Eskiden yalan söylemek kolaydı…
9 Haziran 2018

Eskiden çok güzel yalan söylerdik…
Bir sofraya oturdun mu, hele dinleyen varsa, içine biraz heyecan da koyarsan, ağızları öyle açık kalırdı…
Atabildiğin kadar at, nasılsa doğrusunu bilen yok…
*
Sonra bu Google çıktı…
Bir tür yalan makinesi…
Daha sen “Sultan Yavuz Murat Han Paris’e yürüdüğünde” derken, yeğen masanın altından cebini açıp bakıyor “Dayı adı öyle değil, o tarafa da hiç gitmemiş” diyor…
Büyüklere saygı da yok tabi…
*
“Mersin-Silifke demiryolunu hızlı trene bağlayacağız” dedi…
Çocuklar baktılar:
Mersin-Silifke demiryolu yok…
*
“CHP’nin tek parti döneminde 75 kişilik sınıflarda okudum” dediği an cepler masa altında hesapladı, on dakika içinde tüm memleket bilgi sahibi oldu:
1954 doğumlu, okul yaşına geldiğinde tek parti biteli 10 sene…
*
“Süleyman Demirel Üniversitesi’ni biz kurduk” dedi…
Kuruluşu 1992…
*
Benim favorim:
“Erdal İnönü ile Ecevit FETÖ ile görüşüyorlardı, gelsinler konuşalım…”
Canlılarla televizyona çıkıp tartışmak istemeyip, ölüleri görüşmeye çağırmasından belli ki doğru söylüyor…
*
“CHP köprüyü satıyordu, rahmetli Turgut Özal engel oldu” dediğinde ise binlerce cep açıldı, görüntülü bu sefer…
Özal “Köprüyü satarım” diyor…
HP Genel Başkanı Calp “Sattırmam” diye masaya vuruyor…
*
Bunlar sadece bir haftalık zaman içindeki küçük şeyler…
*
Peki, küçük şeyler doğru değil de, büyükler doğru mu:
“Büyüdük…”
“İlerledik…”
“Parladık…”
“Uçtuk…”
*
En iyisi siz yine cebinize bakın…
Kaç paranız var?..

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/eskiden-yalan-soylemek-kolaydi-2457491/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Millet kıraathanesi
9 Haziran 2018

