Son zamanlar ne kadar iyiymişim şimdi anlıyorum

Gerçekten, ağrılar çok büyük çapta kontrol altında…
Halsizlikle birleşince, bugün perişanları oynuyorum, uykusuzluk…
Her neyse, bilin bakalım bu ne???

Önder işi, Önder
😊

Ehlîleştirilmiş hayvan, gerçi kim hayvan kim insan belli değil ya…
Köpek…
İnsanın en eski dostlarından biri. Evcilse…
Senin, benim gibi…
Karşı koyamaz tabiat koşullarına, karnını bile doyurmaktan aciz…
Kimi, çok önemli içgüdüsünü yitirmiş.

Jack…
Jack’in mantosu, yağmurluğu…
Acıdım hayvana, bir tel tüyü var. Soğuk…
Yağmur…
Gittim alayım diye bir şeyler, ulan bu ne 50€ ve üzeri…
Hadi git işine…
Gördüğünüzün toplam maliyeti, taş çatlasın 2,5€
Aynı işlevi görüyor VE…
Takım elbise misali, tam onun ölçülerine göre!

Önder işi kardeşim, Önder işi…
Yap da göreyim seni!

😊

Elini uzat…
Gücün varsa, yapabiliyorsan hem insana hem hayvana…
Canlıya, cansıza.

###
Tüm bedenini sarıyor, göbeği, möbegi…
Baş ve kıç açık tabi…
Havalandırma kardeşim, havalandirma…
Klima…
Aklınızda olsun, O bir av köpeği, onun tam havası nispi bir soğuk…
Ama genel olarak köpeklerin terleme bezleri yoktur…
Ve sen insan olarak bilemesin onlara ne zaman soğuk ne zaman sıcak…
Köpek…
Dilini dışarıya çıkarıyorsa, anla ona çok sıcak…
Öyle koruyor vücut kendi.
###

Affedersiniz, bilmem nesini bilmem ne ettiğiminim çocukları. İlahî adalet elbette gün gelecek yerini bulacak!

Hakediş

Murat…
1965 doğumluydu.
Tokat Zileli’ydi.
Dar gelirli bir ailenin çocuğuydu.
Henüz 14 yaşındayken Heybeliada’daki Deniz Lisesi’nin kapısından içeri girdi.
Deniz Harp Akademisi’ni birincilikte bitirdi.
Gökova fırkateyniyle harp filosunun en iyi gemisi ödülünü aldı.
Libya içsavaşında orada sıkışan vatandaşlarımızı kurtarma operasyonunu yönetti.
Kurmay albaydı.
Birinci sıradan amiral olmasına kesin gözüyle bakılıyordu.
İyi bir insan, iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir komutandı.
30 Ağustos’a gün sayıyordu.
22 Ağustos’ta tutukladılar!

Asrın iftirasına uğrayan seçkin subaylarımızdandı.
Maltepe’den arkadaşımdı.
16 sene yapıştırdılar.

Eşi ve çocuklarına yakın olabilmek için Mamak’a transferini istedi.
Her hafta açık görüş için yol yapmasınlar, maddi manevi perişan oluyorlar, bari ben oraya gideyim demişti.

Bu değişiklik biraz merhem olmuştu.
Taa ki 23 Nisan’a kadar…
Hergün zaten fenaydı ama, o gün daha fenaydı.
Çocuk Bayramı’nda çocuklarına sarılamıyordu.
Anca 26’sında açık görüş vardı.
Üç gün, üç asır gibi geçti.
Hep güleryüzlü, hep iyimserdi ama, o üç gün farklıydı, adeta içine kapanmıştı, kimseyle konuşmaz olmuştu.
26’sı sabahı, nihayet…
Koştu kucakladı hasretle, kızını, oğlunu, eşini, annesini.
Çocukların gözleri dolu doluydu.
Hissettiklerini belli etmemeye çalışıyorlardı, dudaklarını ısırıyorlardı.
Bir baba için daha çaresiz nasıl bir durum olabilir ki?
“Gel” dedi kızına.
Güya neşelendirecekti, “gel biraz top oynayalım” dedi.

Haysiyetsiz basınımız ertesi sabah “ayağı kaydı, başını taşa çarptı” diye yazdı… Elbette yalandı.
Maalesef buraya kadar dayanabilmişti.
Beyin kanaması geçirmiş, dünyanın kahrını taşımaktan yorulan asırlık ağaç misali devrilmişti.

