Kimi

Kimi karı* vardır dünyada…
Bir büyüğü kafaya dikeceksin ki giresin koynuna…
Yine kimisi vardır ayık kafayla…
Körkütük sarhoş eder adamı, gözleri, bir bakışı, saçları, incecik beli ve diri göğüsleri…
Hele tebessümü…
Güzellik, başa bela…
Güzel olnana da güzeli yanında taşıyana da…
Kadın erkek fark etmez, haliyle biri yakışıklı diğeri güzel…
Ne gariptir değil mi?
Davul bile dengi dengine çalacak…
Kimi kadın erkeğini, kimi erkek kadınını taşıyamaz.

Ben zor bir insanım mesela…
Affedersiniz, osuruktan nem kapanlardanım, buluttan kibarcası…
Çok ama çok zor, bırak özrümü, engelli olmamı bir tarafa…
Sağlıklıyken bile çok ama çok zordum, bir nevi başa bela…
Zampara hiç olmadım diyebilirim ama çapkın…
Bu dünyada kadından, bebeden daha güzel, yaşanası ne var?
Yukarıdaki tarifin ilkini hiç yaşamadım…
Çok şükür, ikincisini çokça…
Şimdiye kadar ben tüm kadınları taşıdım ama çok fazla kadın beni taşıyamadı…
Ama asil önemli olan yüreğin sevdiği gayet normal bir insan değil mi?
Bildiğin insan ne güzel ne çirkin…
Yüreğin yürekle, bedenin beden ile, aşk ile seviştiği insan, normal bir insan değil mi?
Ayık kafayla sevişmekte güzel, hafiften kafayı süsleyince de…
AMA ayık kafayla…
Değil sevişmek, artık dinlemek…
Artık okumak…
Artık düşünmek bile çok zor…
Dayanmak neredeyse imkânsız

Evlatla buluşacağım yârim saat sonra, var iki dakikam iki satir karalıyım dedim…
Bu sabah haberleri dinlediniz mi bilmem…
Orospunun çocuğu AB’yi anlatıyor, silah falan…
Türkiye derken, bilinçli veya bilinçsiz…
Eliyle kendini gösteriyor…
Demek istediği ben Türkiye’yim…
BEN diyenden, hep BEN diyenden kaç kaçabildiğin kadar.

Ulan piç…
Sen kim koskoca Türkiye olmak kim?
Affedersiniz…
Sen…
Sıçtığım kubur bile değilsin bokun soyu, sen kendini ne sanıyorsun?

Had bildirmek, ders vermek herkesin harcı değildir…
Evet insan haddini bilecek…
İnsan olarak, kadın olarak ve erkek olarak…
Ne körkütük sarhoş ne ayık kafayla çekilmiyor artık, çekilmiyor!

*Tabii ki kadın, söz gelimi yazılan sadece bir ifade

Sevmeyi aşk sanan, aşkı hiç tanımamış ve yaşamamış olan…
Nietzsche kafalılar, benciliği yaşam tarzı yapan…
Seversin insani ama aşk ile sevmek demek kendinden geçmek demek, kendinden vaz geçersin…
Seversin, fedakârsın, hatta özveride bulunursun…
Mesela bir ananın bebesini sevmesi, onun içen saçını süpürge etmesi…
Uykusundan, yemesinden içmesinden geçmesi…
Sevgidir, sevgi, çok derin bir sevgi…
Ama aşk…
Aşk çok faklı sevmeyi aşk sanan, aşkı hiç tanımamış ve yaşamamış olan.

