Tam sopalık

Bir balık, yemin ediyorum sandıklardan zıplayıp horon tepecek…
Arkadaş cam, cam. Gümüş gibi pırıl pırıl…
Ah ulan ah, yeminle sopalık. Hem de evire çevire, ıslata ıslata, eşek sudan gelene kadar!

Neden ya neden?
Ne gereği var?

Devlet

Yok Platon’un (Eflatun) devlet, çok değer verdiğim Sokrates ve Aristoteles’in (Aristo) demokrasi anlayışından söz etmeyeceğim, daha çok…
Ne de güzel tarif etmişti sevdiceğim devlet tanımını:
“Erkek, devlet gibi yönetir, kadın halk, devleti ayakta tutar”
İyi düşünün! Doğruluk payı çok yüksek bir tanım.

Sanılanın aksine ki inanmayan iyi ama çok iyi araştırsın…
Dikkat, demokrasi başka bir şey, anayasal hak, ödev ve görevler başka bir şey…
Güncel bilimsel değerlendirmelere göre İlk “anayasal”, haklar halka verilen “özgürlükler” sanılanın, “bilinenin” aksine ne Magna Carta ne Amerika Birleşik Devletleri anayasasıdır!

Yine bir Alman öncülük etmiştir bu konuda da…
Bugün tanıdığımız şekliyle anayasa, bu gerçekten önemli evraka dayansa da hak, hukuk – özgürlükler ve görevler bütününün “mimarı”, alman asılı Karl der Große’dır (Şarlman).

Neyse geçelim zaten konumuz bu değil, sözü ANAYASAYA ve BAŞKANLIĞA getirmek istedim o kadar.
Neler oluyor Amerika’da?
Hiç dikkat ediyor, gelişmeleri yakından takip ediyor musunuz?
BAŞKAN demek, Kasımpaşa usulü, “Türk” usulü TEK – ADAMLIK değildir!

Demokrasi erkleri, yani kuvvetler ayrılığı…
Yine dünyada, genel anlamda siyaset Türkiye’de olduğu gibi makam, mevki, özellikle PARA kazanmaya vesile bir araç değildir, siyaset insan için, toplum için yapılır. YANLIŞ ama daha iyi anlamanız açısından, Amerika’da “milletvekili” milletin vekili, başkanın uşağı, yalaması – yalakası değil, delege, delege…
Halktan halk için çalışan, düşünen ve halkın menfaatlerini gözeten insanlar.

Neydi Trump?
Ne oldu mesela Obama CARE?
Amerika’ya girmesi yasaklanmak istenen Müslüman inancına bağlı insanlar meselesi?
Ne oldu? SÖYLE NE OLDU?

Allah – Peygamber adına…
AKP seçmeni ve Erdoğan vekillerine sesleniyorum…
Erdoğan’ın değil, milletin vekili olun, AKP’li seçmen vatan ve soydaşım kararın evet olsa bile, LÜTFEN tekrar düşün, bu fani dünyada…
Bu dünya Kanuni Sultan Süleyman’a kalmamış bu zibidiye mi kalacak?
O geberdikten sonra ne olacak? Sana Atatürk ve arkadaşları vasıtasıyla verilen gücü yine kendi elinle mi aleme vermek niyetindesin?

Devlet…
Bir ticaret hane değildir!
Şirket yönetir gibi yönetilmez, devlet kabile mantığı ve bilgisiyle yönetilmez…
Devlet bakkal dükkânı da değildir, devlet devlettir. Devlet sen, ben, O. Devlet hepimiz ve ben bana verilen gücü, hakki kimseye vermem!!!

Vida meselesi

Özellikle erkeklere mahsus bir meseledir, vida, vidalar…
Teknisyen tarafım hep şaşar, ya niye gene “fazladan” elemde kadılar?
Mühendis tarafım kızar, bilir gereklidir o vidalar(!)

Sürekli bir kavgadır, bir çekişme önder ile önder arasında…
Böyle geçer günlerim, kendimle barışık değilim…
Af edemiyorum kendimi ama bu başka bir mesele…
Yok, yok gerçekten tüm vidalarım yerinde…
Hani kafamdakilerden bahis ediyorum, salt gevşektir, sıkılması mümkün değil…
Bu yüzden tepemin tası çabuk atar.