Mustafa Kemal’in talimatıyla 1932 yılında açıldı. Halkevleri…
*
Aydınlanma devrimini toplumun kılcal damarlarına kadar yayan kültür yuvalarıydı.
Halkın okuması, dinlemesi, tartışması, sanat, tarih, edebiyat alanlarında kendisini yetiştirmesi, spor yapması, sağlık eğitimi alması için kurulmuştu.
*
Kitap ve okuma odası, halkevlerinin tesis şartıydı, olmazsa olmazıydı.
Kütüphanelerindeki kitap sayısı, 10 yıl içinde 500 bine ulaşmıştı, halkevlerinde kitap okuyan yurttaş sayısı 2.5 milyona ulaşmıştı.
O günkü Türkiye nüfusunun sadece 17 milyon olduğunu düşünürsek, kitap okuyan 2.5 milyon kişinin ne kadar muhteşem rakam olduğu daha iyi görülür.
*
Resim sergileri açılırdı, konferanslar, konserler verilirdi. İlk bir yıl içinde 500 bin kişi konferans dinlemiş, 480 bin kişi konser izlemişti.
Tiyatro gösterileri, film gösterileri yapılıyordu. Ankara’da inşa edilen açıkhava sinemasında, ilk yıl 150 bin kişi film izledi.
Sıkı durun… 10 yıl içinde 3 bin 250 tiyatro oyunu sahnelendi!
*
Yüzyıllar boyunca gözardı edilen folklorumuzun, halk oyunlarımızın yeniden dirilmesini sağladı.
Unutulan, unutturulan halk ezgilerini yeniden canlandırdı.
Korolar oluşturuldu.
Müzik aletleri dağıtıldı.
Türk halk müziğinin kendini ifade edebilmesine fırsat tanıdı, çağdaş boyuta taşıdı.
*
Etkinliklerde kadın-erkek ayrılmıyordu. Laikliği içselleştiriyordu.
*
Resim, şiir, hikaye, fotoğrafçılık yarışmaları düzenleniyordu, yetenekler keşfediliyordu.
*
Müze kolları vardı. Çevredeki antik yerleşim birimleri tespit ediliyor, devlet kayıtlarına giriyor, korunması sağlanıyordu.
Tarihi eser niteliğinde olan çiniler, minyatürler, nakışlar, halılar, kıyafetler kayıt altına alınıyor, mahalli müzelere dönüştürülüyordu.
*
Kırsalda halkodaları açılmıştı.
İzmir’den Kars’a Giresun’dan Konya’ya Isparta’dan Çorum’a yerel dergiler yayınlıyordu.
Gönüllü aydınlarımızın katılımıyla, köylere geziler düzenliyordu.
Ağalık, beylik, aşiret gibi feodal yapılara karşı bilinç geliştiriyordu, insanımızı maraba olmaktan, köle olmaktan kurtarıyordu.
*
Hiçbir yurttaş arasında ayrım gözetmeden, Cumhuriyet’in nimetlerinden faydalanan, Cumhuriyet’i benimsemiş, çağdaş halk kitlesi yaratılıyordu.
*
Okuma yazma kursları, dikiş nakış, arıcılık, bağcılık, elektrikçilik, şoförlük, daktilo gibi kurslar veriliyordu. Cezaevlerindeki hükümlülere bile okuma yazma öğretiliyordu.
*
İş bulma kurumu gibi çalışıyordu. İnsanlarımızı meslek sahibi yapıp, vasıflı hale getirip, iş bulmalarına aracı oluyordu.
*
Ücretsiz forma, ayakkabı, spor aleti dağıtılıyor, spor kulüpleri kuruluyordu.
Güreş, boks, eskrim, voleybol, bisiklet, atıcılık turnuvaları düzenleniyordu. Topluca kültür fizik hareketleri yaptırılıyordu.
*
Tüzüğünde yeralan madde gereğince “yardıma muhtaç, kimsesiz kadınlara, kimsesiz çocuklara, malüllere, dermandan düşmüş ihtiyarlara yardım etme görevi” vardı.
Toplumu, bu insanlarımızı yalnız bırakmama konusunda eğitme görevi vardı.
Yoksullara yemek, giyim, barınma yardımı sağlıyordu. Halkevleri üyesi gönüllü hekimlerle ücretsiz tedavi ettiriyordu.
*
1932’de Adana, Afyon, Ankara, Aydın, Bursa, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Konya, Samsun ve Van’da 14 şubeyle başladı.
*
1950’de 478 halkevi, 4 bin 322 halkodası bulunuyordu.
*
1951’de karşıdevrimciler tarafından kapatıldı, komple imha edildi!
*
Ve şimdi…
Asrın liderimiz sürpriz şekilde çıktı, “millet kıraathaneleri kuracağız, tüm şehirlerimizde ilçelerimizde olacak, iskambil oynanan yer değil, okey oynanan yer değil, kitaplarla döşeli olacak, gençlerimiz yaşlılarımız gelecek, kitabını alacak, ücretsiz çayını kekini alacak, 24 saat açık olacak” dedi.
*
Durumun vahametini kavrayamayan bazı arkadaşlar “uzay çağında kahve açıyor, böyle komik vaat olur mu” filan diye kahkaha attı.
“Ekonomiden bahsediyoruz, nanoteknolojiden bahsediyoruz, bilimden bahsediyoruz, bunlar hâlâ kahveden bahsediyor” denildi.
*
Halbuki…
Tayyip Erdoğan kendi zihniyetinin halkevlerini açmaya hazırlanıyor.
*
Köy Enstitüleri’nin yerine imam hatipler monte edilmişti.
Halkevleri’nin yerine millet kıraathaneleri monte ediliyor.
*
Kötü bir taklit…
Kötü niyetli aynı zamanda.
*
Köy Enstitüleri ve Halkevleri bilgi meşalesiydi, karanlığı aydınlatıyordu.
İnsan beynini özgürleştirmeyi amaçlıyordu.
Çağdışı bırakılmış toplum dönüştürülüyor, çağı yakalayan, hatta çağını geçer hale getiriliyordu.
Devlet denilen mekanizmayı, halkını ezmek için kullanan değil, düşünen, sorgulayan, biat etmeyen yurttaşlarıyla yüceltmek isteyen, yurtsever vizyondu.
Birey olma bilincini kökleştiriyordu.
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmeyi hedefliyordu.
*
İmam hatiplerde “kindar nesil” yetiştirmek istediklerini hepimiz biliyoruz. Millet kıraathanelerinde ne yapacaklar sanıyorsunuz?

