Türk Büyükelçisi’nin geri çekilme macerası sadece birkaç ay sürdü.
Şimdilerde Kudüs’ü pek anan da yok hükümette.
Filistin için ortaya atılacak Amerikan planının da akıbeti Türkiye açısından yine benzer olacak gibi…
CHP’YE “RUMLARLA İŞBİRLİĞİ” SUÇLAMASI NEREDEN ÇIKTI?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın CHP’ye yönelik suçlamaları, seçim tarihi yaklaştıkça ivme kazanıyor. CHP’yi önce “terör cephesinde” yer almakla suçlayan Erdoğan, son olarak ithamlarını “Kıbrıs Rum Kesimi’yle işbirliğine” kadar vardırdı.
Rize mitinginde “CHP, PKK, FETÖ ve Kıbrıs Rumları’yla aynı yolda yürüyor” dedi.
Açıklamanın zamanlaması ilginç:
Çünkü Cumhurbaşkanı’nın Rize’de bu sözleri sarfetmesinden sadece saatler önce, Erdoğan’ın “kardeşim” dediği, hatta “Türkiye’deki tarihi eserleri yıkıp, yenisini birlikte yapacaklarını” açıkladığı Katar, Kıbrıslı Rumlarla yaptığı işbirliğinin sonuçlarını açıkladı:
Rumlar’ın Akdeniz’de -Türkiye’nin tepkisine rağmen- verdiği arama iznini kullanan Amerikan Exxon Mobil ile Katar milli petrol şirketi konsorsiyumu, devasa bir doğalgaz yatağı bulduklarını açıkladılar.
“Kardeşimiz” Katar’ın rumlarla işbirliğine hiç değinmeyen Erdoğan’ın, ortaya CHP’yi sürmesi ister istemez şu soruyu akla getirdi;
AKP acaba seçim sonrasında Kıbrıs’ta yeni bir “açılım” mı planlıyor?
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/zeynep-gurcanli/istikrar-icin-3766349/