Ya elbette boşuna değil bana takılan lakaplar…
Bu sabah mesela anacığıma sordum kardeşi, teee Facebook zamanından beri küsüm…
Kedileri çıkarmadılar, çıkaramıyorlar ama en azından tavşanlar ahırda, gidip geliyorum ama…
Sadece çocuklara…
Psikoloji, yaşam koçu. Gelsin bana versin elime somut veriler, reklamını yapayım…
Sağır Sultan duysun, gelsin akçeler…
Annem dedi “Korkuyor, çekiniyor senden! Hemen her şeye bağırıyorsun”
Boş ver dedim, ben bağırır bağırır, kızarım sonrasında susarım…
Kızmalarım, tepemin atması meşhurdur, dedim ya gevşektir vidalar…
Ne yapayım, sorarım size ne yapayım?
Her şey üzerimde, sadece kadınları düşündükçe, eloğlu bir – iki taneyle başa çıkamıyor…
Ben beşi bir yerde oynuyorum, eksik oldu birde Oma oldu mu sana altı!

Yanlışlarım var, çok büyük yanlışlar…
Özelikle evlatta yaptıklarım beni perişan eder…
Çocuk yaştaydım, on, on iki. Ortak mahfuz kaderimizdir yurtdışında yaşan ve ikinci nesil diye tabir edilenlerin ortak kaderi. Ana ve baba dil bilmez her şey bizdeydi, oraya koştur buraya koştur, tercüman ol nerdeyse her şeye. Tabi daraltıyor özellikle altından kalkılmayacak meseleler. Çabucak büyümek zorundaydık, yaşamadan çocukluğu. Dedim evlat yaşamasın bu sıkıntıları, aldım TÜM sorumluluğu üzerime, bırakmadım HIÇ KIMSEYE yapılacak bir iş, üstlenecek sorumluluk.
Ne büyük bir yanlış ne kadar büyük…
Hal böyle olunca tabii bir tepkidir vidaların gevşemesi…
İstemeden kırdıklarımdan, bazen bilerek ve isteyerek üzdüklerimden, yürekten…
Canı gönülden özür dilerim.

Askerlikti ilk üstüne yüklediğim sorumluluk, eline yüzüne bulaştırdı, yine ben çözmek zorunda kaldım.
Maddi manevi, ekmek elden su gölden…
Dedim çek, ileride baba olacaksın, ailenin sorumluluğu üzerinde olacak, çektirdim, kendim acı çekerek. Ve buna benzer neler neler. En son Israil davası, annem bu sabah bana sordu…
“Önder, sen hiç böyle şeyler yapmazdın. Ne oldu sana?”
Ne olacak anacığım, yaptığım hataların geçte olsa telafisi, en azından denemsisi…
Pahalıya patladı, olsun! Yeter ki evlat bir şeyler öğrensin, ucunda ölüm olmasın. Korktuğum…
Yok şahsen değil sevdiklerimi kaybetmekten korkarım, kâbusum. Ve sevdiceğim sen bile beni tedavi edemezsin, travma öyle derinlerde ki, tedavisi bu saatten sonra mümkün değil.
İstediğim ve verebileceğim, özellikle verebileceğim…
Sonsuz güven, güvenirler bana, biliyorum sende güveniyorsun. Böyle uzaktan uzağa biraz garip oluyor ama biliyorum, his ediyorum geleceksin dedenin ninesi olacaksın ve Allah nasip – kısmet ederse…
Yaşatacağım yeryüzünde cenneti sana, sana ve tüm kalbimde olanlara. Hangi birinizi birbirinizden ayırayım? Üç çiçek, üçü birbirinden değerli hepsinin gönlümde, O çok özel odada yeri var…
Biri ilk, orta ve SON, kalbimin kraliçesi, kalbime taht kuran…
İnan…
Yeminle hiçbir kadına vermemişimdir bu sıfattı, söylememişimdir sadece sana….
Bunlar…
Herkesin okuyabileceği ama illa yüreğinde his edemeyeceği şeyler…
Bir an için düşün, saçlarını okşarken, kokunu, o özlediğim kokunu içime çekerken kulağına fısıldayacaklarımı, sevdim seni karım, sevdim seni kadınım gibi. En iyi sen biliyorsun nasıl, en iyi sen…
Sadece sen, hep kalacak olan sen. Yanlışların telafisi mümkündür, en azından iyi kötü. Kırılan kalp onarılmaz ama sevgi ve şefkatle ile sarılıp sarmalanabilir. Karşılıklı hatalar, karşılıklı yanlış anlamalar.

yârin açacağım kütüphanenin kültür ve din bölümlerini. Senin girişin ise çok özel olacak, senin gibi özel. Gitmem lazım, kaçta dönerim haberim yok. Gidip bir bakayım ne diyor bu insanlar. Anlatılacak gibi bir şey olursa anlatırım. Öpüyorum yüreğini, öpüyorum o özlediğim kirazları.
Sevdim seni kadın…
Sevdim seni aşk ile…
Benzemez kadına, vatana aşk…
Ne ana, baba, kardeş sevgisine…
İnsan sadece ve sadece aşk ile sevebilir Allah’ı, vatanı ve kadını.

