Döviz, altın sanki sabitlenmiş gibi

Borsa…
Hop aşağı, hooop yukarı…
Manzara bu olunca aklıma geldi birden…
Hatırlıyor musunuz…
Çöpçüler Kralını?

“Bizimki”
Pazarlamacılar kralı…
İstanbul, Selamsızlar semtinde* bakkallara at etti, eşek eti pazarlarken çok şey öğrenmiş olmalı…
Gerimin kenarı, oturuyor şimdi saraylarda!

* şimdi vefat etti, çok ama çok güvenilir bir kaynaktı. O vermişti bana bu bilgiyi. Hatta Bay P.’nin bazı bakkallara hala yüklüce borcu olduğunu, ÖDEMEDIGINI söylerdi.
Borç neydi?
Namustu değil mi?

Çok şükür, çok şükür Allah’ıma, köylerde, küçük yerleşim yerlerinde yaşayanlar, ikamet edenler pek bilmez, görmez AMAAA

Kentliler pek iyi bilir bu manzarayı…
Aşağıda gördüğünüz fotoğraf gibi neler neleri…
Hele bebeler, çocuklar yok mu, kâğıt, çöp toplayanlar…
YINE…
Her kavşakta bekleyen çocuklar, arabaların camlarını silmek, silebilmek için neredeyse yalvaranlar…
Köşe başlarını tutmuş IHTIYARLAR…
Ya tartacaklar seni veya sümüklü burnuna satacaklar iki kuruş için mendil…
ELINI VICDANINA KOY, UNUTMA…
Yukarıda Allah var…
Hiç mi görmedin çöpte ekmek arayanı…
Dileneni, fırın önünde özlemle ekmeğe bakanı…
Tayyip zamanı?

Kaç kez bilmem…
Kaç kez dile getirmişimdir, kaç kez…
BU…
Ve benzeri “manzaraları”
Ben unutmadım Allah’ımı, var bir vicdan…
Cüzdan arasına sıkışmayan…
BELKI…
Allah bu yüzden benim ve sevdiklerimle, belki!?

Ve evet, yaşıyorum, “yaşarken” cehennem azaplarını…
Allah…
Verir cezayı…
AMA işin EKSTRA enteresan yanı bu ya, vuruyor yerden yere…
Ve sonrasında…
Tutuyor elimden, kaldırıyor ayağa!

İnsansın kardeşim insan, sadece insanız…
Hiç kimse…
Hiç kimseyi ebediyen kandıramaz, kendini olduğundan faklı gösteremez….
Gizlidir niyet gün gelir, gün ola harman ola…
Çıkar açığa…
Gör geçekleri.

Bilmem ne ederim gönüllerin belediyeciliğini…
Soyunuyorsan bir işe, sana ne benim gönlümden, bana ne seninkinden…
Yatağa mı gireceğim seninlen?

Doldur makamını, dürüst ol, yaptığının hakkını ver…
YETER!


+

Yorumsuz

İttir ittir gitmiyor…
23 Şubat 2019

Kamyon bile ittirince bir süre gider…
8 ay oldu…
Cumhurbaşkanlığı sistemi ittir ittir gitmiyor…

Cumhuriyet’in daha ilk aylarında; şeker fabrikaları kuruldu, İş Bankası kuruldu, Gölcük Tersanesi kuruldu, fişek fabrikaları kuruldu, Atatürk Orman Çiftliği kuruldu, hukuk fakültesi kuruldu, başkent olan Ankara’nın nazım planı yapıldı, Turing Otomobil Kurumu kuruldu, mahalle mektepleri ve medreseler kapatılarak tevhidi tedrisat ile modern eğitime geçildi, üç ayda 2 bin okul yapıldı, Lozan Antlaşması uygulamaya konuldu, Devlet Demiryolları kuruldu, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası kuruldu, Karacabey harası kuruldu, ilk madeni cumhuriyet parası basıldı, medeni yaşama geçiş kanunları peş peşe yürürlüğe girdi, 71 ilde idari yapı tamamlandı, İzmir İktisat Kongresi toplanarak cumhuriyetin en başarılı ekonomi politikası belirlendi…
Daha cumhuriyetin ilk ayları…
Daha siftah…
Dışarıdan bir tek kuruş borç almadan…
Değil cumhuriyetin 90 yıllık birikimi, dev bankları, binlerce fabrikası, yüzbinlerce yetişmiş insan gücü ile… Hurda bir İngiliz jeneratörü ile bakanlıkların aydınlatıldığı günlerde…