Balyoz şehidiydi.

Tıpkı Murat gibi, kendi devleti tarafından esir tutulan arkadaşları, Mamak askeri cezaevinde askeri tören yaptı.
Beyin kanaması geçirdiği yere, masaları birleştirip musalla taşı kurdular.
Etrafına U şeklinde dizildiler.
35 senelik arkadaşı, deniz kurmay albay Sinan konuşma yaptı.
“Batu ile Duru, şimdi hepimizin çocukları. Sema, bizler son nefesimizi verene kadar, kardeşlerimizden daha kardeş. Mekanın cennet olsun. Bir gün yanına gelmek kısmet olsun” dedi.
Selam verdiler.
Tören mangasına dokundurmadılar, Murat’ı omuzladılar.

Sahte delil bavuluyla girdi, ay-yıldızlı tabutla çıktı.
Kumpasla girdi, arkadaşlarının omuzlarında çıktı.

Vefat ettiği için, dosyası kapatıldı.

Yoook öyle!

Murat’ın avukatı, Anayasa Mahkemesi önünde Adalet Nöbeti başlatan, yeniden yargılama kararı çıkana kadar gece-gündüz orada bekleyen, anıt kadın, avukat Şule Nazlıoğlu’ydu.

Mahkemeye dilekçe verdi.
“Murat Özenalp şerefli bir subaydı, öldü bitti denilemez, Murat Özenalp’in şerefli hatırasının, Balyoz davasındaki arkadaşlarıyla birlikte yeniden yargılanmasını talep ediyoruz” dedi.

Mahkeme inceledi, talebi kabul etti.
Murat’ın eşi Sema, yeniden yargılama davasında, asrın iftirasına uğrayan albay, general, amirallerle birlikte sanık sandalyesine oturdu.

Tarihte ilk kez…
Şehit yargılandı.

Beraat etti.

Balyoz iftirasına uğrayan diğer kahramanlarımızla birlikte aklandı.
İftiraya uğradıkları tescil edildi.
İtibarı iade edildi.

Tarihte ilk kez…
Mahşere bırakılmamıştı.

Bilahare, sıra tazminata geldi.
Kumpas mağduru olan kahramanlarımız, tazminat davaları açtı.
Avukat Şule Nazlıoğlu, Murat adına, eşi ve çocuklarını temsilen tazminat davası açtı.
600 bin liraya hükmedildi.
300 bin lira eşine, 300 bin lira çocuklarına verilecekti.

Gel gör ki…
Sayın devletimiz “bu para fazla” dedi!
İtiraz etti, temyiz etti.

Dosya, Yargıtay’a gitti.
Sayın Yargıtayımız inceledi.

Şimdi sıkı durun…

Sayın Yargıtayımız ne karar verdi biliyor musunuz?
Kelime kelime aktarıyorum…
“Dava açma hakkı zarar görene aittir, bu hak ancak zarar görenin ölmeden önce dava açması veya dava açma iradesini açıkça izhar etmesi durumunda mirasçılarına intikal edebilir, dava açmadan ve bu yönde iradesini açıkça izhar etmeden ölen Murat Özenalp’in mirasçılarının davası kanuna aykırıdır, sayın devletimizin itirazı yerindedir, söz konusu tazminat kararının bozulmasına oybirliğiyle karar verildi.”

Yani, sayın Yargıtayımıza göre…
Murat geç kalmıştı!

Henüz tutukluyken, kendisine verilen 16 yıl hapis cezası onanmışken, “ben beraat ettim” diye tazminat davası açmalıydı!
Veya, henüz yaşıyorken, askeri cezaevine noter çağırıp, “ben ölünce tazminat davası açacağım haberiniz olsun” diye vasiyetname yazmalıydı!

Yabancılara tiko para 159 milyar dolar faiz ödeyen, yandaş müteahhitlerin cebine 200 milyar dolar koyan, “hakediş” ayağıyla geçilmeyen köprüler girilmeyen tüneller uçulmayan havalimanları için 20 yıl, 30 yıl ödeme garantisi veren sayın hükümetimizin sayın Yargıtay’ı, sayın devletimizin kuruşunu işte böyle koruyor.

