Zarrab ve altınlar…
14 Mayıs 2018
Türkiye gündemini uzun süre meşgul eden New York’taki Zarrab/Atilla davasında sona gelindi. Reza Zarrab’ın “itirafçı” olmasıyla davanın tutuklu tek sanığı haline gelen Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla hakkındaki nihai karar 16 Mayıs’taki duruşmada açıklanacak.
Ancak bu işin hukuki kısmı. Davanın, her Türk vatandaşını ilgilendiren bir de “siyasi boyutu” var.
New York’taki davanın sonucuna göre ABD Hazine Bakanlığı bazı Türk bankalarına “İran yaptırımlarını delmek” suçlamasıyla para cezası kesecek.
Bu cezanın ne kadar olduğu belli değil. Geçmişte ABD Hazine Bakanlığı’nın pek çok büyük bankaya aynı suçlama ile verdiği çok değişik cezalar var. Kimi bir milyar doların altında, kimi ise 10 milyar dolara kadar varabiliyor.
Bakanlık, ceza miktarını belirlerken bazı “kriterleri” de gözönüne alıyor. Bu kriterlerin ne olduğunun izleri ise Atilla’nın davasında savcılık tarafından verilen son dilekçelerde ortaya çıkıyor. Savcılık, dilekçelerinde Atilla davasına karışan Türk bankaları ile yine İran yaptırımlarını delmekle suçlanan yabancı bankalara verilen cezaları, dilekçelerde tek tek inceliyor.
Ve işin kötüsü, bu inceleme sonucunda, AKP hükümetinin tüm bu dava sürecinde, ne siyasi, ne de hukuki, hiçbir doğru adım atmayı beceremediği ortaya çıkıyor.
Şöyle anlatalım;
– Bir kamu bankasının, Halkbank’ın Genel Müdür Yardımcısı olan Mehmet Hakan Atilla New York’ta ilk tutuklandığında Türkiye’nin “yargı dokunulmazlığı” talep etme şansı vardı. Hatta Atilla’nın avukatları o dönemde Washington’daki Türk Büyükelçiliği’ne, “Amerikan Dışişleri’ne yazı yazın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kamu görevlisi olan Atilla’nın yargı bağışıklığından yararlanmasını resmen isteyin” diye başvuruda da bulundular. Ancak Büyükelçilik, nedendir bilinmez, “Türkiye’nin memurunu yargılama yetkin yok” diye Amerikan makamlarına resmi yazı yazmadı. Bu konuda ABD’ye karşı herhangi bir yasal süreç de başlatılmadı. Oysa aynı Büyükelçilik, AKP hükümetinin talimatıyla ABD makamlarına “Zarrab nerelerde” diye bir hafta içinde üç nota vermeyi başarmıştı. Eğer Atilla’nın “kamu görevlisi” olma vasfı kullanılmış olsa, belki de New York’ta o davanın görülmesi engellenebilirdi.
– İkinci büyük yanlış, New York’ta duruşmalar başlayıp, Reza Zarrab’ın “itirafçı” olduğunun kesinleşmesi ile yapıldı. Zarrab aleyhine Türkiye’de soruşturma başlatılıp, “devletin gizli bilgilerini ifşa etmek” suçlamasıyla mal varlıklarına el konuldu. Oysa yapılması gereken, Zarrab’ın sadece ABD’yi değil, Türkiye’yi, Halkbank’ı da dolandırdığına ilişkin dava açılmasıydı. Nitekim Zarrab mahkemede yaptığı itiraflarda Halkbank’a sahte belgeler sunduğunu bizzat kendisi açıklamıştı. Ancak elbette, AKP’li eski bakanlar, AKP tarafından atanmış üst düzey bürokratlar hakkında rüşvet iddiaları havada uçuşurken, AKP hükümeti buna cesaret edemedi. Zarrab hakkında açılabilecek en yanlış yerden soruşturma açıldı; “Devletin gizli belgelerini ifşa etmek” denerek, üstelik Reza Zarrab’ın işlediği dolandırıcılık suçuna bir de “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” de karışmış gibi izlenim yaratıldı.
– Zarrab davası konusunda AKP hükümetinin yaptığı bir başka büyük hukuki hata ise 17 Aralık soruşturma belgeleri konusunda oldu. AKP hükümetinin 17 Aralık soruşturması konusundaki en büyük söylemi, bu soruşturmada ortaya çıkan bilgi ve belgelerin sahte, üretilmiş ya da tahrif edilmiş olduğu. New York’ta daha Zarrab davasının ilk günlerinde, savcılığının elindeki en önemli belgelerin 17 Aralık soruşturma dosyası olduğu ortaya çıkmıştı. Türkiye Cumhuriyeti, bu belgelerin Amerikan mahkemelerinde kullanılmasını engellemek için ABD’de dava açıp, belgelerin “sahte” olduğunu kanıtlama yoluna gidebilirdi. Eğer bir Amerikan mahkemesinden bu belgelerin sahte, 17 Aralık soruşturmasının ise bir “terör örgütünün eseri” olduğu kararı çıkarılabilseydi, New York’taki o mahkeme hiç görülmeyebilirdi. Ancak tabii ki AKP hükümeti, Zarrab’ın işbirliği yaptığı isimler içindeki olası üst düzey AKP’lileri kendi eliyle ifşa etmeyi göze alamadı. Dolayısıyla bu yola da başvurulmadı.
– ABD Hazine Bakanlığı’nın “İran yaptırımlarını delmek” suçlamasıyla başka bankalar hakkında açtığı soruşturmalar ortaya çıkar çıkmaz, söz konusu bankaların hemen hepsi bir iç soruşturma açmış, sorumluları belirlemiş, kimisinin işine son verip, kimisi hakkında ise adli mercileri harekete geçirmişti. Atilla davasında savcılığın sunduğu dilekçelerde, Deutsche Bank’tan HSBC’ye, BNP Paribas’tan JP Morgan’a kadar ceza kesilen tüm bankaların yaptıkları tek tek anlatıldı. Bu yabancı bankaların kendi içlerinde nasıl soruşturmalar açtıkları, hangi sorumlulara ceza verdikleri, yaptırım delme konusunun bir daha gündeme gelmemesi için banka içinde nasıl önlemler aldıkları, yaptırıma söz konusu işlemlerin bilgilerini nasıl sansürsüz şekilde ABD Hazine Bakanlığı ile paylaştıklarına ilişkin ayrıntılı bilgilere yer verildi. Aynı dilekçelerde, New York’taki mahkemede suçlanan hiçbir Türk Bankası’nın bu tip ciddi iç soruşturma yapmadığı, sorumluları cezalandırma yoluna gitmediği ise özellikle belirtildi.
AKP, ABD’DEKİ ALTINLARI NEDEN ÇEKTİ?
Zarrab/Atilla davasının geldiği nokta, sadece bir ya da birkaç kişi, siyasi parti, banka ya da üst düzey yetkiliyi etkileme aşamasını çoktan geçti. AKP hükümetinin -belki de kendi açıklarını ifşa etmemek için- bilerek ya da bilmeyerek ihmal ettiği tüm hukuki önlemler nedeniyle, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını tehdit eder hale geldi.
Atilla hakkındaki hapis cezası kararının ardından sıra Türkiye’de “yaptırım delme suçuna dahil olmuş” Türk bankalarına ceza kesmeye gelecek. Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ekonomik krize bir de ABD Hazine Bakanlığı’nın Türk bankalarına yazacağı kimbilir kaç milyar dolarlık ceza eklenecek.
AKP hükümeti elbette yaklaşan tehlikenin farkında.
Seçim tartışmaları arasında kaybolan çok kritik bir bilgi geçenlerde kamuoyuna sızdı; Türkiye Merkez Bankası’nın ABD Merkez Bankası’ndaki (FED) hesabında bulunan altınları sessiz sedasız çektiği ortaya çıktı.
Merkez Bankası, FED’deki 30 bin civarındaki altını 2017 yılının sonunda çekip, başka kurumlara aktardı.
Sizce de Türkiye Merkez Bankası’nın FED’deki hesapları “sıfırlaması” manidar değil mi? Acaba FED’deki altınlar “ABD Hazine Bakanlığı cezaya karşılık bu altınlara el koyabilir” endişesiyle mi çekildi?
Amerikalılar Türk bankalarına ne ceza yazacak bilmiyoruz. Ama kamu bankalarına yazılacak o kimbilir kaç milyar dolarlık cezaları, üstelik bu ekonomik kriz ortamında, ben, siz, hepimiz, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ödeyecek.
Tam bu aşamada şu akla gelebilir; Cezayı ödemezsek ne olur?
Yanıt basit; ABD, ceza ödenmediği taktirde alacağı önlemlerle tüm Türk bankacılık sektörünü, bununla bağlantılı olarak tüm Türk ekonomisini felç edebilir. Yani sadece Türkiye değil; herhangi bir ülkede hiçbir hükümet, “kapalı ekonomiye” geçmeden böylesi bir cezayı ödememezlik edemez.
Sırf geldiğimiz bu durum bile, “TAMAM” demek için yeterli gerekçe değil mi?
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/zeynep-gurcanli/zarrab-ve-altinlar-2405188/
Mürekkebi kurumadı!
14 Mayıs 2018
Ülkeler, bloklar, topluluklar, Doğu-Batı arasındaki ilişkileri yakından izleyenler bilir.
İngiltere-Fransa-Almanya.
Hepsi Batı’dır.
Fransa, kötü polisi oynar.
İngiltere, iyi polis.
Son yıllara bakıyoruz; şu fotoğ¬rafı görüyoruz. Türkiye ile Batı ara¬sındaki ilişkilerde Fransa, Avusturya, Almanya gibi ülkeler sürekli Türki¬ye’yi tam üyeliğe istemez tavırlarla küçümseyen Batı ülkelerdir. İngiltere ise yara sarıcı, ilişkileri canlandırıcı rolünü oynar.
Yenisi oynanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dün İngiltere’ye uçtu. Yanına İngiltere’de uzun yıllar bankacılık yapmış, İngiliz bilgisi ve deneyimi olan ekonomi¬den sorumlu Mehmet Şimşek’i de aldı.
“Tatlıdil Forumu” varmış.
Tatlıdil’e de katılacaklar!
İngiltere Kraliçesi, İngiliz Başba¬kanı ve Londra Finans Merkezi’nin önde gelen bankerleri, bankacıları, para babaları, borç verenleri ile görüşecekler.
* * *
Hepsi çok güzel!
Tatlı tatlı söyleşsinler.
Ancak bu nedir?
Ne yaman çelişkidir.
Daha mürekkebi bile korumadı: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ey Batı bak; bizim kutsal kitabımı¬za saldırdıkça şunu bilesiniz ki biz sizin kutsallarınıza saldır¬mayacağız ama sizi alaşağı edeceğiz… Biz sizin ne denli aşağılık olduğunuzu biliyo¬ruz…” sözlerinin üzerinden henüz 7 gün bile geçmedi.
Batı aşağılık.
Aşağılığı, alaşağı edeceğiz.
Bu sözleri; Fransa’da kendileri¬ni entelektüel ilan eden 300 kişi, Kuran-ı Kerim’de şiddet içeren bazı ayetlerin olduğunu iddia ederek; ayetlerin kutsal kitaptan çıkartılma¬sını isteyen bildiri yayınlamalarına cevap olarak söylemişti.
Çok acı, biberli sözler.
Gramını yiyen delirir.
Acı sözlerin sahibi dün Batı’nın üst aklı İngiltere’ye gitti.
Aşağılık diyordu.
Aşağılık adamlara gitti.
Alaşağı edeceğiz diyordu.
Tatlıdil söyleşisine gitti.
* * *
“Tatlıdil Formu”nun görüşme ortamını kaldıraç yaparak, Batılı bankacılara, finans kurumlarına; “Türkiye’ye yatırım yapın, borç para verin” daveti tekrarlanabilir. Hep tekrarlanıyor. 16 yıldır yönet-tiğin ülkeyi sürekli dış borç bularak yaşamaya mahkum kalmaktan kurtaracak bir model bulamamışsan, elin mahkum, para da istenir ama bu nedir?
4 gün önce:
Aşağılık Batı!
Alaşağı edilecek Batı.
4 gün sonra:
Ayağına gidilen Batı.
Tatlı dil dökülen Batı!
* * *
Nereye gitti dik duruş!
Nerede emperyalizme kılıç salla¬yan o Müslüman yiğit!
Nerede Türkiye’yi Batı parasına muhtaç olmaktan kurtaracak o yürek!
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/murekkebi-kurumadi-2405128/
Yuvasını yıktığın kuş hesap soracaktır…
13 Mayıs 2018
Siz Ankara’daki sarayı biliyorsunuz, Okluk Koyu’nda yapılan yazlık sarayı da bilin…
300 odalı…
İrili-ufaklı yirmi salon…
Etrafı 4 metre yüksekliğinde kilometrelerce beton duvarla çevrili…
2000 misafiri ve güvenlik ordusunu aynı anda barındıracak kapasitede…
Bir insan 2000 kişi ile niye tatile gider?..
*
Birinci derecede sit alanı orası… Ama 50.000 ağaç kestiler… Tarumar ettiler ormanı… Yollar açıp, binlerce kamyon beton ve demir döküyorlar…
Savunma füze sistemi kuruyorlar, iyi mi?..
*
Ege Bölgesi’nden oy alamayınca, büyük bir doğa kıyımı başladı…
Rahmi Turan ağabeyin ve sevgili Can Pulak’ın doğa için çırpınan yazıları olmasa, kimse farkında olmayacak…
Dantel gibi koyları imara açtılar…
4 bin yıllık tarihi patika yollara asfalt döşüyorlar…
Muğla’nın antik bölgelerinde, yemyeşil ormanın, asırlık çamların altını eşip kömür arıyorlar…
Koy, kumsal, kıyı kalmadı, kepçeler-dozerler bıçakları ile ağlayan yeşil canlıyı parçalayan sırtlanlar gibiler…
Kuş sesleri sustu, motor sesleri geliyor…
Çam kokusu gitti, orman mazot kokuyor…
*
Bu katliam kararlarını alanlar “doğa” deyince aklına mangal gelenler…
Ağaç onların gözünde sadece kerestedir…
Orman; arsa…
Sadece kültürsüz, görgüsüz değiller… Merhametsiz, acımasızlar da…
Ve saygısız…
*
“Öte dünyada, hesap gününde bir kuş Allah’a diyecek ki; sor o kuluna, benim yuvamı niye yıktı” diyor Hacı Bayram…
Ve bir sincabın hakkı vardır…
Bir kumrunun, bir kırlangıcın, bir kaplumbağanın, bir karacanın…
O yuvası dağıtılan sülünlerin, ormandan kovulan ceylanların ahı vardır…
*
Kuşun hesabı vardır…
Önümüzdeki günlerde yakana yapışır dilerim…
Ve kuş soracaktır…
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/yuvasini-yiktigin-kus-hesap-soracaktir-2403824/