Bu arkadaşlar cumhuriyetin 90 yıllık parlamenter sistemini beğenmeyip “Cumhurbaşkanlığı sistemi” kurdular…
8 aydır daha domatesteler…
İlk işleri tank fabrikasını Katar Araplarına satmak oldu… Konkordatolar, iflaslar, intiharlar, iç barışını yitirmiş, dış politikası tükenmiş, ekonomisi iflas etmiş, işsizlik ve bir lahana için kuyrukta itişen, devlet olmaktan çıkmış zavallı ülke…

Niçin?..
Çünkü devlet olmanın ilk iki şartının zırnığı yok arkadaşlarda:
-Demokrasi…
-Ve hukuk…

Görüyorsunuz işte; cumhurbaşkanlığı sistemi yürümüyor…
Asla yürümeyecek…
İttir ittir…
Gitmiyor…

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/bekir-coskun/ittir-ittir-gitmiyor-3646983/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Sondaj!
23 Şubat 2019

2 gemimiz vardı.
2 gemi daha aldık.
4 petrol sondaj gemisi 4 koldan Türkiye’nin kıta sahanlığı içinde yer alan denizlerde araştırma yapacaktı. Bunu da yapmaya 1982 yılında yayınlanmış BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ilgili maddelerine göre hakkı vardı.
Derin deniz gözlemi yapma.
Dip kaya örnekleri toplama.
Ve sondaj vurma.
Biz de başlayacaktık.
Nedense geç kalmıştık.
İyi hatırlıyorum.
Arşivlerde var:
İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan arkalarına ABD petrol şirketleri ile Katar destekli sermayeyi alarak Akdeniz’de “petrol ve doğalgaz aramaya” başlamışlardı.
Biz niçin geç kaldık?
Bu soruyu Meclis’te bir hanım milletvekili Gamze Taşçıer (CHP) sormuş ve “Sondaj neden Rumların el koyduğu sahada değil…” diye açıklama istemişti. Çünkü bizim sondaj gemisi Fatih, Antalya’nın 60 mil uzağında kalan “Alanya 1 kuyusunda sondaj çalışması” yapıyordu. Oysa bu araştırma gemisinin alınış amacı Antalya koyunda değil Akdeniz’de petrol ve doğalgaz olduğu kuvvetle tahmin edilen yerlerde çalışma yapmaktı.
Fatih gemisi neden kıyıda?
Niçin Doğu Akdeniz’de “deniz yetki alanımız içinde” değil? Münhasır Ekonomik Bölge veya Kıta Sahanlığı koordinatlarımızın ilanı niçin yapılmadı, niçin geç bırakıldı, bu bulanıklık nedir?
★★★
Yani bu hanım milletvekili (CHP’li) “bizim araştırma gemilerimizin Rumların el koyduğu sahada da çalışmasını” istiyordu. Türkiye’nin haklarını dile getiriyordu.
Seçimlere az kaldı.
Şeytan lazım.
Sondaj yine gündem oldu.
Rumcu şeytanımız eksikti.
Rumcu şeytan da bulundu!
Milletvekili Ali Mahir Başarır (CHP), “Rum ağzıyla konuşmakla” suçlandı. Bu suçlamaya karşılık CHP milletvekili, “Hakkımda günlerdir asılsız bir kampanya yürüyor. Cumhurbaşkanı da bu kampanyaya ortak oldu. Ben Enerji Bakanı’nın yanıtlaması için bir önerge verdim, 10 soru sordum. 3 gemi alınmış, limanda yatıyor. Kiralanan bir helikopter var. Günlüğü 40 bin dolar. Buna gerek var mıydı? Bu aramaları ciddi bir şekilde yapıyor muyuz, yapmıyor muyuz? Ben bunu sordum. Sorduğum 10 sorunun bir kelimesinde bile ‘Bu kuyular neden açıldı, neden petrol arıyoruz‘ diye bir soru varsa ben milletvekilliğinden istifa edeceğim” diyor.
★★★
Tam tersi!
CHP milletvekilleri Meclis’te Türkiye’nin Akdeniz’de BM Sözleşmesi’nden doğan hakkını kullanarak petrol aramasını hızlandırmasını istiyorlar. Rum ağzıyla değil Türk ağzıyla konuşuyorlar.
Gerçek bu!
Arşivler yalan söylemez.
Biz gerçeği yazmalıyız.
KALEMİN GÖR DEDİĞİ
Baronu kaçırtan unutuldu!
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “2018’de 147 bin 552 uyuşturucu operasyonu yaptık. Çok kaba bir hesapla Türkiye’de 2018’de ele geçi¬rilen uyuşturucunun maddi değeri 3.5 milyar Türk Lirası’dır” dedi. Polisimiz, bakanlığımız çalışıyor. Bravo diyo¬rum. Fakat uyuşturucu baronu Naci Zindaşti’nin hapishaneden kaçırılış öyküsünü hatırlıyorum. Uyuşturucu çete reisi yakalanmıştı. Aniden gece vakti saat 11:30’da hakim kararı ile serbest bırakıldı ve kaçtı. Hakim, uyuşturucu baronunu serbest bırak¬ması için bir iktidar milletvekilinin kendisine sık sık telefon edip telkinde bulunduğunu itiraf etmişti. Kimdi bu milletvekili? İsmi açıklanmadı. Baronu kaçırtan unutturuldu. Kimdi o?

