Sigmund Freud veya insan neden böyle

Lüzum üzerine oturdum yine yazıyorum. Hep derim ya yazmak, içimdeki zehri atmak, üzüntüye “yol” vermek stres atma yöntemlerimden biri. Yoksa gerçekten delirebilirim. Ve biliyorum, okunuyorum, benim gibi düşünen, benim gibi his eden nice insan var, bu yüzden duygularımı, düşüncelerimi dilendiriyorum.

Sigmund Freud’un kendine sorduğu…
“Ömür boyu” aramasına rağmen cevabını bulamadan ölmüş olan insan…
Eminim, evet emin…
Benim bu soruya verilecek bir cevabım var…
Ben kim S. Freud kim?
Haşa kendimi onunla asla bir tutmuyorum AMA benim yaklaşımım farklı, dünyaya ve kadına ondan farklı yaklaştığımı sanıyorum. Kadınlar ne ister?

Gerçekten sorduğu sorunun cevabını verebileceğimi sanıyorum. Belki dilim dönmeyebilir, bilimsel doğru tanım ve terimleri kullanmayabilirim, ancak “yarı bilimsel” bu sorunun cevabını tarif edebileceğimi sanıyorum. Evet tarif, doğru kelime bu, tanımlamak için kendimde yeterli bilimsel kapasiteyi göremiyorum. Ancak…
Beni daha çok meşgul eden ve benimde kendime sorduğum soruya ne bilimsel ne kendi açımdan mantıksal bir açıklama bulamadım. Hep derim nedeni neden eden ben.

İnsan…
Bir yanı dürüstken diğer yanı hırsız olan…
Bir yanı düşünenken diğer yanı düşüncesiz olan…
Bir yanı “iyiyken” diğer yanı “kötü” olan…
Bir yanı bilgiliyken diğer yanı bilgisiz olan…
Bir yanı “ahlaklıyken” diğer yanı “ahlaksız” olan…
Bir yanı hoşgörülüyken diğer yanı hoşgörüsüz olan…
Bir yanı anlayışlıyken diğer yanı anlayışsız olan…
Bir yanı fedakarken diğer yanı bencil olan…
Ve bu listeyi daha o kadar uzatabiliriz ki neredeyse sonsuza kadar(!)

İnsandan insana fark var, nedenleri muhtelif…
Geçenlerde bir müşteri geldi, kadın beni tanıyor ama her zamanki gibi tanımıyorum, tanıma zorunluluğumda yok. Çalışamıyorum ya…
Resmen aşağılık duygusu geldi, çok üzüyor beni bu durum. Yeminle, ailemin kadınları bir an için bile olsa bana böyle bir duygu vermediler. Zamanında yaptım yapacağımı. Evlat durumu farklı değerlendiriyor, bakıyor anası sürekli çalışıyor, biliyor durumumu…
Sağlığımı ama kendisini alamıyor, bilinçaltı…
Yerleşmiş, belki dış etkenler, riya olabilir mi? Bilmiyorum!

Geldi kadın, hanım başka müşteriye bakıyordu, elimden gelen > her yerde, her alanda < elimden gelen, bacaklarımın beni taşıdığı, gücümün yetiği yere kadar yârdim ediyor, yârdim etmeye çalışıyorum. Asla tembel birisi değilim, hele at sırtında yaşayan sinek hiç değilim. Ki çok gördüm, özellikle buralarda, dayıyor kendini kadına ekmek elden su gölden. Müşteriye sordum, tabii Almanca. Nasıl yârdim edebilirim size?