Sihirli sözcükler

Kalp, kalbe karşıdır derler, iki gönül bir olunca samanlık sayhan olur…
İnsanın gözünün içine sokarcasına ne ayıp işlenir ne günah…
Ne olursa olsun, hangi şartlar altında olursa olsun niyet ve yürek ve akıl denilen temizse…
Ve Allah nasip ettiyse helalidir, helal!

Sen, ben, O kim ki takdir O makamdan geliyorsa, insan kimdir, nedir?

Geldi yine…
Sordu bana, sabah arabayla yanından geçti, gördük birbirimizi…
Işı vardı herhalde durmadı yoksa mutlaka durur hal – hatır sorardı, geçen geldiğinde gördü beni, ayakta zor duruyordum. Sordu “Nasılsın? Daha iyi görünüyorsun. 16 Nisanda ne olacak?!”
Dedim ver elime bir Smart Rifle…
16. Nisan olmasın. Gerçekten öldürebilirim, gözümü kırpmadan bu yaratığı öldürebilirim.
Güldü…
Dedi “4000 kişi tarafından korunuyor, sürekli”
Allah’ı dilinden düşürmeyen ama kadere, alın yazısına inanmayan birisi. Ölümden korkan. Yaşa acılarla, öyle acılar ki uyuşturucu bile fayda etmesin, ölmek istemez misin? Morfinin iki kat gücünde, eskiden tek morfin etkisiyle adamları bir baştan bir başa yarıp, ameliyat ediyorlarmış. İki kat gücünde ve acı hala öyle yoğun his ediliyor ki, Allah…
İnsana boynuz taksa, sırtına kambur, felç etse bile insan yine yaşıyor, yaşamaya azim ediyor. Otur bir an için düşün, ölmek istemez misin her anin böyle olsa. Geçenlerde okudum ve gerçekten laf değil büyük bir söz “senin için yaşmayı göze almışım gülüm”
Ne diyor? Ölmek kolay yaşamak zor, aynen öyle. Yasamak, hem de yudum yudum, an be an seninle.

Sihir…
Kinde, nefrette, öfkede, şiddete değildir…
Sihir yüreğin yürek ile sevişmesi, mesafelerin, zamanın ne önemi kalıyor daima yanındaysa, taa içinde.
Parçam dedim, en önemli parçam kalbim…
Benim dedim, ailem dedim, kadınımmm dedim…
Daha ne diyeyim?
Sihir kinde, nefrette, şiddete değildir, sevgide, şefkattedir, insan olabilmekte…
Ne kin ne şiddet gördüm, şaştım, aklim almadı…
Güçlünün, güçsüze yaptıklarını gördüm. İnsanim, şiddet uygulamadım desem yalan olur. İlk defa, ilk göz ağrıma, ilk defa bir kadına elimin kalktığıdır. Hem de kız kardeşlerinin yanında. Ne kadar ayıp ne kadar küçük düşürücü bir durum. Yeminle, bilerek ve isteyerek olmadı, refleksti. Bir tokattır şiddetim veya sözlerimle döverim. Tokattan tokada fark var. Osmanlı tokadı dediklerinden…
Elin özel bir şekilde açılır ve yukarıdan aşağıya…
Bir söz söyledi, şakaydı ama bazı şakaları hiç kaldıramıyorum. Canim çıktı gönlünü alana kadar, çünkü gerçekten refleksti. Henüz evlenmemiştik, sadece birlikteydik, kızcağızın elinde dondurma. O dondurmacı hala duruyor eski yerinde, ne zaman geçsem önünden canlanır gözümün önünde o sahne. Sihir…
Kinde, nefrette, öfkede, şiddete değildir…
Sihir yüreğin yürek ile sevişmesi, mesafelerin, zamanın ne önemi kalıyor daima yanındaysa, taa içinde.
Parçam dedim, en önemli parçam kalbim…
Benim dedim, ailem dedim, kadınımmm dedim…
Daha ne diyeyim?