Aman sakın Murat’ın “hakediş”ini ödemeyin ha…
Çarçur etmeyin.
Mazallah devletimiz iflas eder sonra.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/hakedis-2801799/

Tıbbi ve sosyolojik bakış açısıyla, KURBAN

İnsan vardır bu dünyada…
Kurban rolü cuk diye oturur üstüne…
O kadar mükemmel doldurur ki bu rolü, o kadar yakışır, yoktur onun üstüne!

Bu bir gerçek mi?
EVET…
Hem bilimsel açıdan araştırılmış, ispatlanmıştır hem neredeyse hepimiz gündelik hayatımızdan biliriz böyle tipleri!

TCDD…
Tren kazasi…
Üç “kurban” tespit edildi…
9 kişinin hayatından mesul tutuluyor…
Ya onların yöneticileri, amirleri…
Taaa…
AK Sarayında bilmem ne kebabı yapana varana kadar…
Her biri sorumlu, her biri suçlu…
Ama onlar DAIMA kurban rolünde, mağdur…
Hz. Ömer ne büyük bir insanmış ne mükemmel bir yönetici.

„Kenar-ı Diclede bir kurt kapsa koyunu, Gelir de adl-i ilâhi Ömer’den sorar onu!“

Ne zaman açacaksınız gözlerinizi ne zaman göreceksiniz gerçekleri?

Ve Allah

O kadar büyüktür ki…
İnsan vardır…
Allah ona yeryüzünde çektirir, benim çektiğim gibi…
Aldığım ahların, girdiğim kanların bedeli!

İnsan…
Ders alır, bunun farkına varır…
Yine insan vardır, Allah çektirir, anlamaz…
Sağır eder örneğin…
Elinde cep, duymuyor ya…
Mesajlar ile tarumar eder, dağıtır etrafını…
Ve Allah…
İnan buna gereğini yapar, samimiyse kul, yürektense dua…
Allah…
Yardıma koşar!

Köpeklerin duası kabul olsa…
Gökten kemik yağırmış, der atalar…
Duaların kabul görmüyorsa…
BIL…
Allah, sana senin şah damarından daha yakın, O bilir içini…
Yüreğini, samimiyetini!

ANLA, anla demek istediğimi

Inanilacak gibi degil, Reuters haber ajansina bile güvenme

oku

Maşallah, tüüü kırk bir kere maşallah

O kadar kararlılar ki o kadar olur(!)
Benim tükürüğüm yetmiyor…
Bana yârdim edecek yok mu?
Yüzlerine gözlerine tükürmek lazım, nazar değecek, NAZAR!

Elem tere fiş kem gözlere şiş!

Allah nazardan korusun yiğitlerimi…
Allah…
Yollarını açık, kılıçlarını keskin etsin…
Bu ne yiğitlik bu ne kara gözlülük?
Allah’ımmm bu ne yürek???

Rabimmm…
Analar neler doğruyor ya, maşallah, maşallah kırk bir kere!

Bugün ekonomi haberlerinde açıklamaya çalışıyorlar…
Ekonomi haberlerinde!
Efendim >>> bağıra bağıra operasyon yapmamız <<< kararlılığımızın bir göstergesidir…
Daha doğrusu bu rezilliği hâkli göstermeye çalışan bir ekonomi yorumcusu!

Kardeşşş…
Bu milletin iki bin senelik bir tarihi var…
Kaç devlet kurmuş bu millet…
KARARLI OLAN…
Sözü bir kez söyler VE sözünün gereğini yapar!!!

ERKEKLIK kitabında böyle yazar!

Karşindaki bilir…
EMINDIR…
Bunlarla dans etmeye gelmez, ayağımı çiğner, beni sakat eder!

Kanallar vardır…
Yok ne kanal İstanbul’u be?
Askeri, diplomatik…
Dil vardır dil…
AZ VE ÖZ…
Muhatap devletler mesajı alır…
Yapacak adam, kararlı olan kancık karı gibi ağlanmaz…
Gereğini yapar!

Not: Reuters ciddi bir haber ajansıdır…
Çelişkili haberler…
Tezattın göstergesidir!

Ben kaçtım
GENAU…
„Ein Mann muss tun was ein Mann tun muss“
Ve ben, inan buna gerekğini yapıyorum!

