Tepem attı yine, BABALIK üzerine

Hayatıma çok çeşit insan tipleri girdi…
Benim için suratsız derler, asık suratlı SERT…
Evet…
Yeri gelir gerçekten öyleyimdir. Acımasız olamıyorum ama bağrıma taş basıp çok sert olabiliyorum.

Hele, hele değil sevdiklerime zarar vermek, sevdiklerime yan gözle bile bakmaya cesaret edeni sokarım çıktığı yere geri!

Annelik…
Kadın olmak gerçekten çok zor zanaat…
Ama babalıkta kolay değil, annelik kadar olmasa bile hakkini vermek suretiyle zor yani.

Bakin…
Dikkat edin, eminim sizlerin de hayatına girmiştir böyle tiplemeler. Kadın, erkek hiç fark etmez…
“Melek!?”

Özellikle çocuklara karşı ne kızarlar ne bir şey…
Ne sudurlar ne sabun…
Hep mağdurdurlar, hep ezik, hep anlayışlı, hoşgörülü, sevgi dolu…
Ve çok sevilirler(!)

Gerçekten…
Çocuğa iyilik mi etmektedirler???

Dada…
Kaza…
Bak yeminle kök söktürüyor anaya, babaya, ananaya…
Benden korkar, çekinir…
Bir tek istemeye istemeye de olsa benim sözümü dinler…
Evlat…
Öfffffffffffffffffffffffffff…
Ben bugün öleyim yandı anam, yandı hanım. Gerçi eski Burak o da değil artık…
Yavaş yavaş olgunlaşmaya başlıyor…
Ama (…)
El kaldırmayı sevmem kadına, evlada…
Ama kalıtımı da Allah yarattı demem. Çok söyledim Dada’ya, Dayday’a…
Halbuki yeri ve zamanı geldiğinde ense köklerine bir Osmanlı tokadı VE…
Yapmadım, kıyamadım…
İyi mi yaptım?

Baba rolü…
Ailede, toplumda…
Yeri geldiğinde otorite…
Yeri geldiğinde sevgi ve şefkatle yaklaşmak değil midir evlada?

Varsın beni kötü bilsin, varsın sevmesin…
Ben onun görmediği, göremediğini bilmekle yükümlüyüm, korumakla…
Tabii önce Allah koruyup, kollayacak sonra ana, baba…
Ben…
Olayım şeytan, fark etmez. Varsın O melek olsun…
Evlat öğrensin, sağ, salim ve esen olsun…
Beni, içimi bilen bilir…
Babalık görevidir, yerine göre esnek olmak yeri geldiğinde aşılması mümkün olmayan bir kaya, yakan bir ateş parçası. Varsın benim elimden yansın yeter ki hayat yakmasın…
Hazırlamaktır görevim, görevimiz…
Bir gün onlarda olunca ana veya baba anlayacaklar nasılsa!

Babalık hakkidir bu unutma…
Kur’an da bile yer alır. Analık başkadır, babalık başka…
İster aile reisi ol ister devlet…
Üstendiğin sorumluluğun hakkini vereceksin…
Bazen şekerle, bazen kamçıyla…
AMA…
Her zaman bilgi ile akılla!

Sen liderliği bacaklarının arasında sallanan bilmem ne mi sandın?

Liderlerin karnesiymiş, Sözcüde karne yazmışlar…
Dik dur…
Sert ol…
Bilmem ne, ya liderlik ileri görüşlü olup yeri geldiğinde, yerine ve ortamına göre tepki verebilmek…
Doğru yoldan gidip, doğru yola sev etmek…
Orantılı hareket edebilmek değil midir, elindeki gücü doğru kullanmak?
Yeri geldiğinde esneklik gösterebilmek, hoşgörülü olabilmek değil midir liderlik?

Bu ne ya…
Sürekli bir ereksiyon (sertleşme) hali?

Yorumsuz

Sineklerin Tanrısı
24 Mayıs 2018

Partilerin milletvekili listeleri tartışılıyor.
Medyadaki yorumcular diyor ki:
“Liderler rahat çalışaca¬ğı kişileri listeye koydu!”
Siyasi partiler, liderle¬rin “babasının malı” mı?
“Rahat çalışma” ne demek? Partiye gelip politika yapan kişiyle liderin düşünsel ortaklığı nasıl olmaz? Parti programı ve tüzüğü sır mı?
Sanırım mesele başka:
Lider, iki dudağından çıkan her sözü milletvekil¬lerinin tartışmadan kabulünü; iktidarına koşulsuz biat istiyor!
Bu aslında siyaset kültü¬rümüzün aynası:
Diktatörlük altında yeti¬şen-bulunan insanların; zi¬hinleri, değerleri, tutum¬ları, davranışları zamanla otoriterleşiyor!
– Emrediyor…
– Yasak ediyor…
– İtaat istiyor…
– Hakkı ve gücü tek elinde tutmak istiyor!
Bu nedenle birçok ülke¬de diktatörlükten de¬mokrasiye geçiş dönemi, gerisin geriye diktatörlüğe yuvarlanmayla sonuçlanıyor!
Baksanıza:
12 Eylül darbesinin seçti¬ği “Danışma Meclisi” lis¬tesiyle, bugün partilerin milletvekili listelerini belirleme biçimi/tarzı/şekli arasından hiçbir fark yok!
Evet… “Danışma Meclisi” listesini belirleyen Kenan Evren’in, mevcut liderlerden ne farkı var?
Erdoğan’a “diktatör” diyen muhalif liderler, “Er¬doğan yöntemiyle” milletvekili listesi yapıyor! Milletvekilleri¬nin kendisine teslim olmasını istiyor.
– Şöyle ya da böyle- 142 yıllık demokrasi kültürü¬müz var. Bugün geldiğimiz yer; parti içinde diktatörlük kurmak! Peki…
Partide diktatörlük ku¬ran lider, ülke yönetiminde demokrat mı olacak? Parti içi “kaba güç” yarına ışık tutmaz mı? Sigmund Freud buna “öfkenin yer değiştir¬mesi” diyor; “diktatör” diye nitelendirip karşı çıktığının aynısını yapmak!
Görünen:
– İktidarda ya da muhale¬fette, sağcı ya da solcu- dik¬tatör, demokrasiyi alt etmek için hep pusuda bekliyor!
William Golding’in “Si¬neklerin Tanrısı” bunu anlatan en güzel romandır…
KOŞULSUZ BAĞLILIK
Diktatörlükte kabul gören ideoloji ve siyaset sürekli değişim geçirir; ve buna uyum sağlayamayan mutlaka şiddetle hizaya getirilir!
Bu sebeple…
Milletvekili, parti grup top¬lantısı başta olmak üzere li¬derinin nutkunu pür dikkat kaçırmamaya çalışır. Ama¬cı; bağlılığını ispatlamak için sürekli değişen politikaya uyum sağlamak; ezber yap¬mak; kendine çeki düzen vermektir!
Böylece eleştirel bakış si¬yaset dışına çıkarılır! Kul’luk doğar!
Hedef, tek sesliliktir.
Diktatör, kendine bağlılı¬ğı liste gücüyle sağlayarak gerçekleştirir.
Otoritesini meşrulaştırmak için buna “disiplin” der; ve politik yaratıcılığı öldü¬ren vasatın iktidarını böyle sağlar.
Keza…
Diktatörün partisinde yarat¬tığı diğer korku; kimin, ne zaman kurban olacağının belli olmamasıdır. Örnek sert kaçacak ama yazmalı¬yım…
Nobel ödüllü Harold Pin¬ter’in -12 Eylül döneminde Türkiye’ye yaptığı ziyaretten sonra yazdığı oyunlardan- “Yeni Dünya Düzeni” bu ruh halini anlatır:
Gözleri bağlı sandalyede oturan adam, çevresinde dolaşan iki işkencecinin ne yapacaklarına dair belirsizlik içindedir.
İşkencecilerin hedefi, sa¬vunmasız adamın kendine güvenini yıkıp, onu sersem¬leştirerek otoritelerine/yüce liderliklerine boyun eğdirmek¬tir.
Kimi partilerde –listeye gi¬rememe endişesi gibi- belir-sizlikler/korkular hep tırman¬dırılır. Bunun sonucu siyaset her geçen gün yozlaşır…
AMAN SUSUN
Bir ülkede demokrasi olup olmadığı “şehir meydanı testi” ile anlaşılır.
Şöyle:
– Bir yurttaş yaşadığı şeh¬rin meydanına çıkıp, gözaltı, tutuklama ve fiziksel şiddete uğramadan özgürce görüş¬lerini ifade ederse o ülkede demokrasi vardır!
Bu testi şöyle çevirebili¬riz:
– Bir milletvekili medyaya konuşup, listeye konmama tehlikesini duyumsama¬dan liderini eleştiriyorsa o partide demokrasi vardır!
Soralım:
– Türkiye’de demokrasi var mı?
– Hangi partide demokrasi var?
Gördüğümüz bildiğimiz:
Liderler mutlak sadakat/bağlılık – riayet/boyun eğme bekliyor. Kendini “kahraman” sanıp çok sevilmek- beğenil¬mek istiyor!
Diktatörlük bulaşıcı… Ki¬şisel bir davranış tarzı görül¬mekle birlikte aslında politik düzen.
Karşımızda kişi yok, sistem var!
Diktatörlüğe muhalif olanların yaptığı en önem¬li hata, diktatör devrildiği zaman hedeflerine ulaşmış ola¬caklarını düşünmeleridir. Oysa durum bunun tam tersidir:
Bir diktatörün devrilme¬si yeni diktatörün doğ¬masına neden olabilir. İran Şahı’nın gidip Humeyni’nin gelmesi gibi…
Bu nedenle…
Eğer toplumu sürekli de¬mokrasi yönüne itelemezseniz, o ülkenin eninde sonunda diktatörlük bataklığına yuvarlandığına şahitlik eder¬siniz. Türkiye’de liberallerin AKP’ye; ve AKP’nin FETÖ’ye verdiği destek bunun somut sonucudur.
Liberaller, AKP ve AKP, FETÖ konusunda kendi ya¬lanlarına inandı. “Demokrasi” diye diye hukuk dışılıklara göz yumarak ülkeyi diktatörlüğe savurdu.
Bu hâlâ görünmüyor; her seçim öncesinde olduğu gibi şimdi de deniyor ki:
“Aman milletvekili listeleri¬ne filan söz etmeyin; yeter ki diktatörden kurtulalım!”
Tamam susalım! Eleştiriye tahammülsüzlüğün diktatörlük doğurduğunu unutup gidelim.
Türk’ün Türk’e propaganda¬sına devam edelim.
Ne diyor yandaş:
Ver mehteri!

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/sineklerin-tanrisi-2425887/

NOT:
Kendimde okumadım bu kitabi, bakalım. Belli belirsiz, üst sağ köşede, ok aşağıya

Sineklerin Tanrısı:
oku

Yazdıklarımdan şu sonucu çıkarmayın sakın

AKP gelene kadar da bu ülke ne yazık ki tam bağımsız değildi…
Her şeyden evvel ekonomik bağımsızlığımıza ulaşamadık, BUNLAR…
İyice bağımlı ettiler, bu bir geçek…
Tek çözüm…
Gerçek milli hükümet. Gerçekçi insanlar…
Halka…
Diyet yaptırırken, KENDILERI…
Yandaş ve yoldaşlarda diyet yapacak!
Bu durumda…
Haliyle kerhane kapısı gibi her önüne gelen girip, çıkacak…
Pisliği ile birlikte akıtacak akıtacağını ortalık karışacak!

Hâkim değiliz kendimize, ülkemize…
Hâkim olmalıyız kendimize, ülkemize, malımıza ve mülkümüze!

Değneksiz kalan köy misali…
Değneğim nerede?
Almalıyız tekrar ele, benim hunimi aradığım gibi…
Kendimize gelmeliyiz, kendimize!

Doğru diyorsun Sayın Doğru, doğru AMA

Dikkate almadığınız iki konu…
Aslında ekonomide izah edecektim ama varsın böyle olsun…
Bademler…
Ve G. Fuller, bademler ve F. Güllen…
Üst akıl hocam üst akıl…
Obama ile papaz oldular, Obama bunlarla mı uğraşacak, bunların seviyesine inecek?

Artık Trump var karşılarında…
Ayni b.kun soyu…
Bu bir…
İkincisi…
Ki kendini çokça gösterdi, AB mesela veya Kore, İran’a bak…
Membiç be hocam ne çabuk unuttun?
Sen kimsin?
Trump’a karşı geleceksin…
VE evet, sizinle ayni fikride değilim…
Kim EMIR ettiyse Tayyipistan güvenli liman, yatırım yap dediyse…
Kuveyt, Katar’a emir verdiyse, destekle, desteğini çek…
Ayni yer bastı düğmeye, çek parayı…
Batır ülkeyi, izlemiyor musunuz Avrupalılara yaptığını, %25 ceza vergisi…
Çelik, bilye meselesi…
Yok hocam yok, sizinle ayni fikirde değilim bu sefer…
Madalyonun iki yüzü var, sabitlenmişsiniz iç siyasete…
Dünyada…
Neler olup bitiyor, izlemiyorsunuz tiyatro seyreder gibi.

Ağır iç kanama!
24 Mayıs 2018

Biz Türkiye‘ de yaşayanlar dün gece altın uykularımızdayken ve güneş hep doğudan doğduğu için Japonya uyanmış, bankalar, borsalar çalışmaya başlamıştı. Japon varlık yönetimi şirketleri “Dolar TL kurunu 4 lira 82 kuruş” ilan ettiler.
Yani biz uykudaydık.
Ağır iç kanama başladı.
Dün sabah uyandığımızda içeride 1 dolar, güne 4 lira 76 kuruş seviyesiyle başladı ve öğlen olduğunda 4 lira 92 kuruşu gördü.
Paramız pul olmuştu.
Türk Lirası Arjantin Peso’sundan sonra dünyanın en kötü parası haline geldi. TL, erken seçim kararının alındığı günden bu yana yüzde 20 değer yitirdi. 1 dolar, bu hafta bitmeden 5 TL’yi bulur diyenler çıkıyor. Almanya’nın ikinci büyük bankası Commerzbank, haziranın ilk haftasında 1 dolar 6 TL’yi bulur açıklaması yaptı. Bütün bunlar olurken, ekonomi bakanı Zeybekci, “sağlıksız fiyat oluşumları yaşamaktayız” açıklamasını getirdi.
* * *
Doğru!
İç kanama sağlık işareti değil.
Fakat Bakan, “Vücut bu noktaya nasıl geldi?” sorusunu hiç üstüne alınmıyor. Lafı “İşte bu alçak yabancılar, yabancı para babaları ve onların yerli işbirlikçileri, iç ve dış düşmanlarımız, seçim öncesinde halkı ‘Türkiye ekonomisi batıyor…‘ paniğine sokup “Tayyip Bey’i sandıkta devirmek istiyor” noktasına getirmek istiyor.
Bu içi kof bahane!
Tutarsız savunma!
Yabancı para babaları, geçmiş seçimler öncesinde paralarını Türkiye’ye getirip “Tayyip Bey’in çok başarılı bir ekonomi yönetimi sergilediği algısına” destek veriyorlardı, şimdi niçin tersini yapsınlar?
Gerçeği arıyorsanız:
Akşam yediğin hurmalar!
Uykudayken için kanar!
* * *
2000’de iç kanama olmuştu.
Kemal Derviş vardı.
2001 yılında geldi.
Bir program yaptı.
O programın meyvelerini Tayyip Bey iktidara geldiğinde hazır yenecek halde buldu. İktidara geldiğinde; TL değer kazanıyordu, faizler inmişti, enflasyon düşüşteydi, büyüme yüzde 6’yı bulmuştu. Tayyip Bey ve kadrosu Kemal Derviş’in bahçesinin meyvelerini, iştahla yediler. Oylarını artırdılar. 2007 yılında Derviş’in bahçesinin meyveleri tükendi, Tayyip Erdoğan ve kadrosu, bahçede yeni meyve üretecek bir çalışma, yeni bir büyüme yolu, yöntemi, programı ortaya koyamadı. İçerde devlet malını sat, dışarıdan da özel sektör ve bankalar üzerinden borçları artır, “betona-ranta- saraya-israfa- gösteriş yatırımlarına- tek adam imajı yaratmaya” yatır, otur hazırı ye…
İşte o hurmalar!
Arkası ağır iç kanama!
SON DAKİKA NOTU: Dün akşam saat 19.00 sıralarında Merkez Bankası faiz sopasını kaldırdı. Faizleri 3 baz puan artırınca, dolar 4 lira 60 kuruşun altına kadar düştü.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/agir-ic-kanama-2425852/

Konuşuyor hıyar ağası hıyarlara…

Yıldırım…
Laflara bak laflara…
Medeniyetin ölçümü “internet kullanımı…”
Alt yapı ULAN alt yapı…
Geri zekâlı!

Medeniyetin ölçüsü, toplumun kaçta kaçı kanun, kural bilir hali…
Ne kadarı biliyor haklarını ve de bu haklara bağlı görevlerini…
En basit birkaç damla Allah’ın rahmetinde boğuluyorsan eğer…
Yapılan, inşa edilen onca köprülere, yollara rağmen…
Anla len anla…
Sen…
Medeniyet denenden çok uzakta…
İnterneti bana mı öğreteceksin, hızı…
Ulan Almanya ancak yüze iki, tekrar %2 fiberoptic (glasfaser) denileni gerçekleştirebildi!

İletişim…
Benim isim, güvenlik. Serverlerim…
Merkez bilgisayarlarım backbone yani fiberoptik…
Diğer bilgisayarlar hala bakir…
Çağ atlamak, medeniyet eğer İnternetse…
O halde alt yapıya bak önce, anla kendi halini, vur başını o kalın kafanı duvara…
Duvara ulan duvara!

Altyapı, Litvanya, 2016 verileri birinci…
Alamanya…
2015 yılında Avrupa’da 30. sırada, 2016 yılı itibarıyla 27.
Kandırmayın, aldatmayın ulan milleti!

Bu bağlamda dolar 4,68…
Euro 5,50

Güven, güven, güven

Yitirme güveni, bitirme kendi kendine kendini…
Atatürk…
Özellikle halkçılık ilkesi…
Deutsche Bank…
Investment Banking…
6000 – 7000 bankacı kapının çok yakında önünde…
HALKA DÖN…
Sine-i millet, KADINA ulan KADINA…
Başı örtülü, başı açık bacılarımıza…
Uğraşma orasıyla burasıyla, eğer Türk’ün kadınıysa…
O…
Bilir örf ve adetlerini, hakimdir iffetine, erkeğine…
Ömür boyu bağlıdır, sadıktır, bakar başının çaresine…
Yeter ki sen gereken, laik olduğu şekilde destekle!

Kravatlılar takımı…
Bende onlarda biriydim, bildikleri…
America first misali önce kendi menfaatleri, en sonunda sen, ben, bizler ve çocuklarımız…
Seç…
S.kicileri, s.ksinler seni!

Kızma…
Kızma bana, doğruyu söylüyorum diye kovma…
Aynen böyle kardeşim ister inan ister inanma!

Kaç saat oldu piyasalar açılalı

Euro 5,48…
Dolar 4,66!

Ne diyordu…
“Paranı dolar ile değiştirme. YERLI ve MILLI olmak budur!”
Sormak lazım…
“Koçum” madem öyle ayakkabı kutularında, kasalarda, Man adalarında orada burada neden hep dolar var???

Adi, şerefsiz hırsızlar…
Sizler neden dolar, Euro kaçırdınız?
Milli…
Ve de yerli pezevenkler!

Bu arada, unutmadan Sayın Soner Beye “iki kelime”

Sevgili dostum, üstadım…
Ben…
En azından kendi adıma söylemiş olayım…
Size karşı vermiş olduğum tepki çizdiğinizdeki zikzaklar la ilgili!

Gir bak arşivlerime…
Bir çizgi, DÜMDÜZ…
Atatürk var yolun başında VE sonunda…
Bilim…
Eğitim, GÖRGÜ, kültür…
Bağımsızlık…
En geniş anlamda bağımsızlık…
Yok kafatasçı değilim, karşısındayım, Türk’te bir benim için Kürt’te…
İbrani dinlerin TÜMÜ, kitaplarının HEPSI benim için geçerli…
Öğretinin…
Faydalısı, yararlısı!

Anadolu medeniyeti be Anadolu medeniyeti…
Hoşgörüsü!

Arka çıkıyorsunuz diye kendini bilen bir kimse, hele O AN için doğruysa…
Neden tepki versin?
Hayatin dinamikleri, hayatin kendisi siyah beyaz değil ki…
ALLAH…
Yüce Mevla’m yaratmış rengin bin bir çeşidini!

Ben…
İnzibata çekileyim biraz, kendimi toparlamalıyım…
Düzelemiyorum bir türlü, bu sefer çok uzun sürdü.

Şortlu abla ile cübbeli amca
23 Mayıs 2018

Buca’da yaşayan gazeteci arkadaşım mailinde şöyle diyor:
“Buca’da eşim görmüş; şortlu ablam, Saadet Partisi standında sakallı cüppe¬li amcam ile sohbet ediyor hatta imza veriyor! Peki, laik ve dindar çatışması ne oldu? Sağ kendi içinde nereye gel¬di? Şortlu bacıma ve içki içen adama Saadet Partili ile Ak Partili farklı mı bakıyor? Sağ kendi içinde tarihindeki en büyük bunalıma mı girdi?”
Kafası karışık olan aslın¬da gazeteci arkadaşım! Ama yalnız değil…
Bu köşede gerek Abdülla¬tif Şener ve gerekse Temel Karamollaoğlu hakkında olumlu satırlar yazdığımda tepki alıyorum!
Nerede durduğumu/düşünce¬mi yazayım:
1980’lerde doğuşu ve 1990’lardaki genişle¬me sürecinde neolibera-lizm; (dün olduğu gibi örgütlü mücadeleci “sınıf çatışma¬sı” değil) “kültürel çatışma” zemini yaratarak, uyguladığı vahşi kapitalizme karşı duran/ duracak cepheyi bölmek-etki¬sizleştirmek istedi. Başardı…
Bir örnekle açıklayayım:
1980’ler başında üniversite öğrencisiydim. Sınıfımızda başörtülü öğrenciler vardı ve hiçbir sorun yoktu. Ne zaman ki…
Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Anayasa Mahkeme¬si’ne konuyu taşıyıp, YÖK’ten “yasaklama” kararı çıkardı; Türkiye, başörtüsü üzerinden kamplara bölündü! “Gardırop Atatürkçülüğü” doğdu.
O dönem… Merdiven altı tekstil atölyelerinde gü¬vencesiz çalışan başörtülü kızlarımızın sosyo ekonomik sorunuyla kimse ilgilenmedi.
Küresel güç odakları kültür çatışması istiyordu; geniş kitlelerin neoliberal ekonomiye karşı çıkmasını değil! Talepleri şuydu:
Ücret az olsun… Mesaisiz ça¬lışılsın… Yaşın önemi olmasın… Sendika bulunmasın. Vs.
Yoksa… Emekçinin kafa¬sında başörtü olsa ne olur olmasa ne olurdu!
YENİ MUHAFAZAKARLIK
Evet…
Son yıllarda kültürel çatış¬malar/kimlik kavgaları/ etnisite neden bu derece yaygınlaştı sanıyorsunuz?
Ekonominin temeli;
– Üretim güçleri unutturuldu…
– Üretim ilişkileri unutturul¬du…
– Alt yapı üst yapı ilişkisi unut¬turuldu…
– Ezilenlerin sınıf ideolojisi unutturuldu…
Artık tek ideoloji vardı: Kültürel çatışma! Her etnisite grubu güya kendi “kültürel kurtuluşunu” sağlayacaktı:
– Kimi Sünniliğe sarıldı…
– Kimi Aleviliğe sarıldı…
– Kimi Türklüğe sarıldı…
– Kimi Kürtlüğe sarıldı… Vs.
Türkiye, neoliberalizmin ege¬men etnisite fikrine yenildi.
Sağcılık-solculuk “tek kimlik¬li” kültürel kodlarla tanımla¬nır oldu!
Zulüm, haksızlık, eşitsizlik, adaletsizlik sadece kimlik siya¬setiyle anlaşılır kılındı! “Kürt sadece Kürt olduğu için acı çektiriliyor” gibi politik absürt değerlendirmeler toplumda hakim hale getirildi!