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/millet-kiraathanesi-2457578/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Hiç unutmam bir gün İsmet İnönü 75 kişilik sınıfı falakaya yatırmıştı…
10 Haziran 2018

“Romen Diyojen batarya batarya, gülle gülle saldırırken, Sultan Alparslan ve askerleri Allah Allah diye saldırıyordu” dedi. 1071’de batarya, top filan yoktu. Barut anca 250 sene sonra toplarda kullanılmaya başlandı.
*
“İstanbul’un tarihçesini bilmiyorlar, tarih bilseler konuşmaya yüzleri olmaz, öyle elinde mercekle Romen Diyojen gibi dolaşılmaz” dedi. Mercekle dolaşan, hayali roman kahramanı Sherlock Holmes’tü. Mercek yerine fenerle dolaşan Diyojen’in İstanbul’la alakası yoktu, Sinoplu filozoftu. Romen Diyojen desen, zaten mercekle fenerle alakası yoktu, Malazgirt’te esir düşen Bizans imparatoruydu. Üstelik, bir araya getirdiği bu üç isim arasında iki bin sene vardı.
*
“Bizans’ın hanımları Fatih Sultan Mehmet’i karşılarken, başımızda kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz demişlerdir” dedi. O lafı söyleyen Bizanslı hanımlar değildi. O lafın orijinali öyle değildi. Söylendiği tarih de 1453 değildi.
*
“Ankara, Selçuklu başkenti” dedi. Selçuklu başkenti Konya.
*
“Olimpiyatlara adını veren dağ, Antalya’daki Olimpos dağıdır, olimpiyat meşalesinin kaynağı da Olimpos dağındaki Çıralı’dır” dedi. Olimpos dağı Türkiye’de değil, Selanik’te. Bizdeki Olimpos, dağ değil, carettaların yavrulama alanı. Olimpiyat meşalesinin Çıralı’yla alakası yok, ilk kez 1928’de Amsterdam Olimpiyatı’nda yakıldı.
*
“Akdeniz, beyaz deniz, White Sea olarak adlandırılır” dedi. Akdeniz’in adı White Sea değil. White Sea, Rusya’nın kuzeyinde.
*
“Almanların Goethe’si varsa, İspanyolların Sokrates’i var” dedi. Sokrates, İspanyol değil, Yunan… Sokrates’le Cervantes arasında iki bin sene var.
*
Miting sırasında hıçkırık tuttu, “biliyorsunuz bizim Karadeniz’de bunun türküsü var, hıçkırık tuttu beni, tuttu da bırakmadı” dedi. O türkünün sözleri öyle değil. Karadeniz değil, Ege türküsü.
*
“Türkçemizin abideleşmiş şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Sanat isimli şiirini okumak istiyorum” dedi, okudu. O şiir Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın değil, Faruk Nafiz Çamlıbel’in.
*
“Arif Nihat Asya’nın Bayrak şiiri var, bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” dedi. O mısralar Arif Nihat Asya’nın değil, Mithat Cemal Kuntay’ın.
*
“Sütçü Nine’nin diyarı Kahramanmaraş” dedi. İmam’ı Nine yaptı. Sütçü İmam Kahramanmaraş’ta ama, Nene Hatun tee Erzurum’da. Direndikleri düşman bile farklı.
*
“Ziya Paşa’nın güzel bir lafı var, eşek ölür kalır eseri” dedi, sonra düzelterek, “pardon pardon, eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri” dedi. Halbuki düzelttiği falan yoktu, o laf Ziya Paşa’nın değil, Mehmet Akif Ersoy’un.
*
Kendi yaşadıklarını Hazreti Muhammed’in yaşadıklarına benzetti, “darbeciler bizden önce Dalaman’a gelmişler, uçağa girmişler, bakmışlar çıkmışlar, hani Nur mağarasındaydı değil mi, hani geliyorlar sevgili peygamberimiz, Ebubekir Sıddık ile orada ama, mağaranın kapısını örümcek örüyor, gelip bakıyorlar, burada örümcek ağ ördüğüne göre herhalde buraya kimse girip çıkmamış diyorlar ve müşrikler dönüp gidiyor, şimdi bunlar da bakıyor, uçakta kimseyi görmeyince dönüp gidiyorlar” dedi. Birincisi, bu anlattıkları Hazreti Muhammed’in yaşadıklarına benzemiyor, çünkü örümcek olayında Hazreti Muhammed mağaranın içindeyken, asrın liderimiz zaten uçakta yok. İkincisi, Kuran’ı Kerim’de anlatılan o mağaranın adı Nur değil, Sevr mağarası… Nur ise, Hira mağarasının bulunduğu dağın adı.
*
“Gençler, biliyorsunuz, Abdülhamid hiçbir şey kaybetmeden bu toprakları korudu, Abdülhamid’in hal fermanını hazırladılar ve kendisini ne yazık ki idam ettiler” dedi. Abdülhamid, Mısır, Tunus, Kıbrıs, Sırbistan, Karadağ, Romanya, toplam 1.5 milyon kilometrekare toprağı savaşmadan kaybetti. İdam filan edilmedi.
*
“Amerika’yı Kolomb keşfetmedi, Müslümanlar keşfetti, Kolomb gemisiyle Amerika kıtasına geldiğinde Küba’da cami gördü” dedi. Biz alışığız ama, Amerikalıların nutku tutuldu, Castro bunları duyunca öldü.
*
Isparta mitinginde konuştu, “üniversiteyi Isparta’ya kim yaptı, üniversiteyi Isparta’ya kim getirdi, biz getirdik biz” dedi. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nin kuruluş tarihi 1992.
*
“Mersin-Silifke arasını hızlı tren hattına bağlamayı planlıyoruz” dedi. Mersin-Silifke arasında tren hattı yok.
*
“Biz gelmeden önce MR mı vardı, tomografi mi vardı” dedi. 1989’dan beri var.
*
Şair Sezai Karakoç’un ölüm yıldönümü vesilesiyle şiirler okudu, “Allah rahmet eylesin” dedi. Sezai Karakoç yaşıyor. Rahmet okuduğu Karakoç, Abdürrahim Karakoç.
*
“Erdal İnönü’yle Bülent Ecevit gelsinler konuşalım” dedi. Gelirlerdi ama, ikisi de rahmetli.
*
“Komünistler biz köprüyü satacağız diyordu, rahmetli Özal da satamazsınız diyordu” dedi. Necdet Calp yumruğunu masaya vura vura “sattırmam” diyordu, Turgut Özal “satarım” diyordu.
*
En son…
“Ben 75 öğrencili sınıflarda okuduğum zaman tek partili dönemdi” dedi.
*
Sınıflar kaç kişilikti bilmem ama, İsmet İnönü döneminde eğitim kalitesi hakikaten berbatmış be kardeşim!
*
Asrın liderimiz keşke Şemsi efendi ilkokuluna gitseymiş.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/hic-unutmam-bir-gun-ismet-inonu-75-kisilik-sinifi-falakaya-yatirmisti-2459287/

Bak sen, Uğur Beyde Floryalıymış

Ancak demin fırsatım oldu gazete okumaya, bir kahve, biraz dinlenmeliyim…
Okurken anlattıkları gözümün önüne geldi…
Çocuktum ama hayal mayal hatırlıyorum…
Babaannemin evinin yan tarafı olabildiğince tarla, annem anlatır hep…
Üç yaşında geldim Almanya’ya, babaannemin mööö’leri(!)

Şenlik, Şenlikköy…
Eski adı, artık Mafya yatağı!?
Türbanlı dolu, nerede kaldı yerlisi?

Ata yadigârı, gözümün önüne gelir hep eski hali, tek katlı…
Nasıl af edebilirim ben bu herifi?
Ama yeminliyim, döneceğim Florya’ya…
Allah nasip, kısmet ederse döneceğim.

Villa Zeynep, Zeynep teyze, Allah rahmet eylesin…
Arxxx’nun babaannesi…
Dön sırtını yüz seksen derece, Meriş Teyze…
Hepsi, hepsi vefat etti.

“Yürü” tarlaya doğru, sağda, köşedeki ev babaannemin eviydi, bir incir ağcı vardı…
Yemeye doyamazdın!
Karşısında hep polisin evi derlerdi, öyle hatırlıyorum. İsmini bilmiyorum rahmetlinin.

Yol sağa, sola gidiyor ya…
Sağa dönersen oradaydı kireç kuyusu…
İçine düşseydim bugün hayata olmayacaktım.

Üç yaşına kadar buralarda büyüdüm, sonrasında izinden izine. Eski hali çok daha güzeldi, daha samimi. Aşağıya, ana caddeye yürüdün mü hemen sağda bakkal vardı, oraya alışverişe yollarlardı beni.

Tesadüf???
Önder, Özler, Özgür sokak…
ÖÖÖ
😊

Sanal tur at

Dükkândayım, çıkacağım birazdan…
Ne zaman dönerim bilmem!