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/sondaj-3647032/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Beka meselesi

Soruyor entel, dantel – yazar, çizer…
Sorgulamıyor soytarı…
Ya yerel seçimlerin ülke bekasıyla ne ilgisi var?

Çıkar at gözlüklerini, kapa gözlerini, derin bir nefes al…
Say yirmiye kadar…
Derin derin nefes alarak. Aç gözlerini…
Bak etrafına…
Manzara…
Hala aynı mı?

Öyle veya böyle…
Gel beni dinle…
Bak güzel kardeşim, “benim, benim, benim” diyen seni elbette kendi malı gibi görecektir…
Ne diyorum hep?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yeni ismiyle Tayyipistan…
Onlar…
Kendilerine devlet diyorlar değil mi?
Değiller, değiller canım kardeşim, devlet…
Sensin, benim, BIZIZ…
Onlar…
SADECE geçici bir süre için görevlendirilenler!

Beka sorununa, sorunsalına birde bu açıdan bak…
Onlar…
Kendilerini devlet olarak görüyorlar VE haklılar…
Bir kaybetmeye başlarlarsa yok bu dünyada onlara kaçacak bir yer!

Birde…
Gerçekten bir beka sorunu var, Zeynep Hanım güzel bir şekilde dile getirmiş…
AMA…
Bir gerçeği göz ardı ederek. Bu sorun, gerçekten bir beka sorunu, varlık sorunu…
BIZIM SORUNUMUZ, toplumun, dolayısıyla devletin…
Oku Zeynep Hanımı…
Ve…
Önderin sözlerini küçümseme, Asya’dan Avrupa’ya, Amerika’ya varana kadar “herkesle” papaz olmuş bir “yönetim” ile karşı karşıyayız. Varlığımız, geleceğimiz…
Tehlikede!

UNUTMADAN…
III. Havalimanı açılışı, taşınması yine ertelendi…
BÜYÜK PROJE…
Nisan’a, çıkmaz ayın son çarşambasına!

Hani…
Erkek diye geçinirler ve yine hemcinslerine arkalarını çevirip, domalır bir şeyler verirler…
Söz verdim, yazmayayım adıyla sanıyla…
Anladınız mi neyi, kimleri kast ettiğimi?
Hah…
Üstüne bastın, işte O tiplerde bile…
Vere vere…
Kalmaz hiçbir şey elde. Laçka olurlar laçka…
Gerisi!

Bak…
Yine kredileri yeniden vadelendirdiler.

