Erkekler neden bu kadar çabuk yıpranıyor???

Asansörün kapısı açılır…
Bir anda üzerinde çok büyük bir yük, bir yorgunluk his eder. Bakışlarını ağır ağır yerden yukarıya doğru kaldırır. Gördüğü üç tane güzel mi güzel çocuk, 3- 5 yaş arası. İki kız, bir oğlan. Birde el sepetinde bir bebe…
Cinsiyeti, giyiminden bile belirsiz olan. Ve bir el…
Sımsıkı sepeti kavrayan. Çocuklar daha adam asansörü terk etmesine fırsat vermeden dalmak ister içeriye. Yabancı bir dil ile adam çocuklara seslenir. Yüzünde bir tebessüm oluştu mu bilemeyiz ama adam çocukları görünce içinden gülümsedi, yüreği şenlendi…
Bekleyin ben çıkayım siz girersiniz içeriye dedi. Gözleri sepetten, ele, elden bedene, bedenden yüze doğru gezdi, baktı, duraksadı…
Bir daha baktı yüze, bir an…
Uzun yıllar görmemişti bu yüzü, önce tanıyamadı, hafızası yetişi…
Çok köşeli jeton birden düştü…
Aaa Nexxxla(!)
Tanıyamadım seni. Bunlar senin mi?
Çocukları gösteriyor parmaklarıyla…
Sanki karatahta siler gibi bir hışımda sağdan, sola…
“Benim” dedi Nexxxla. Peki bunlar kim…
Tanıttı adama bir bir. İkisi bir kızının, biri bir, biri bir çocuğunun…
Allah’ım yıllar ne çabuk geçmişti…
Bebeklikleri geldi gözünün önüne, daha dün ya dün…
Kendileri bebekti, şimdi evli ve çocuk sahibi(!)

Birden bir ses duydu, bir erkek sesi. Tanıdık geldi, döndü baktı arkasına…
Aslında dinç görünümlü bir erkek duruyordu karşısında AMA bu ne?
Saç yoktu kafasında?
İster inan ister inanma, üzüldü…
Gel dedi arkadaşı “Nexxxla çocukları parka götürecek” buyur etti içeriye…
İhtiyarlamamıştı ama saçları dökülmüştü, dertler…
Allah kimseye nasip etmesin, göstermesin böylesini. İki yaş vardı aralarında, sadece iki…
Biri dinçti, gerçi saçlar dökülmüştü diğeri…
Geberik, saçlar onunda dökülmeye başlamıştı…
İçmek zorunda olduğu, kaldığı ilaçlar, yan tesirleri ki saç dökülmesi bunlardan en hafifiydi…
Bir daha baktı dostunun yüzüne…
Evde…
Kendini o kadar yorgun, tükenmiş his etti ki o an…
Zaman!

Yardımcı olamadı dostuna…
Uzaktan uzağa, görmeden gözler, yaşamadan insan ancak bu kadar…
Software sorunu gibi anlamıştı, hardware çıktı. Yoktu yanında buna yönelik hiçbir şey!
Zaten köpek…
Zorla ava gitmişti. Dönüşte, yolda düşündü uzun uzun son aylardaki gelişmeleri!

Her elde bir sepet…
Her sırtta bir küfe…
Her bir ayakta birer kelepçe, kırk katır mi kırk satır mı misali…
Bir bacak, ayak gidiyor sağa diğeri sola…
Can…
Yavaş yavaş çıkıyor bedenden…
Acıta acıta.

Hani himmete muhtaç bir dede vardı ya…
Hani kendi himmete muhtaç…
Nerede kaldı gayrıya himmet ede?

Hanımı geldi gözünün önüne…
Dün…
Evlat donatmış sofrayı, koca gırtlak…
Afrika sofrası diye…
Ulan bu ne???

Beş gibi gelmişlerdi eve, karisi gitti yattı odasına…
Öğleden sonra beşten sabaha…
Şu kadınlar, kadınlarımız olmasa…
Ne b.k yeriz bilmem, değerlerini bilsek bari onu da bilmiyoruz…
Tepe tepe kullanıyoruz, sanki el sanki bedava…
Bir insan…
Nasıl yorulur, nasıl yıpratır kendini ki o saatten bu saate uyuya?

Evet…
Erkekler…
Erkek…
Yanlarında kadın oldukça!

Düşündü bir daha…
Arkadaşını, hatırladı eşinin simasını…
Onlarda insan, onlarda yıpranıyor AMA VAR YA…
Erkekten çok daha dayanıklı!

Geziniyoruz erkek diye ortalıkta…
Eskiden, çocukken analarımızın dizleri dibinde, etek uçlarında…
Büyüdük sözde…
Karılarımızın, eşlerimizin, sevdiklerimizin, sevdiceklerimizin…
Yârelerimizin, yarenlerimizin dizleri…
Etekleri olmasa, kalpleri…
O kocaman gönülleri, sevgi dolu, şefkatli…
Olmasa…
Bizler neyiz ki?

Hayat mı bizleri bu denli yıpratıyor…
Yoksa…
Bizler bir türlü büyümeyi mi beceremiyoruz bilmem?!

Amaaa (…)