Adile Naşit’in çocuklara masallar anlattığı eski Türkiye!..
9 Haziran 2018
Atatürk Havalimanı’ndan İzmir’e gidecek uçağımız, Florya’ya en yakın pistte son hazırlıklarını yaparken, AVM’ler, iş merkezleri ve toplu konutlarla betona gömülmüş çevreye bakıyordum.
Birden lise yıllarımın Florya’sını hatırladım.
Eski Türkiye’nin eski Florya’sını…
* * *
Yaz tatillerimizin bazı gecelerinde Şenlikköy’den başlayıp, tarlalar ve her türlü meyve ağaçlarının yemyeşil bir örtü gibi kucakladığı bahçelerin arasından geçerek, o zamanki adıyla Yeşilköy Havaalanı’nı çevreleyen tel örgülere çıkardık.
Eski Türkiye’de terör olmadığından kimse bize “Hey, gençler nereye gidiyorsunuz” diye sormazdı.
Biz de tel örgülerin hemen yanı başına uzanarak, uçakların iniş kalkışlarını izlerdik.
Hele “Caravelle”lerin lastiklerinden kıvılcımlar çıkararak piste konduğu anların seyrine doyamazdık.
Sonra yine aynı patikadan yürüyerek Şenlikköy’deki evlerimize dönerdik.
Doğa öylesine bakirdi ki, yol boyunca önümüzden kaçışan tavşanlarla oynaşırdık.
Gündüzleri de Florya plajlarının içinde kitap açılıp okunacak kadar berrak sularından çıkmazdık…
O günlerin, unutulmaz anıları bir film şeridi gibi gözümün önünden geçerken aklıma, değerli okurum-yazar Türkan Şanverdi Avcı’nın eski Türkiye’yi anlatan şu satırları geldi:
* * *
Günümüzün güç ve kibir sarhoşu egemenleri “Gençlere eski Türkiye’yi anlatın” dediklerinde yazmadan edemedim.
Yaşım 41 olduğu için az çok biliyorum eski günleri çünkü.
Doğru biz çocukken, gençken şimdiki neslin içinde bulunduğu teknolojiyi, imkanları hayal bile edemezdik.
O yıllarda bize konulan yasaklar bilgisayar, tablet, telefon kullanımı değil; terli terli soğuk gazoz içmemekti mesela.
Sosyal medya, mahalledeki teyzelerdi.
Sansür, elalemdi!..
Okula yürüyerek gider gelirdik, ailemizin durumu ne olursa olsun aynı semttekiler aynı devlet ilkokulunda okurlardı.
Sıra arkadaşımızın dinini, kökenini falan bilmezdik. Bir tek bitlendiğimizde ayrılırdık.
En pahalı, en inanılmaz karne hediyesi bisikletti.
Çeşit çeşit kurslara gitmemek için değil, öğlen uykusuna yatmamak için diretirdik.
Kristal, elmas, zümrüt çocuklar falan da değildik zaten. Terliği gördük mü kaçardık, sofraya küsemezdik.
Dedemiz ajansı dinlemeye başladığında, çıt çıkarmazdık.
Öyle çeşit çeşit çikolatalar yoktu, şemsiye çikolata alabilmek için para biriktirirdik.
Oyuncaklarımız benzerdi, yurtdışında akrabası olanlar değişik bir bebek, tren falan getirdiğinde hayranlıkla bakardık.
* * *
Antalyalıyım ben, sokaklar portakal ve turunç kokardı.
Mevsimi değilse hiçbir meyveyi, sebzeyi bulamazdık.
Halamın bahçesinde dutların olmasını beklerdik ki koparıp yiyelim.
Organik lafını hiç bilmezdik. Çünkü her şey doğaldı.
Cep telefonu olmasa da annemiz babamız, bir kağıda oldukları yerin numarasını yazıp akşam gezmesine gidebilirlerdi.
Bakıcıya gerek yoktu, çocuğunu komşuya emanet edip rahatlıkla işini görebilirdin.
* * *
Biz AVM görmedik; hafta sonu maç ve banyo günüydü.
İftar sofralarını da bayram sofralarını da yılbaşı sofralarını da büyük bir heyecanla beklerdik.
Ramazan’da pide sırasına gönderilir, bayramda harçlık alır, yılbaşında aynı televizyon kanalında, aynı eğlenceleri izlerdik.
Ünlü olmaya ilişkin tek hayalimiz Barış abinin programına çıkmaktı.
(Ruhunu sevgisizlik kin ve öfke sarmaşığı kaplamış bazı cahillere inat-UD)
Masalcı Adile Teyzemiz, “Haydi yatağa kuzucuklar” dedi mi tıpış tıpış giderdik.
23 Nisan’da Halit (Kıvanç) amcamızdan gözümüzü ayırmazdık, dünyanın her yerinden gelen çocukların gösterilerine doyamazdık.
* * *
Devekuşu Kabareleri izlerdi büyükler.
Neredeyse tamamı siyasi olan esprileri ancak büyüdüğümüzde anlasak da Yeşilçam filmlerinden tanıdığımız Zeki-Metin’e gülerdik onlarla birlikte.
Müjdat Gezen’e, Levent Kırca’ya bayılırdık.
Sadece biz değil, o esprilere konu olan siyasetçiler de gülerdi ama.
Geleceğimizi hayal ederdik kendi çapımızda, 2000 yılına mektuplar yazardık hiç üşenmeden.
Daha sayfalarca sürer, sığdıramadığım atladığım çok şey var.
Özetle demek istediğim; evet teknoloji yoktu, “modern” değildik bugünkü gibi.
Ama mutluyduk, hem de çok mutluyduk…
Şimdiki çocukların, gençlerin hiç olmadığı kadar belki de…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/ugur-dundar/adile-nasitin-cocuklara-masallar-anlattigi-eski-turkiye-2457503/

Cabinet noir (Büyük şifreleme, 200 sene sırı çözülemedi) yakında bu sınamada!