Bak sonra özel işlerime…
Gelince!

HAYVANLIK BENDE! Yürek feryat figan

Gönül ferman dinlemez arkadaş, dinlemiyor!

Anayasanın 34. Maddesi
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı

Anayasanın 34. Maddesi (Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı)

TÜRKIYE CUMHURIYETI…
Ulan it, Kasımpaşa ayısı gözünün içine soka soka…
Dua et Emine’nin bir taraflarına başka şeyler sokmuyorum diye!

Yok…
Ona hiç uçkur çözer miyim?
İğrenirim…
Dünyadaki SON KADIN kalmış olsa bile!

Türkiye Cumhuriyeti anayasası…
Dün yazdım ya, sanıyor ki karşısındakiler imamın ordusu!

https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa_2011.pdf

Anlamamış…
Bellememiş Türkü, besbelli…
Ama Türk onun anasını, karısını, kızını öyle bir beller ki!


+

Dolar 5,38 Euro 6,10 Borsa 89962 çeyrek altın 352,93 ALLAH daha beter etsin!

Yokkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
Acımıyorum, vallahi billahi acımıyorum artık…
YANSIN…
Kurunun yanında yaşata yansın…
Başka türlü “adam” olmayacak bu millet!

Yalvardım ya yalvardım…
Bir kıçınızı öpmediğim kaldı, elinizi ayağınızı…
Benim gibi neler ve kimler…
Laf anlamayana…
HAK!

Ne kitap(çık) yayınlayacağım ne kitabı…
Kime…
Neye, neden ve niçin?

Bir cümle, bir kelime…
Bir harf HARAM!

Er

Ne demek?
Ne büyük bir kelimedir O…
Er…
Er olabilmek, erkek gibi erkekkk!

Görüyoruz ki…
Niceleri…
İsminde, soyadında > er < kelimesini taşımakla birlikte…
Adi bir köpek ki buradan tüm köpeklerden özür dilerim, olmayacak bir kıyas yaptım…
İşte…
Onlar kadar bile olamıyorlar!

Ayı…
Evet bir ayı gibi, porselen dükkânında bir fil gibi…
Sadece…
Yakıp yıkmayı, kırmayı biliyor sonrasında…
İnsanım diye insan içine çıkmayı biliyorlar!

Erkeklik kardeşim erkeklik…
Hele hele bir Türk erkeği olabilmek, olmak çok farklı bir şey…
Bir Müslüman olmak…
Olabilmek!

Resmen ilan etmişler…
ILAN, öyle diyor O ADI……
Herifler gereken tedbirleri çoktan aldı…
O ölenler var ya, şüpheli…
Ya yem, evet yem…
Almanlar “Kanonen Futter” derler, yani ölsün diye öne sürülen yığınlar…
PKK gözden çıkarmış onları…
Veya…
Her zamanki gibi rakamlar YALAN!

FETÖ, Reuters haberi…
Göreceğiz eninde sonunda gerçekleri.

Sahi…
Ne oldu enflasyonla mücadele?
Zamlar…
HALK daha yeni yeni fark ediyor yediği kazıkları…
Elektrik, doğalgaz faturaları…
Hiç sorma semt pazarlarını!

Ve evet…
Devlet sikiyor kendini, bak ameliyatlara…
BAK “yeğinime”, kuzenin küçük kızı…
O “vaka” gibi kimleri biliyor kimlerden neler duyuyorum…
Sarılsanıza…
> büyük ekonomistin gırtlağına! <

Not: Pardon…
Alman klavye, ama değiştirmeyeceğim O kelimeyi…
Bir yerde yansıtıyor gerçekleri!

Demir ağlar…
15 Aralık 2018

1933…
Cumhuriyet on yaşına gelmişti.
Onuncu Yıl Marşı için yarışma açıldı.
Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı sözler seçildi, Cemal Reşit Rey tarafından bestelenecekti.

Mustafa Kemal güfteyi görmek istedi.
Getirdiler.

Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan
Bir baca yükseliyor, durmadan her yamaçtan

Okudu.
Son dizenin üstünü çizdi.
“Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan” yazdı.