Kadın cevap verdi “Teşekkür ederim ama eşinizle konuşsam daha iyi olur” dedi. Bunun üzerine ben kendisine; öyle demeyin, on yedi yaşımdan beri bende dolaylı yollardan bu işin içeresindeyim. 17’ydim, annem zorla kulağımdan çekti beni makine başına oturttu.
Öğretti…
Belki yardımcı olabilirim dedim. Kadın…
Çok tuhaf baktı bana, küçümsemekle inanmamak arası bir bakıştı. Devam ettim; iyi ki öğrenmişim dedim. İşim oldu mu, daraltma, kısaltma veya genişletme gibi kimseye sormuyor kendi işimi kendim yapıyorum. Ancak dikiş dikmek bana göre değildi, bilişimciyim dedim. Bu sefer kadının yüzü değişti. Haspam…
Sanki çöpçü, ne bileyim ayakkabıcı, pazarlamacı olmak veya konu olduğu gibi ekmeğini iğnenin ucuyla kazanmak ayıp bir şey.
Ekmek ve ekmek parası…
Düşmez, kalkmaz bir Allah. Önemli olan helal lokma değil mi? Beni ben eden… Varım yoğum, beni ve tüm ailemi, bizi biz eden iğnenin ucu, göz nuru!
Kendini bir bok sanan insan…
Karşısındakini küçümseyen. Konu açılmışken, bende kendi açımdan bir muhtemel yanlış anlamayı ortadan kaldırmak isterim. Akıllı uslu insanın başımın üstünde yeri var. Babam, rahmetli 60’li yıllarında ilkokul diplomasi alan bir insan. Okumamış AMA oturt karşısına profesörü, “adam” ona hayran kalmazsa gel yüzüme tükür. Bende “okumadım” yani bildik diploma sahibi değilim ama sanırım bilgi birikimim ortada. Okuyup, okumamış olmak, bir yerleşkede belli bir semte yetişmek, orada büyümek O insanın kalitesi veya kalitesizliğine gösterge değildir, olamazda. Ancak belli oranda bir ipucu verebilir. Bu açıdan Kasımpaşalı dediğim zaman maksadım Kasımpaşalıları küçümsemek asla değildir. Bu semtin kendine özgü bir ünü, unvanı vardır ve ancak belli oranda orada ikamet eden veya etmek zorunda kalan insanları tarif edebilir. İnsan bireydir, çevresi ise onu ister istemez etkiler çünkü insan sosyal bir varlıktır.

Oma’dan geliyorum…
Sorumluluğunu üzerime aldığım insan. İçim gitti, çok üzüldüm…
>>> Yalnızlık <<<
Kadıncağız 98 yaşına girdi, içki…
Şişe, şişe…
Neler denemedim ki, dedim bendensin, bizden. Aileden, bizim büyükannemiz…
Ama…
İnsana ancak yardım edilmesine izin verdiği oranda yardım edebilirsin. Kendime oda yaptım, yok rahatsız oldu. Otuz küsur sene olmuş eşi vefat edeli, o zamandan beri yalnız…
Yalnızlık zor zanaat, yalnızlık Allah’a mahsus…
Allah insanları çift yaratmış, yarım yarım, iki yârim elma bir araya gelmeli ki bir bütün olsun…
Bir…
Tek ses, tek vücut, tek yürek.

İnsan…
Neden kendini olduğundan faklı gösterir?
Neden bu kadar menfaatperest?
Sen yalnız ben yalnız, neden uzanan elden rahatsız olur, neden inanıp güvenmez?
İnsan neden böyle, neden?

Müzik…
Omar Akram’dan…
Take my hand…
Take it, take. Call me back!

Dijital kütüphanemin din ve kültür bölümleri, genel kültür anlamında

Internet Explorer 11 veya diğer tarayıcılar…
>>> Mcrosoft Edge HARIÇ!!! <<<

Benim suçum değil, yapabileceğimde hiçbir şey yok…
Kütüphanemin kültür bölümü:

https://files.mycloud.com/home.php?brand=webfiles&seuuid=69b205383c275d156934a4069a633e60&name=%E2%80%A2_Culture

Ve din, din bezirgânlarına, yalana dolana SON. Okuyun lütfen, “doğrusunu” öğrenin ve kanmayın.

https://files.mycloud.com/home.php?brand=webfiles&seuuid=48ff03a226356b1bf3f3e5e092f1b1ae&name=%E2%80%A2_Religion

Internet Explorer „Windows Accessories“ altında „Tüm uygulamalar“ sekmesinde bulunur. Görsel olarak bu linkte IE11 nasıl açabileceğiniz tarif edilmiştir. Favoilere eklemenizi öneririm
https://www.asus.com/tr/support/faq/1012987/

NOT:
FTP vesaire hiçbir şeyi açmadım…
Doğrudan BENIM SABIT DISKLERIMDEN BIRI…
Bildiğin http…
Salt link, tertemiz, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim. İnşallah hak sahipleri af eder beni…
Kul hakki yemek niyetinde değil. Ün, unvan, para umurumda değil…
Emeğe saygım çok büyük…
>>> lütfen hoşunuza giden eserleri satın aliniz ki yazanlar, yayınlayanlarda ekmek yesin <<<
Salt ve asil hedefim genç zihinler, yalana dolana kanmasınlar…
Siyasi “mücadelemin” bir parçası, suç işlediğimi bile bile…
“Cebi delik çeyrekten” çalışamayandan ne talep edebilirler?

Hapsi göze alıyorum çünkü mevzuu hayat memat meselesi!

###

Unuttum, kafa kalmadı arkadaş, kalmadı…
Yorulmama bağlı, zihnen veya bedenen VE aklımın nerde, nerelerde olduğuna…
Kütüphane, Almanya saati ile 06’dan 23:59’a açık.

Dün mesela…
Canım çok istedi, hanıma > bir kez < söyledim, öfff’ü duyunca…
Haydi kızım yallahhhh…
Kendim yaparım, uzun zamandan beri yapmamıştım, pirinci az oldu, salça malça hepten unuttum…
😊
Nefsi körelttim mi? Körelttim, bitti!
Dinen ve tabii terbiye açısından, anaya – babaya öf çekilmezmiş…
Bence doğru bir yaklaşım…
Çağımızda, birey üzerine > çullanan < yük, bireyin kaldırabileceği sınırlarına erişti…
Hayat müşterek…
Öfff çekilir mi? Ne kadar ayıp…
Benim bilmediğimi sen, senin yapamadığını belki ben yapabilirim…
Hele, hele bilgi denilen konu…
Beraber yürüdüğün yolda herkesin > görevi < ki yürekten gelmeli birbirini doldurmak değil midir?
Öteki yârimi ararım neredeyse 28 sene olacak…
Öteki yârim nerelerdesin?
Söyle nerelerde bulacağım seni, nasıl ulaşacağım sana?
Dede…
Çok çöktü, bitti, tükendi…
Ninesi nerelerdesin? Eşim olan…
Kalbimi, zihnimi ve yatağımı dolduracak insan, nerelerdesin?

Fizik, metafizik ve Spitzbergen (Svalbard küresel tohum deposu)

Şimdiye kadar hangi yalanıma şahit oldunuz?
Siyasi öngörülerimde yanılmış olabilirim ama özelimde veya duygusal yaklaşımlarımda neyime rastlamış olabilirsiniz ki, hangi yalana veya dolana, kandırmacaya?
Bir yüzüm çok yönüm var, ayakta duramıyorum ama saniyeler içinde dünyayı dolaşabilecek birisiyim…
Sadece bu olsa ki beni tanıyanlar bilirler, bir an önce buradayım bir bakmışın saatler sonra > fizikken < dünyanın bambaşka bir yerinde!

Ruhum dediğimde yalan söylemedim!

Nefret ederim insanın soytarısından, yine nefretliktir benim için insanın çok bilmişi…
BENIM diyeni…
Sen, bensen, sadece ben, sadece ben biliyorum, sadece benim doğrularım diyebiliyorsan…
İnsanlar arasında ne işin var?

Oturalım konuşalım…
Bilmediğimi bilmek, bilinmeyeni bildirmek beşerler arasında bin yıllardır alışılageldik bir uygulama değil midir? Güven böyle tahsis edilmez mi?
Gözün gördüğü, beynin algıladığı yanıltabilir, bilimsel yanım bunun bilincinde olmakla birlikte insan yanım, yaşadıklarım, evet bizzat yaşadıklarım, şahit olduklarım, tecrübelerim hani deneyimlerim…
O küçücük beynin alır mi senin?

