Akıl akıldan üstündür, MUTLAKA OKU. Hiç düşünmemiştim, hiç aklıma gelmedi, sözde DARBE MISALI

YA-PAR-LAR…
Güç namına, iktidar namına analarının amını bile satarlar!
x

Bu işin içinde bir iş var da…
16 Şubat 2019

Sevgili okurlarım, Türkiye’de ilk kez sebze kuyrukları oluştu. Hayat pahalılığı altında ezilen, inim inim inleyen gariban, fakir fukara vatandaşlarımız sabahın erken saatlerinde kuyruklara giriyor.
İktidar şimdilik meyve işine karışmıyor. Meyve çok ucuz ya, onların derdi sebze ile!
Zamları bindirdikçe bindirdiler. Zamlar binerken “Biz buna karışmayız. Serbest piyasa ekonomisinde olur böyle vakalar” diyorlardı!
Baktılar ki pabuç pahalı ve baktılar ki 31 Mart seçimlerinde vaziyet ayva, şimdi özellikle Ankara ve İstanbul’da tanzim satışlarını başlattılar.
Geri kalan 79 ildeki vatandaşlar bu fiyatlardan etkilenmediği (!) için oralarda bir adım atılmadı.
O 79 ilden bazıları nasıl olsa garanti, çantada keklik!.. Çankırı, Yozgat, Konya, Erzurum, say sayabildiğin kadar. Oralarda tanzim satışa falan gerek yok. Maksat İstanbul ve Ankara’yı yitirmemek!
Bir okurum dün kendi görüşlerini anlatan bir e-posta göndermiş. Kendisinden izin almadığım için ismini açıklamıyorum. Allah korusun, bir kamu görevlisi olabilir ve ertesi gün açığa alınır. Esnaf olabilir ve iş yeri kapatılır. İşte o mesaj:
★★★
“Selam Sayın Çölaşan, son günlerde bir tanzim satış furyası aldı başını gidiyor.
Ama ben ne dediysem bazılarına bir şeyleri anlatamadım. Anlamamak için çaba harcıyorlar.
Resme sadece karşıdan bakıp duruyorlar. Peki bu resim nasıl yapıldı, hiç sorgulayan yok. Medyamız zaten almış başını gidiyor, işi gücü yalakalık yapmak.
AKP genel başkanı tanzim satış diyeli bir hafta oldu, olmadı. Hemen ardından, nereden çıktığı belli olmayan tanzim satış arabaları, çadırları vesairesi anında devreye sokuldu.
Ne var ki bunları birilerine sipariş etseniz, hazırlanıp gelmesi en azından iki hafta sürer. Haydi araçlarınız vardı diyelim. Üzerindeki giydirme tabir edilen yazıları hazırlayıp yapıştırmanız bile en az bir hafta sürer.
Hepsini geçtik, bir kenara koyalım. Önce bu sebzeleri piyasalarda araştıracak ve satışları örgütleyecek ekipleri kurmanız lâzımdı. Üreticiye gidip fiyatları öğrenecek, pazarlamasını ve nakliyesini ayarlayacak, araştıracak falan derken alın size en az bir hafta daha.
Üretici ile anlaştınız onu da kabul ettik diyelim. Ürünün tarlada ve bu mevsimde serada yetişmesi lazım. Ha deyince olmuyor.
Bunlar sadece zaman açısından bakış açısı.
★★★
Gelelim işin parasal yönüne….
Üretici seralarında domatesin maliyeti 4.5 lira civarında. Buna vergileri ve nakliye maliyetini eklerseniz oldu size 7 lira. Komisyoncuyu saymıyorum, satış kârına girmiyorum bile.
Peki nasıl oluyor da bu ürünler 2-3 lira gibi bir fiyata satılıyor. Kayıp kaçak bedelini bilirsiniz. Köprüleri hatırlarsınız. Kullanmasak da parasını ödüyoruz. Bu durum da ona benziyor.
Domates, biber almasak da yine almış gibi oluyoruz o zaman. Eğer bu ürünler yerli ise aradaki fiyat farkını acaba kim karşılıyor?
AKP genel başkanı seçim döneminde afiş ve bayrak kullanılmayacağını söylemişti. İnsanın aklına afiş, bez, bayrak ve plastik yerine şimdi seçim yatırımı olarak domates, biber, patlıcan mı kullanılıyor gibi bir düşünce geliyor!
Bu mallar ithal edildi ise yerli üreticiyi bitirmiş olmuyor musunuz? Yakında yerli üretici serasındaki tüm ürünlerini çürüdüğü gerekçesiyle çöpe atacak demektir.
Geçen haftalarda ülkemize İran ve Azerbaycan üzerinden tırlar dolusu soğan ve sebze girişi oldu. Tanzim satış olayının ortaya çıktığı hafta hemen, anında geldi bu ürünler!
Bu acele ithalatı kim yaptı, nasıl yaptı, maliyeti neydi, hangi firmalar getirip satışa sundu?
Bunları acaba sorgulayan var mı? Kim sorguluyor?
Kim bilir, bunları araştırınca altından ne patatesler, soğanlar, ne patlıcanlar, ne acı biberler (!) çıkacaktır, çok merak ediyorum. Saygılarımla.”

Sevgili okurlarım iki gazeteci arkadaşımız, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu muhteşem bir kitap yazdılar:
“Metastaz.” (Kırmızı Kedi Yayınları.)
Baştan sona bir solukta okudum, önceki gece bitirdim.
Anlatılan olaylar 21. yüzyılda Türkiye’nin bir fotoğrafı… Ve tümü belgeli, yaşanmış olaylar.
FETÖ olayının, 15 Temmuz darbe girişiminin perde arkası…
Tarikatlar, cemaatler, FETÖ ve AKP iktidarıyla olan yakın ilişkileri…
Kendisini MİT görevlisi olarak tanıtıp dolandırıcılık yapan gazeteciler…
Bir yazıya ancak bu kadarını sığdırmak mümkün oluyor. Okuyunca göreceksiniz.
Kitap düne kadar 95 bin adet satmıştı. Hak ediyor.
İki Barış’ları, gazeteci arkadaşlarım Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nu içtenlikle kutluyorum, ellerine sağlık diyorum.

Gazeteci kitapları güzeldir, ilginçtir, kolay okunur. İşte bunun bir örneği daha… Gazeteci arkadaşımız Musa Ağacık’ın kitabı:
“Musa’dan Beri.” (Demirbaş Yayıncılık.)
Devrimci Musa geçmiş yıllarda Demirel, Özal, Çiller gibi siyasetçileri terleten bir gazeteci idi. Karşılarına çıkıp beklenmeyen sorular sorardı. O kadar ki çoğu siyasetçi onu görünce kaçmaya çalışırdı.
Bu kitapta Musa, yaşadıklarını ve başına gelenleri anlatıyor.
Okuyanları hem güldürüyor, hem düşündürüyor.
Karşısındaki infaz savcısıyla konuşurken savcı Musa’ya sürekli olarak “Sayın Ağca” diye hitap ediyor. (Abdi İpekçi’nin katili, sonra Papa’yı Roma’da vuran Mehmet Ali Ağca.)
Düzeltmeleri işe yaramıyor…
“Efendim benim soyadım Ağca değil Ağacık, lütfen düzeltiniz!”
Savcının dili alışmış Ağca demeye!
Çok hoş, sürükleyen bir gazeteci kitabı daha.
Ellerine sağlık Musa.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/bu-isin-icinde-bir-is-var-da-3547646/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger