Senden ikisini de izlemeni istiyorum kadın

Umarım…
Tesla’yi DIKKATLI izledin, şimdi bu ikisini…
😊
Şüphesiz benim akıllı bıdıgım anlamıştır, seni…
Bir şeye hazırlıyorum. Yoksa yazdıklarımı, düşüncelerimi anlamayacaksın!

izle

izle

Sorular kadın, sorular…
Doğru ve yerinde sorular, sorgulamalar!!!

Yeni uyandım, aman ne uyuyorum ne uyuyorum.

Eğer yalanım varsa Allah bin bir türlü belamı versin

O kadar çok anlatmak, öğretmek istediklerim var ki…
Ya sağlığım veya başımdaki MANYAKLAR…
In vitro ile ilgili, yazmaya, ima etmeye çaltım geçenlerde. Hani beynimden aşağı kaynar sular inmişti ya. GÖRDÜKLERIM karşısında “kanım dondu”
Dost mu düşman mı bilmiyorum, KORKUYORUM sevdiklerim için, BENIM olanlar için…
Sen bile kadın, sende, senden olanda…
Oyun, numara falan değil bunlar…
Benim yerimden kalkmaya bile ihtiyacım yok, dünya “ayaklarımın altında!”

VEEE…
Sen kendini gizlemeye çalışsan bile…
Var be koçum yol ve yöntemleri…
Ben…
Muhtemelen senin gibi dünkü çocuk değilim ki!

Koz varsa paylaşılacak…
Çeyrekten “erkeğe”, “erkekten” çeyreğe…
Çoluk – çocuğu karıştırma!!!

Çok kısa, üstünden uçarcasına, bu gazete kupürleriyle olsun faydam…
Anlayan anlasın, olsun mesajım…
Putin…
Yandı g.tleri…
Trump…
Çekildik çekileceğiz alan, IRAN – RUS – Israil, Arap denkleminde…
Ama en çok Putin sebebi…
VE ÜLKEMIZ, garip ülkemiz Kasımpaşalı bir ayinin pençesinde, kör cahil, bilgisiz…
Bir pezevengin elinde. GENEDE yazmaya, bitirmeye çalışacağım In Vitro’yu…
Çünkü bence gerçekten önemli bir…
İkincisi…
SEN beni anladın, s.. SENI!


+


+

Neyse, sevineyim mi, üzüleyim mi bilmiyorum!???

Diyorum ya insan sefilliği…
Dün…
Tek başına sakatlamış kolunu, benim yârdim etmem, hele her gün MÜMKÜN değil…
Kendimi taşıyamıyorum, gram, YEMINLE GRAM farkını his eder oldum…
Gitmeyeceğiz yani, en azından bugün.

Ayni benim gibi, ayni…
Beden…
Yemesin darbeyi!

Biz, sen miyiz???

Laflara bak laflara…
Kenar mahalle dilberi…
“Çatlayın, patlayın(!)”

Len rospi…
Unutma emi…
Bu dünyada Allahtan başka hiçbir şey değildir baki…
Bu bağlamda…
G.t kıllarına söylemiş olayım bir söz, fişleniyorsunuz. Ülkenin bir başından diğerine dikeceğiz dar ağcı!

Ve…
Sen vampir, kan sömürücü, yap yatırımı…
Kamusallaştırmayı…
Yeri ve zamanı deldiğinde getiririz dile!

Not:
Yeni uyandım…
Ne uyumuşum ne uyumuşum…
Dünyadan, işten kaçış mi?
Beden ve zihin yorgunluğu mu?
Biraz sonra çıkarım evden, 9 gibi önce Oma, sonra giderim çocuğa…
Adam ayarladıysa doğru dükkâna…
Yeminle, çok bıktım. Kendi işimle uğraşmıyorum, nereye yetişeceğimi şaşırdım.

İnan gülüm, inan sözlerime, çok acı gerçekler getirecektim dile

Yılmaz Bey yazdı, bende hal yoktu…
Bu sözlerim hem sana hem bana not anlamında…
Unutmayayım diye, Tesla…
Nostradamus, Leonardo…
Vitruvius adamı, Vitruvianischer Mensch…
Güzellik kadın, güzellik, matematik…
Bilimsellik ve fizik…
Estetik…
Evren, dünya…
Allah gülüm Allah…
Yok gülüm delirmedim, depresyon falan deme…
Düşünüyorum sadece!

Biraz yumayım gözleri…
Annem için yapmam lazım bir teknik düzen, yasalara aykırı…
Gerçekleştirebilirsem…
Giderim dükkâna, yazarım, bitiririm bu sabah başladığımı hem KADINI!

Ancak şu bir gerçek…
Çok yorgunum, kendimi bitkin his ediyorum…
İtiyorlar ya beni istemediğim şeyleri yapmaya, sinir oluyorum bırakmayınca bana başka çare…
Mecbur değilim bunlara AMA insan var ya, insan, insani neler neler yapmaya ZORLUYOR…
Yine gitmem lazım Türkiye’ye…
İnanır misin canim bile istemiyor, olmasa mezarlar, sevdiklerim…
YOK…
Ne aile falan, sadece ölmüşlerim…
Yaşayan bana dert, zulüm, ıstırap…
Pazar, Pazartesi elinden tutmam lazım çocuğun…
İstemeye istemeye AMA o çaresiz, ben çaresiz ve…
Mahkûm!

Bunu MUTLAKA izle. Dikkatli, çok dikkatli ANLAYARAK. Sıkılma sakın, teknik konular ANCAK sorular, sorular, sorular

Soracaksın…
Sorgulayacaksın…
Önce kendini, sonra sana yakın olandan başlamak üzere çevreni, dünyayı!

Bunu MUTLAKA izlemeni istiyorum, diğerlerini istersen
izle

istersen

istersen

Eve geldim…
Gene başladı ANI BOŞALMALAR…
Hiçbir sebep yok ortada, psikolojik desem hiçbir neden yok…
Oster Schiessen vardı, gidemedim…
Psikosomatik…
Bilmiyorum, kesin ama bu boşalmalar neden, sebebi ne, nedeni?

Al sana

Kuledibi…
Izale-i Suyu ile, s.ke, s.ke alacaklar millet malini, malimizi elimizden…
İstersen satma!!!

Bir daha seneye…
“Devlet projesiymiş” sen şuna çete başının talanı desene…
Kamu menfaati söz konusuymuş, acaba kimin, kimlerin mefaati?
Yok kardeşim, ADALET MÜLKÜN TEMELI!


Ahhh sağlık, ben senin ağzına s.çayım
Allah belamı versin yalanım varsa, alıp silahı doğru dağa!

Ulan Çin’de bile, Çin’de…
Koskoca proje SADECE BIR INSAN IÇIN BEKLETILMEK ZORUNDA KALDI…
TÜM HUKUK KANALLARI TÜKENDIKTEN SONRA…
Mali adamın elinden alindi!

Öyle bir korku ki anlata anlata bitiremiyor, insanlar sokaklarda sadece Erdoğan isimi telaffuzdan bile çekinir olmuş!

Eğer yapmazsam, sağlık olsa, kendime güvensem yapmazsam…
Dünyan en adi o.ospu çocuğu ben olayım, yapmazsam eğer…
O pezevengin g.tüne kurşun sıkmak için çıkardım dağa…
Adim atmaya hal yok, güç yok kuvvet yok!

Sadece yazarak öfkemi dile getirebiliyorum…
Sadece yazarak, uyararak!


Allah belamı versin yalanım varsa, çok acı sözler vardı aklımda. YOK, küfür değil…
Gerçekler.
Gittim Oma’ya, oraya buraya, döndüm falan biraz ÇOK YORULDUM…
Biraz gazete okuyayım dedim, bu sözleri okudum…
Arkadaş…
Zaten gökten zembil indirsen, ağzınla kuş tutsan yaranamayacağına…
Anlamayacak olana anlatsan ne fayda?

Kaldı kiii…
Bu sözler üzerine SÖZ SÖYLENMEZ!

İzmirlim yazdı…
UNUTMA…
OY uğruna anasını hortlatır yollar kerhaneye!

Sağ olasın Yılmaz’ım…
Beni bir sürü zahmetten kurtardın.

Al sana genelev!
31 Mart 2018

Hatırlarsınız… Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ilahiyat fakültesi öğretim üyesi Abdullah Akın diye bir herif, üniversitenin televizyon kanalına çıkarak, hiç utanmadan “1924 yılında camiler kapatıldı, Çanakkale ve Bursa’da genelev olarak kullanılan camiler var” demişti.
*
Bunun üzerine ben de köşemden sormuştum… “Çanakkale veya Bursa’da bu genelevlerin adresini bilen var mı? Herhangi bir devlet büyüğümüz kerhane yapılan camiyi gösterebilir mi?”
*
CHP Bursa milletvekili Ceyhun İrgil bu soruları resmiyete döktü, bilgi edinme kanunu çerçevesinde Bursa Valiliği’ne yazılı olarak başvurdu, “Bursa’da geneleve çevrilen cami var mıdır? Varsa hangi cami, nerede, ne zaman geneleve çevrilmiştir” diye sordu.
*
CHP Çanakkale İl Başkanlığı da “Çanakkale’de hangi cami, nerede, ne zaman genelev yapılmış?” diye sorarak, suç duyurusunda bulundu.
*
Ve dün… Bu sorulara Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden “resmi imzalı” yanıt geldi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Vakıflar Müdürlüğü “camilerin genelev olarak kullanıldığına dair herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanılmamıştır” dedi.
*
Böylece… İlahiyatçı Abdullah Akın denilen herifin resmen yalan söylediği, resmen iftira attığı “devletin resmi yazısı”yla belgelendi.
*
E dolayısıyla şimdi “genelev” konusunda “gerçek”leri yazmanın tam vaktidir…
*
İkinci dünya savaşı sona ermişti. Amerikan yönetimi kuklalarını hazırlamıştı, Türkiye’yi uydu haline getirmek için fırsat kolluyordu.
Tam o sırada Washington büyükelçimiz Münir Ertegün kalp krizi geçirdi, vefat etti.
Propaganda şaheseri Beyaz Saray, bu diplomatik fırsatı kaçırmadı.
Münir Ertegün’ün cenazesini Missouri zırhlısına yükledi, ABD’nin dostluk mesajı olarak Türkiye’ye gönderdi.
Missouri zırhlısı ABD’nin en büyük savaş gemisiydi. 270 metre boyundaydı. 1600 mürettebatı vardı. Pasifik’te savaşmıştı. Japon imparatorluğunun ABD’ye kayıtsız şartsız teslimiyet belgesi Missouri’nin güvertesinde yapılan törende imzalanmıştı.
Bu kadar önemli bir savaş gemisinin adeta cenaze arabası gibi gönderilmesi, ABD’nin Türkiye’ye verdiği değeri gösteriyordu.
Hatta, Missouri tek başına yeterli görülmemiş, yanına refakatçi olarak Providence kruvazörüyle, Power destroyeri ilave edilmişti.
Tabutu taşımak için “filo” göndermişlerdi yani!
Kelimenin tam manasıyla gövde gösterisiydi.
Missouri’nin gelişi yalaka basınımız tarafından anbean takip ediliyor, vatandaşa sevinçle duyuruluyordu. “Missouri Cebelitarık’tan geçti, Missouri İtalya açıklarında, Missouri Ege sularında” filan diye manşetler atılıyordu. Fotoğralar yayınlanıyordu, gemilerden röportajlar yayınlanıyordu.
Peki, yalaka basınımızın o dönemin ilkel şartlarında Akdeniz’in ortasından fotoğraf çekebilme, röportaj yapabilme imkanı var mıydı?
Elbette yoktu.
Amerikalılar çekiyor, bunlara veriyor, bunlar da yayınlıyordu.
Yalaka basınımız bugün olduğu gibi o gün de “sahibinin sesi”ydi.
Neticede Boğaz’a demirlediler.
“Mübarek Cuma” gününe denk getirmişlerdi. Hayırlara vesileydi!
*
Bir zamanlar elalemin zırhlıları Boğaz’a demirledi diye kurtuluş savaşı başlatan millet… Elalemin zırhlılarını “kurtarıcı” gibi karşıladı.
*
Sayın ahalimiz Beylerbeyi’nden Üsküdar’a, Beşiktaş’tan Sarayburnu’na kadar bütün sahillere yığıldı, davul zurna çalındı, el sallandı.
Missouri toplumsal histeriye dönüşmüştü.
Yalaka basınımız tarihimizde ilk kez İngilizce manşet attı, sekiz sütuna “Welcome Missouri” dedi.
Kız Kulesi’ne “Welcome Missouri” afişi asıldı.
Hereke’de özel halı dokundu, üzerinde İstanbul haritası vardı, Missouri’nin komutanı oramiral Henry Hewitt’e hediye edildi.
Dolarlarını Türk parasına çevirsinler diye, Dolmabahçe’de döviz bürosu açıldı. Taksim meydanına dev boyutlu Missouri fotoğrafı yerleştirildi. Tekel, Missouri markasıyla sigara üretti. PTT, Missouri anısına pul çıkardı. Vitali Hakko’nun Şen Şapka’sı “Hoşgeldin Missouri” yazılı eşarplar bastı. Amerikan bayraklı uçurtmalar uçuruldu.
İstanbul belediyesi, Beşiktaş’tan Karaköy’e kadar tüm binaları pırıl pırıl boyadı, asfaltı yeniledi. Sadece Amerikalılara hizmet vermesi için, Dolmabahçe’yle Taksim arasında çalışan 12 adet belediye otobüsü tahsis edildi. Otobüsler ücretsizdi.
Sinemalarda, tiyatrolarda 80’er adet koltuk Amerikalılara ayrıldı, bilet parası alınmayacaktı.
Ankara’da Missouri adıyla lokanta açıldı.
Başkentin en iyi lokantalarından biri, adını Washington olarak değiştirdi.
“Rus salatası” aniden “Amerikan salatası” oluverdi!
Niko ve Aleko, iki kardeş Rum vatandaşlarımızdı. İstiklal caddesinde, Atlantik ve Pasifik adıyla iki büfe işletiyorlardı, tost, sahanda yumurta, sosis falan, bugünkü tabirle fastfood satıyorlardı. Uyanık Niko efendi, cafcaflı bir tabela hazırladı, üstüne “Amerikan salatası 35 kuruş” yazdı, büfesinin camına yerleştirdi… İstanbul kuyruğa girdi!
Memlekette ne kadar büfe, birahane, lokanta varsa, hepsi üstüne atladı, kırk yıllık Rus salatası şak diye Amerikan salatasına çevrildi.
*
Karaköy kerhanesi bembeyaz badana yapıldı. Duvarlarına “hoşgeldiniz denizciler” yazıldı. Amerikalı bahriyelilere hastalık bulaşmasın diye doktorlar gönderildi, kerhane komple muayeneden geçirildi.
*
Türk-İslam geleneğinde bir ilk yaşandı…
Dolmabahçe Sarayı’nın hemen yanındaki Bezmialem Valide Sultan Camisi’nin minareleri arasına “Welcome” mahyası asıldı.
*
Camiye asılan “welcome” mahyası, Türkiye’nin Demokrat Parti’yle birlikte hangi şekle bürüneceğini gösteriyordu, Amerikalıların takunyalıları nasıl kullanacağını gösteriyordu, işaret fişeğiydi.
*
Aradan 23 sene geçti.
NATO üyeliği, Kore savaşı, memleket topraklarına monte edilen Amerikan üsleri, Demokrat Parti iktidarında yaşanan rezaletler… Türkiye’nin kısmen de olsa uyanmasını sağlamıştı.
*
1968…
Amerikan 6. Filosu Türkiye’ye geldi.
Missouri gibi karşılanacaklarını sanıyorlardı ama, yanılmışlardı.
Atatürkçü, antiemperyalist gençler tarafından karşılandılar!
*
İstanbul’u gezmek üzere karaya ayak basan Amerikan bahriyelileri, tam bağımsız Türkiye sloganları atan üniversite öğrencileri tarafından Dolmabahçe’den denize döküldü.
*
Bitmedi… Üniversiteli kız öğrenciler tarafından “kızlar yürüyüşü” düzenlendi. “Türkiye 6. Filonun genelevi değildir, Türk kadını onurunu koruyacaktır, yankee go home” sloganları atıldı.
*
Böylesine büyük protestolara rağmen 6. Filo hâlâ Kabataş açıklarında duruyordu.
*
Üniversite öğrencileri “Emperyalizme karşı Mustafa Kemal yürüyüşü” yapmak üzere valilikten izin aldı. Beyazıt’tan başlayıp, Dolmabahçe üzerinden Taksim’e gireceklerdi.
*
Aniden…
Sihirli el değdi.
Dinci basın devreye sokuldu.
*
“Müslüman Türkiye, komünistlere ölüm” manşetleri atılmaya başlandı. Köşe yazarı kisvesi altındaki tetikçiler “memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme vakti gelmiştir” diye makaleler döşeniyordu. “Eyy müslümanlar, kızıl kafirlerle topyekün savaş kaçınılmaz olmuştur, sağ kalan gazi olur, canını veren şehitlik şerefini kazanır” diyen bile vardı. Camilerin önünde megafonlarla anonslar yapıldı, cuma namazı çıkışında ahali kışkırtıldı, “cihada hazır olun, din elden gidiyor” deniyordu.
*
Gayet netti. Amerikan çıkarlarına karşı çıkınca “din elden gidiyor”du!
*
Güya “bayrağa saygı” mitingi organize ettiler.
Dolmabahçe’deki Bezmialem Valide Sultan Camisi’nde toplandılar.
Amerikalıları bile şoke ederek, 6. Filoyu “kıble” yaparcasına namaz kıldılar!
*
Sonra da tekbirler getirerek Taksim’e yürüdüler, tarihe “kanlı pazar” olarak geçen katliamı gerçekleştirdiler. Polis-asker seyirci kaldı, taşlarla sopalarla bıçaklarla saldırdılar, iki üniversiteli öldürüldü, 200’den fazla üniversiteli yaralandı.
*
(6. Filonun bayrak gemisi Shangri-La uçak gemisiydi. Seneler seneler sonra, Amerikalı bahriyelilerin Dolmabahçe’den denize döküldüğü noktaya, aynı isimle, Shangri-La oteli açıldı! Ne tatlı tesadüf değil mi… Akp iktidarında yapıldı, asrın liderimiz tarafından açıldı!)
*
Diyeceksiniz ki, hepsini anladık ama “genelev” konusundaki “gerçek”ler nedir?
*
Dolmabahçe’den denize dökülen 6. Filonun İstanbul’a gelmeden önce Türkiye’de uğradığı ilk liman, İzmir’di.
Amerikan bahriyelileri karaya ayak basar basmaz, genelevin bulunduğu Tepecik’e yönelmişlerdi.
Fakat, eşekten düşmüş karpuza dönmüşlerdi.
Çünkü… Tepecik genelevinin kadınları ellerinde terlikle, süpürgeyle sokağa dökülmüştü, “defolun” diye haykırıyorlardı, “bunlar içeri girerse, evleri yakarız” diye bağırıyorlardı, Amerikalıları taşlayarak kovaladılar!
*
Dünyada ilk’ti.
*
Türkiye’deki 6. Filo protestolarının fitilini, işte bu genelev kadınları ateşlemişti.
1968-69 yıllarındaki antiemperyalist eylemlerin öncüsü, genelev kadınlarıydı.
*
Velhasılıkelam…
*
Atatürk döneminde veya bir başka dönemde, herhangi bir camimizin genelev yapıldığı iddiası, resmi belgeli yalandır, resmi belgeli iftiradır.
*
Bu memleketin genelev kadınlarının, bu memleketteki kindar nankör yobazlardan çok daha yurtsever, çok daha cesur yürekli, çok daha namuslu oldukları ise, tarihi gerçektir!