Neoliberalizm ürünü “yeni muhafazakarlık” iktisa¬dı, düşünceden çıkardı! (Böy¬lece kimileri “emperyalizm maşalığına” kadar savruldu!)
İktisatsız siyaset partilere egemen oldu.
Öyle ki işçi sınıfı bile kimlik siyasetiyle bölündü; 1 Ma¬yıs’ı ayrı alanlarda kutlamaya başladı:
Kürt-Alevi emekçi bir mey¬danda; Türk-Sünni emekçi diğer alanda! Sanki sömüren¬ler; kâr, rekabet, piyasa olgusu¬nu bir kenara bırakıp, emekçiyi kimliğine göre ayırıp üc¬ret-maaş veriyordu!
Sahi… Başörtülü emekçi bacının asgari ücreti daha mı yüksek?
SEVİNDİRİCİ GELİŞME
Sen…
1980’lerde-1990’larda başör¬tüsünü tartışırken neoliberalizm; (başta medya aracılığıyla) yeni kültürel hegemonya yarattı. İnsani tüm değerler, bireyci¬lik-tüketim-bayağılık sar¬malıyla erozyona uğratıldı.
Kişisel çıkarlar; namus-ahlak- yurtseverlik gibi idealist kavramların üstüne çıktı.
Asıl hedef “kolektifin ka¬lesi” sosyal ulus devle¬ti yıkmaktı! Bu amaçla AKP (ve FETÖ) kültürel araçlarla iktidara taşındı.
Erdoğan kültürel kodlar¬la “ikna edici” demokrat karizmatik lider oluverdi!
Bunun sonucu Erdoğan da si¬yasi rakiplerini kültür silahıy¬la vurdu: “Alevi CHP”- “Kürt HDP”…
Öyle ya, “yargı’da da Dede hakimiyeti var¬dı!” Dede olacağına FETÖ olsundu!
Sonuçta…
Küresel vahşi kapitalizmin ça¬tışmacı kültür hegemonya¬sı ülkemizi paramparça etti.
Kuzey Suriye’de emperyaliz¬min oyununu bozan Mehmet¬çik’e destek verdiğim bir-iki yazı sonunda, “Tayyipçi-Kürt düşmanı-faşist” oluverdim!
Aynı kafa Abdüllatif Şe¬ner’e destek verdiğimi kav¬rayamıyor!
Şener’in -CHP’li Prof. Dr. Oğuz Oyan’ın hocalığını yaptığı doktora tezi- “Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Siste¬mi” kitabını kim okudu?
İnsanlar önyargılı; kültürel he¬gemonyaya/dayatmaya yenildi.
Bakınız:
Siyaset mühendisliği sebe¬biyle Saadet Partisi ve Temel Karamollaoğlu’nu da savunu¬yor değilim; “Milli Görüş”ün üretime dayalı- emekten yana iktisadi görüşlerini benimsiyo¬rum. Keza Anti-Kapitalist Müslümanları da bu nedenle destekliyorum. Kimlik siyasetine yenilmeyiniz.
“Bizim Mahalle” bize şunu öğretti:
Ekonomik ilişkiler ve bunlar etrafında biçimlenen üretim ilişkileri “alt yapı”/ temeli oluşturur.
Dini manevi, siyasi, düşünsel olaylarının ve kurumlarının oluşturduğu ikinci grup unsurla¬ra “üstyapı” adı verilir.
Üstyapı, altyapısının yansı¬masıdır. Yani…
Her toplum üretimi ne tarzda gerçekleştiriyor; üretim sürecin¬de ne türden ilişkilere giriyor; ve bu ilişkilerde hangi sınıf egemen ise, “üstyapıyı” o oluşturur.
Amacımız; üst yapıyı ezilen¬lerin-emekçilerin inşa edeceği iktidar kurmaktır.
Şortlu abla ile sakallı cübbeli amcanın yan yana gelmesi sevindiricidir. Asıl şimdi kafa karışıklığı gideriliyor…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/sortlu-abla-ile-cubbeli-amca-2423511/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger