Sadece çok dikkatli okuyun diyorum, sadece her türlü kahpeliği, her şeyi bekleyin ve hazırlıklı olun diyorum SADECE

Tamamdır bu iş, evlat telefon etti…
Talimat vermiştim bir şeyi öğren diye, KANUNEN hiçbir dayanakları yokmuş…
Hayatlarını kaydırdım ben onların, doğduklarına pişman etmezsem bana da Önder demesinler!

Belirleyici 10 gün
13 Haziran 2018

“Bizim Mahalle” pek eğle¬niyor…
Erdoğan’ın “kıraatha¬ne-çay-kek” vaadi üzerine herkes espri yapıyor! Sosyal medyada ardı ardına komik videolar yayınlanıyor.
Ah! 16 yıldır neden seçim kazanamadıklarını hâlâ an¬layabilmiş değiller! Bakınız…
Sizi üç yıl önceki bir toplan¬tıya götüreyim:
Tarih: 9-12 Mayıs 2015.
İstanbul’da Avrupa Siya¬si Danışmanlar Derne¬ği (EAPC) toplantı düzenledi.
Hillary Clinton’un baş stratejisti Celinda Lake, Benyamin Netenyahu’nun kampanya direktörü Aron Shaviv, Barack Obama’nın başdanışmanı Jim Messi¬na gibi isimler geldi…
Seçim kampanyası uzma¬nı bu davetliler, kararsız seçmenlerin karar verme süreciyle ilgili düşüncelerini paylaştı.
AKP’nin kampanya direktö¬rü rahmetli Erol Olçok şunu dedi:
-Türkiye’deki seçim kampanyalarında son 30 gün önemlidir…
-Ama özellikle de son 10 gün belirleyicidir…
Size bir soru:
-Seçime bu kadar az süre kalmasına rağmen, sayısı sandığın kaderini değişti¬recek kadar çok kararsı¬zın hâlâ olmasını nasıl açıklı-yorsunuz?
Geçen gün okuyucu mail attı:
–Seçime bir nefes kal¬dı; yüzde 10-15 seçmen hâlâ nasıl kararsız kalabi¬liyor, anlamıyorum?
Seçim kazanmanın şifre¬si bu soruda gizli!
Avrupa siyaset sosyologla¬rının en büyük şikayetleri ne biliyor musunuz:“Pek seçmen kalmadı” di¬yorlar; “bir güruh var ve sadece kişisel çıkarını düşünü¬yor!” Bunlar…
Sorgulamıyor… Tartışmı¬yor…
Partilere-liderlere, bağlı¬lığı-sadakati ve rasyonel hiçbir kriteri yok!
“Karakter” aşınmasına uğ¬rayıp etik değerleri kaybet¬mek üzereler. Sadece “bana ne vereceksin” peşindeler!
Erdoğan’ın “bedava çay-kek” vaadini bu açıdan bir daha düşünün derim…
DÖNER-EKMEK
Erdoğan’ın bu vaadinde kafamı karıştıran şu oldu:
Kuşkusuz sihirli söz¬cük, “bedava!”
Kararsız güruh için, “beda¬va sirke baldan tatlı!”
Yıllardır kömürle-makarnay¬la “tavlandığını” biliyoruz.
Peki…
Niye bedava simit değil de bedava kek?
Şu yorumu yaptım:
Eğitimsiz- yoksul kararsız seçmen için kek, sınıf atla¬manın sembolü olabilir!
Artık sarayda oturan…
Uçak filosuna sahip…
Lüks makam aracına “çerez” diyen…
Şarkıcı ünlülerle -bir dö¬nem karşı çıktığı- doğum gününü pasta keserek kutlayan Erdoğan…
Kararsıza da -Batı icadı- be¬dava kek ikram ediyor!
