Biliyorsunuz silahlarla ilgiliyim…
Tabii benim silah dediklerim “çocuk oyuncağı, yakın dövüş” silahları…
En “ilerisi” makineli…
AMA…
Öyle silahlar var ki, hatırla, yazdım VE ben hiçbir şeyi nedensiz yazmam…
Hani merminin saniyede aldığı yol, mesafe…
Öyle silahlar var ki…
Namludan çıkan birinci mermi daha hedefine ulaşmadan…
Onlarcası uçuyor hedefe doğru ardından!
Piyasadaki silah tüccarlarından haberiniz var mı?
VE PKK olsun, YPG ne maddi ne manevi…
Hele organizasyon yönünden dünkü çocuk değildir bunu iyice belle emi!
Yani…
Ne yazarla ne O profesör ile her konuda mutabık değilim…
Ancak Suudi değerlendirmesi oldukça gerçekçi…
VE YINE Iran konusu çok önemli, füze meselesi!?
Dikkatinizi çekerim…
Onlarca yılık NATO müttefiki, RUS tehdidi ciddi şekilde geriledi…
Türkiye demeyelim, Tayyipistan neden füzelere ihtiyaç duymaya başladı…
Gerekçe neydi, ne olabilirdi?
Iran…
Ve oldukça geliştirdikleri silah sanayisi ki atom enerjisi…
KIM…
Neyi garanti edebilir?
Neticede ki unutma >>> mezhep ayrılığı meselesini <<< bir dinci…
Başka hırsız bir dinciye karşı…
Ne muhtemeli ya ne muhtemeli…
GARANTI…
Ama El Kaide örneğinde olduğu gibi eskisi kadar etkili olabilir mi?
Şüpheli!
Ve evet…
Trump askerini çekti ama “kendisi” olabildiğince, tüm kurum ve kuruluşlarıyla…
Coğrafyada…
Biri alır bayrağı yorulunca teslim eder diğerine…
Üstü çok kapalı yazdım, anlayana!
—
İpek Özbey
iozbey@hurriyet.com.tr
‚Trump kararını değiştirebilir‘
Trump’ın Suriye’den çekilme kararı başta kendi ülkesi olmak üzere tüm dünyada şaşkınlık yarattı. Peki kararından vazgeçer mi? İsrail lobisi ne yapar? Terör örgütü YPG Şam ile anlaşır mı, elindeki silahlar geri alınacak mı? Türkiye için tüm bu olup bitenin anlamı ne? Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü İlter Turan’a göre silahlar YPG’nin elinde kalsa bile terör örgütü bakımını yapabilecek, cephaneliği yenileyecek kapasiteye sahip değil.
Trump, bir sabah ansızın Twitter’da ‘Başkanlığım döneminde Suriye’de bulunmamızın tek nedeni olan DAEŞ’i yendik, çıkıyoruz’ mesajını paylaştı. Önce inandırıcı bulunmadı, hatta kafalarda ‘Türkiye tuzağa çekiliyor’ endişesi bile yarattı. Ne oldu?
Bunun nasıl gerçekleştiği konusunda açıklamaya ihtiyaç duyan kişiler sadece biz değiliz. Zannediyorum Amerikan yönetimindeki önemli şahsiyetler de -ki biri hemen istifa etti- bunun bir açıklamasını istiyorlar. Belki bu olay, bizim atfettiğimiz çok boyutlu gizli hesapların olmadığını da gösteriyor.
Yani bir oyun olsaydı, bundan Amerikalı yetkililerin de haberi olurdu diyorsunuz…
Tabii ki. Tasarlanmış, çeşitli devlet kurumlarının bir araya gelerek öngördükleri bir eylem planının parçası olduğu izlenimini edinmedim.
Peki bu kararı neden verdi?