Geldikleri gibi gidecekler mi?
25 Şubat 2019

Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte, Türkiye için uluslararası medyada bir terim kullanılmaya başlanmıştı:
“Cihatçı otoyolu…”
Suriye’de Esad’a karşı savaşmaya giden binlerce yabancı cihatçıyı anlatmak için kullanıldı o günlerde.
Afganistan’dan, Çin’den, Rusya’dan ve Batı ülkelerinden adeta bir “akın” vardı Esad’la savaşmak için.
“Kardeşim Esad”tan, “Katil Esed”a inanılmaz bir hızla dönen AKP hükümet yetkilileri ise o günlerde Suudi/Katar parasıyla, ABD’nin verdiği askeri eğitimle, Türkiye’nin de evsahipliği yaptığı “eğit/donat” gibi ucube programlar planlayıp, bu cihatçıların Esad’ın üzerine salınmasında başrolü oynuyorlardı. (Katar Havayolları, Hatay’a doğrudan uçuşlara bu dönemde başlamamış mıydı?)
Ama Orta Doğu coğrafyasının kaderidir: İttifaklar kolay çözülür.
Suriye iç savaşının başında elbirliğiyle Suriye’ye “muhalif savaşcı” yetiştiren ABD ile Türkiye’nin yolları ayrıldı.
AKP eliyle bir dönem “şeref madalyası” takılan, Kralı öldüğünde üç gün milli yas ilan edilen Suudi Arabistan’la da Ankara’nın arası bozuldu.
“Katil Esed”le ise “Ben görüşmedim, başkası görüştü” algı yönetimi çerçevesinde, -ama elbette Ankara’daki siyasi iktidarın bilgisi, onayı, hatta talimatıyla- istihbarat yetkilileri arasında görüşmeler başlatıldı.
Suriye’de tüm dengeler değişse de değişmeyen unsur, Esad’ın henüz kontrol altına alamadığı bölgelerde kalan cihatçılar oldu. Elbette savaşta sayıları bir miktar azaldı. Ama hâlâ Suriye’deler. Üstelik, Türkiye sınırının hemen güneyinde: Hem İdlib’de, hem Fırat’ın doğusunda.
ABD yönetimi “IŞİD Suriye’de tamamen bitti” demeye hazırlanıyor. Kastedilen, IŞİD terör örgütünün artık bir toprak parçasını kontrol edemez hale getirilmiş olması.
Kontrol ettikleri bir toprak parçası, kentleri, köyleri olmasa da IŞİD teröristlerinin tümü “bitirilmiş” değil. Şimdilik saklanıyorlar. Ve elbette, kendi uyduruk “Cihat” anlayışlarını gerçekleştirmek için başka coğrafyalara gitmenin yollarını arıyorlar.
İdlib’de yine kendisine “cihatçı” diyen grupların bağlı oldukları örgütlerin isimleri IŞİD’den farklı da olsa, ideolojilerinin de yarattıkları terörün de pek farkı yok. El Nusra, Tahrir-el Şam, Ahrar-el Şam ve yüzlerce benzer grup.
İdlib’de nüfusun 3 milyona ulaştığı söyleniyor. Bu nüfusun tümü doğrudan terör örgütlerine mensup değil elbette. Ama çoğu -en azından- sempatizan. Aralarındaki Suriye uyruklu olmayan teröristlerin sayısı ise kesin olarak bilinmese de on binlerle ifade ediliyor.
Ve şimdilerde Esad yönetimi, Rusya ve İran’la birlikte İdlib’e operasyona hazırlanıyor.
Operasyonun tam takvimi açıklanmasa da tarihi tahmin etmek güç değil:
Moskova, önce Fırat’ın doğusunda ABD’nin ne yapacağını, çekilip çekilmeyeceğini görmek istiyor. İdlib operasyonuna, o bölgede “gidişatı” gördükten sonra başlatmaktan yana işaretler veriyor. Esad ve İran ise sabırsız. Daha geçen hafta Moskova’ya görüşmeler için giden Esad’ın danışmanı Şaban açıkladı; “Şam yönetimi, İdlib’e operasyon yapmaya kesin karar verdi. O bölgenin kontrolünü Suriye ordusu geri alacak” dedi. İran Dışişleri Bakanı Zarif ise “İdlib operasyonu olasılığı masada” gibi açıklamalarla baskıyı arttırmaya devam ediyor.
NEREYE?
Amerikalılar nisanda çekileceklerini açıklıyorlar. Bu durumda İdlib’e bir operasyonun da bahar aylarında gerçekleşmesi şaşırtıcı olmaz.
İşte Türkiye’yi bekleyen o çok karamsar senaryo da bu takvimle birlikte ortaya çıkacak gibi.
Sorun şu;
Suriye’nin doğusunda IŞİD; batısında yani İdlib’de ise El Nusra ve türevleri yenildikçe, o yabancı savaşçılar nereye, nasıl gidecekler? “Cihatçı otoyolu” tersine mi işleyecek?
Bu konuda ilginç gelişmeler yaşanıyor; Mesela İngiltere, IŞİD’e kendi isteğiyle katılan İngiliz bir kadını, vatandaşlıktan çıkardı. Bu bir ilk. Devamı da gelecek gibi.
Fransa ise, sırf kendi vatandaşı olan IŞİD militanları ülkeye geri dönmesin diye, hiç yapılmayacak bir şey yaptı: PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD-YPG’nin Fırat’ın doğusunda oluşturduğu yönetimin “yargı yetkisini” tanıdı. Fransız vatandaşlarının, PYD-YPG’nin kurduğu “mahkemelerde” yargılanmasının -ve elbette cezasını da burada çekmesinin- önünü açtı.
Diğer Batılı ülkelerin de artık sadece savaşçı değil, çoluk-çocukların da aralarında olduğu IŞİD ve diğer cihatçı terör örgütü mensubu vatandaşlarının geri dönmesini engellemek üzere “yaratıcı çözümler bulmaları” an meselesi.
Çin’in, Rusya’nın, Orta Asya cumhuriyetlerinin de “Cihat için” Suriye’ye gelmiş kendi vatandaşlarını geri almak istemeyecekleri gün gibi ortada.
Peki ya bu yabancı savaşlar “geldikleri gibi gitmek” yolunu seçerlerse?
İdlib’e operasyon olduğunda, bunların kitleler halinde Türkiye sınırına yığılacaklarını öngörmek zor değil.
AKP hükümeti bu durumda ne yapacak? Sınırı açacak mı? Yoksa bunları -şimdilik- TSK tarafından kontrol edilen Mare-Cerablus hattı ile Afrin’e mi yönlendirecek? Oraya yerleştirmek nihai çözüm değil. Peki ya sonrası?
Ve asıl can alıcı konu: IŞİD’e, El Nusra’ya ya da diğer terör örgütlerine katılan Türk vatandaşları -onların çoluğu/çocuğu- ne olacak? Ülkeye geri mi alınacaklar?
AKP hükümetinin “üç günde Şam’da namaz” diye çıktığı Suriye macerasının Türkiye’ye yarattığı güvenlik sıkıntısı ile şimdilerde hepimize ekonomik kriz olarak dönen maddi yük bir tarafa; taşınamayacak kadar ağır insani bir yük kapıda.
Batılı ülkeler, toplamda sayıları beş-on bini geçmeyen, “cihatçılık” adı altında teröre bulaşmış vatandaşlarını ne yapacaklarını kara kara düşünür, planlar hazırlarken…
Türkiye’de bu konu hiç konuşulmuyor bile…
Neyse;
Siz boşverin bunları. Tanzim satış mağazalarında hâlâ ucuz domates kalmış. Hadi bir koşu gidip kuyruğa girin. Kuyruk beklerken de söylenmeyi unutmayın; “Ah o İnönü yok mu? Onun döneminde ne kuyruklar vardı…”

