Bir musibet bin nasihatten iyidir

Demin yazdığım…
Belki anlamadınız ne anlatmak istediğimi, String kuramı…
Fiziğin zirvelerinden biri…
Dedik ya sadece bir kuram ve bir türlü ispatlamadı…
Belki…
Belki bir gün(!)

Demek istediğim aslında…
İşleyen demir paslanmaz…
Türkiye Cumhuriyeti devleti bir duraksama döneminde…
Geriliyoruz, ilerleyeceğimize…
Ve bunu…
Dinciler sayesinde yaşıyoruz, hırsızların, dolandırıcıların sayesinde. Öyle kaba saba…
Öyle bariz şeylerle göz boyuyorlar ki…
Ayrıntıları görmek, ufacık şeylerin farkına varmaya bizlere fırsat vermiyorlar…
-0,000000000000000000000000000000000035 metre…
Eğer yanlış saymadıysam, on üstü eksi otuz beş…
Virgülden sonra 34 tane sıfır olması lazım orada…
Sring kuramına göre maddenin alabileceği en küçük birim, ölçü…
İşte bu kadarına bile izin vermiyorlar, ikide birde yeni, yepyeni sansasyonel olaylar…
Millet kafayı buluyor…
Onlar…
Kafayı buluyor bizlerle. Tabii tecrübelerle sabit…
Kafayı bulup sevişmek bir başka oluyor, zevki…
Sefası değil mi?!

😊

Bu açıdan, en azından umudum bu yönde…
Bir musibet bin nasihatten iyidir (…)


Of, of, of…
Ne hatalar ne hatalar. Böyle oldu mu anla…
Hiç iyi değilim ya parmaklar beyine uymuyor ya kafa yerinde değil ki kafa kesinlikle olması gerektiği yerde değil. Yok, vallahi billahi aklım başka yere de kaymadı…
Kadın milleti, yok kardeşim…
Rejime girdim!
Sevişmek yerine başka bir kelime kullanmam gerekti, ayıp olur diye yazmadım. Anlayan anladı zaten.

Kendimi oyalamam lazım yoksa delireceğim. Gevezeliğim tutu yine, Allah, yüce Rabbim bir türlü kesmedi ki bu sesi, bitsin çile!

Gözler yine kan çanağı, feri söndü gözlerimin feri. Bir türlü kapanmadı…
Millet…
Nelerle uğraşıyor bizler nelerle…
Hele ben, hele ben. Ulan vallahi delireceğim!

Çaresizlik, hayatimin hiçbir döneminde ne yapacağımı, nasıl yapacağımı bilemedim bu derece!

Karar alır hayata geçirirdim…
Çok seri ve emin adımlarla, çok seri, inan akıl almaz bir hızla…
Allah…
Beterinden korusun cümlemizi, beni de sevdiklerimi de.

Bizler…
Gözle görünen kaba saba şeylerle uğraşırken eloğlu…
Neler ile uğraşıyor, bırak O sözde hocayı, hani oldu ya cumhurbaşkanı adayı…
Kuantum kuramı…
Boyutlar, bizim iki boyutumuz var…
Yukarıda bir delik aşağıda bir delik, birde ortası, apış arası!

Enlem, boylam bir de derinlik…
Gündelik hayatımızın boylamları, boyutları…
Planck birimi…
On üstü eksi 35…
Şimdilik, belki ileride, insan, bilim ilerledikçe birkaç sıfır daha katılır önüne…
Anlaman için ne demek istediğimi, bu ölçü birimi ile bir karıncanın boyu on üstü eksi 2 metre…
Bir atomun çekirdeği on üstü eksi 15 metre…
Rakamların önünde, virgülden sonra gelen sıfırların adeti yani…
İşte bizler kaba saba, ele avuca sığmaz şeylerle uğraşırken insanlık String (sicim) kuramı ile uğraşmakta. 10 boyutla akıl almaz küçüklükte birimlerle…
Bu kurama göre hayatin en küçük ögesi, maddenin On üstü eksi 35…
On boyut diye söyledim ya bunların altısı bilinç ile algılayabileceğimizin çok ama çok altında, minnacık.

Demem o ki…
Allah akıl vermiş, fikir vermiş…
Allah neler vermemiş ki…
Türk…
O an halaydaydı herhalde…
Kaldı Kahpedoğan gibilerin eline…
Rabbim baştan yarat bizi, baştan yarat bu milleti!

Emel Sayın – Tanrım Beni Baştan Yarat

Moralim çok bozuk…
Birazdan gideceğim eve…
Şişelerin dibini görmeye!

Bilmem hiç merak ettiniz mi?

Dünya, dünya olalı…
İnsan var olalı kaç insan dünyaya geldi?