Gençler istediğim gibi yazıp, çizemiyorum…
Nedeni?
BELLI!

Iş başındayım, biraz dinlenmem lazım. İstanbul ile başladım …
ÖGRETECEGIM…
Uygulamalı, sizler kendinize göre uyarlayacaksınız…
Yokkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk….
Elektronik hale getirmeyeceğim, sizlerin de getirmemenizi tavsiye ederim…
Bilişim, hesap kapasitesi çok gelişti…
Örgütlenme, birlik…
Koordineli hareket…
Bizim kurtarıcımız olacak!

Direnişte diriliş var…
Açıktan ve şifreli hepsi…
Direnişte diriliş var kapsamında!

Akla hitap edeceğiz, yürek kazanacağız…
Tüm bunları yaparken gerçekçi kalacağız. Katı…
Kaskatı diye bir Atatürkçülük yoktur…
İlkelere terstir…
Öze!!!

Ya öyle veya böyle bu devir kapanacak…
Yaralar sarılacak…
Atatürk ve ilkeleri, bence en önemlisi…
Halkçılık…
Sizlere emanet…
İzindeyiz demekle olmuyor! OLMAZ (…)

Söz veriyorum…
Bademlerin akılları duracak, g.tleri tavana vuracak!

Not: Pazartesi çok önemli…
Piyasalara dikkat!

oku simsarı, din simsarını

Belki…
Benden Çarşamba’ya kadar bir şey duymaman mümkün gülüm…
Merakta kalma!


Bu çağda…
Devletin dini olmaz, olmaması lazım…
İnanç…
Allah ile kul arasında çok özel bir ilişki…
MAHREM…
Kadın ve erkek arasındaki ilişki kadar önemli ve mahrem…
Devletin dini olmaz, olmamalı AMA devletin pekâlâ dili olacak, olmalı…
Tüm insanlar birbirini anlayabilmeli…
Başta Kürt kökenli vatandaşlarımızın, HEPSININ ihtiyaçlarını bir şekilde karşılamamız lazım…
Karşılanacak…
Adaletsizlik çözümlenecek!

Bilim ve din, din ve bilim! İslamiyet

Bu videoyu çok dikkatli izle kadın…
Sakin kafayla, izlerken aklından geçenlerden korkma, çekinme…
Anımsa…
Peygamber Efendimizi, Kur’an da ismen anılan tek kadın Hz. Meryem’i…
Hz. Isa ve yine Kur’an da ki önemini düşün…
Bu videoda satır arasında söylenenlere dikkat et…
Ve sorgula…
Allah akıl vermiş, düşün, gör diye…
Düşün, düşün, düşün…
Belki yazarım düşüncelerimi, bugünün işini yarına bırakma…
Ben…
Çoğu zaman bırakmak zorunda kalıyorum, iyi olursam hava aydınlanır aydınlanmaz düşeceğim yollara.

Salı…
12.06…
Bu ağrılar ve bu kafayla!???


izle

Çok dikkatli izle, her kelimesini anla!

İzlediysen birde bunu seyret:


izle

Die Flucht

Atmosphärisch dichtes, türkisches Liebesdrama (2016, Regie: Kenan Kavut) um einen Flüchtling aus Syrien. Cabir glaubt, auf der Flucht vor der Polizei im türkisch-griechisch-bulgarischen Grenzgebiet einen Mann getötet zu haben. Seine Schuldgefühle verfolgen ihn wie ein Geist. Aber ist sein Opfer tatsächlich der Ehemann Aliyes, der Frau, die Cabir bei sich aufnimmt?


Aşk – meşk filmleri benim işim değildir…
Yaşayıp, yaşatmasını tercih ederim…
😊
Ama güzel bir şeye benziyor!???

izle

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, milleti ve vatanıyla bölünmez bir bütündür

NOKTA!!!