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/al-sana-genelev-2321349/

Bak sen!!!?

Ulan a.cık ağızlı…
Açılıp – saçılırken sen mesela Oslo’da terörist ile masaya oturmadın mı?

Bu yüzen yayınladım O kitapları ve tabii senin için

Ama sana ait olan mind control…
Lütfen önce Soner Beyi…
Sonra diğerlerini okuyun. Ve…
Rica ederim düşünün!

Savaşın önemli silahı: Propaganda
29 Mart 2018

Genel görüştür:
I. Dünya Savaşı kimyagerle¬rin savaşı oldu.
II. Dünya Savaşı fizikçile¬rin savaşı oldu.
Dünyanın dört yanındaki düşük yoğunluklu savaş/terörle mücadele sosyal bilimci¬lerin savaşı oldu/oluyor. Bu “kültür merkezli” bir savaştı…
İnsanın kültürünü/ toplu¬mun yapısını incelemek-kav¬ramak, toplum mühendisliği yapmaktı.
Soru şu:
– Terörist halkın desteğini-sev¬gisini-güvenini nasıl kazanıyor?
– Teröristin motivasyon ve moral kaynağı ne?
Mesele sadece teröristin elin¬de tuttuğu silah ya da istihbarat değil!
Teröristi tanımak- yetişti¬ği kültürel iklimi bilmek– kit¬lelerin ruh halini öğrenmek yani, psikolojiyi savaşa katmak şart.
Bir harbin psikolojik boyu¬tu, harbin genel ve fiziki boyutu kadar önemlidir. Pro¬pagandayı savaşınıza ekle¬mezseniz nasıl kazanacağınızı bilemez boşa uğraşırsınız.
Hedefiniz sivrisinek değil, sivrisineğin “yetiştiği” bataklığı kurutmak olmalıdır! Bunun yolu propagandadır/psikolojik savaştır.
Bu sebeple…
Birçok ülke ordusunda, psi¬kolojik savaş teknikle¬rini bilen uzmanların görev yaptığı psikolojik strateji kuru¬luşları faaliyet yürütüyor. Ör¬neğin, CIA’da “İnsan Ekolojisi Araştırma Birimi” var. Çünkü biliyorlar ki…
Bu savaşın iki önemli sila¬hı var:
– Anlamak…
– Empati kurmak…
Gönüllerde ve akıllarda yer etmek önemli.
Zihinleri kazanmak elzem.
Bu nedenle CIA, Vietnam Savaşı’nda bu ülkeye Viet¬namca bilen antropolog¬lar gönderdi. ABD’liler ilk kez bu savaşta davranış bilim-cilere ihtiyaç duyulduğunu keşfetti.
Düşmanın kültürünü bilmek, düşmanın savaş tekniğini bil¬mekten daha önemliydi! Bu ne¬denle, Irak’ta 88 aşiretin veri analizini yaptılar.
Sözü şuraya getirmek istiyo¬rum…
TÜRK BAYRAKLARI
Bir hafta önce…
Ankara Keçiören Belediye¬si Afrin’e giderek altı okulu onardı. Törenle hizmete açtı.
Çocukların ellerinde Türk bayraklarıyla sınıflarına gitme¬sini televizyonda seyrettim.
Afrinli minik öğrencile¬rin ellerine neden Türk bayrağı verildi?
Amaç iyi niyet olsa da, Af¬rin’deki bu tür gösteriler kötü niyetin kurbanı oluverir:
Türkiye’yi işgalci gösterir!
Türkiye’yi okul müfredatına karışan, dil’e müdahale eden ülke gibi gösterir!
Yani…
Her kafasına esen po¬litikacının, Mehmetçik’in bulunduğu Kuzey Suriye’deki yerleşimlere gidip propa¬ganda yapmasına izin veril-memelidir.
Bu işler kılavuzsuz olmaz. Çünkü bu savaşın birçok tür ve yöntemi var; yapılan ters tepebilir! Dostunuz düşmanı¬nız oluverir!
Fakat ne yazık ki…
Toptan-tüfekten etkili psi¬kolojik harp, Türkiye’de Al¬lah’a emanettir!
Kuşkusuz dün de iyi değil¬di. İlk adımlar Amerikan Ordusu tarafından, ABD’nin milli menfaatleri doğ¬rultusunda yürütülecek “psikolojik harp” (Ps¬ychological Warfare) ve “psikolojik harekat” (Psychological Operati¬ons-PSYOP) faaliyetle¬ri alanındaki mevcut kaynak kitapların 1960’lı yıllarda bire bir Türkçe’ye tercüme edilmesiyle başladı.
Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanlığı bünyesinde kurulan Psikolojik Harekat Dairesi Başkanlığı’nın tek yaptığı Ankara Kirazlıdere’de¬ki tesislerinde subaylara 2-3 aylık kurs vermekti. Sonra kapatıldı.
Bir de… Milli Güvenlik Kurulu’na bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığı vardı. Tek yaptıkları Batı Trakya’da dergi filan çıkarmaktı. AKP iktidara gelir gelmez -FETÖ öyle bir kötücül hava estirdi ki- “sivilleşme” aldatmacası¬na kanıp birimi tasfiye ettiler! Yerine, İçişleri Bakanlığı bün-yesinde “Toplumla İlişkiler Daire Başkanlığı” kurdular! Psikolojik savaşın sivili -askeri mi olur? O dönem asker düşmanlığı had safhadaydı. Zamanla, Dursun Çiçekler hapse atıldı; “andıç”, “Batı Çalışma Grubu”, “internet siteleri” yalanlarıyla devletin psikolojik silahı tamamen FETÖ’ye bırakıldı…
MİT’te zaten böyle baş¬kanlık bile yoktu
MEHMETÇİK YALNIZ
Maalesef…
Türkiye’de psikolojik sa¬vaş yetkin olmayan kişile¬rin “kafasını estiğini” söy¬lemesi-yapmasıyla yürüyor! Kağıt üstündeki kurumlarda doğru dürüst uzman kadro¬lar bile yok.
Bugünlerde…
– Türkiye’de pek ilgi görme¬se de- dünyanın gündeminde ne var: Cambridge Analy¬tica!
Bilgisayarınızda her tuşa dokunduğunuzda iz bırakıyorsunuz.
Sizin bilgisayara koydu¬ğunuz verilerle sizin kişisel özelliklerinizi, psikolojinizi vs. öğreniyorlar. “Like” (beğen¬me) tuşuna basmanızla si-zin hangi politik görüşte olduğunuzu biliyorlar! Tuşa basma ritminizden sizin sinirli mi, sakin mi, dinlenmiş mi yoksa yorgun mu olduğu¬nuzu analiz edebiliyorlar! Bu veriler sonucu sizi kandıra¬cak işler yapıyorlar!
Bunu -son ABD seçimiy¬le- siyasette de kullandıkları ortaya çıktı.
Dünya böylesine -ahlaksız da olsa- psikolojik savaş yön¬temlerini kullanırken, Türki¬ye sadece seyirci olmayı tercih etti/ediyor.
FETÖ kandırması ve AKP dayatmasıyla askerler, “olumsuz imaj veriyor” diye psikolojik harekat birimlerini kapattı!
Keza Avrupa Birliği de “normlarımıza uymuyor” diye Türkiye’deki bu tür dev¬let kuruluşlarına karşı çıktı! Ve tabii ki kendi ülkelerinde ben¬zer yapılar fazlasıyla vardı…
Demem o ki:
Afrin’deki psikolojik sa¬vaşta Mehmetçik yalnız başınadır. Suriye halkını kazanmak, dünyaya ba¬rış mesajları vermek için hiçbir uzman desteği alama¬maktadır.
Acilen…
Afrin’de insanların fikirleri¬ni, duygularını, bakış açılarını ve davranışlarının yönelimini değiştirecek propagandala¬ra başlanmalıdır.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/savasin-onemli-silahi-propaganda-2316992/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Bornozun bambusu!
29 Mart 2018

“Şeker fabrikaları vatandır satılmaz, yerli ve milli kalsın” diyerek açık adlarını yazıp, altına imzalarını koyanların feryadı çuvallara dolduruldu, Başbakan’a ulaştı.
Fabrika işçileri.
Pancar çiftçileri.
Yörenin esnafları.
Memurları, emeklileri.
3 gerekçe söylüyorlar: Fabrikalar Anadolu’dan göçü önlüyor satmayın. İşçisine, pancar çiftçisine ve şehir esnafına ekmek kapısı olduğu için terörün yandaş bulmasına izin vermiyor satmayın. Ve üçüncüsü de çok kazançlı Türkiye şeker pazarına göz diken nişasta bazlı şeker üretici Amerikan firmalarının iştahına da duvar oluyor, satmayın.
1 milyon 690 bin imza.
15 şeker çuvalına sığdı.
Bir çuval 50 kilo.
İmzalar sayılmıyor.
İmzalar artık tartılıyor.
Pancarın tokadını yiyenler yanakları pancar kırmızısı olmuş bekliyor.
* * *
Neyi bekliyorlar?
Basın, yazmaktan bıksın.
TV’ler bayat haber desin.
Yayınlamaktan vazgeçsin.
Aslı iktidarın reklam ve propagandası olan fakat haber diye sunulanların altında soru kaynayıp gitsin.
Tek soru şuydu:
Şeker fabrikaları tümü kâr ediyordu, niçin zarara döndü? 16 yıldır iktidardasınız; zarar olmasın diye hangi çareleri, çözümleri düşündünüz de olmadı. Pancar işçileri mi, çiftçileri mi, yörenin esnafı, memuru, emeklisi, halkı mı engelledi?
Bir ay doldu, cevap yok.
Başbakan, zarar deyip duruyor.
Şeker fabrikalarını yönetsinler diye yönetim kuruluna atanmış; şekerle ve pancarıyla uzaktan yakından ilgisi olmadıkları ortaya çıkan yöneticiler de hiç üstüne alınmadı. Üniversite öğrencilerine anında “Komünist bunlar” diye tepki veren Cumhurbaşkanı da ne hikmetse şeker fabrikalarının satış planı ile ilgili susuyor.
Fabrikalar niçin zarara döndü?
Döndü mü?
Döndürüldü mü?
Bilerek mi, isteyerek mi?
* * *
Dünkü Milli Gazete’de muhabir Sadettin İnan’ın; “Şeker Fabrikaları Böyle Batırılıyor”başlıklı haberi vardı.
Olanı şöyle anlatıyordu:
Gıda ve Tarım Bakanlığı, Amasya Pancar Ekicileri Kooperatifi’ni bir yıl içinde, seçime götürsünler diye 3 memuru kayyum diye atadı. Üç kayyumdan biri Tarım Reformu Genel Müdür Yardımcısıydı. Memurlar Amasya Şeker Fabrikası’na geldiler. Fabrikanın misafirhanesinde kalacaklardı. Misafirhaneyi beğenmediler. Onlar için Amasya’da 3 ayrı daire kiralandı. Kiralanan dairelerin dolap, muhtelif ev ve mutfak malzemeleri, yorgan, banyo takımı, tül kumaş, mobilya, beyaz eşya, küçük ev aletleri gibi bütün ihtiyaçları Amasya Şeker Fabrikası tarafından karşılandı. Harcama kalemlerinin içinde bambu bornoz seti, bambu yorgan, kahve takımı, cezve, avize ve püsküllü havlu gibi kalemlerin bulunması da dikkat çekti. Tüm harcamalardan Amasya Şeker Fabrikası Yönetim Kurulu üyelerinin haberlerinin olmadığı da ortaya çıktı.
* * *
Evet ortaya çıktı.
Kayyum misafirhane beğenmiyor.
Dayalı döşeli daire istiyor.
Yerli yorgan tercih etmiyor.
Bambu yorgan seviyor.
Denizli bornozuna burun kıvırıyor.
Bambu bornoz giyiyor.
Havlunun püsküllüsünü seçiyor.
Bunlar Ankara’dan bakanlığın gönderdiği kayyum memurlar. Ankara’yı biliyorlar, yakından tanıyorlar, olanı biteni görüyorlar. Partinin başkanı cumhurbaşkanı seçilince Çankaya Köşkü’nü beğenmedi, kendine saray yaptırdı.
Atasözü olmuş:
Üzüm üzüme bakar kararır.
Soru şuydu: Aldıkları pancar sözleşmeli, çalıştırdıkları işçi sayısı belli, üreteceği şekeri satacağı pazarı hazır, Türkiye’de nüfus artıyor, şeker tüketimi de artıyor. Fabrikalar kâr ediyordu, bilerek, isteyerek olmazsa şeker fabrikalarının zarar etmesi söz konusu değil. 16 yıldır ne yaptınız da zarara döndüler?
Soruya cevap verin.
Pancarın tokadı iner!
Yanaklar!
Pancar kırmızısına döner!
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/bornozun-bambusu-2316940/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Tişörtten niye korktunuz?..
29 Mart 2018

Bir rektör var, sarıklı…
Mardin gibi görenlerin hayran kaldığı, birçok medeniyetin beşiği ilin Artuklu Üniversitesi’nde sarıkla makama çıkıp oturuyor…
Muazzam bir adam…
Zaten görsen aklına ilim-bilim gelmez, insanın aklına “Hocam duayı biraz kaçırdım, bir şey olur mu?” diye sorası gelir…
Rektörlerin kep yerine İslami sarık takmaları için “Kep bize uygun değil, bize uygun olan sarıktır” diyerek kampanya açtı…
*
Nasılsa her türlü kıyafet serbest, herkes ait olduğu çağa göre giyinebilir…
Cumhuriyetin kılık kıyafet devrimine uymayan ne varsa, iktidarın kanatları altında geri döndü…
Cübbe..
Sarık…
Burka, kara çarşaf, kara peçe…
Kimsenin karıştığı yok…
*
Bizim Cafer Meclis’te CHP grubuna gidecekti… Tıraş oldu, süslendi, montunun içine bir Atatürk tişörtü giydi, Atatürk portresi ve altında “Atatürk’ün askerleriyiz” yazılıydı…
TBMM kapısında güvenlikçi bunu görür görmez telaşlandı, üç o yana, üç bu yana zıpladı…
Muhtemelen aklında; alarm ziline basmak, arkadan dolanıp üzerine atlamak, kelepçe takmak, ayağından vurmak gibi alternatifler geçti…
Cafer’in üzerinde patlayıcı madde görmüş gibiydi…
“Soyun” dedi…
Soyundu, tişörte el koydular, çıplak kalmıştı Cafer… İyi ki slogan pantolonunda yazılı değildi…
Üst tarafı çıplak kalan vücuduna montunu giyip CHP grubuna gitti, milletvekillerine anlattı, ağladı…
Milletvekili Mahmut Tanal gidip Atatürk tişörtünü gözaltından kurtardı, Cafer’e giydirdiler, gözlerini sildi…
*
Aynı saatlerde Meclis kulisinde kara cübbeli, sarıklı, çember sakallı tipler dolanıyordu…
Her türlü kıyafet serbest, ama Atatürk resmi yasaktı…
*
Eğer ölümünden 80 sene sonra, Cafer’in tişörtündeki Atatürk resminden korkuyorsanız…
Haklısınız…
Yakında sizi gönderecek yüreklerdeki resimdir o…
Ön kapıdan girdiğinde, arka kapıdan tüyeceksiniz…
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/tisortten-niye-korktunuz-2316946/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Padişah anaları!
29 Mart 2018

AKP ile ittifak anlaşmasına yanaşmayan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu bir anda hedef tahtası haline getirildi. Başka şey bulamadıkları için:
“O yerli ve milli olamaz, çünkü karısı İngiliz” diyerek akılları sıra onu eleştirdiler.
Evet, Temel Bey’in âşık olarak evlendiği hanımefendi bir İngiliz’dir ama kelime-i şehadet” getirip Müslüman olarak evlenmiştir. Dinimizde bundan doğal ne olabilir ki? Fakat bunların Müslümanlıkları da özde değil, sözdedir.
Yandaş ve yalakaların sürekli olarak hasretle dile getirdikleri Osmanlı döneminde 36 padişahtan 35’inin anneleri Rus, Ermeni, Yahudi, Rum, Fransız, Sırp, Polonyalı ve İngiliz kökenliydi. Bunlardan bazıları dinlerini hiç değiştirmemişlerdi.
Birinci padişah Osman Bey’den başlayarak bütün padişahlarda Türk kadınlarına karşı bir ilgisizlik vardı. Bu nedenle Osmanlı padişahlarının kanına sürekli olarak yabancı kanı girdi.
36’ncı padişaha gelindiğinde damarlardaki Türk kanı (hep yabancı kadınlarla evlenilme sonucu) yüzde 1’in altına inmişti.
* * *
1’inci Padişah Osman Gazi (Karısı Moğol soylu Bâlâ Hatun)
2’nci Padişah Orhan Gazi’nin annesi Moğol Bâlâ Hatun.
3’üncü Padişah Birinci Murat’ın annesi Rum Horofira (Nilüfer Hatun)
4’üncü Padişah Yıldırım Bayezid’in annesi Bulgar Maria (Gülçiçek Hatun)
5’inci Padişah Mehmet Çelebi’nin annesi Bulgar Prensesi Olga.
6’ncı Padişah İkinci Murat’ın annesi Veronika (Bir iddiaya göre Dulkadir Bey’in kızı Emine)
7’nci Padişah Fatih Sultan Mehmet’in annesi Osmanlı tarihçilerine göre Çandaroğlu Tacettin Bey’in kızı Hüma Hatun, yabancı tarihçilere göre Sırp Kralı Brankoviç’in kızı Prenses Despina (Mara Hatun).
8’inci Padişah İkinci Bayezid’ın annesi Rum Kornelya (Zağanos Paşa’nın kızı)
9’uncu Padişah Yavuz Sultan Selim’in annesi Beti adlı cariye (Bülbül Hatun)
10’uncu Padişah Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Polonya Yahudisi Helga (Hafsa Sultan)
11’inci Padişah İkinci Selim’in annesi Rus kızı Roksalan (Hürrem Sultan)
12’nci Padişah Üçüncü Murat’ın annesi Yahudi Raşel (Nurbanu Sultan)
13’üncü Padişah Üçüncü Mehmet’in annesi Venedikli Bafo (Safiye Sultan)
14’üncü Padişah Birinci Ahmet’in annesi Yunanlı Helen (Handan Sultan)
15’inci Padişah Birinci Mustafa’nın annesi İspanyol Violetta (Mahpeyker Sultan)
16’ncı Padişah ikinci Osman’ın annesi Rum kızı Evdoksiya (Mahfiruz Sultan)
17’nci Padişah Dördüncü Murat’ın annesi Rum Anastrasya (Kösem Sultan)
18’inci Padişah Deli İbrahim’in annesi Rum Anastasya (Kösem Sultan)
19’uncu Padişah Avcı Mehmet’in annesi Rus kızı Nadya (Turhan Sultan)
20’nci Padişah İkinci Süleyman’ın annesi Sırp kızı Katrin (Dilaşup Sultan)
21’inci Padişah İkinci Ahmet’in annesi Yahudi kızı Eva (Hatice Muazzez Sultan)
22’nci Padişah İkinci Mustafa’nın annesi Rum kızı Evemia (Emetullah Gülnuş Sultan)
23’üncü Padişah Üçüncü Ahmet’in annesi Rum Evemia (Gülnuş Sultan)
24’üncü Padişah Birinci Mahmut’un annesi Rum kızı Aleksandra (Saliha Sultan)
25’inci Padişah Üçüncü Osman’ın annesi Sırp kızı Mari (Şehsuvar Sultan)
26’ncı Padişah Üçüncü Mustafa’nın annesi Fransız kızı Janet (Mihrişah Sultan)
27’nci Padişah Birinci Abdülhamit’in annesi Fransız cariye İda (Rabia Sultan)
28’inci Padişah Üçüncü Selim’in annesi Cenevizli Agnes (II.Mihrişah Sultan)
29’uncu Padişah Dördüncü Mustafa’nın annesi Bulgar Sonya (Ayşe Sultan)
30’uncu Padişah İkinci Mahmut’un annesi Fransız Nache de la Bazari (Nakşidil Sultan)
31’inci Padişah Abdülmecit’in annesi Rus Yahudisi Suzi (Bezmialem Sultan)
32’nci Padişah Abdülaziz’in annesi Megrelli Gürcü Besime (Pertevniyal Sultan)
33’üncü Padişah Beşinci Murat’ın annesi Fransız Vilma (Sevkefza Sultan)
34’üncü Padişah İkinci Abdülhamit’in annesi Rusyalı Ermeni Virjin (Trimüjgan Sultan)
35’inci Padişah Mehmet Reşat’ın annesi Rum kızı Karolin (Gülcemal Hatun)
36’ncı ve son Padişah Vahdettin’in annesi İngiliz Henriet (Gülûstu Hatun)
* * *
Tarihî kaynakları inceleyerek çıkardığım yukarıdaki ilginç tablo, Türk ulusunu yüzyıllarca yabancı kökenli kadınların doğurduğu padişahların yönettiğini gösteriyor.
36’ncı padişaha gelindiğinde, bilgisayarla yapılan hesaplar, Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in damarlarındaki Türk kanının yüzde 0,6 olduğunu ortaya koydu.
Padişahlar neden Türk kızlarını değil de yabancı kızlarını tercih ediyordu, bu incelenmesi gereken ayrı bir konu.
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/rahmi-turan/padisah-analari-2317002/


RIVAYETTIR
Doğru yanlış diyemem…
Moğol istilasında önde gelen >>> Türk kadınları <<< tecavüze uğramış(!?)
Bir daha böyle bir şey olmaması için böyle bir uygulamaya geçilmiş