Ben merak ettim…
Yokkk…
Ben meraklı köfteci değilim!

Merağın…
Ölümcül olabileceğinin bilincindeyim…
Gençlik yıllarım, geçmişim, artık ihtiyarladım!

Buna rağmen kimi şeyi merak eder, araştırır öğrenirim…
Dünden bugüne…
İnsan denilen varlık dünyaya geldiğinden bugüne…
Ki bilimsel bir veri, üç aşağı beş yukarı…
Tabii Allahtan başka kimse bilemez gerçek rakamı, 108 milyar insan yaşamış olduğu farz edilmekte!

Ufak bir not, bak unuttum gene:

Birleşmiş Milletler verilerine göre…
İnsanlık nüfuzu…
“Hiçbir zaman” 12 milyar rakamını geçemeyecekmiş…
Dünyanın kaldırabileceği kapasite yetersiz!

Bak kardeşim bu alıntın her harfini, her kelimesini çok iyi anlayarak oku, ECEL

Hatırlı okuyucularım bilirler…
Tövbeler tövbesi…
Azrail ile…
Ölümün meleği ile kankayım, kanka!

O kadar çok ölüme burun buruna geldim ki…
Sayısını unuttum…
Gelmemiş Önder’in vakti!


İki Türlü Ecel Vardır

Ecel; ömrün sonu, ölüm için takdir edilen (yazılan) zamandır, dünyâ hayâtının bittiği vakittir. Her canlının Allahü teâlâ tarafından takdir olunmuş bir eceli vardır.
A’raf sûresi, 34. âyetinin meâl-i şerîfi şöyledir:
KUR’AN-I KERİM, ELMALILI TÜRKÇE MEALİ: A’RAF SURESİ
– Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler. ( A’râf/34 )
Hadisi şerif de ise ecel hakkında şöyle buyrulmaktadır:
– “Sadaka, Müslüman kimsenin ömrünün artmasını gerektirdiği gibi, kötü sondan da muhafaza eder.” (Hadis-i Tirmizî)
Görünüş de yukarıdaki ayetle hadisi-i şerif çelişir gibi sanılmaktadır. Aslında öyle değildir.
Bu ayeti bazıları yanlış anlayıp çelişkiye düşüyorlar. Onlara göre sadaka ömrü uzatmazmış, ayetle hadis çelişiyormuş. Aslında çelişen karışık akıllardır.
Âyeti kerimede “O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.” buyrularak insanların ömrünün uzatılıp kısaltılmasının sadece Allah’a mahsus olduğu mesajı verilmekte olup, Allahu tealanın ömürleri uzatıp kısaltamayacağı anlamında değildir.. Zira O Allah, her şeye gücü yetendir. Allah dilerse ömrü uzatır da kısaltır da. Ayeti kerime de bu husus vurgulanmaktadır. Mezkür hadisi şerifte de bu husus sadaka verilerek, iyilikler artırılarak Allahu Tealanın ömürleri uzatabileceği ifade edilmektedir.
Şunu bilmek gerekir ki ayetlerle hadisler asla çelişmez çelişir görünseler de.
Rabbim bize lutüf ve kereminden ilim irfan ver. Bizi her dem sırat-ı mustekîm üzere kıl.
“İnsan doğmadan önce; ne kadar yaşar, nerede ölür, tövbe ile mi, tövbesiz mi ve hangi hastalıklardan, îmân ile mi, yoksa îmânsız mı gider?” cümlesi ezelde takdir edilmiş, ezelde (sonsuz öncelerde) yazılmıştır. Ecel, İslâm dînin de iki kısım olarak bildirilmiştir.
Bunlardan birine “ecel-i müsemmâ”, diğerine “ecel-i kazâ” denilmiştir.
Ecel-i müsemmâ: Bu ecel, hiç değişmez. Herkesin bir ecel-i müsemmâsı vardır ve ecel hâzır olduğu vakit, bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez. Canlı, takdir edilen o anda ölümü tadar. Bu ecelden kaçmak, kurtulmak mümkün değildir. Bu bakımdan, meselâ harplerden kaçanlar ölümden kaçtıkları için değil, ecelleri henüz gelmediği için kurtulmuşlardır. Aynı şekilde tâun (vebâ) gibi bulaşıcı hastalık bulunan yerlerden uzaklaşanlar da henüz ecelleri gelmediği için yaşamaya devâm ederler. Buralardan kaçmayıp sabredenlerden ölenler ise ecelleri geldiği için ölmüşler, yaşamaya devâm edenler de ecelleri gelmediği için ölmemişlerdir. Afrika’da açlıktan ölenler, ecelleri geldiği için ölmüşlerdir. Trafik kazâları gibi, onların da ölüm sebebi açlık olmuştur. Onlara yardımcı olmak çok iyidir ve sevaptır. İntihâr eden, başkası tarafından öldürülen veya kazâ netîcesinde ölen kimseler için halk arasında “Eceli ile ölmedi!” denilmesi yanlıştır. Çok tehlikeli hallerden sağ sâlim kurtulanların yanında ufacık ve değersiz görünen sebeplerle ölüp gidenler düşünülürse ecel-i müsemmâ’nın anlaşılması kolaylaşabilir. O halde, ecel vakti Allahü teâlânın takdiri iledir. Bu konuda çok meşhur olmuş bir beyt şöyledir: Ecel geldi cihâne Baş ağrısı bahâne
Ecel-i kazâ: Bir sebebe bağlı olarak değiştirilmesi takdir edilmiş eceldir. Bir kimse, Allahü teâlânın beğendiği iyi işi yapar, yâhut sadaka verir, hac ederse, ömrü 60 sene, bunları yapmazsa 40 sene diye takdir edilmesidir. Allahü teâlânın beğendiği iyi işler, kabul olan duâlar, takdir edilen kazânın değişmesine, yâni artmasına sebeb olur.
Bu husus Peygamberimizin(sallallahu aleyhi ve sellem) hadîs-i şerîflerde bildirilmiştir:
“Kader, tedbir ile sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan duâ, o belâ gelirken korur.”,
“Kazâ-i muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız duâ değiştirir. Yalnız ihsân, iyilik artırır.” ve
“Sadaka ömrü uzatır.” hadîs-i şerîfleri bunun delîlidir.
Dâvûd aleyhisselâmın yanına iki kişi gelip, birbirinden şikâyet etti. Dinleyip, karar verip giderken Azrâil aleyhisselâm gelip;
– “Bu iki kişiden birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti. Fakat, ölmedi.” dedi. Dâvûd aleyhisselâm şaşıp, sebebini sorunca;
– “İkincisinin bir akrabâsı vardı. Buna dargındı. Gidip, onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu.” dedi.
Bir başka misâl de şöyle verilebilir. Birinin 3 gün ömrü kalmışken, akrabâsını Allah rızâsı için ziyâret etmesi ile ömrü 30 sene uzar. 30 yıl ömrü kalmış olanın da akrabâsını terk ettiği için ömrü üç güne iner. Bu değişiklikler Allahü teâlânın ezelî ilmine uygun olarak meydana gelir. Yoksa Allahü teâlânın takdir ettiği (yazdığı) şey asla değişmez. Herhangi bir şekilde öldürülen kimsenin ömrü, o anda, ortadan kesilmiş, yarım kalmış değildir. O anda eceli gelmiştir. Doktor bulmak, ilâç bulmak, organ nakli ve öteki sebepler de Allahü teâlânın takdirine bağlı olup, ecel gelmemiş ise ölünmez ve gelmiş ise kurtulunmaz.