Erdoğan şaşırmış de¬ğil…
Bedava kek vaadinin kim¬leri etkileyeceğini iyi biliyor.
Tabii ki… Seçime 10 gün kala Erdoğan kararlı bilinçli seçmene seslenmiyor. (Zaten kampanya kararlı seçmene yapılmaz!)
Erdoğan her daim yaptığı gibi, ezilmiş semtlerin “zen¬ci” kararsızını “keklemeye” çalışıyor!
“Beyaz seçmen” ne yapıyor; video yapıp eğleni¬yor! Kararsızın, kendiyle alay edildiğini düşündüğünü aklına bile getirmiyor. Heyhat!
Genç Parti’nin, 2002 seçiminde döner-ekmek dağıtarak yüzde 7.2 oy aldığı ne çabuk unutuldu!
Siyasi kampanya zor iştir; ilk aklınıza geleni hemen ya¬pamazsınız; üzerinde düşün¬meniz gerekir. Örneğin…
ABD son seçim kampanya¬sı başında Hillary Clinton, Trump’ın saçlarıyla alay etti; taraftarları komik videolar ya¬pıp yayınladı. Sosyal medya pek eğlendi. Sonra…
Kusuru-eksikliği gülünç mevzuu yapmanın Trump’ı güçlendirdiğini anlayıp, “saç esprisinden” vazgeçtiler!
Seçim kampanyaları çocuk oyuncağı değil. Sokrates ne dedi:
“Söylemek istediğin her şeyi önce iyi düşün ve tart. Çünkü çok insanda dil, düşünceden daha aceleci davranıyor!”
İNCE ZORLUYOR
Evet…
Karşımızda “seçen” ama özünde/aslında “seçmeyen” kararsız oylar var.
Seçime az süre kala partile¬rin hedefi, bu kararsız oyları almak!
Siyaset biliminde bu seç¬menin oyuna, ‘’floating vote“ deniyor; “yüzen oy.” Her seçimde başka bir partiye oy veren seçmen…
1999 seçiminde Ecevit’i başbakan yapıp, 2002 seçi¬minde yüzde 1.2 oy verenler yani…
Maalesef… Türkiye’de karar¬sız seçmen sayısı her seçimde artıyor. Ve Erdoğan, karar¬sızlarını dilini yakaladığı için iktidarını sürdürüyor!
Fakat…
İlk kez Erdoğan bu seçimde zorlanıyor.
Muharrem İnce, Erdoğan ile başa çıkan performans sergiliyor. “Bedava kek” vaa¬dine, “kek fabrikasında” iş verme sözü ile yanıt vermesi bunun tipik örneği…
Dünyada sosyal demokrat partilerin en güvenilir se¬çim kampanyası “iş bulma” vaadidir. Almanya’da sosyal demokrat G. Schröder, 16 yıllık efsanevi H. Kohl iktidarı¬nı “İş… İş… İş…” sloganıyla yıktı!
Düne kadar ülkemizde ka¬rarsız seçmen için, başta inanç olmak üzere kültürel değerler önemliydi. Kararsız seçmen, bu kültürel sorunların aşıldığını düşünüyor. Artık tek düşündü¬ğü; cebi/gırtlağı!
Yani… Seçime az kala artık bilinçli seçmeni eğlendirecek değil, kararsız seçmeni et¬kileyecek politik kampanya yapmak gerekiyor. Ecevit, kazandığı 1973 seçiminde ne dedi yoksul seçmene:
“Devlet de sizin olacak, servet de…”
Erdoğan “serveti”, bedava kek ile sembolleştiriyor.
Seçime 10 gün kala beda¬va olan hiçbir şeyi küçümse¬meyin; kaybedersiniz!

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/belirleyici-10-gun-2464554/

Diline gurrrbannn, paşammm… Sende hocam, sende. İnşallah his ettiğin, gözlemlediğin gibi olur

Ama ben duyulardan çok gerçeklere bakarım, verilere, tecrübelere…
Al iste yazıyor çarşaf, çarşaf…
Paris’te AKP mühürlü oy pusulası…
Birdenbire, çok erken başladı bugün…
İlaç vaktinden bir saat önce dayanılmaz acılar, geçerse…
Analiz ile devam!

Anız tarlası vatan…
13 Haziran 2018

Anadolu’da tahıl biçildikten sonra kalan anızı yakarlar…
Sonbaharda rastlarsanız, Anadolu yanıyor gibi gözükür…
*
Çiftçi o sene anızını yakmıştı…
Ertesi gün tarlasını dolaşmaya gitti, elindeki sopayla külleri deşeleyerek iyice yanıp yanmadığına baktı…
Gözü bir yanmış kuşa takıldı, kanatlarını açmış, renkli tüyleri kömüre dönüşmüş, öylece kalmıştı…
Sopasının ucu ile ittirdi, yanmış kuşun altında altı tane yavrusu vardı, onlar da anneleri gibi yanmışlardı…
Üzüldü köylü…
O anne kuş isteseydi dumanlar geldiğinde, alevler yaklaştığında uçup gidebilirdi… Ama uçup gitmemişti…
Çünkü yavruları vardı, muhtemelen kanatlarını onların üzerine örterek onları alevlerden koruyabileceğini sandı…
Ve hep birlikte yandılar…
*
İşte anız tarlası vatan…
Yangın var…
Dumanlar kentleri basıyor… Havada yanık kokusu… Uzakta ya da yakında kimi hanelere ateş düşmüş… Yıkımın, kıyımın, hukuksuzluğun, zulmün, maddi-manevi işkencelerin tutuşturduğu yüreklerden gelen çatırtı sesleri…
Bekliyor ki kaçsınlar…
*
Doktorlar, mühendisler, mimarlar, avukatlar, hukukçular, akademisyenler, esnaf, işadamları, bilim insanları, aydınlar, yetişkinler, kadınlar, erkekler, istiyorsun ki kenara çekilip gitsinler…
Öğretmenler canlarını kurtarıp uçsunlar…
Anneler-babalar çocuklarını yangına terk etsinler…
*
(Cerrahpaşa’ya bir bak…)
*
Yakıyorsun ortalığı…
Genizleri yakan duman, havayı yalayan alevler, canı yananların çığlıkları, vicdanlara düşen amansız ateş…
İstiyorsun ki kaçan kaçsın…
Kalan yansın…
*
Ama bilmiyorsun…
Kanatlarını gelecek kuşaklara açıp yananlar bu toprakları “vatan” yaptılar…
Hiç şüphen olmasın…
Eğer nesiller yanacaksa…
Gerekirse yine yanacaklar…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/aniz-tarlasi-vatan-2464516/

Diyarbakır’da konuşuyor Muharrem İnce! İstanbul’dan alkış tutuyor gelin görümce!
13 Haziran 2018

Evde bir şey kalmamış. Zeytin, peynir, çavdar ekmeği, yumurta alacağım. Sulta¬nahmet’te evden çıktım, yürüyerek Mısır Çarşısı’na gideceğim. Hür-rem Sultan Hamamı’nın önünden geçip Meydan’ı arkamda bırakıp yürür¬ken, dikkatimi çekti, iki yanında boydan boya Tayyip Erdoğan’ın büyük boy posterinin asılı olduğu seçim otobüsü yoktu.
Her seçimde koyarlardı.
Öylece gece gündüz!
40 gün dururdu otobüs.
İlk kez oluyor.
Bu seçim koymadılar.
Büyükşehir Belediyesi, Erdoğan’a kırgın olabilir mi, yoksa yeniden seçilip iyice güçlenirse; “Başba¬kanlığı yok edip gücü kendinde topladığı gibi büyükşehir bele¬diye başkanlıklarını da kaldırır” diye mi korktu¬lar? AKP’de “sıklet mer¬kezi çatışması” olduğu kesin, Ankara, İstanbul, Bursa, Balıkesir belediye başkanları çok güçlen¬mişti, “yorgun metal bunlar” diye ağlatıp istifa ettirdi o güçlü adamları. Belediyelerde palazlanmış parti içi sıklet merkezi, bu seçimde “Erdoğan oyu¬nun, partinin alacağı oyun altında kalmasını istiyor olabilir” diye düşündüm bir an.
“Yok artık!”
Dedim, içimden.
Meydan’a bir seçim propaganda otobüsünün konmamasından “böyle ileri şüpheler” çıkardı¬ğım için kendime kızdım!
* * *
Köşesinde Kuru Kahveci Mehmet Efendi’nin bulun¬duğu eski tarihi sokaktan zeytin, peynir, yumurta, çavdar ekmeğini aldım, Mısır Çarşısı’nın Yeni Cami ile Eminönü vapur iskelelerine bakan büyük kapısının önüne geldim.
Aaa…
Ne göreyim!
Hiçbir seçimde olmazdı.
Her seçimde bu noktada sadece AKP’nin üstünde Tayyip Erdoğan posteri olan ve büyük boy mo¬bil ekran monte edilmiş damperli seçim kamyonu dururdu. Şimdi tam bu noktada üstünde mobil ekranlı,“Tayyip posterli İveco marka damperli kamyon” yine var fakat aynı zamanda tam onun¬la burun buruna gelmiş “Muharrem posterli, mobil ekranlı Merce¬des marka damperli kamyon” daha duruyor.
Tayyip posterli damper!
Muharrem posterli damper!
Burun buruna!
Eminönü’nde ilk kez oluyor!
* * *
Pazartesi gü¬nüydü.
Saat 16.55’i gösteriyordu.
Tayyip posterli damperli kamyo¬nun mobil ekranı karamış, çalışmıyordu, Muhar¬rem posterli damperli kamyonun mobil ekranı Diyarbakır Meydanı’ndan canlı bağlantı yayınlıyor¬du. Diyarbakır Meyda¬nı’ndaki alkışa Eminönü Meydanı’ndan birinin başı bağlı, diğerinin başı açık iki genç kadın da yan yana durmuş, Muharrem’i alkışlayarak katılıyordu. Bu arada elinde 5-10 adet Türk Bayrağı satıcısı; “Di¬yarbakır’da konuşuyor Muharrem İnce, İstan¬bul’dan alkış tutuyor gelin görümce” diye bağırıyordu. Bana inanmı¬yorsanız, kamera kayıtları orada bakabilirsiniz.
* * *
Tahminimi söyleyeyim.
Tayyip Erdoğan!
Kentleri kaybediyor.
Ankara, İstanbul, İzmir, Trakya’nın bütün kentleri, Hatay, Antalya, Mersin, Adana, Bursa, Balıkesir ve hatta İzmit ve Sakarya ile Kayseri, Konya’da bile güçlü bir “Muharrem Öğretmen rüzgarı pat¬ladı” esiyor.
Muharrem Öğretmen!
Saray’ı sallıyor!
“Söylemedin” demeyin.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/diyarbakirda-konusuyor-muharrem-ince-istanbuldan-alkis-tutuyor-gelin-gorumce-2464522/