Okumak öğrenmenin bir yoluysa, yaşayarak şahit olmak, şahit olduklarını görüp, algılayıp > değerlendirebilmek < ve ders çıkarmak başka bir yol ve yöntemdir. Basit yanlış kelime, sade, saf, hani gökkuşağının ucunda umut edilen mutluluk, zenginlik ve refah, saadet saflık, sadelik ve temizlik ki ruhun ve bedenin, işte o uçta gömülü, aramak ve bulmak. Sadelik, saflık salaklık demek değildir, aksine bir hayat anlayışı, az ile yetinebilme. Örnekleyelim isterseniz; aile içi şiddet mesela… Siz… Şiddetin çok yönlü ve değişik şekiller alabileceğinin bilincinde misiniz?
Yok, hiç fark etmez fiziki şiddet, psikolojik şiddet…
Siz…
Şiddete maruz kalana VE esas şiddeti uygulayana bakınız… Dedim ya aile içi şiddet, eğer sizi bir zamanlar > gerçekten < sevmiş biriyse size uygulayabileceği şiddetin ölçüleri sınırlıdır. Bir çerçeve içinde hareket eder, ötesine gidemez kalbi engeldir. Esasen duygusal veya herhangi bir bağı olmayanın şiddetinden korkmalıdır insan, uygulayanın şiddeti sınırsız olabilir.
Siz…
Bizzat şiddete maruz kalmış olabilirsiniz, belki sizi bir zamanlar seven veya halan seven birisinin şiddetine. Peki, …
Siz…
Size “yakın” olmayanın şiddetine maruz kalıp, bizzat yaşayıp gördünüz mü? Gördüyseniz…
İnsan ruhunun kenefine girip çıktınız mi?
Hani fantezi dedikleri, hayal gücü, yok illa cinsel fantezilerden bahis etmiyorum. O da bir yöntem, haz almak, değişik şeylerden hoşlanmak. Orada da var şiddet ama şiddetin, şiddeti doğurduğunu, şiddettin sinirsiz olabileceğini, hayal gücünüzün yetmeyeceğini AMA başkalarında hayal dahi edemeyecek kapasitelerin “saklı” olduğunun bilincinde misiniz?
Saklı, gizli…
Bilinçaltı…
İnsan zaman içinde değişebilir mi?
Sen…
Kendine karşı dürüst ol, sen on – yirmi sene önceki sen misin?
Kafesler, çekmeceler, kalıplar…
Genellemeler…
Farklılık arz etmek, farkındalık yaratmak, farklı olmak, karakter…
Ey anam ey, gözünü sevdiğiminim görgüsü, yetiştiğin ortam, çevren…
Görüp – geçirdiklerin, eğitimin ve illa görgün, benliğinin, kişiliğinin temeli…
Bu temel üzerine inşa ettiğin insan, sen, seni sen eden…
İnsan, hayvan, hayvandan aşağı ve insan evladı olan!

İnsansa mevzu bahis olan…
Genellemelerden kaçınıp kişiye özel yaklaşmakta fayda var.

Spitzbergen…
Daha önceleri değinmişimdir bu konuya, arşivlerim meydanda…
Tohum…
Tohuma toprak gerek. Tohum toprağa düşecek ki yeşersin, büyüsün, beslesin…
Tohum ki öz…
Toprak ki ana, severim bu benzetmeyi, tohum erkekteyse toprakta ana, kadın…
Ne tohumun özü kaldı ne toprak eski toprak. İkisinde kirletmeyi başardı insan…
Dürüstlük erdemdir her insanda olmayan…
Mertlik ki Türk erkeğinin özüneydi bir zamanlar, kalmadı, öldü diyebileceğimiz kadar azaldı. Aslında korunma altına alınması gereken bir tür, yok olmaya yüz tutan türler arasında. Spitzbergen bu yüzden kurludu. Gün gelir lazım olur diye, her ülkenin kendine özgü bitki örtüsü, insani, karakteri, özü…
Genetiği değiştirilen sadece bitkisel örtü değil ki, insanında genetiği ile oynadılar, oynuyorlar. Bak lazım oldu, Suriye’de yıllardır, Erdoğan’ın da desteği ile savaş var, tar.im yok olma sürecinde, haliyle tohum kalmadı, öz bitti. Şimdi Spitzbergende olan Suriye tohumu Meksiko’da yetiştiriliyor ki savaş sonrası bu tohumlar Suriyelilere iade edilebilsin. INSAN kardeşim insan, tüm mesele insan olabilmekte.

Güzelmiş, çirkinmiş bana ne? Derdim insan, en güzeli insan evladı olan…
Benim olan, ömür boyu benimle olan…
Mutlaka okumanız dileği ile:

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/soner-yalcin/gdolu-turkler-1752608/

Psikoloji, sosyoloji mesleğim değil, özel ilgi alanlarım…
Genellemelere karşıyım, görmem lazım, izlemem lazım ki bileyim, emin olayım AMA…
Mesela at resimleri, deniz, dalgalar, sırtı dönük olmalar…
Renkler, özellikle renkler, pasteller…
Müzik zevki, siyasi duruşu, okudukları, varsa kütüphanesi…
Anlattıkları, paylaşımları bana uzaktan uzağa veya bazen yakından o insan hakkında bilgi verir…
Bir nevi kanaat oluşur AMA yetmez, yetmez, yetmez…
Son tahlilde insan denilen o kadar değerlidir ki ne hayat ile oynanır ne çok yakından tanımadan, bilmeden, emin olmadan, gözlerinin içine bakıp, yok gözler yalan söylemez diye bir şey yok, yüzdür yalan söyleyemeyen, karar veremez, vermemelidir insan. Uzaktan uzağa davulun sesi hoş gelebilir, git yakınına, dur yanına, dayanabiliyorsan eğer!

Dedim ya uzaktan uzağa davulun sesi hoş gelebilir…
Dönelim o pezevenge, piçe, babası beli olmayana, kansıza, soysuza…
Askeri ücret neydi?
Brüt: 1777,50 TL
Net: 1404,06 TL

Öz, öz kardeşim öz…

Mesele ne anayasa ne başka bir şey mesele özde, insanda…
İrdelenmesi gereken, iyice anlaşılıp idrak edilmesi gereken konu ve soru:
Türkiye Cumhuriyeti’nde siyaset neden ve niçin yapılır?
Nedeni ki dürüst ise insan bellidir…
Niçinine gelince, en azından Atatürk sonrası, kısa bir istinsah dönemi Kara Oğlan…
Güç ve para için!

İstisnasız güç ve para için…
Recep Tayyip Erdoğan, ah ulan ah yürekli bir savcı, yürekli bir > milletvekili < olmalı ki soruşturma açsın, cevaplanması şartı ile, ısrarla cevaplanana kadar peşinden koşsun, soru önergesi versin…
İddia değil, güvenilir kaynaktan…
Pazarlamacı piç…
Hem de…
Kırmızı meşin, para peşin…
Orospunun dölü dakikada, TEKRAR dakikada on bin Dolar kazanıyor…
On dakika bir yerde konuşma mı yapacak, pesin para 100 bin dolar cebinde…
Yazar – çizer “takımının” son zamanlarda AMA özellikle Sayın Bekir Coşkunun bir sorusu oluyor(du)…
NEDEN geçmiş siyasetçiler sesini yükseltmez bunca yalan, dolan ve pazarlamacı taktikleri karşısında?
Yanıtı…
Yedide saklı, yine arşivlerimi sağlık veririm, hep şüphelenmiştim artık BILIYORUM…
Uzan grubunun stratejisi, şantaj ve baskı!

Fizik…
Metafizik ki insanda ruh, özü, düşünceleri, karakteri, ahlaki…
Benim için asil olan fizikten mada metafiziği insanın, iç güzelliği, gerçek yüzü!

Bu…
“Uzun” bir süreliğine son yazım olacak, yârin yazmam kesinlikle mümkün değil, Salı günü gidip de girebileceğim, girip ama sağ salim çıkabileceğim biraz şüpheli bir seyahate çıkıyorum.

Unuttum: Yeni bir strateji, kendinden emin olmak, kazanacağından ki bence önceden belli. Bu zihniyet kendiliğinden gitmez, gitmeyecek!
İkinci referandum, Avrupa Birliğine girelim mi girmeyelim mi?
Herifler sanki seni istiyor!
Ne sen ve evet maalesef ne bizler bu topluluğa, olgunluğa, kültüre yakışan, yakıştırılan bir zihniyete, kafa yapısına sahibiz!

Yedi, niye sustun ulan?

Umarım, umarım anlayan anlar, üstü kapalı. İçim rahat etmedi, işi gücü bıraktım. İki satir da olsa, iki satırdır. Daha açık yazmam mümkün değil.

Cihan padişahı, götümün kenarı…
Niye suspus oldun evladım, ufff mu yaptılar, canını mı acıttılar?
Ben sana demedi mi Saddam’ı unutma, hatırla, hep aklında olsun?!!!

Sen istediğin kadar AK – Saray çevresinde Jammer kullan, değil iki kilometre sinyal bozucusunu yirmi iki kilometre yarıçapına çıkar, GÖTÜN pazarda!

Neler, ne gizli belgeler dolaşıyor internettin kenarında köşesinde, AK – Sarayın…
O seni koruyan binlerce yoldaşın, emir kulların bile kurtaramayacak seni zamanı geldiğinde.