Kaynakca:

İki Türlü Ecel Vardır

Gençler… Çok biliyorlar çok(!) Google sağ olsun, yarım yamalak bilgi ile kendilerini bilge ilan ediyorlar

Çocuk yaştaydım…
Oyun hacklıyordum, korkağın tekiyim. Para kazanmak için değil…
Arkadaşlarım benim gibiydi, onlarda hacklıyordu oyun…
Kendim için, oyun oynayabilmek için. Arkadaşlar ile değiş tokuş yapalım diye…
Birçoğunuz dünyada bile yoktu o zamanlar, doğmamıştınız bile…
Doğmuş olanların ise büyük çoğunluğunun böyle şeylerden haberi yoktu…
>>> neredeyse otuz sene olacak cep telefonu sahibiyim <<<
“İlklerdenim”

Vefasız bir insan sayılmam…
Kendimle, ağrılarımla, sevdiklerimle uğraşmaktan başkalarına vakit ayıramam…
Ama haberdarımdır…
İster Türkiye’dekiler olsun ister burada, haberim vardır olup bitenden…
“Manevi kızım”
Kız çocuğu, bazen yatıp kalkıp şükür ediyorum kızım yok diye…
Gerçi halası var ama kendisi “kız çocuğu”, evli, el elinde…
İnsan eti insana ağır gelir der atalar, çok doğru!

Şimdi konuştuk annemle, bir şey olursa gelsin yanımıza dedim…
18 yaşına gelene kadar, isterse daha fazla. Yok dedi annem…
“Vebali büyük, bakamasın oğlum, sorumluluğunun altından kalkamazsın”
Bilmiyorum, belki haklı(!)

