Wiesbaden…
Sonnenberg semti veya Neroberg…
Nezih, kalbur üstü…
Ruhum…
Dediğimde kast ettiğim, saniye, salise içeresinde devri âlem yaparım…
Yerin yedi kat dibi, DarkNet dedikleri veya evrenin derinlikleri…
Senin görmediğin, asla göremeyeceğin “yerlere” gidip, gelirim…
Ruhum, gözüm – gönlüm aç…
Arsız değilim, hele aç gözlü…
Daralıyorum, boğuluyorum yüzeysellik, bir çay kaşığı derinliğinde su içerinde(!)
Aradığım derinlik…
İnsanda ve nesnede…
Dalmak istiyorum içine, kaybolayım, kendimi kaybedeyim, yeniyi, derin düşünceyi…
Karış karış, kulaç kulaç keşif edeyim…
Doysun ruh, doysun beyin, doysun zihin ve gün gelir bulabilirsem kadında aradığımı…
Kapamadan bu gözleri, koklarken o güzel ve nadide çiçeği, bedende doysun…
Ve ben, öleyim.
Küçük ölüm diye tabir edilir kadın ve erkeğin birlikteliği…
Çift…
Ruh ve gönül ikizi ise bu birliktelik salt bir hayvani içgüdünün tatmini değildir…
Beden eşliğinde ruhların birleşmesi, doyması, doruğa, zirveye erişmesidir…
Ne hoştur ne güzeldir ne derin…
İçtenlik ile…
Tenin tene değmesi, his ettiğin, ta içinde, en derinde o sıcaklık, o güven ile barınma, kendini emniyete his etme.
Ölüp ölüp dirilirsin yeniden, doyamasın bu derin içtenliğe…
O vahşi…
O dayanılmaz, karşı konmaz arzuya…
Evet, arzulamak birbirini ölümüne.
Çevrem, tanıdıklarım…
İnsandan kaçabildiğim kadar kaçarım…
Her bildiğimi, bildiğimi sandığımı söylemem…
Her gördüğümü, yaşadığımı açıklamam…
Kimsenin ardından konuşmam…
Ser veririm, sır vermem!
Bela geliyorum demez, gelir otomatikman bulur beni…
Sevdiklerim gibi…
Herkes tanır, bilir bizi. Telefon geldi…
“Gelebilir misin bize?” yıllardan beri konuşmamışım, unuttum gitti…
Hay hay efem, tabii ki…
Adresi aldım, atladım arabaya, ver elini Neroberg’e…
Hep derim ya hafızam, önemli olan şeyleri ezberlemem ve sürekli tekrarlamam gerekli…
Neticede üçüncü dereceden kanamalı beyin sarsıntısı…
Camlarım yaz – kış, evde de arabada da açıktır. Hatırlar bulurum diye navigasyona da vermedim adresi.
Neroberg, Sonnenberg gibi “Beylik konakları”
Birçoğu ofis haline getirilmiş, ömrün bir kısmı buralarda geçti…
Adresi ararken, göz kenarından bir ses:
“???’mi arıyorsunuz?”
Evet…
“Biraz ileride, sol tarafta. ??? ile konuşmanıza kulak misafiri oldum, bekliyor sizi”
Dedim ya göz kenarı ile, kadının yüzüne bile bakmadım doğru dürüst, araba hareket halinde. Kahverengi bir döpiyes içinde 60 başlarında bir hanımefendi. Ne alım ne alım…
Gerçekten saniyelerle…
Albenisi çok bir kadın. Tam bir Hanımefendi. Hali, hareketi, konuşması…
Tek kelimeyle bayıldım…
Kalite kardeşim kalite. Kalite bir bütündür, beli eder kendini.
Bu sabahın aksine…
Almanya’nın tanınmış, discounter diye tabir edilen bir mağaza zincirinde…
Normalinde tanesi 15 – 20€ arasında satılan bilgisayar için bir aleti iki, tekrar 2 Euro’ya satışa sunmuşlar. Almıştım üç – beş tane denedim, gerçekten iyi çıktı, hadi dedim alayım birkaç tane daha…
Kaliteyi objenin kendisi belirler ne mekân ne dış görünüş, kaliteyi ancak deneyerek, tecrübe ederek ve dış görünüşte belli başlı özelliklere bakarak anlarsın AMA illa tecrübe edeceksin…
Kasada, önümde bir kadın ve on yaşlarında bir çocuk…
Çocuk kasa yanına özellikle yerleştirilen oyuncaklardan istiyor. Anne Almanca cevap veriyor ama belli yabancı. Belli, çok büyük ihtimale Türk. Neyse ödedi çıktı, ben ödedim çıktım, park yerinde yanlarından geçiyorum.
Özenti…
“Bizim” Arap özentileri gibi…
Kadın çocuğu ile yarı Almanca, yarı Türkçe konuşuyor…
Bu çocuk büyüyünce çocuğuna ne verebilir?
Bu çocuktan kendine, topluma ne fayda gelir?
Anadilini bile doğru dürüst anlamayan çocuğun, yetişkinin algısından, aldığı kararlardan, verdiği oydan ne beklenir?
Ne Almancası Almanca ne Türkçesi Türkçe!
Dün ve bugün yayınladığım resimler…
Sanatçı Hanımefendiye ait, yolda karşılaştığım kadında sonradan bize eşlik etti, döndü geldi…
Kaldım iki kadın arasında, hangisine laf yetiştireceğim, söz söyleyeceğim?
193 ülke, 7000 dil ve lehçe…
Çok derin, tatmin edici bir sohbet oldu…
Kadın dedi “sizden duyduklarımı Alman dostlarımdan duymadım”
Öylesine şaşırmıştı ki benim Türk olduğumu öğrenince…
Hele ona Atatürk hakkında anlattıklarım onu çok memnun etti…
Sanatçı dostum ile ezoterik alanda, siyaseten ve sanat konularındaki sohbetimizden çok etkilenmişti.
Dün…
Çok uzun bir süreden beri ruhen, beynen tatmin olmuş bir halde eve döndüm…
İhtiyacım var belli, en güzeli azami bir derinliğe…
Su gibi, hava gibi muhtacım. Bıkmışım yüzeysellikten, çok bıkmışım…
Açım aç, beyin doymak ister ruh doymak ister beden doymak ister…
Tatmin olmak ister insan, doymak.
Dünkü resim…
Bir küreden diğerine geçiş…
Yaşamdan ölüme ve tersine…
Beni en çok şaşırtan, etkileyen kadının bu resim ile Albert Einstein’ın…
İzafiyet Kuramını açıklaması oldu.
Dürüst olun, kendinize karşı dürüst…
Aklınıza gelir miydi bunlar?
Sanskrit…
M.Ö. 1200 yıllarında oluştuğu tahmin edilen bir Hint dilinin toplamı…
Dini ayinler esnasında kullanıldığı tahmin ediliyor (Veden). Hint mitolojisinde, Yunan mitolojisi gibi rengarenk. Naga…
Kadın kılığında yılan tanrıçası (dikkatinizi çekerim KADIN = YILAN, Hava anamızın, Âdem babamıza uzattığı elma, yılan. Neyse konuyu saptırmayalım, hatırlatmamın nedeni INSAN, insandan beslenir. Hatırlı okuyucularım bilir bu kısa cümle ile ne demek istediğimi)
Yılanın Hintliler hayatında önemli bir yeri vardır. Sanatçı dostum…
Bu düşünceden esinlenerek yukarıdaki resmi tuale aldı. Anlamı insan ruhu, yılan gibi kıvrılması, zehri, karmaşası!