Vazgeçilmez bir tutkudur, bir bağ, ölesiye ve ölümden çok öte…
Çitilesen de yerden yere vursan da emaneti bir değil bin kez kırsan da…
O yürek hala senin için çarpıyorsa…
Sana aşıktır demek, bak dikkat et…
Sözü nereye getirdim, bilirsin ne bos konuşurum ne bir harfi dahi boşa kullanmam…
Anasın değil mi, evlada olan sevgin…
Kaç kez kırdı seni? Kaç kez yerden yere vurdu seni?
O sevmekten bir an için geçebildin mi?
Kızmak başka bir şey, herkes herkese kızar ama sevginden bir dirhem eksiltebildin mi?
Buna sevgi denir, demedim mi seversen ölümden korkarsın?
Aşk buna benzer…
Aradaki fark ölüm ana çok yakın, ölür ölür dirilirsin, ölüm senin ikinci adresin…
Bir annenin çocuğuna duyduğu sevgi aşk benzeri ama aşk bir ötesi…
Sevmenin en yücesi…
Bebeğim, güzel kuşum, papatyam, ceylanım benim, gülüm…
Bana kadını anlatma…
Bana sevgiyi, aşkı anlatma…
Hayatımda hiç mi seven, bana âşık olan kadın görmedim sanırsın?
Kadının yüreğine, kadının dudaklarına, kadının bedenine hiç mi dokunmadım sanırsın?
Mevla’ma aşk, kadınıma aşk, vatanıma aşk, milletime aşk ile bağlanmışım.

Bencilik gülüm, başlangıcın sonudur…
Bencil insan hiç insan…
Ben diyen ama biz diyemeyen aşkı bilemez, sevgiden haberdar mıdır ondan da şüpheliyim…
Bencilik gülüm, başlangıcın sonudur!

Yazımın not kısmını yayınlamadım, tepkini bekledim…
Yanıltmadın, yanıltmadın, yanıltmadın!

Sigmund Freud veya insan neden böyle

Lüzum üzerine oturdum yine yazıyorum. Hep derim ya yazmak, içimdeki zehri atmak, üzüntüye “yol” vermek stres atma yöntemlerimden biri. Yoksa gerçekten delirebilirim. Ve biliyorum, okunuyorum, benim gibi düşünen, benim gibi his eden nice insan var, bu yüzden duygularımı, düşüncelerimi dilendiriyorum.

Sigmund Freud’un kendine sorduğu…
“Ömür boyu” aramasına rağmen cevabını bulamadan ölmüş olan insan…
Eminim, evet emin…
Benim bu soruya verilecek bir cevabım var…
Ben kim S. Freud kim?
Haşa kendimi onunla asla bir tutmuyorum AMA benim yaklaşımım farklı, dünyaya ve kadına ondan farklı yaklaştığımı sanıyorum. Kadınlar ne ister?

Gerçekten sorduğu sorunun cevabını verebileceğimi sanıyorum. Belki dilim dönmeyebilir, bilimsel doğru tanım ve terimleri kullanmayabilirim, ancak “yarı bilimsel” bu sorunun cevabını tarif edebileceğimi sanıyorum. Evet tarif, doğru kelime bu, tanımlamak için kendimde yeterli bilimsel kapasiteyi göremiyorum. Ancak…
Beni daha çok meşgul eden ve benimde kendime sorduğum soruya ne bilimsel ne kendi açımdan mantıksal bir açıklama bulamadım. Hep derim nedeni neden eden ben.

İnsan…
Bir yanı dürüstken diğer yanı hırsız olan…
Bir yanı düşünenken diğer yanı düşüncesiz olan…
Bir yanı “iyiyken” diğer yanı “kötü” olan…
Bir yanı bilgiliyken diğer yanı bilgisiz olan…
Bir yanı “ahlaklıyken” diğer yanı “ahlaksız” olan…
Bir yanı hoşgörülüyken diğer yanı hoşgörüsüz olan…
Bir yanı anlayışlıyken diğer yanı anlayışsız olan…
Bir yanı fedakarken diğer yanı bencil olan…
Ve bu listeyi daha o kadar uzatabiliriz ki neredeyse sonsuza kadar(!)

İnsandan insana fark var, nedenleri muhtelif…
Geçenlerde bir müşteri geldi, kadın beni tanıyor ama her zamanki gibi tanımıyorum, tanıma zorunluluğumda yok. Çalışamıyorum ya…
Resmen aşağılık duygusu geldi, çok üzüyor beni bu durum. Yeminle, ailemin kadınları bir an için bile olsa bana böyle bir duygu vermediler. Zamanında yaptım yapacağımı. Evlat durumu farklı değerlendiriyor, bakıyor anası sürekli çalışıyor, biliyor durumumu…
Sağlığımı ama kendisini alamıyor, bilinçaltı…
Yerleşmiş, belki dış etkenler, riya olabilir mi? Bilmiyorum!

Geldi kadın, hanım başka müşteriye bakıyordu, elimden gelen > her yerde, her alanda < elimden gelen, bacaklarımın beni taşıdığı, gücümün yetiği yere kadar yârdim ediyor, yârdim etmeye çalışıyorum. Asla tembel birisi değilim, hele at sırtında yaşayan sinek hiç değilim. Ki çok gördüm, özellikle buralarda, dayıyor kendini kadına ekmek elden su gölden. Müşteriye sordum, tabii Almanca. Nasıl yârdim edebilirim size?

Kadın cevap verdi “Teşekkür ederim ama eşinizle konuşsam daha iyi olur” dedi. Bunun üzerine ben kendisine; öyle demeyin, on yedi yaşımdan beri bende dolaylı yollardan bu işin içeresindeyim. 17’ydim, annem zorla kulağımdan çekti beni makine başına oturttu.
Öğretti…
Belki yardımcı olabilirim dedim. Kadın…
Çok tuhaf baktı bana, küçümsemekle inanmamak arası bir bakıştı. Devam ettim; iyi ki öğrenmişim dedim. İşim oldu mu, daraltma, kısaltma veya genişletme gibi kimseye sormuyor kendi işimi kendim yapıyorum. Ancak dikiş dikmek bana göre değildi, bilişimciyim dedim. Bu sefer kadının yüzü değişti. Haspam…
Sanki çöpçü, ne bileyim ayakkabıcı, pazarlamacı olmak veya konu olduğu gibi ekmeğini iğnenin ucuyla kazanmak ayıp bir şey.
Ekmek ve ekmek parası…
Düşmez, kalkmaz bir Allah. Önemli olan helal lokma değil mi? Beni ben eden… Varım yoğum, beni ve tüm ailemi, bizi biz eden iğnenin ucu, göz nuru!
Kendini bir bok sanan insan…
Karşısındakini küçümseyen. Konu açılmışken, bende kendi açımdan bir muhtemel yanlış anlamayı ortadan kaldırmak isterim. Akıllı uslu insanın başımın üstünde yeri var. Babam, rahmetli 60’li yıllarında ilkokul diplomasi alan bir insan. Okumamış AMA oturt karşısına profesörü, “adam” ona hayran kalmazsa gel yüzüme tükür. Bende “okumadım” yani bildik diploma sahibi değilim ama sanırım bilgi birikimim ortada. Okuyup, okumamış olmak, bir yerleşkede belli bir semte yetişmek, orada büyümek O insanın kalitesi veya kalitesizliğine gösterge değildir, olamazda. Ancak belli oranda bir ipucu verebilir. Bu açıdan Kasımpaşalı dediğim zaman maksadım Kasımpaşalıları küçümsemek asla değildir. Bu semtin kendine özgü bir ünü, unvanı vardır ve ancak belli oranda orada ikamet eden veya etmek zorunda kalan insanları tarif edebilir. İnsan bireydir, çevresi ise onu ister istemez etkiler çünkü insan sosyal bir varlıktır.

Oma’dan geliyorum…
Sorumluluğunu üzerime aldığım insan. İçim gitti, çok üzüldüm…
>>> Yalnızlık <<<
Kadıncağız 98 yaşına girdi, içki…
Şişe, şişe…
Neler denemedim ki, dedim bendensin, bizden. Aileden, bizim büyükannemiz…
Ama…
İnsana ancak yardım edilmesine izin verdiği oranda yardım edebilirsin. Kendime oda yaptım, yok rahatsız oldu. Otuz küsur sene olmuş eşi vefat edeli, o zamandan beri yalnız…
Yalnızlık zor zanaat, yalnızlık Allah’a mahsus…
Allah insanları çift yaratmış, yarım yarım, iki yârim elma bir araya gelmeli ki bir bütün olsun…
Bir…
Tek ses, tek vücut, tek yürek.

İnsan…
Neden kendini olduğundan faklı gösterir?
Neden bu kadar menfaatperest?
Sen yalnız ben yalnız, neden uzanan elden rahatsız olur, neden inanıp güvenmez?
İnsan neden böyle, neden?

Müzik…
Omar Akram’dan…
Take my hand…
Take it, take. Call me back!

Dijital kütüphanemin din ve kültür bölümleri, genel kültür anlamında

Internet Explorer 11 veya diğer tarayıcılar…
>>> Mcrosoft Edge HARIÇ!!! <<<

Benim suçum değil, yapabileceğimde hiçbir şey yok…
Kütüphanemin kültür bölümü:

https://files.mycloud.com/home.php?brand=webfiles&seuuid=69b205383c275d156934a4069a633e60&name=%E2%80%A2_Culture

Ve din, din bezirgânlarına, yalana dolana SON. Okuyun lütfen, “doğrusunu” öğrenin ve kanmayın.

https://files.mycloud.com/home.php?brand=webfiles&seuuid=48ff03a226356b1bf3f3e5e092f1b1ae&name=%E2%80%A2_Religion

Internet Explorer „Windows Accessories“ altında „Tüm uygulamalar“ sekmesinde bulunur. Görsel olarak bu linkte IE11 nasıl açabileceğiniz tarif edilmiştir. Favoilere eklemenizi öneririm
https://www.asus.com/tr/support/faq/1012987/

NOT:
FTP vesaire hiçbir şeyi açmadım…
Doğrudan BENIM SABIT DISKLERIMDEN BIRI…
Bildiğin http…
Salt link, tertemiz, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim. İnşallah hak sahipleri af eder beni…
Kul hakki yemek niyetinde değil. Ün, unvan, para umurumda değil…
Emeğe saygım çok büyük…
>>> lütfen hoşunuza giden eserleri satın aliniz ki yazanlar, yayınlayanlarda ekmek yesin <<<
Salt ve asil hedefim genç zihinler, yalana dolana kanmasınlar…
Siyasi “mücadelemin” bir parçası, suç işlediğimi bile bile…
“Cebi delik çeyrekten” çalışamayandan ne talep edebilirler?

Hapsi göze alıyorum çünkü mevzuu hayat memat meselesi!

###

Unuttum, kafa kalmadı arkadaş, kalmadı…
Yorulmama bağlı, zihnen veya bedenen VE aklımın nerde, nerelerde olduğuna…
Kütüphane, Almanya saati ile 06’dan 23:59’a açık.

Dün mesela…
Canım çok istedi, hanıma > bir kez < söyledim, öfff’ü duyunca…
Haydi kızım yallahhhh…
Kendim yaparım, uzun zamandan beri yapmamıştım, pirinci az oldu, salça malça hepten unuttum…
😊
Nefsi körelttim mi? Körelttim, bitti!
Dinen ve tabii terbiye açısından, anaya – babaya öf çekilmezmiş…
Bence doğru bir yaklaşım…
Çağımızda, birey üzerine > çullanan < yük, bireyin kaldırabileceği sınırlarına erişti…
Hayat müşterek…
Öfff çekilir mi? Ne kadar ayıp…
Benim bilmediğimi sen, senin yapamadığını belki ben yapabilirim…
Hele, hele bilgi denilen konu…
Beraber yürüdüğün yolda herkesin > görevi < ki yürekten gelmeli birbirini doldurmak değil midir?
Öteki yârimi ararım neredeyse 28 sene olacak…
Öteki yârim nerelerdesin?
Söyle nerelerde bulacağım seni, nasıl ulaşacağım sana?
Dede…
Çok çöktü, bitti, tükendi…
Ninesi nerelerdesin? Eşim olan…
Kalbimi, zihnimi ve yatağımı dolduracak insan, nerelerdesin?

Fizik, metafizik ve Spitzbergen (Svalbard küresel tohum deposu)

Şimdiye kadar hangi yalanıma şahit oldunuz?
Siyasi öngörülerimde yanılmış olabilirim ama özelimde veya duygusal yaklaşımlarımda neyime rastlamış olabilirsiniz ki, hangi yalana veya dolana, kandırmacaya?
Bir yüzüm çok yönüm var, ayakta duramıyorum ama saniyeler içinde dünyayı dolaşabilecek birisiyim…
Sadece bu olsa ki beni tanıyanlar bilirler, bir an önce buradayım bir bakmışın saatler sonra > fizikken < dünyanın bambaşka bir yerinde!

Ruhum dediğimde yalan söylemedim!

Nefret ederim insanın soytarısından, yine nefretliktir benim için insanın çok bilmişi…
BENIM diyeni…
Sen, bensen, sadece ben, sadece ben biliyorum, sadece benim doğrularım diyebiliyorsan…
İnsanlar arasında ne işin var?

Oturalım konuşalım…
Bilmediğimi bilmek, bilinmeyeni bildirmek beşerler arasında bin yıllardır alışılageldik bir uygulama değil midir? Güven böyle tahsis edilmez mi?
Gözün gördüğü, beynin algıladığı yanıltabilir, bilimsel yanım bunun bilincinde olmakla birlikte insan yanım, yaşadıklarım, evet bizzat yaşadıklarım, şahit olduklarım, tecrübelerim hani deneyimlerim…
O küçücük beynin alır mi senin?

Okumak öğrenmenin bir yoluysa, yaşayarak şahit olmak, şahit olduklarını görüp, algılayıp > değerlendirebilmek < ve ders çıkarmak başka bir yol ve yöntemdir. Basit yanlış kelime, sade, saf, hani gökkuşağının ucunda umut edilen mutluluk, zenginlik ve refah, saadet saflık, sadelik ve temizlik ki ruhun ve bedenin, işte o uçta gömülü, aramak ve bulmak. Sadelik, saflık salaklık demek değildir, aksine bir hayat anlayışı, az ile yetinebilme. Örnekleyelim isterseniz; aile içi şiddet mesela… Siz… Şiddetin çok yönlü ve değişik şekiller alabileceğinin bilincinde misiniz?
Yok, hiç fark etmez fiziki şiddet, psikolojik şiddet…
Siz…
Şiddete maruz kalana VE esas şiddeti uygulayana bakınız… Dedim ya aile içi şiddet, eğer sizi bir zamanlar > gerçekten < sevmiş biriyse size uygulayabileceği şiddetin ölçüleri sınırlıdır. Bir çerçeve içinde hareket eder, ötesine gidemez kalbi engeldir. Esasen duygusal veya herhangi bir bağı olmayanın şiddetinden korkmalıdır insan, uygulayanın şiddeti sınırsız olabilir.
Siz…
Bizzat şiddete maruz kalmış olabilirsiniz, belki sizi bir zamanlar seven veya halan seven birisinin şiddetine. Peki, …
Siz…
Size “yakın” olmayanın şiddetine maruz kalıp, bizzat yaşayıp gördünüz mü? Gördüyseniz…
İnsan ruhunun kenefine girip çıktınız mi?
Hani fantezi dedikleri, hayal gücü, yok illa cinsel fantezilerden bahis etmiyorum. O da bir yöntem, haz almak, değişik şeylerden hoşlanmak. Orada da var şiddet ama şiddetin, şiddeti doğurduğunu, şiddettin sinirsiz olabileceğini, hayal gücünüzün yetmeyeceğini AMA başkalarında hayal dahi edemeyecek kapasitelerin “saklı” olduğunun bilincinde misiniz?
Saklı, gizli…
Bilinçaltı…
İnsan zaman içinde değişebilir mi?
Sen…
Kendine karşı dürüst ol, sen on – yirmi sene önceki sen misin?
Kafesler, çekmeceler, kalıplar…
Genellemeler…
Farklılık arz etmek, farkındalık yaratmak, farklı olmak, karakter…
Ey anam ey, gözünü sevdiğiminim görgüsü, yetiştiğin ortam, çevren…
Görüp – geçirdiklerin, eğitimin ve illa görgün, benliğinin, kişiliğinin temeli…
Bu temel üzerine inşa ettiğin insan, sen, seni sen eden…
İnsan, hayvan, hayvandan aşağı ve insan evladı olan!

İnsansa mevzu bahis olan…
Genellemelerden kaçınıp kişiye özel yaklaşmakta fayda var.

Spitzbergen…
Daha önceleri değinmişimdir bu konuya, arşivlerim meydanda…
Tohum…
Tohuma toprak gerek. Tohum toprağa düşecek ki yeşersin, büyüsün, beslesin…
Tohum ki öz…
Toprak ki ana, severim bu benzetmeyi, tohum erkekteyse toprakta ana, kadın…
Ne tohumun özü kaldı ne toprak eski toprak. İkisinde kirletmeyi başardı insan…
Dürüstlük erdemdir her insanda olmayan…
Mertlik ki Türk erkeğinin özüneydi bir zamanlar, kalmadı, öldü diyebileceğimiz kadar azaldı. Aslında korunma altına alınması gereken bir tür, yok olmaya yüz tutan türler arasında. Spitzbergen bu yüzden kurludu. Gün gelir lazım olur diye, her ülkenin kendine özgü bitki örtüsü, insani, karakteri, özü…
Genetiği değiştirilen sadece bitkisel örtü değil ki, insanında genetiği ile oynadılar, oynuyorlar. Bak lazım oldu, Suriye’de yıllardır, Erdoğan’ın da desteği ile savaş var, tar.im yok olma sürecinde, haliyle tohum kalmadı, öz bitti. Şimdi Spitzbergende olan Suriye tohumu Meksiko’da yetiştiriliyor ki savaş sonrası bu tohumlar Suriyelilere iade edilebilsin. INSAN kardeşim insan, tüm mesele insan olabilmekte.

Güzelmiş, çirkinmiş bana ne? Derdim insan, en güzeli insan evladı olan…
Benim olan, ömür boyu benimle olan…
Mutlaka okumanız dileği ile:

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/soner-yalcin/gdolu-turkler-1752608/

Psikoloji, sosyoloji mesleğim değil, özel ilgi alanlarım…
Genellemelere karşıyım, görmem lazım, izlemem lazım ki bileyim, emin olayım AMA…
Mesela at resimleri, deniz, dalgalar, sırtı dönük olmalar…
Renkler, özellikle renkler, pasteller…
Müzik zevki, siyasi duruşu, okudukları, varsa kütüphanesi…
Anlattıkları, paylaşımları bana uzaktan uzağa veya bazen yakından o insan hakkında bilgi verir…
Bir nevi kanaat oluşur AMA yetmez, yetmez, yetmez…
Son tahlilde insan denilen o kadar değerlidir ki ne hayat ile oynanır ne çok yakından tanımadan, bilmeden, emin olmadan, gözlerinin içine bakıp, yok gözler yalan söylemez diye bir şey yok, yüzdür yalan söyleyemeyen, karar veremez, vermemelidir insan. Uzaktan uzağa davulun sesi hoş gelebilir, git yakınına, dur yanına, dayanabiliyorsan eğer!

Dedim ya uzaktan uzağa davulun sesi hoş gelebilir…
Dönelim o pezevenge, piçe, babası beli olmayana, kansıza, soysuza…
Askeri ücret neydi?
Brüt: 1777,50 TL
Net: 1404,06 TL

Öz, öz kardeşim öz…

Mesele ne anayasa ne başka bir şey mesele özde, insanda…
İrdelenmesi gereken, iyice anlaşılıp idrak edilmesi gereken konu ve soru:
Türkiye Cumhuriyeti’nde siyaset neden ve niçin yapılır?
Nedeni ki dürüst ise insan bellidir…
Niçinine gelince, en azından Atatürk sonrası, kısa bir istinsah dönemi Kara Oğlan…
Güç ve para için!

İstisnasız güç ve para için…
Recep Tayyip Erdoğan, ah ulan ah yürekli bir savcı, yürekli bir > milletvekili < olmalı ki soruşturma açsın, cevaplanması şartı ile, ısrarla cevaplanana kadar peşinden koşsun, soru önergesi versin…
İddia değil, güvenilir kaynaktan…
Pazarlamacı piç…
Hem de…
Kırmızı meşin, para peşin…
Orospunun dölü dakikada, TEKRAR dakikada on bin Dolar kazanıyor…
On dakika bir yerde konuşma mı yapacak, pesin para 100 bin dolar cebinde…
Yazar – çizer “takımının” son zamanlarda AMA özellikle Sayın Bekir Coşkunun bir sorusu oluyor(du)…
NEDEN geçmiş siyasetçiler sesini yükseltmez bunca yalan, dolan ve pazarlamacı taktikleri karşısında?
Yanıtı…
Yedide saklı, yine arşivlerimi sağlık veririm, hep şüphelenmiştim artık BILIYORUM…
Uzan grubunun stratejisi, şantaj ve baskı!

Fizik…
Metafizik ki insanda ruh, özü, düşünceleri, karakteri, ahlaki…
Benim için asil olan fizikten mada metafiziği insanın, iç güzelliği, gerçek yüzü!

Bu…
“Uzun” bir süreliğine son yazım olacak, yârin yazmam kesinlikle mümkün değil, Salı günü gidip de girebileceğim, girip ama sağ salim çıkabileceğim biraz şüpheli bir seyahate çıkıyorum.

Unuttum: Yeni bir strateji, kendinden emin olmak, kazanacağından ki bence önceden belli. Bu zihniyet kendiliğinden gitmez, gitmeyecek!
İkinci referandum, Avrupa Birliğine girelim mi girmeyelim mi?
Herifler sanki seni istiyor!
Ne sen ve evet maalesef ne bizler bu topluluğa, olgunluğa, kültüre yakışan, yakıştırılan bir zihniyete, kafa yapısına sahibiz!

Yedi, niye sustun ulan?

Umarım, umarım anlayan anlar, üstü kapalı. İçim rahat etmedi, işi gücü bıraktım. İki satir da olsa, iki satırdır. Daha açık yazmam mümkün değil.

Cihan padişahı, götümün kenarı…
Niye suspus oldun evladım, ufff mu yaptılar, canını mı acıttılar?
Ben sana demedi mi Saddam’ı unutma, hatırla, hep aklında olsun?!!!

Sen istediğin kadar AK – Saray çevresinde Jammer kullan, değil iki kilometre sinyal bozucusunu yirmi iki kilometre yarıçapına çıkar, GÖTÜN pazarda!

Neler, ne gizli belgeler dolaşıyor internettin kenarında köşesinde, AK – Sarayın…
O seni koruyan binlerce yoldaşın, emir kulların bile kurtaramayacak seni zamanı geldiğinde.

Yok, tepmemin tası bu sefer atmadı, öğrendiklerim > aklımı < durduruldu, geriye kalan iki gramı…
Adilik…
Orospuluk olur ama bu kadarını senden bile beklemezdim. O yedi çember…
AK – Sarayının ve kendi çevren etrafında oluşturulduğun yedi çember bile kurtaramayacak seni. Bir el diğerinden habersiz ama eloğlu aptal değil be “koçum”. Hemen FETO deme, suçu ona yükleme…
Cihan padişahının cihan imamı bu kez suçsuz…
Seni satan bizzat yine sen, senin çevren…
Muhammet, Türkçesi Mehmet…
Mehmetçiği, vatanı ve milleti satan sen, gün gelecek seni satmayacaklar mı sandın?
Sen…
Uluslararası siyaseti, sen uluslararası şirketleri ve güçlerini ne sandın?
Hiç mi ders almadın Katar Emrinden, bir öncekisinden. Anlamadın mi, bilmedin mi, görmedin mi neden? Müslüman kardeşler, Müslümanın Müslümana kardeşliği menfaatlerinin bittiği yere kadar.
“Dindarım” diye geçiniyorsun…
Sanki bilmiyorsun, EMINIM biliyor ve bile bile yapıyorsun, Suudi Arabistan ve vehhabiliği, selefiler, IŞID, bile bile, sandın hesabi sorulmayacak!? Devlet ve devlet refleksleri, devlet ve kurum ve kuruluşları, güvenlik güçleri. Askeri, polisi ve istihbaratı, iç ve dış istihbarat…
Ve Sam’ları…
Sadece sen mi ananın en akılı oğlusun?

O yedi çember, birbirinden habersiz, O yedi bile seni kurtaramayacak!

On beşi değiştirdin dörde…
Değiştir ulan kerhaneci değiştir, istediğini değiştir. Allah ne yazdıysa O olacak. “Kehanette” bulunmadım mi, Tanrısı onu yola getirir. Para getirdi ve daha getirecek, daha çok göt yalayacak.

Yedi

Aslında her şeyi ama her şeyi bir kenara bırakıp yediyi yazmam lazim…
Beklenmesi gereken iki muhtemel gelişme başlıklı yazıma da devam edemedim, dün akşam bir telefon, tüm plan – projeleri, ajandamı alt üst etti.

Dostlar sağ olsun…
İnternetin, dibinin dibi mekânım…
Gerçekten siyasi dost bildiklerim, dost…
Yıllar, yıllar çok uzun yıllar ve zaman o kadar çabuk geçiyor ki, geldi saçlar bembeyaz, kafa neredeyse kel. Az mi kafa çektik, siyasi mücadele verdik beraber…
Yıllar, o amansız yıllar ne çabuk geçiyor. Çok uzun zaman oldu görmeyeli, geldi, müşterilerimizden.
Eşi, sürekli gelir gider. O bana ben ona selam iletirim, iletir dururuz, hanımlar aracılığıyla. Ama bir türlü bir araya gelemedik. Ben odamdaydım, full dün aksam gelen telefon sonuçlarıyla boğuşuyordum. Kâğıt, Kâğıt, Kâğıt…
Dosya, fatura…
Nefret ederim, kendi işlerim yetmiyormuş gibi birde bu çıktı başıma. Hanım geldi heyecanla odaya, xxx geldi dedi. Önce anlamadım, kafamda rakamlar, ne nereye…
Anlamadım önce jeton her zamanki gibi geç düştü. Anlamam ile ayağa fırlatmam bir oldu diyebilirim, eski dost, gerçek dost düşman olmaz insana. En ön odadaydı, buyur etim çalışılan odaya, arkası darmadağın, bomba düşmüş gibi. Anlatı bana yediyi…
Erdoğan ile ilgili, anlattı İran’ı ve Katar’ı…
İnternetin karanlık dibi, görünmez, duyulmaz yerleri…
Evraklar, gizli belgeler, dost dili ile gözden ırak, bilgiden, bilinçten çok uzak ne bilgiler…
Yazmalıyım üstü kapalı ama yazmalıyım yediyi!

Kısmetse yârin çünkü üstlendiğim görev…
İnsan sorumluluğu, kendini bana emanet edene edemem ihanet, etmem, hiçbir zaman etmem.
Zaten bir yârinim var, Pazartesi full, Salı Israil çünkü.

Tam sopalık

Bir balık, yemin ediyorum sandıklardan zıplayıp horon tepecek…
Arkadaş cam, cam. Gümüş gibi pırıl pırıl…
Ah ulan ah, yeminle sopalık. Hem de evire çevire, ıslata ıslata, eşek sudan gelene kadar!

Neden ya neden?
Ne gereği var?