Canım çok fena sıkkın, çok fena. Büyük üzüntü, yok sadece kadıncağız için değil…
Gittik dün, rengi…
Kirli sarının ötesinde neredeyse kahve rengi, gözlerinin içi…
En zor günlerimizde yanımızda olmuşlar, kocası ve kendisi…
Ben komada…
O rahmetli oldu, korkarım kadıncağızda onun yolunda.

Kızı, çok biliyor çok…
Google bilgini, “bilgesi!”
Kalp ameliyatı olması lazım, kalp pili…
Çok korkuyor. JOHO, Wiesbadende, çok iyi bir ismi var. Annemi öldüreceklerdi neredeyse(!)

Kaza, olabilir. Sürdüler betonu kadının kemiğine, değdi…
Takdiri ilahi, bazı şeyler kardeşim kimi şeyler insan elinde değil…
Doktor bile olsan, bak çok şükür ölmedi!

Eğer…
Bu inanç ve görüşte olmasam…
O hastanenin, o doktorun hayatını kaydıracağımı düşünemiyor musun???
İhmal…
Evet ama birde eceli kaza eceli müsemma diye bir şey var…
Benim Tanrıma inancım, itikattım bir tamam!

Bak kardeşim…
Çocuk yaştan beri bu işin içindeyim, ekmeğimi bundan kazandım…
Bir şey yazıyorum değil mi, bildiğim halde teyit etmeden yazmam. Araştırırım…
Kaynaklarım yüzlerce, binlerce…
Ve tek bildiğim…
Hiçbir şey bilmediğim!

Dengir Mir Mehmet Firat

Kürt’se Kürt kardeşim, Kürt’se Kürt…
Ne Kürtler gördü bu vatan…
Senden benden vatansever, bu bir gerçek mi?
Evet, gerçeğin ta kendisi!

Hatırlıyor musunuz K nokta K’nin “meşhur” olmasını?
Harcadılar Dengir Beyi…
Bozuk para gibi harcadılar AKP’liyi…
Neden harcadıklarını şimdi anlıyor musunuz?
BAK…
Vatanın haline, büyük oyunu gördük diyorlar, rest çekiyorlar…
Çeken çoktan çekmiş hepsi dünyadan bir haber(!)

Not:
Dengir ismi Kürtçe’de „büyük ses“; Mîr ise Kürtçe’de „Bey“ anlamına gelir. Mir Mehmet, Fırat’ın 19 göbek önceki dedesinin ismidir. Kürt kökenli olan Fırat, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın dedesi

Doğru mu yapıyorum yanlış mı, doğru muyum, yanlış mı bilmiyorum!

Dışarıda …
Kilisenin canları çalıyor, çağırıyor insanları kiliseye…
Hava güneşli, sabah 5,5 şimdi 20 derecelerde…
Nasıl bir insanim ben bilmiyorum…
Şurada birkaç haftadan beri hayatımızda, Jack…
Bir avuç köpek(!)

Bağlandım…
Seviyorum. Oma’dan geliyorum, Tayyipistandaydım ya…
İlgilenemedim…
Çiçekleri kurumuş, ektiklerim, toprağa kök salanlar hayatta…
KÖK…
Ne kadar önemli, görgü, yetişme. Sulamasan bile, zor zamanlarda kökü sayesinde sarılıyor hayata.

Çok şey borçluyum ONA, çok şey…
Ama o borçlarım olmasa bile, yürek var ya yürek sevmiş bu insani…
Neden ben böyleyim?

Değiştiremiyorum kendimi, sevdiklerim, benimsediklerim…
BENDEN BILDIKLERIM…
Canımdan can alıyorlar AMA…
Ah şu amalar olmasa!

Özlemişim Omacığı, çiçeklerini tazeledim, dua ettim…
Bana zarar verdiklerini bile bile…
NEDEN…
Neden ben böyleyim?

5,5

Havalar…
20-30 derecelerden beş buçuğa düştü…
Sağlıklı insan bünyesi kaldırmıyor böylesini, ben ne yapayım?
Ne ilaç ne bir şey, felaketim.

Malazgirt

Hep yazmışımdır, Selçuklu Türk diye…
Osmanlı neyin nesi bilmiyorum, Türk desem Türk değil….
Başka bir milletten desem değil!

Hele sen…
Rezil, adi pezevenk SEN…
Senin ne olduğun hiç belli değil, hadi Selçukluyu, Alparslan’ı o pis ağzına aldın…
ULAN…
Atatürk’ü o iğrenç ağzına alma!!!

Öncesinde hakkında akla gelebilecek her şeyi söyleyeceksin, şimdi…
İşine öyle geldiği için öveceksin öyle mi?
Yemezler oğlum yemezler…
Yiyenler zaten senin gibi ne olduğu belirsizler!!!