İzmirlim yazmış…
Bu kadarda olmaz diyeceğim AMA…
Orası Tayyipistan(!)

Ayna
13 Haziran 2018

Asrın liderimiz Mersin’de şehir hastanesi açılışında konuşuyordu. “Eyyy kardeşlerim eski Türkiye’nin eski sağlık sistemine evet mi diyorsunuz, hayır mı diyorsunuz?” diye sordu. “Eveeett” dediler. Tekrar sordu, o sisteme evet mi diyorsunuz, hayır mı diyorsunuz? Bu defa “hayırrr” diye bağırdılar. Asrın liderimiz rahatladı, “olay bu kadar basit” dedi. Sonra da işi sağlama bağlamak için tekrar sordu, o sağlık düzenine evet mi diyorsunuz, hayır mı diyorsunuz? Gene “eveeetttt” diye bağırdılar iyi mi! Asrın liderimiz “karıştırıyorsunuz” dedi, kafalar allak bullak olduğu için tekrar sormadı artık.
*
Bilal’in vakfı Türgev’de konuşuyordu. “Başörtülü kızlarımızı okul kapılarından sokmuyorlardı, nerede şimdi onlar?” dedi. Salondakiler hep bir ağızdan “burdaaa” diye bağırdı. Asrın liderimiz şoke oldu, “hayır hayır onu yapanlar nerede” diye tekrar sormak zorunda kaldı.
*
Partisinin il kongresinde konuşuyordu. Şırnak’ta çok az oy aldıklarını anlatırken, “yüzde 28 oranında evet elde edebildik” dedi. Salon komple ayağa kalkıp alkışlamaya başladı. Asrın liderimiz gözlerine inanamadı. “Yanlış anladınız, niye alkışlıyorsunuz” diye fırçaladı.
*
Sarayda muhtarlara konuşuyordu. Fetocuları kastederek “hani şimdi nerdesiniz?” diye sordu. Muhtarlarımız ellerini havaya kaldırarak “burdaaa” diye bağırdı. Asrın liderimiz ne desin… “Siz burdasınız da onlar nerede” diye düzeltmek zorunda kaldı.
*
Meclis’te Akp grup toplantısında konuşuyordu. Bir harita gösterdi, “işte 2002 öncesindeki bölünmüş yolların haritası” dedi. Akp milletvekilleri koro halinde alkışlamaya başladı. Asrın liderimiz sinirlendi, “niye alkışlıyorsunuz yav, daha alkışlanacak haritayı göstermedim” dedi. Sustular. 2002’den sonrasını gösteren haritayı gösterdi. Akp milletvekilleri onu da koro halinde alkışladı.
*
Tokat mitinginde konuşuyordu. “CHP genel başkanı başörtüsü sorununu ben çözerim diyor, inanıyor musunuz?” diye sordu. Miting alanı “eveeeeettt” diye bağırdı. Asrın liderimiz bu defa soruyu tersten sordu, “inanmıyorsunuz değil mi?” dedi. “Eveeeeettt” diye bağırdılar.
*
“Bunlar asgari ücrete zam yapacaklarmış, asgari ücreti iki bin lira yapacaklarmış” dedi. Meydanı dolduran kalabalık “yuuhhhh” diye yuhaladı. Hemen ardından 600 lira aşağısını söyledi, “biz 1400 lira yapacağız” dedi, “eyooo” diye alkışladılar.
*
Niğde mitinginde konuşuyordu. Güya Muharrem İnce’yi eleştiriyordu, “bu çırak anlar mı bu işlerden?” diye sordu. “Eveetttt” diye bağırdılar. Asrın liderimiz pek öfkelendi, “ne alakası var, anlamaz” dedi. Her ihtimale karşılık bir daha sormadı.
*
En son…
Kocaeli mitinginde konuşuyordu. “Almanların bir dergisi var, kapağa dört tane resim koymuş, biri benim, dünyayı şekillendiren liderler demiş, elhamdülillah” dedi. Halbuki… Der Spiegel dergisi, Trump’ın Putin’in Çin devlet başkanının ve asrın liderimizin fotoğraflarının altına “otokratlar” başlığını atmıştı. Gurur duyulacak bir paye değildi, tam tersine “dünyada demokrasiyi katledenler” olarak sunulmuştu. (Otokrasi, oy sandıklı monarşidir, sözlük karşılığı, hükümdar…) Asrın liderimiz Almanca bilmiyor, hakareti iltifat zannedip övündü, belli ki danışmanları da tırt… Ahalinin zaten dergiden mergiden haberi yok, elhamdülillah’ı duyunca “eyyooo” diye alkışladılar.
*
(Der Spiegel, ayna demek.
Bizim memlekete tee oradan ayna tuttu hakikaten.)
*
Tahminim o ki…
24 Haziran akşamı asrın liderimiz balkona çıkıp “buraya kadarmış, allahaısmarladık” diyecek, “eyyyooo” diye alkışlayacaklar.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/ayna-2-2464601/