Yok, tepmemin tası bu sefer atmadı, öğrendiklerim > aklımı < durduruldu, geriye kalan iki gramı…
Adilik…
Orospuluk olur ama bu kadarını senden bile beklemezdim. O yedi çember…
AK – Sarayının ve kendi çevren etrafında oluşturulduğun yedi çember bile kurtaramayacak seni. Bir el diğerinden habersiz ama eloğlu aptal değil be “koçum”. Hemen FETO deme, suçu ona yükleme…
Cihan padişahının cihan imamı bu kez suçsuz…
Seni satan bizzat yine sen, senin çevren…
Muhammet, Türkçesi Mehmet…
Mehmetçiği, vatanı ve milleti satan sen, gün gelecek seni satmayacaklar mı sandın?
Sen…
Uluslararası siyaseti, sen uluslararası şirketleri ve güçlerini ne sandın?
Hiç mi ders almadın Katar Emrinden, bir öncekisinden. Anlamadın mi, bilmedin mi, görmedin mi neden? Müslüman kardeşler, Müslümanın Müslümana kardeşliği menfaatlerinin bittiği yere kadar.
“Dindarım” diye geçiniyorsun…
Sanki bilmiyorsun, EMINIM biliyor ve bile bile yapıyorsun, Suudi Arabistan ve vehhabiliği, selefiler, IŞID, bile bile, sandın hesabi sorulmayacak!? Devlet ve devlet refleksleri, devlet ve kurum ve kuruluşları, güvenlik güçleri. Askeri, polisi ve istihbaratı, iç ve dış istihbarat…
Ve Sam’ları…
Sadece sen mi ananın en akılı oğlusun?

O yedi çember, birbirinden habersiz, O yedi bile seni kurtaramayacak!

On beşi değiştirdin dörde…
Değiştir ulan kerhaneci değiştir, istediğini değiştir. Allah ne yazdıysa O olacak. “Kehanette” bulunmadım mi, Tanrısı onu yola getirir. Para getirdi ve daha getirecek, daha çok göt yalayacak.

Yedi

Aslında her şeyi ama her şeyi bir kenara bırakıp yediyi yazmam lazim…
Beklenmesi gereken iki muhtemel gelişme başlıklı yazıma da devam edemedim, dün akşam bir telefon, tüm plan – projeleri, ajandamı alt üst etti.

Dostlar sağ olsun…
İnternetin, dibinin dibi mekânım…
Gerçekten siyasi dost bildiklerim, dost…
Yıllar, yıllar çok uzun yıllar ve zaman o kadar çabuk geçiyor ki, geldi saçlar bembeyaz, kafa neredeyse kel. Az mi kafa çektik, siyasi mücadele verdik beraber…
Yıllar, o amansız yıllar ne çabuk geçiyor. Çok uzun zaman oldu görmeyeli, geldi, müşterilerimizden.
Eşi, sürekli gelir gider. O bana ben ona selam iletirim, iletir dururuz, hanımlar aracılığıyla. Ama bir türlü bir araya gelemedik. Ben odamdaydım, full dün aksam gelen telefon sonuçlarıyla boğuşuyordum. Kâğıt, Kâğıt, Kâğıt…
Dosya, fatura…
Nefret ederim, kendi işlerim yetmiyormuş gibi birde bu çıktı başıma. Hanım geldi heyecanla odaya, xxx geldi dedi. Önce anlamadım, kafamda rakamlar, ne nereye…
Anlamadım önce jeton her zamanki gibi geç düştü. Anlamam ile ayağa fırlatmam bir oldu diyebilirim, eski dost, gerçek dost düşman olmaz insana. En ön odadaydı, buyur etim çalışılan odaya, arkası darmadağın, bomba düşmüş gibi. Anlatı bana yediyi…
Erdoğan ile ilgili, anlattı İran’ı ve Katar’ı…
İnternetin karanlık dibi, görünmez, duyulmaz yerleri…
Evraklar, gizli belgeler, dost dili ile gözden ırak, bilgiden, bilinçten çok uzak ne bilgiler…
Yazmalıyım üstü kapalı ama yazmalıyım yediyi!

Kısmetse yârin çünkü üstlendiğim görev…
İnsan sorumluluğu, kendini bana emanet edene edemem ihanet, etmem, hiçbir zaman etmem.
Zaten bir yârinim var, Pazartesi full, Salı Israil çünkü.

Tam sopalık

Bir balık, yemin ediyorum sandıklardan zıplayıp horon tepecek…
Arkadaş cam, cam. Gümüş gibi pırıl pırıl…
Ah ulan ah, yeminle sopalık. Hem de evire çevire, ıslata ıslata, eşek sudan gelene kadar!

Neden ya neden?
Ne gereği var?

Devlet

Yok Platon’un (Eflatun) devlet, çok değer verdiğim Sokrates ve Aristoteles’in (Aristo) demokrasi anlayışından söz etmeyeceğim, daha çok…
Ne de güzel tarif etmişti sevdiceğim devlet tanımını:
“Erkek, devlet gibi yönetir, kadın halk, devleti ayakta tutar”
İyi düşünün! Doğruluk payı çok yüksek bir tanım.