Amerikan başkanları genellikle iktidara talip olduklarında, Amerikan devletinin kendi kamuoyuna açıklamakta güçlük çektiği bir husus olan dünyanın her yerindeki Amerikan askeri varlığını sonlandıracaklarını ifade ederler. ABD; şu ana kadar Suriye’deki mevcudiyetini, burada Amerikan askerlerinin niçin öldüğünü, DAEŞ’in buradaki mevcudiyetiyle bir ölçüde açıklamaktaydı. Trump, bu işin aşağı yukarı sonuçlanmış olduğunu kabul ederek Amerikan askerini çekeceğini ifade etti. Böyle bir karar verirken neler düşünmüş olabileceğinin ancak spekülasyonunu yapabiliriz. Biri, az önce ifade ettiğim gibi Amerikan kamuoyunu tatmin etmektir. İkinci bir hesap da belki böyle bir şey yapmadığı takdirde ortaya çıkabilecek sonuçları kendi kamuoyuna açıklamakta daha da büyük güçlükle karşılacak olmasıdır. Çünkü Türkiye ile ABD bu bölgede bir çatışmaya doğru ilerlemekteydi. Bazen tarafların çatışmaya doğru ilerlemesi her iki tarafın da daha anlayışlı davranacağı bekleyişi üzerine bina edilir ama iki taraf da aynı beklentiyi karşı taraf için besleyeceğinden istenmeyen bir kaza ortaya çıkabilir. Bu durumun ortaya çıkması şu anda başkan Trump için de büyük bir sorun yaratacaktı. Üçüncü bir faktör daha var ki; bunun içeriği konusunda hiçbir bilgimiz yok. O da başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında şu anda içeriği konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığımız konularda anlaşmalar yapılmış olması ihtimalidir.
İlter Turan – İpek Özbey
Anlaşma derken bir pazarlıktan mı söz ediyorsunuz?
Müzakere diyelim isterseniz. Her iki tarafın da kendine göre bazı konularda özveride bulunması söz konusu olmuş olabilir diyelim.
Hangi konular?
Türkiye’nin uzun zamandır dile getirdiği bir konu vardı, nitekim Cuma günkü demecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu açıklığa kavuşturmuş oldu. DAEŞ ile kalan sorunları biz halledeceğiz diyor. Bunun karşılığında da Türkiye’nin varlıksal bir tehdit olarak gördüğü YPG’ye karşı hareket serbestisi kazanmasını istiyor. Bunun gibi başka konularda da anlaşmaya varılmış olabilir.
Suudi Arabistan faktörü etkili olmuş mudur?
Bu faktörün devreye nasıl girdiğini kestirmek kolay değil ama olabilir. Birleşik Devletler, Suudi Arabistan’ı Ortadoğu’daki tasavvurları içinde en güvenilir müttefiği olarak kabul etmişti. Amerika’nın yapmak istedikleri arasında önemli bir husus, İran’ın bu bölgede gelişmesini ve bir nüfuz alanı kazanmasını engellemeye çalışmaktır. Suudi Arabistan’ın böyle bir görevi yerine getirmeye kabiliyeti olmadığı hızla ortaya çıktı. Kaşıkçı olayı dediğimiz rezalet, yönetimin ne kadar dünyayı değerlendirmek ve iş görmekten aciz, ne kadar güvensizlik içinde olduğunu gösteriyor. Bunun dışında uzun süredir Suudilerin yürütemediği ve sonuçlandıramadığı bir de Yemen meselesi var. Suudiler’in ümidi de İranlılar ile kapışacak olurlarsa Amerikalıları işin içine çekmek. Biliyorsunuz, Amerika’nın Suudi Arabistan’dan bir dizi bekleyişleri vardı. Örneğin, Suriye’nin finansmanına önemli katkılarda bulunmasını bekliyordu. Bu katkı beklenen düzeyin çok altında gerçekleşti. Bunun dışında Arap dünyasının Suriye’deki önderliğini de Suudi Arabistan’ın yapması beklendi; Arap NATO’su kurulsun diye çok iddialı beyanlarda bulunuldu. Şu anda bırakın Arap NATO’su kurulmasında önderlik etmeyi, Suudi Arabistan kendi işlerini yönetmekten aciz bir ülke görünümündedir. Bunları bir araya getirdiğinizde, eğer bir hesap yapılmışsa, Suudilere güvenilemeyeceği, buna karşılık 1950’den beri sınanmış bir ittifak ilişkisine daha fazla zarar verilmesinin Türkiye’nin Batı ittifakıyla ilişkisini tamamen zedeleyeceği kanaatine varılmış olabilir.
Washington, Patriot füze sistemlerinin Türkiye satışına onay verdi. Suriye’den çekilme kararını bununla birlikte okumak mümkün mü?
Tabii, iki olayın Suriye bağlamında bağlantısı var. Suriye savaşı Türkiye’nin hava savunma sistemlerindeki bazı zaafları sergiledi. O nedenle Türkiye, NATO’dan yardım istedi ve hatırlanacağı gibi geçmişte Almanya, İspanya ve Hollanda’dan patriot füze bataryaları Maraş ve Antep’e getirilerek Türkiye’nin hava sahasını Suriye’ye karşı korudu. Doğal olarak Türkiye bu zaafı kendi imkanlarıyla kapatmak istedi ve üç sorunla karşılaştı. Birinci sorun, Patriot füzelerinin maliyetinin yüksek olması. İkinci konu, Türkiye’nin alacağı füzelerin bir süre sonra Türkiye’de de imal edilebilir hale gelmesiydi ki, bu da teknoloji transferi gerektiriyordu. Amerika bu talebe rıza göstermekte olumsuz davrandı. Üçüncüsü Amerika’da silah satışı uzun bir izin sürecinden geçiyor. Bu süreçte özellikle Amerikan Kongresi, Amerikan hükümetinin belirlediği politikaları her zaman destekleme yoluna gitmiyor. Böyle olunca da füzelerin tedarikinde çoklu güçlükle karşılaşıldı.
Ve Türkiye, bir arayışa girdi…
Aynen. Hatırlayacağınız gibi önce Çin ile görüşmeler yapılmıştı. Aslında bu Amerikalı dostlarımıza ‘Bakın dünyadaki tek tedarikçi siz değilsiniz, bizi mecbur etmeyin’ diyen bir sinyaldi. Birleşik Devletler, bu sinyali yeterince ciddiye almadı. Türkiye sonunda S-400 füzelerine talip oldu, anlaşmayı yaptı. Artık geri dönülemez bir noktaya gelindikten sonra Amerika böyle bir teklifle ortaya çıkıyor ; üstelik bu teklifin tedarikle sonuçlanacağı dahi kesin değil, şarta bağlı: Kongre’nin onayının alınması gerekiyor. Bunun gerçekleşmesi ise S-400 füzelerinin alınmamasını zorunlu kılıyor. Bu muhtemel mi, emin değilim.
– Gelelim DAEŞ’e… Trump’ın dediği gibi yenildi mi?
Terör örgütleri söz konusu olduğu zaman ‘yenilmek’ gayet bulanık bir ifadedir. ‘DAEŞ yenildi’ dendiğinde kast edilen artık bir kasaba hariç hiçbir yerde coğrafi olarak yönettiği bir toprağın kalmamış olduğudur. Tabii, böylece düzenli askeri gücü de sonlandırılmış oluyor. Bununla birlikte terör örgütleri, her zaman kılık ve strateji değiştirerek, toplumun içinde kaybolarak varlıklarını uzun süre devam ettirebiliyorlar. DAEŞ’in de bunu yapabileceğini tahmin edebiliriz. O zaman DAEŞ ile mücadelenin de askeri değil başka araçlarla yapılması aşamasına geçilmiş olacaktır.
DAEŞ hangi yöntemlere başvurabilir?
Çetecilik yapmaları mümkündür, kent içlerinde muhtelif terör hareketleri, intihar saldırıları, toplumdaki bir takım anahtar yerlere saldırarak toplumsal hayatı felç etme gibi yöntemler… Tabii ikinci bir husus var. Böyle bir organize örgüt ortadan kalktığı zaman dağınıklık sergilemesi, dağılan grupların kendi başlarına işler yapmaya yönelmeleri de muhtemeldir.
Avrupa; özellikle Fransa’nın bu karardan sonra DAEŞ’in güçleneceğinden yana kaygısı var. Haklı mı?
Askeri alanda uğradığı yenilgi sonrasında bir toparlanma gayreti içine girmesi beklenebilir. Ancak tekrar aynı yöntemle, toprak fethedip yeniden DAEŞ devleti kurma yoluna gideceğini zannetmiyorum. DAEŞ ile bundan sonraki mücadelenin düzenli ordularla yapılması gerekeceğini sanmıyorum. Fransa konumundaki ülkelerin bir kısmı başkalarının gücünü kullanarak kendi rahatlarını temine çalışan ülkeler. Fransa ise DAEŞ ile mücadelede asker kullanmaya daha fazla yatkınlık sergileyen bir ülkedir. Şu anda AB’nin ciddiye alınabilecek tek askeri gücünü temsil ediyor. Zannediyorum bu değerlendirmelerde bulunurken Fransa’nın AB’nin vazgeçilmez askeri gücü olduğunu diğer ortaklarına göstermeye çalışıyor. Ayrıca, eski sömürgeci ilişkileri nedeni ile kendini bölgede söz sahibi olarak görüyor.
Trump, ‘Artık Ortadoğu’da başkalarının savaşma zamanı geldi’ derken kimi/kimleri kastediyor?
Bunu Trump’ın genel yaklaşımları içinde değerlendirecek olursak, ima ettiği gruplardan biri Avrupa olabilir. İkincisi Suudi Arabistan ve diğer Araplardır. Korkarım ki ima edilenler arasında Türkiye de bir istisna olmayabilir. Türkiye’nin bu mücadelede aktif görev almasını bekleyeceklerdir. Zaten Türkiye’nin böyle bir göreve peşinen bir itirazı bulunmamaktaydı. Ancak esas ağırlığını YPG’ye karşı kullanması tabii olacaktır.
Karar, Rusya ve İran’ın bölgede güçlenmesine sebep olur mu?
Çok haklı bir soru sordunuz ama bu sorunun cevabını şu bakımdan bilmiyoruz: ABD, ifade ettiği gibi gerçekten askerini çekecek olursa, bu Rusya ve İran açısından istenen bir şey olur. ABD’nin burada asker bulundurmasının sebebi sadece DAEŞ değil, aynı zamanda İran’ın ilerlemesini engellemekti. Bu bakımdan Amerikan askerinin bulunmaması herhalde İran’ı rahatlatacaktır. Keza çekilme; Esad’ın egemen olduğu bir Suriye devletinin yeniden teşkilini kolaylaştıracaktır. İş Rusya’nın önderliğinde gelişeceği için Rusya da bu gelişmeden memnun olabilir. Yalnız Amerika Trump’ın ilan ettiği kararla Suriye’de tamamen havlu atmış mıdır; bilmiyoruz.
Ne demek istiyorsunuz?
Başka hangi yöntemlerle mevcudiyetini korumaya çalışacak, hangi güçleri kullanacaktır ve hatta hatta kararını değiştirecek midir?
Trump kararından döner mi?
Geçmişteki tecrübelerden yola çıktığımızda her Amerikan başkanı bir yerlerden asker çekeceğini söyledi, sonuçta kendi istediği sürat ve kapsamda bir çekilmeyi beceremedi.
Afganistan örneğinde olduğu gibi…
Afganistan ve Irak… İkinci bildiğimiz husus, Başkan Trump bu kararı kurumsal yapılarla işbirliği içinde olmadan verdi. Amerikan kurumlarından itirazlar yükseldi. Bu itirazlara uluslararası itirazlar da eklendi. Böyle bir ortamda kendisine yönelecek baskılar, sunulabilecek raporlar, ikna edici bilgiler karşısında Trump da bu kesin olarak ifade ettiği düşünceyi yumuşatabilir veya değiştirebilir.
Buna şaşırmayız…
Şaşırmamamız gerekir. Türkiye için bu noktada önemli olan kendisinin YPG’ye karşı yapacağı müdahalede Amerikan askeriyle karşı karşıya kalmayacak olmasıdır.
ABD terör örgütü YPG’ye vereceği desteğin yöntemini değiştirir mi?
Olmaz diyemem ama YPG’yi güçlü kılan unsur silahlı, organize bir güce sahip olmasıydı. Bu silahlı destek çekildiği anda gücünde önemli bir zayıflama olacaktır. Şunu biliyoruz ki YPG işgal ettiği bölgelerde yaygın siyasi destek bulan bir örgüt değil. Arap nüfusun önemli bölümü YPG’ye karşı. Kürtler arasında da YPG yolunu izlemeyi benimsemeyen önemli bir kesim var. YPG, bu bölgelerde varlığını otoriter silahlı bir yönetimle sürdürebiliyor. ABD’nin maddi desteğinin zayıflamasıyla YPG’nin gücünde ciddi kırılmalar olacaktır.
Silahlar YPG’nin elinde mi kalacak?
Onu bilmiyoruz. Hafif silahlar kalabilir. Tanklar kalacak mı, ağır makinalar kalacak mı, bunlar hep tartışılabilecek şeyler.
Kalırsa ne olur, kalmazsa ne olur?
Kalsa bile YPG bunları kullanırken bakımını yapabilecek, cephanelik tükendikçe onları yenileyecek kapasiteye sahip değil.
ABD’nin yerini bu noktada başka bir ülke alır mı?
Kolay alacağını tahmin etmem, çünkü karşımızda neticede Amerikan imalatı silahlar var. Amerika, bu ikmali Irak üzerinden yapmaktaydı. Amerika’nın yerini alabilecek ülkeler YPG’ye sil baştan silah ve mühimmat sağlamakta zorluk çekebilirler.
Kararın, Türkiye için bir diplomatik başarı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Türkiye, sonunda Amerikan askeriyle karşı karşıya kalmadan müdahale imkanı elde etti gibi görünüyor. Bu bir başarı diye nitelendirilebilir. Yalnız burada az önce söylediğime geri gelmek istiyorum: Bu görüşmelerde Türkiye’den ne istendiğini bilmediğimiz için bu başarının derecesini ve maliyetini tartma imkanından mahrumuz.
İSRAİL DESTEKÇİLERİNİ HAREKETE GEÇİRECEKTİR
Gelişmelere İsrail açısından bakarsak… Nasıl etkilenir?
İsrail’in bu karardan endişesi, Amerika’nın İran’a karşı olan tutumunda bir değişiklik olduğunu düşünmesidir. İsrail’in esas derdi İran. Üstelik İran’ın nükleer kabiliyet geliştiriyor olması İsrail’i daha da endişelendiriyor ; onlar açısından olumsuz bir gelişme. İsrail son zamanlarda Körfez ülkeleriyle ilişkiler geliştirmişti, İran’a karşı müşterek bir mücadeleyi öngörmüştü. Bu mücadelenin en büyük ayağının yeterince sağlam olmaması İsrail açısından rahatsızlık yaratmıştır. Eminim ki Amerika’daki destekçilerini de bu konuda harekete geçirecektir.
Türkiye-İsrail arasında yakınlaşma yaşanır mı?
Türkiye İran ile hem dostane hem rekabetçi ilişkilere sahiptir. Türkiye İran’ın nüfuzunun Batı’ya, Akdeniz’e uzanmasını isteyen bir ülke değildir. O genişlemeyi engellemek için aynı hedefi paylaşan ülkelerle işbirliği zemini vardır. Ancak şu anda İsrail ile birkaç alanda ciddi ihtilafımız olduğu için işbirliği yapmak siyaseten kolay değildir. En azından aleni olarak bir dostluk ve işbirliği siyasetinin güdülmesi zor görünüyor.
ŞAM’IN YPG’YE GÜVENMESİ İÇİN SEBEP YOKTUR
Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Washington’ın arkadan hançerlediğini söyleyerek, tehdit savurmaya başladı bile…
Aslında Kürtler, geçmişte bazen Sovyetlerle bazen Amerikalılarla işbirliği yapmış, her zaman beklediklerini elde edememiş ve aldatıldıkları duygusuna kapılmışlardır. Burada hançerlenmekten ziyade belki de durumu yanlış değerlendirdiklerini ve kendilerine atfettikleri önemin onları bir yanılgıya sevk ettiğini söylememiz mümkündür. Herhangi bir ülke kendi çıkarları için kullandığı bir gücün, onu kendi çıkarlarına alet etmesine müsaade etmez.
Türkiye’nin olası operasyonu karşısında Şam rejimiyle anlaşmak istediklerini de beyan ettiler. Mümkün mü?
Olmaz demeyeceğim ama ayrı bir devlet kurmak için Amerika’ya bu kadar angaje olmuş bir güce Şam’ın güvenmesi için bir neden yoktur. Şam, taktik sebeplerle anlaşma yoluna gidebilir. Nitekim YPG federal bir çözüm istemekten vazgeçtiğini açıkladı. Bu açıklama aslında, eski bir ifadeyle, YPG’nin hikmet-i vücudunun da sorgulanmasına yol açacaktır. Ortalığın çok karışık olduğu muhakkak. Her aktör geçici işbirliklerine açık olacaktır. Ben Türkiye’nin şu anda Rusya ve İran üzerinden yürüttüğü Esad rejimiyle görüşmelere doğrudan dönmesinin isabetli olacağını düşünüyorum. Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyan bir geçişin tasarlanmasında aktif olarak rol almak istiyorsa, artık Esad rejiminin süreçten dışlanamayacağını bir veri olarak kabul etmelidir.
BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA
Savunma Bakanı Mattis’in istifasını nasıl değerlendirmeliyiz?
Bu çekilme kararı Mattis için belki bardağı taşıran bir damla olmuştur. Amerika’nın Suriye politikasının mimarları arasında Mattis de bulunmaktaydı. Trump göreve geldiğinden itibaren sürekli yanında çalışanları değiştirmiştir. Bu insanlar kendi ağırlıkları, uzmanlıkları, görüş ve tercihleri olan insanlar. Başkan Trump’ın emredici, kendi iradesinden başkasına saygı duymayan tavrını benimseyemedikleri için bir noktadan sonra ayrılıyorlar. Zaten Trump da kendi iradesini mutlak olarak kabul etmeyen hiçbir yardımcıyla çalışmayı kabul etmiyor. Dünyada böyle başka liderler de var.
BÜTÇE ÜZERİNE ANLAŞILACAKTIR
Trump’ın, federal hükümeti kapatması önümüzdeki sürecin daha sıkıntılı geçeceğinin bir işareti mi?
Durumun özü Amerika’da bütçe kanununun yeni yıla girerken çıkmamış olmasıdır. Son yıllarda birkaç defa aynı durum ortaya çıktı. Başkan ve kongre uzlaşamadılar, federal hükümet bir süre için ödemelerini durdurdu. Birkaç gün içinde geçen yılın bütçesini aylık dilimlere bölerek harcama kapısını açan bir uzlaşmaya varılacağından, bilahare bir bütçe üzerinde anlaşılacağından emin olabilirsiniz. Yabancısı olduğumuz bir durum değil.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/trump-kararini-degistirebilir-41061228