Analizden bir kesit




İstatistikler…
İstatistiki değerlerin, verilerin derlenip, toplanması…
Değerlendirilmesi…
Yorumlanması ve tesadüf denilen olgunun özellikle de şifrelemedeki ağırlığı…
Bu olgunun hesaba katılması!

Mono, Yunanca bir kelime olup yalnız anlamında kullanılmaktadır…
Alfabe bilindiği üzere kullandığımız harflerin dizini (Dikkat bu anlamda işaretlerde kullanılabilmektedir, yani bir harf yerine bir işaret. Mesela a olur + gibi)…
Substitution ise ikame etmektir, yani yerine koyma.

Gelelim Monoalfabetik substitution’a (Kendim uydurdum, 😊 Almancadan Türkçeye uyarladım)
Bilmiyorum kardeşim Türkçesini, bilmiyorum. Eş anlamlı bir kelime bulamadım, İngilizceden nefret ediyorum, mümkün olduğu kadar kullanmamaya çalışıyorum. Bu ifadenin İngilizcesi Substitution cipher.










Penguenler ve O kadın

Yıldızları barışmayacak…
”Sessiz sedasız” bir yemeni rüzgâr esiyor ya…
İnşallah(!)

Yok, O kadın konusunda görüşlerim değişmedi, dün neydiyse bugün hala o…
Ancak…
“Kim gelirse gelsin” bu zihniyetten iyidir demek isterim…
Derdim…
Vurun kahpeye değildir, vurun Kahpedoğana…
Vurun bu zihniyete, dur deyin soyguna.

Diyor bu sabah haberlerde “İstihbaratım!”
Ben size ne dedim?
BEN diyenden kork! Yediyi anlatmadım mi?
Devletin…
BIR dış BIR iç istihbaratı olur, etkili ve etken bu iki kurumdur…
Devlet menfaatine çalışır, kişiye özel değildir!

Ve yine demedim mi, anlatmadım mi…
Devlet hükümet değildir…
Devlet toplumdur, biziz, biz…
Anlatmadım mi, yalvarmadım mi muhalefete…
Kadın, kadın, kadın diye…
Kadın öyle bir varlık ki iletişimdir diğer adı, ikna kabiliyetine sahiptir hemcinslerini…
Hem bizi, kadının fendi erkeği yenmedi mi?

KA DER, Bunları bil, gör, oku SONRA konuş

Almanya’nın ikici büyük bankası

Commerzbank…
Oluyor birkaç hafta, bir analiz yayınladı önümüzdeki üç ay döneminde bir Euro…
Altı Tayyip Lirası(!) diye.

En azından ben okumadım, belki yazdılar, dile getirdiler ben görmedim…
Köşe sahibi yazar, çizerler…
Diyelim ki bu zibidiler seçimleri kaybettiler, barışçıl olarak geldikleri gibi gittiler…
Ya on altı senenin yıkıntıları…
Enkazı ne olacak?
“Bugünden yarına kaldırılır, telafi edilebilir mi?”
Diyecekleri…
Bak beceremiyorlar!

Hele, hele eğitimde yakıp – yıktıkları…
Telafisi…
En az iki nesil hanımlar ve beyler, en az iki nesil uğraştıracak bu milleti…
Ekonomik dengeler, satılan, PEZEVENGIN kadını peşkeş çektiği gibi…
Peçete parası karşılığı yandaş ve yoldaşa peşkeş çekilen millet malından hiç söz etmiyorum…
Özelleştirme…
Hadi diyelim kimisi kamusallaştırıldı, her şeyi kamusallaştıramazsın ki…
Hukuk diye bir şey var…
Bu kayıpların telafisi?
Yok arkadaş bu kadar basit değil tüm bunları ve daha neler neleri düşünmeli!

İyi geceler, tatlı, balı rüyalar!

pıka pıka yapmaya geldim

Geçen hafta gidemedim…
Erken geldim, bir anne…
İki oğluyla, biri üç diğeri beş…
Dünyanın en güzel şeyi…
Bu pezevengin evlenmeye niyeti yok, versin kucağıma torun…
Ah Önder ah, biliyorsun kendi işini kendin yap…
On yaş, birde sağlık olsa acaba bir saniye durur muyum!

Böyle yazın, gerçekçi olun benden canımı isteyin. Elinize, kaleminize, yüreğinize sağlık Sayın Yalçın

Ajanda 2010

-“Erdoğan’ın üniversite diploması yok…”
-“Erdoğan ABD’de Fetullah Gülen ile görüştü…”
Bu tür polemikler seçim kazandırır mı?
Oysa…
Muhalefet bıkıp- usanmadan gerçekleri konuşmalı/ hakikati göstermeli. Örneğin…
Türkiye ekonomik krizde. “Kurtuluş” için AKP, halka acı reçete yutturacak. Bu sebeple seçimi 1.5 yıl önceye aldıkları sır değil…
2001 ekonomik krizinde Türkiye ne yaşadı ise seçimden bir ay sonra benzerini yaşayacak. Peki…
Ülkemiz 17 yıl sonra ekonomik krizle yine- neden karşı karşıya geldi?
Bakınız:
Almanya, 2017’de dünyanın en çok cari/ticari fazlalığı olan ülkesi oldu: 287 milyar dolar!
“Orası Almanya” demeyin; sizleri birkaç yıl önceye götüreyim:
Tarih: 27 Eylül 1998.
16 yıldır iktidarda olan Başbakan H. Kohl’ün partisi Hristiyan Demokratlar (CDU), seçimlerde 1949 yılından beri tarihinin en büyük hezimetine uğradı! İktidara sosyal demokrat lider G. Schröder geldi. Niye?
1980’lerde küresel piyasalara giren neoliberalizm/vahşi kapitalizm 1990’larda dünya ekonomik/finans krizine sebep oldu:
1994’de Meksika, Brezilya, Arjantin, Türkiye; 1997’de Güneydoğu Asya (Malezya, Endonezya, Güney Kore, Filipinler, Hong Kong, Singapur); 1998’de Rusya krizleri dünyayı sarstı.
Almanya gibi birçok ülkede iktidar değişti.
Peki…
Vahşi kapitalizmin acı reçetesi kime içirilecekti; zenginlere mi, halka mı?
BÜYÜK DÖNEMEÇ
Dünya…
1990 yılında büyük dönemece sahne oldu. Dünya solu’nun “kabesi” Sovyetler Birliği çöktü.
İddiaya göre, tarihin sonuna gelinmişti; bu kapitalizmin mutlak hegemonyası demekti. Çözüm ancak kapitalizm içinde aranacaktı artık.
“Ne kapitalizm ne sosyalizm” diyerek neoliberalist ekonomik-siyasi politikaları uygulayan “Üçüncü Yol” tezi, İngiliz İşçi Partisi lideri T. Blair (ve Clinton) tarafından dünya solu’na yutturuldu!
Bu tez; barışın- refahın- toplumsal uzlaşmanın ancak neoliberalist politikalara boyun eğmekle mümkün olduğunu ileri sürdü!
Sonuçta…
Schröder, sosyal adalete saldırıya geçen “yeni muhafazakarlık”politikasına yenik düştü. İşsizlik parasını bir yıla düşürme, işten çıkarmaları kolaylaştırma, çalışanlara zam yapılmama gibi sosyal haklarda büyük kısıtlamalar getiren; ve buna karşılık bir avuç küresel zengin azınlığın vergi oranlarını yüzde 53’ten yüzde 42’ye çeken köklü ekonomik reform paketi açıkladı: Ajanda 2010.
Evet, Alman solcuları acı reçeteyi Alman halkına yutturdu!
Tarih: 18 Eylül 2005.
Schröder seçimi kaybetti. (Bu tarihten sonra seçmeni, Sosyal Demokrat Parti’yle hiç barışmadı; SPD bir daha başbakan çıkaramadı!)
Muhafazakar CDU lideri A. Merkel başbakan oldu.
Gelelim sonuca…
MERKEL’İN EVİ
Muhafazakar Merkel…
Sosyal Demokrat Schröder’in 2003 yılında açıkladığı “Ajanda 2010” programını aynen uyguladı…
Hatırlayınız:
Sosyal demokrat Kemal Derviş’in 2001 yılındaki programını, 2002’de iktidara gelen muhafazakar AKP aynen uyguladı!
Ancak…
Merkel ekonomi programından hiç şaşmazken, Erdoğan üretime yönelik yatırımlar yerine sadece inşaat ekonomisiyle “büyüme masalına” inandı. Keza…
Tasarruf yerine düşüncesizce- hesapsızca har vurup harman savurdu!
Tek örnek vereyim:
Berlin’de “Müzeler Adası” diye bilinen -bizim- Pergamon (Bergama) Müzesi’ne bakan Am Kupfergraben Sokağı’ndaki 6 numaralı apartmanın dördüncü katında yıllardır kim oturuyor: A. Merkel!
Apartmanın önünde sadece iki polis görev yapıyor.
Erdoğan ne yaptı kendine; 1100 odalı saray! Yetmedi Marmaris’te 300 odalı yazlık saray yaptırıyor!
Merkel’in yazlık konutu ise Hohenwalde Köyü’ndeki babadan kalma ev! Almanya Cumhurbaşkanı Horst Köhler ve eşi gibi konuklarını mütevazı köy evinde ağırladı!
Sembolik bu durum, iki lider arasındaki hayata-siyasete-ekonomiye/tasarrufa bakış farkını gösteriyor.
Başbakan Merkel, Alman Sosyal Demokrat Parti’yle koalisyon hükümeti kurarak acı reçete karşısına çıkacak muhalefetin önünü kesti. (Bu nedenle faşist AfD üçüncü parti oldu!)
Aslında… 3 Kasım 2002 seçimi sonucunda AKP-CHP Hükümeti’nin kurulacağı düşünülüyordu. Kemal Derviş, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olacaktı. DYP (9.5), MHP (8.3), Genç Parti (7.2) baraj altında kalınca AKP (34.4) ile Meclis’in büyük çoğunluğunu ele geçirip tek başına iktidar oldu. (Kemal Derviş de CHP milletvekilliğinden 2005’te istifa edip New York’a döndü!)
Yani…
Erdoğan’ın bu derece siyaseten güçleneceğini; ve kötü bir ekonomi yönetimi yapacağını onu iktidara taşıyan küresel güçler bile düşünemedi!
Bakın:
Küresel güçler bir ülkenin ekonomik kriz yaşamasını istemez. Örneğin, Yunanistan’ın batması demek, Fransa ve Almanya bankalarının batması demekti; Yunanistan kurtarıldı. Ama acı reçete solcular vasıtasıyla halka içirildi!
Türkiye’nin de ekonomik krizi atlatmasını sağlayacaklar kuşkusuz. Mesele şu: 2018 Temmuz itibariyle acı reçeteyi kime yutturacaklar?
Biliyoruz; AKP bunu halka içerecek.
Peki ya muhalefet?
Konuşulması gereken asıl konu bu değil mi?

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/ajanda-2010-2462801/

Analiz

Katı…
Kaskatı sözde Atatürkçülerin en büyük yanlışı…
Gazi Mustafa Kemal Paşayı…
İlahlaştırmalarıydı, Atatürk’ü…
Halka, insana sevdirmek için, insan olarak sevdirmek için en ufak bir gayret göstermemeleriydi…
Anlamadılar ki Atatürk’ü…
Kendileri anlamadı ki Onu, anlatsınlar, sevdirsinler insanlara kendisini!

Bir yanlış deyip geçme…
Yanlışlıklar katlandıkça gele, gele bugünlere gelindi…
Söyle…
Ama elini vicdanına koyarak cevapla, hangimizin anası, babası, atası yanlış yapmadı?
Hangimiz çocukken onları, yaptıklarını anladı?
İnsanız, insan. Sadece birer insan, insan olarak olgunlaştıkça…
Hayat bize yaşattıkça, gösterdikçe, gördükçe atalarımızın kimi hareketlerini, kararlarını anlar olduk, anlayabildik, anladık, kendimiz yaşadıkça!

Cardinal-Duc de Richelieu (9 Eylül 1585 – 4 Aralık 1642)
Halk arasındaki ismiyle Kardinal Richelieu çağdaş istihbarat örgütlerinin fikir babası sayılır. Kendisini anlatmayacağım ama ilgilenmenizi tavsiye ederim. İlginç bir kişilik, azim ve kararlılığın vücut bulmuş hali. Kardinal Richelieu, Alexandre Dumas’nın Üç Silahşörler adlı romanında kötü adam konumundadır.

Indir, bakma alarm verdigine TEMIZ

İstihbarat çalışmasının özü…
Bir, artı bir, artı bir, artı birdir!

Meşakkatli bir gayrettir, çok zahmetli, tehlikeli…
Tez olurda…
Antitezi olmaz mı? İnsan dedikçe insan ile birlikte…
Çelişkiyi bir nefeste anmak gerekmez mi?

Daha dünden ben size çok önemli bir ipucu verdim…
Gören göz meselesi…
EMINIM çok azınızın dikkatini çekti, gören göze sahip dahi olsan, neye bakman, neye dikkat etmen gerektiğini bilmezsen KÖRSÜN!

Özellikle istihbaratta, özellikle şifre ve deşifre işlerinde!!!

Gözünüzün taaa içine soktum be, ta içine…
Allah aşkı için doğruyu söyle, kendine karşı dürüst ol sen…
Çeyrek kala, çeyrek geçe, buçuk, geçe, kala, sıfırdan dokuza…
Bu kelimelere dikkat ettin mi? Dikkatini çekti mi?
Ve…
Bunu neden böyle yaptığımı anladın mı?
Sebebini?
Yıllara mahsus bir eğitimi iki kelimeye sığdıramam, çok yönlü ve bir o kadar çok boyutlu bir konu…
Şifreleme ve deşifre işlemi…
İnsan olduğundan beri diyemeyiz ama şifreleme insanlık tarihinde eskilere dayanır, çok eskilere. O konuya hiç girmeyeceğim, konuyu çok fazla dağıtırız. AMA şifreleme, de şifreleme sanatı kadar önemli KONUŞTURMA “SANATI”, işkence!!!

Şaşırma…
Birbirine bağlı konular. Yakalanan ve yakalayan açısından önemli…
Bilgi…
Bilgiyi verip vermemek, çok önemli…
Örgütlenme şekli, hiyerarşi ve hiyerarşide konumun, bilgi düzeyin!

Grand Chiffre
Mucidi Antoine Ressignol, bir Fransız. Kardinal Richelieu’nün bir numaralı adamı. DIKKAT…
Bundan sonrasına dikkat…
O güne kadar insanlık harfler üzerinde oynadı…
Alfabe, mesela sende mi Brütüs, Sezar…
a,b,c,d,e,f,g,h…
Böyle başlar alfabe değil mi?
Örneğin Sezar iki dedi (basit olsun diye) elçiye, elçi götürdü verdi emaneti, dedi iki…
Alan kişi biliyordu alfabe c,d,e,f,h,i…. ta ki a ve b’ye gelene kadar…
Yani harfler kaydırması, alfabe A’dan değil C’den başlıyor.

Peki, Antoine Ressignol ne yaptı?
Harflerin şifrelenmesi oldukça zayıf bir yöntemdi, O heceleri şifreledi…
Anne = an-ne
Ali = A-li
Baba = Ba-ba
Bu yöntem iki yüz yıl çözümlenemedi.

Grand Chiffre

İnanır mısınız, koskoca internette BIR TANE ADAM AKILLI TÜRKÇE HECE TABLOSU BULAMADIM…
Hecelere ayırma, online şekli

Çok fena yoruldum, uykum geldi…
Gözlerimi açamıyorum, sonra devam