Hatalıysam özür dilemek bana düşer ama muhatabımda bir daha…
Çok daha…
Çok çok daha dikkatli olmalıdır. Şaka ile kaka karıştırılmamalıdır. Öptüm…
Seven yüreği, özlemle bekleyeni, öpüyorum iyi niyeti, yürekten öperim sadakati, şefkati ve sevgiyi.

Çok şükür, Allah’ıma çok şükür

Dikken üzerindeydim, kor alevler üzerinde…
Şimdi haber geldi, „Knapp“ yani ucu ucuna ama başardım galiba diyor, yani çok şükür bitti!
Gerçi…
Ya herif siyaseti veriyor, ticareti veriyor bilişimde takılıyor akil alacak şey değil…
Pezevenk ya pezevenkkk…
Tembel pezevenk, babasının oğlu 🙂
Kafa çalışıyor, aptal değil bildiğin tembel. Ah bir bilseniz buralara getirene kadar ne mücadele ne kavga ne sinir krizleri geçirdim…

Dayday misali, bir haftadan beri yataklık hasta, Dada ayni ben, hık demiş burnumdan düşmüş, sadece okul notları, anası gibi inekçi, hep 1 veya 2. Dayday ben, hele spor olduğunda komalara giriyor. Dedim ya bir haftadan beri yataklık hasta, anneme sordum:
Osuruk hastası mi? Yani numara mi yapıyor, “yok, gerçekten hasta” duyda inanma!

Annem bu sabah Israil için ne diyor çok güldüm, “gidebilirseniz vardır bunda da bir hayır, belki bir Israil kızı bulur. Yahudi kızları sağlam olur, çok sağlam, dindar”
Benim için fark etmez, önemli olan insan evladı olsun, gönül tabi Türk kızı ister ama ya nasip, kısmet. Allah ne yazdıysa. Ya gerçekten, inşallah bitmiştir, inanın sinir diye bir şey kalmadı.
Bunların TÜMÜ yeminli…
Beni bir an evvel öte tarafa yollamaya yeminliler, TÜMÜ!

Educational trip

“Seni ben bile kurtaramam”
Böyle diyor hatırı sayılır, mevki sahibi bir dost…
“Vaz geç bu işten, vaz geç, sus!”

Evlat…
Ve evlattan vaz geçilmez, kendinden geçersin ama evlattan asla vaz geçemezsin!

Evlat siyaset ve ticaret okuyor, taktı sıpa yoksa çoktan mastere başlamıştı…
Utanç vesilem ama gelip bana danışmadı, müdanası yok pezevengin, gelseydi…
Bildiğimi, hele bilişimi öğretmez miydim can ile baş ile?
Diplomasi benim “hedefim” onu diplomasiye yönlendirmek, özel ilgi alanı Ortadoğu…
Tutturdu Israil diye ki hâkli, İkinci dünya savaşından sonra Israil hesaba katmadan Ortadoğu siyaseti
düşünülemez bile. Eskiden, hani AKP öncesi…
Türkiye Cumhuriyetinindi bir ağırlığı vardı coğrafyada, bir yere kadar söz sahibiydi. Özellikle silahlı kuvvetleri sayesinde. Kafası basmaz hayvanlar, hele sözde liderleri, göt yalayıcısı…
Aklınızın bile alamayacağı, hayal dahi edemeyeceğiniz zorluklar çıktı…
Bana kalsa ki biliyorum Allah yanımda, >>> anında vaz geçeceğim <<<, tek başına yollamak istemedim, tehlikeli yerler. Hadi dedim ailecek gidelim, hem Kudüs’ü ziyaret ederiz. Üç Hak dininin kutsal toprakları. Niyet ve kısmet…
Hanımı bırakmak zorundayız Almanya’da, baba – oğlu gideceğiz, kısmetse bir daha hafta Salı. Hotel, kiralık araba, uçak biletleri hepsi ama hepsi, aklınıza ne gelirse alındı, rezervasyonu yapıldı, parası ödendi. Ne para görüyor gözüm ne pul…
Bana kalsa anında vaz geçeceğim. Educational trip denilen, eğitim gezisi, evladın istikbali için olmasa…
Ne Mekke ne Medine, çocukluğumdan beri aklımda Kudüs…
Her şeyin başladığı ve bittiği nokta. Allah hayırlara çıkarsın, batıl inanç demeyin, tecrübe…
Ne zaman zorlasam başım belaya girer, Yaratana sığınırım…
Kalbimle, sevdiklerimle, tüm kalbimde olanlarla Allaha sığınır onun takdirine boyun eğerim.