Sonra da Behiç Erkin’e döndü.
Çanakkale’den beri arkadaşıydı.
İstiklal Madalyalı milli mücadele kahramanıydı.
Devlet demiryollarının kurucusu ve ilk genel müdürüydü.
“Sizlerin bu on senedeki emeğiniz iyi ifade edilmiyordu, o nedenle o mısrayı değiştirdim” dedi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin on yıllık mucizevi kalkınma hamlesine imzasını atan Mustafa Kemal… Zihinlere mıh gibi çakılan “demir ağ” metaforuyla, Onuncu Yıl Marşı’na da imzasını atmıştı.

Behiç Erkin…
İstanbul doğumluydu.
Mustafa Kemal’den beş yaş büyüktü.
Kurmay subaydı.
Lojistik dehasıydı.
Çanakkale’ye asker ve mühimmat sevkiyatında inanılmaz işler yapmıştı.
Memleket işgal edilince Anadolu’ya geçti, milli mücadeleye katıldı.

Mustafa Kemal çağırdı…
“Ben cephede ne yapılması gerektiğini biliyorum, sen cepheye askerin mühimmatın erzağın nasıl getirilmesi gerektiğini biliyorsun, demiryolları işin ehli biri tarafından yönetilmezse bu işi yapamayız, demiryolları sana emanet” dedi.

Behiç Erkin, Mustafa Kemal’i yanıltmadı.
“Türkler demiryolu işletemez” önyargısını tarihe gömdü.
Savaştan sonra demiryolu okulu açtırdı, uzman personel yetiştirdi.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın kurucusu ve ilk genel müdürü oldu.
O yokluk döneminde memleketin demirağlarla örülmesinde birinci derecede katkısı oldu.
İşletme dilini Fransızca’dan Türkçe’ye çevirdi.
Demiryolları müzesi kurdu.
Sonradan İstanbul Teknik Üniversitesi adını alacak olan Mühendis Mektebi’ne özerklik kazandırdı.
Milletvekilliği, bakanlık, büyükelçilik yaptı.

Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günlerinde, Mustafa Kemal bir telgraf göndermişti.
“Sevkiyatı hızlandırın, trenleri son sürate çıkarın, geciktiren idamla cezalandırılır” diyordu.
Behiç Erkin cevap telgrafı gönderdi.
“Bu hat 40 kilometreden süratli gitmeye müsait değildir, hızlandıralım derken tek bir sevkiyat bile yapamayabiliriz, emrinizi aldım, bu nedenle uygulamadım, ikinci emrinizi bekliyorum” diyordu!
Mustafa Kemal’den tekrar telgraf geldi:
“Sen nasıl uygun görürsen Behiç…”

İşte bu diyalog ve bu karakter nedeniyle, Mustafa Kemal tarafından Behiç’e Erkin soyadı verildi.
Mustafa Kemal bizzat kendi el yazısıyla Behiç’e gönderdiği mektupta, Erkin’in anlamını şöyle yazmıştı: “Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi…”

Behiç Erkin gerçekten her şart altında kendi doğrularını gerçekleştiren, bağımsız kişiydi.
İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa nazi işgali altındayken, Paris Büyükelçimiz’di.
Müthiş bir insanlık örneğine imza attı, 20 bine yakın Yahudi’ye Türk pasaportu vererek, Türk vatandaşı gibi göstererek, ölümden kurtardı.
“Türk ulusu adına konuşuyorum, Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde din, dil, ırk ayrımı yoktur, vatandaşlarımıza dokunamazsınız” dedi.
20 bin insanı kurtardı.

1961’de rahmetli oldu.
Vasiyet etmişti…
“Beni, ilk demiryolu genel müdürlüğü görevini üstlendiğim Eskişehir’e, İzmir-İstanbul-Ankara hatlarının birleştiği yerde toprağa verin” dedi.
Orada yatıyor.

Ve şimdi bakıyoruz geldiğimiz noktaya…
Millete kahkahayla küfür eden havuzcu müteahhitler, havuzcu müteahhitlerle al takke ver külah siyasiler, yabancılara akıtılan milyar dolarlar, sırf kendilerinden olduğu için demiryollarına sokuşturulan liyakattan uzak tipler, koltuğuna yapışmış yetersiz-sorumsuz-yüzsüz yöneticiler, pisi pisine can veren insanlarımız…
Bu tabloya nasıl biat edilir, insan hakikaten utanıyor.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/demir-aglar-2797024/