Sanılanın aksine ki inanmayan iyi ama çok iyi araştırsın…
Dikkat, demokrasi başka bir şey, anayasal hak, ödev ve görevler başka bir şey…
Güncel bilimsel değerlendirmelere göre İlk “anayasal”, haklar halka verilen “özgürlükler” sanılanın, “bilinenin” aksine ne Magna Carta ne Amerika Birleşik Devletleri anayasasıdır!

Yine bir Alman öncülük etmiştir bu konuda da…
Bugün tanıdığımız şekliyle anayasa, bu gerçekten önemli evraka dayansa da hak, hukuk – özgürlükler ve görevler bütününün “mimarı”, alman asılı Karl der Große’dır (Şarlman).

Neyse geçelim zaten konumuz bu değil, sözü ANAYASAYA ve BAŞKANLIĞA getirmek istedim o kadar.
Neler oluyor Amerika’da?
Hiç dikkat ediyor, gelişmeleri yakından takip ediyor musunuz?
BAŞKAN demek, Kasımpaşa usulü, “Türk” usulü TEK – ADAMLIK değildir!

Demokrasi erkleri, yani kuvvetler ayrılığı…
Yine dünyada, genel anlamda siyaset Türkiye’de olduğu gibi makam, mevki, özellikle PARA kazanmaya vesile bir araç değildir, siyaset insan için, toplum için yapılır. YANLIŞ ama daha iyi anlamanız açısından, Amerika’da “milletvekili” milletin vekili, başkanın uşağı, yalaması – yalakası değil, delege, delege…
Halktan halk için çalışan, düşünen ve halkın menfaatlerini gözeten insanlar.

Neydi Trump?
Ne oldu mesela Obama CARE?
Amerika’ya girmesi yasaklanmak istenen Müslüman inancına bağlı insanlar meselesi?
Ne oldu? SÖYLE NE OLDU?

Allah – Peygamber adına…
AKP seçmeni ve Erdoğan vekillerine sesleniyorum…
Erdoğan’ın değil, milletin vekili olun, AKP’li seçmen vatan ve soydaşım kararın evet olsa bile, LÜTFEN tekrar düşün, bu fani dünyada…
Bu dünya Kanuni Sultan Süleyman’a kalmamış bu zibidiye mi kalacak?
O geberdikten sonra ne olacak? Sana Atatürk ve arkadaşları vasıtasıyla verilen gücü yine kendi elinle mi aleme vermek niyetindesin?

Devlet…
Bir ticaret hane değildir!
Şirket yönetir gibi yönetilmez, devlet kabile mantığı ve bilgisiyle yönetilmez…
Devlet bakkal dükkânı da değildir, devlet devlettir. Devlet sen, ben, O. Devlet hepimiz ve ben bana verilen gücü, hakki kimseye vermem!!!

Vida meselesi

Özellikle erkeklere mahsus bir meseledir, vida, vidalar…
Teknisyen tarafım hep şaşar, ya niye gene “fazladan” elemde kadılar?
Mühendis tarafım kızar, bilir gereklidir o vidalar(!)

Sürekli bir kavgadır, bir çekişme önder ile önder arasında…
Böyle geçer günlerim, kendimle barışık değilim…
Af edemiyorum kendimi ama bu başka bir mesele…
Yok, yok gerçekten tüm vidalarım yerinde…
Hani kafamdakilerden bahis ediyorum, salt gevşektir, sıkılması mümkün değil…
Bu yüzden tepemin tası çabuk atar.

Ya elbette boşuna değil bana takılan lakaplar…
Bu sabah mesela anacığıma sordum kardeşi, teee Facebook zamanından beri küsüm…
Kedileri çıkarmadılar, çıkaramıyorlar ama en azından tavşanlar ahırda, gidip geliyorum ama…
Sadece çocuklara…
Psikoloji, yaşam koçu. Gelsin bana versin elime somut veriler, reklamını yapayım…
Sağır Sultan duysun, gelsin akçeler…
Annem dedi “Korkuyor, çekiniyor senden! Hemen her şeye bağırıyorsun”
Boş ver dedim, ben bağırır bağırır, kızarım sonrasında susarım…
Kızmalarım, tepemin atması meşhurdur, dedim ya gevşektir vidalar…
Ne yapayım, sorarım size ne yapayım?
Her şey üzerimde, sadece kadınları düşündükçe, eloğlu bir – iki taneyle başa çıkamıyor…
Ben beşi bir yerde oynuyorum, eksik oldu birde Oma oldu mu sana altı!