İsmen dahi…
Bir bölünmüşlük izlemine dayanamam…
Belki hatırlarsınız isminde bile meymenet olmadığını yazdığımı…
Laflarına değil, zihniyetine bak dediğimi…
Ve lütfen hatırlayınız kancık* için söylediklerimi, sonunda sözlerime geleceksiniz…
Diğeri…
Ondan iyi değil de hani kötünün, beterin iyisi…
Ben insan denilen varlıkta pek yanılmam, olmuştur tabii yanıldığım ama genelde yanılmam yani…
Not vermeye göreyim bir insana!

*Kancık hayvanlar aleminde dişiye verilen addır, insanlar arasında dönek, alçak, güvenilmez kimse anlamında kullanılır. Sevgi, saygı ve güven benim hayatımda çok önemlidir…
Öyle ki…
Güvendim dediğimde sonsuz güvenmek isterim ve elimden geldiği kadar bana sonsuz güven ile itimat edilmesi için elimden geleni yaparım.


+

Rapor (Henüz okumadim ama incelemekte fayda var. Neticede akıl, akıldan üstündür)

###

STK

SETA…
Bir STK mi?
Kimdir, nedir, nasıl finanse eder kendini(?)
AMAN DIKKAT…
Bu heriflerin yayınlarını paylaşırken, yazıştım zamanında bunlarla…
Bakma vatan, millet dediklerine BURUNLAR KAF DAGINDA!

Tuncay Özkan gibi bir şey bunlarda…
Para, para, para!

Bazen…
Gerçekten ilginç yayınları oluyor…
Ancak…
Yönlendirme çok fazla, bilgi ister bilinç ister VE CEVAP VERMEK GEREKIR…
Şak diye oturtacaksın sözü punduna…
Tam alından vuracaksın, beyin ölümü gerçekleşecek…
Cevap vermeye imkân ve kabiliyetleri kalmayacak!

ŞARK MESELESİNDEN DEMOKRATİK AÇILIMA TÜRKİYE’NİN KÜRT SORUNU HAFIZASI
http://file.setav.org/Files/Pdf/20130130121531_seta-turkiyenin_kurt_sorunu_hafizasi.pdf

EUROPEAN ISLAMOPHOBIA REPORT 2017
http://www.islamophobiaeurope.com/wp-content/uploads/2018/04/EIR_2017.pdf

###

İlginiz için teşekkür etmek istedim

Çok şükür açıldım biraz, idare ediyor yani…
İstatistiklere baktım bu sabah…
Yürekten teşekkür ederim.

Bir ölmüşün ardından konuşmak…
Ne bir Müslümana ne kendine Atatürkçü diyene ne insan olana yakışır…
Ancak…
Bu sözleri etmeden de olmayacak…
Abartmasalar olmuyor…
Dünya durdu sanki, dönmüyor artık. Yok çok yardım severmiş, iyi bir insanmış…
Oymuş, buymuş…
Bunu sadece Allah bilir!

Sorunda zaten burada ya…
Boynunda medeniyet yuları, zihninde örümcek ağları…
Boynunda papyon…
Eşi gayet alımlı, çağdaş bir giyim ile arz-ı endam ederken…
Paranın gücü ile satın alır medyayı…
Uzaklaştırır ekranlardan mesela bir kadını(!)

Almanların bir özdeyişi var:
“außen hui, innen pfui”
Evet, aynen öyle…
Dışarıdan bakınca aman ne medeni bir insan dersin…
Dal zihin dünyasına, dalabilsen ruhunun dehlizlerine, bak kalbine…
Görürsün ne malın gözü olduğunu!

Yok kardeşim yok…
Hz. Mevlâna haklı “ya göründüğün gibi ol veya olduğun gibi görün!”

Kimi cami faaliyetlerinin durdurulması ve yine kimi “imamların” yurtdışı edilmesi konusu

Aslında bugün yoktum…
Yapmam gerekenler vardı, başımı kaşıyacak vaktim yok…
Ancak…
“Önder, korkuyorum senden”
Böyle diyor annem bu sabah, gördü halimi.

Vücudumdaki her bir kemiği his ediyorum, canım tarifsiz acıyor (…)

Ne ağrı kesici ne uyuşturucu çare…
Herhalde kaçınılmaz sonuca doğru gidiyorum!?
Almanca yazacaktım…
Almanya, Avusturya, İsviçre gibi ülkelerde beli başlı yerlere yollanmak üzere…
Gel gör ki…
Halim yok.

Siyasal İslam…
Ve tüm Müslümanlara ettikleri kötülük, yetti gayri yetti…
Şu mübarek günlerde…
“Bayram” arifesinde!

Kendim biliyorum ya, kendim şahit oldum…
Bir, iki, üç değil ki…
Bayram namazı öncesi bile, YETER…
Camiler…
Siyasetin yeri değildir!