Hep derim…
Üç beş sene, niyet ciddi, ben samimi, kalp temiz…
Yürek papatyada, gülde, akıl hep yanında, onda…
Önce Allah’a sonra bana inanıyor, güveniyorsan biliyorsun gerisini…
İçime bir korku girdi, gerçekten kokmaya başladım, hayra alamet değil tüm bunlar, son günlerde yaşadıklarım, gördüklerim, korkuyorum!!!

Ben bilmiyor muyum, beni gerçekten geri zekâlı mi sandın?
Olmasa…
Olmasa ama oldu…
Verdiğim sözden dönmem, tutamayacağım sözü vermem.

Ama korkunun ecele faydası yok. Takılacağım evladın peşine, yalnız bırakmam imkânsız…
Anla, anla beni ve dikkatli ol, kendine, evlada çok dikkat et. Etraf sapık dolu, araba, kamyon, bıçak, balta demiyorlar. Ve ben her yerde aynı anda olamam. Ruhum dedim, gerçek bu, beni yeter ki yüreğinde his et, hep yanında, hep çevrende, hep gözüm üzerinde!

Bu gocunma niye?

Böyle bir zibidiye destek veren, yetmedi senelerden beri destek vermese bile dolaylı yollardan, onun hala iktidarda kalmasını, > tepkisizliği < ile sağlayan insana, topluma kimsenin saygısı olmaz. Kimi, neyi muhatap alsın dünya?
Neden gocunursun?
Kalk ayağa ve yık AK Sarayı başından aşağıya bak bakalım dünyanın sana saygısı nasıl artacak.
HAYIR desen bile O ne yapacak, yapacak O sandıktan EVET çıkacak!

Sen…
Bu zihniyetin seçimle gideceğine gerçekten inanıyor musun?
Ne kadar safsın arkadaşım.

Bohçacıyız vesselam, torbacı

Sebze çorbası mübarek, havucu, patatesi, soğanı, pırasası ve kerevizi…
Ne bulursak atıyoruz tencereye ne çok severiz elma ile armudu bir torbaya atmayı…
Bohçacıyız vesselam, torbacı!

Maydanoz oluruz köfteye ama harcı eksik ne soğan var ne kimyon, ekmek hak getire…
Olsun…
Yanına hıyar salatası var ya, hıyardan çok, hıyardan bol ne var bu koca dünyada?

On beş senedir torba yasalarla yönetiliriz mesela…
Kanun hükmünde kararname başka bir adı…
Ne soran var ne sorgulayan, eyvallah çekiyoruz her şeye…
Yeter ki yılan bizi sokmasın, bin yaşasın isterse…
Ama yılan sinsi, yılan bir sürüngen…
Kapıdan olmazsa, girer bacadan.

Sözcü gazetesi nasıl tepemi attırdı…
Ya akıllı uslu dediklerim, güvendiğim tüm dağlara kar yağıyor…
Göz gözü görmüyor. Kaldım, kaldık dağ başında, kurda – kuşa, ite, köpeğe, uğursuza yem.

Satranç…
Kralların oyunudur, öyle derler…
Gerçekten de öyledir, siyaset ise emsali…
Oynayamaz her önüne gelen kenar mahalle dilberi…
Oynayamaz kerhanecisi, pezevengi…
Hele Kasımpaşalının ne haddine, uluslararası sahnede, götü boklu türbanı şırfıntısıyla…
Pohpohlana pohpohlana sanır kendini lider, muhatabı yoktur aslında…
Kimse almaz, görmez kendine onu muhatap, alay konusudur, dalga geçer – kafa bulurlar onunla.

Yoktur aslında ondan farkımız…
Ayakları edersen kendine baş, doğaldır ki dünya tersine döner…
Başlarsın kenefte sıçar gibi dışkını salgılamaya, sarar etrafı pis kokular…
Ne saygı kaldı ne sevgi ne terbiye…
Ver Şabana gitmez yabana, Hayırda çıksa Evet de çıksa ne fark eder…
Değişmedikçe tiyniyet, zihniyet ve kafa?

At torbaya kardeş, at gitsin…
Kat kavramları birbirine, kat…
Haktır sana, müstahak…
Bohçacıyız vesselam, torbacı!