Yanlışlarım var, çok büyük yanlışlar…
Özelikle evlatta yaptıklarım beni perişan eder…
Çocuk yaştaydım, on, on iki. Ortak mahfuz kaderimizdir yurtdışında yaşan ve ikinci nesil diye tabir edilenlerin ortak kaderi. Ana ve baba dil bilmez her şey bizdeydi, oraya koştur buraya koştur, tercüman ol nerdeyse her şeye. Tabi daraltıyor özellikle altından kalkılmayacak meseleler. Çabucak büyümek zorundaydık, yaşamadan çocukluğu. Dedim evlat yaşamasın bu sıkıntıları, aldım TÜM sorumluluğu üzerime, bırakmadım HIÇ KIMSEYE yapılacak bir iş, üstlenecek sorumluluk.
Ne büyük bir yanlış ne kadar büyük…
Hal böyle olunca tabii bir tepkidir vidaların gevşemesi…
İstemeden kırdıklarımdan, bazen bilerek ve isteyerek üzdüklerimden, yürekten…
Canı gönülden özür dilerim.

Askerlikti ilk üstüne yüklediğim sorumluluk, eline yüzüne bulaştırdı, yine ben çözmek zorunda kaldım.
Maddi manevi, ekmek elden su gölden…
Dedim çek, ileride baba olacaksın, ailenin sorumluluğu üzerinde olacak, çektirdim, kendim acı çekerek. Ve buna benzer neler neler. En son Israil davası, annem bu sabah bana sordu…
“Önder, sen hiç böyle şeyler yapmazdın. Ne oldu sana?”
Ne olacak anacığım, yaptığım hataların geçte olsa telafisi, en azından denemsisi…
Pahalıya patladı, olsun! Yeter ki evlat bir şeyler öğrensin, ucunda ölüm olmasın. Korktuğum…
Yok şahsen değil sevdiklerimi kaybetmekten korkarım, kâbusum. Ve sevdiceğim sen bile beni tedavi edemezsin, travma öyle derinlerde ki, tedavisi bu saatten sonra mümkün değil.
İstediğim ve verebileceğim, özellikle verebileceğim…
Sonsuz güven, güvenirler bana, biliyorum sende güveniyorsun. Böyle uzaktan uzağa biraz garip oluyor ama biliyorum, his ediyorum geleceksin dedenin ninesi olacaksın ve Allah nasip – kısmet ederse…
Yaşatacağım yeryüzünde cenneti sana, sana ve tüm kalbimde olanlara. Hangi birinizi birbirinizden ayırayım? Üç çiçek, üçü birbirinden değerli hepsinin gönlümde, O çok özel odada yeri var…
Biri ilk, orta ve SON, kalbimin kraliçesi, kalbime taht kuran…
İnan…
Yeminle hiçbir kadına vermemişimdir bu sıfattı, söylememişimdir sadece sana….
Bunlar…
Herkesin okuyabileceği ama illa yüreğinde his edemeyeceği şeyler…
Bir an için düşün, saçlarını okşarken, kokunu, o özlediğim kokunu içime çekerken kulağına fısıldayacaklarımı, sevdim seni karım, sevdim seni kadınım gibi. En iyi sen biliyorsun nasıl, en iyi sen…
Sadece sen, hep kalacak olan sen. Yanlışların telafisi mümkündür, en azından iyi kötü. Kırılan kalp onarılmaz ama sevgi ve şefkatle ile sarılıp sarmalanabilir. Karşılıklı hatalar, karşılıklı yanlış anlamalar.

yârin açacağım kütüphanenin kültür ve din bölümlerini. Senin girişin ise çok özel olacak, senin gibi özel. Gitmem lazım, kaçta dönerim haberim yok. Gidip bir bakayım ne diyor bu insanlar. Anlatılacak gibi bir şey olursa anlatırım. Öpüyorum yüreğini, öpüyorum o özlediğim kirazları.
Sevdim seni kadın…
Sevdim seni aşk ile…
Benzemez kadına, vatana aşk…
Ne ana, baba, kardeş sevgisine…
İnsan sadece ve sadece aşk ile sevebilir Allah’ı, vatanı ve kadını.