Alet edilmekten…
Benim adıma, benim namıma kendini bilmez, bilgisiz hayvanların konuşmasına tahammül edemiyorum artık. YETER!

Bak ne diyor kutsal kitabımız:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.“
4/Nisâ – 59

Adamlar daha ne yapsın?
Çaresiz tepki verecekler…
Dağdan gelmişsin, bağdakini kovmaya çalışıyorsun!

İzmirlimi unutmadım

Soner Bey yazdıklarıyla sadece hayal kırıklığına uğratıyor. İsterseniz…
Önce İzmirliyi sonrasında Uğur Beyi okuyalım.


MUTLAKA OKU

Harun ile Karun!..
8 Haziran 2018

Dün Ege’nin cennet köşelerinden birinde gayrimenkul yatırım danışmanlığı yapan iyi eğitimli genç bir kadınla konuşuyorum.
Uzunca bir süredir yavaşlayan satışların, birkaç aydır da adeta bıçak gibi kesildiğini anlatırken “Bugün sabahtan öğlene kadar tapu dairesindeydim. Tek bir satış olmadı” diyor.
Geçmiş yıllarda satıcı ve alıcıların kuyruklar oluşturduğu tapu müdürlüklerinde artık sadece icra işlemleri yapıldığını söylüyor.
İnsanların hayaller kurarak büyük umutlarla aldıkları evlerini haraç mezat satarken yaşadıklarını anlatırken gözleri yaşarıyor.
Ağlayanlardan, beddua edenlerden, canına kıyacaklarını söyleyenlerden, hatta tapuya elinde benzin şişesiyle gelip, memurların yalvar yakar eylemden vazgeçirdikleri yaşlı ve tükenmiş insanlardan örnekler veriyor.
Sözlerini “Satan çok, ama alan yok! Sadece icra yapanlar var. Bankaların, özellikle yabancı bankaların avukatları yoğun faaliyetteler” diye noktalıyor.
* * *
Bir PTT şubesi…
Yetkili çevresindekilere yakınıyor.
“Her ayın 5’ine kadar, 80’e yakın kişiye, işsizlik maaşı ödemem gerekiyor. Bunun için 100 bin liraya ihtiyacım var. Ama topu topu 8 bin lira göndermişler!..”
“Ben bununla ne yapayım” diye soruyorum “Para yok” diyorlar!..
* * *
Başka bir mekan…
Sohbete katılanlardan biri “Yaklaşık 1 yıl kadar önceydi” diyerek, çok çarpıcı bir konuyu dile getiriyor.
“O sabah Atatürk Havalimanı’ndayız… VIP Salonu çıkışında bekleyen korumalarda bir hareketlenme oldu… Orta yaşın üzerinde şık giyimli bir kadın yanındakilerden (…) bakanının geldiğini öğrenince, kapıya yaklaştı…
Tam bakan ve korumaları önünden geçerken hepimizin duyabileceği bir sesle “Yalı almışsınız hayırlı uğurlu olsun…” diye bağırdı. “Herkes oranın değerinin sizin söylediğinizin kat be kat üstünde olduğunu biliyor. Ama gerçek rakamı açıkladığınız takdirde vay be nereden bulmuş bakan bey bu parayı diye sorulacağını biliyorsunuz değil mi?..”
Bakanın çevresindekilerin sert, hatta tehditkar bakışlarına karşın susmayıp ağzına geleni söylemeye devam etti.
Şaşkınlık içinde kadını seyrediyor, korumaların yaka paça alıp götürmelerini bekliyorduk.
Onun yerine biz korkmuştuk!
Bakan arkasına dönüp bakmadan ilerlerken, koruma amiri olduğu sanılan görevli kadına yaklaşıp susturmaya çalıştı. Ama kadın “Sakın bana dokunma diyerek” kimliğini gösterince, müdahale etmeden bakanın arkasından koşmaya başladı.
* * *
İşte böyle sevgili okurlar,
Bir yanda anılarla dopdolu olmalarına karşın çaresizlikten icraya kaptırılmış yuvalar…
Kararan hayatlar, yitip giden hayaller, sönen umutlar…
Diğer yanda Harun gibi gelip Karun gibi olanlar…
* * *
“Durum bu kadar kötüyse, her şey nasıl yürüyor” diye soranlara, bilge diplomat olmasının yanı sıra, ekonomi uzmanlığı da bulunan Şükrü Elekdağ dün bu köşede şu tarihi cevabı verdi:
“Cumhuriyet tarihinde eşi görülmedik yalan furyasıyla!..”

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/ugur-dundar/harun-ile-karun-2-2455529/


Ben kaçtım, yarına yokum!