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/zeynep-gurcanli/geldikleri-gibi-gidecekler-mi-3667633/

İki işlem gününde 16 kusur milyar

Borsada, Cuma ve Pazartesi…
Kendine döviz niye düşüyor diye soranlara, ALTIN önemli…
Satılıyorsunuz ULAN satılıyorsunuz!

HIKÂYE…
Tayyipistan yeni bir hikâye yazıyor muşmuş (!)

AlY.rak’ın iddiası…
HEP DIYORUM SIZE, bunlar kör cahil…
Cehalet bir tarafa, konuştuklarından bir haberler, dillerini bilmiyorlar…
TABII…
Bunlar TÜRKIYELI, en güzeli Farsça bunlara, en güzeli!

Hikâye, Türk Dil Kurumu tarifi:

1. isim Bir olayın sözlü veya yazılı olarak anlatılması
„Salonunda toplanmıştık geçen gece beş on kişi / Vardı onun kendine has bir hikâye söyleyişi“ – E. B. Koryürek
2. >>> Aslı olmayan söz, olay <<<
„Anlattıkları hep hikâye idi.“
3. edebiyat Gerçek veya tasarlanmış olayları anlatan düzyazı türü, öykü
4. tıp (***) Hastanın rahatsızlığı ile ilgili geçmişi
5. tıp (***) Hastalığın teşhis ve tedavisiyle ilgili her türlü bilgi, epikriz

Onlar…
Hikâye yazmaya devam ededursun…
SIZLER…
Okumaya, dinlemeye, hikayeleri yaşamaya devam edin!

Sebze, meyve, bakliyat kuyruklarında geçsin ömrünüz…
DÜN…
Mazota, benzine çok güzel bir ZAM…
Üretici, çiftçi…
NE YAPSIN, söyle ULAN söyle, ne yapsın?

Millet meteliğe kurşun atıyor, ucuz yiyecek için kuyrukta

Duymuş muydunuz bilmem…
O…
Millet kıraathanesinden, poligondan laf açıyor(!)

Ohhh…
İyi geldi vallahi, yeminle iyi geldi…
AMAAA…
Hani sona kalan > dona < kalır ya…
Benimki bu akşam O hesap!

Hani acemi çaylak, ilk defa bir kadını düz nefes edecek ya…
Tutturamıyor bir türlü ortayı…
Kurcalıyor kenarı, köşeyi…
Nasibime revolver düştü!

Ben boşuna demiyorum…
Silah kadın gibi…
Uyacak ele, uyacak sana, sevişmenin en şehvetli anında olduğu gibi…
İki ruh, iki beden bir olacak…
Bu akşam kaynanam kılıklıyla girdim yatağa!

Ulan bu ne bu ne ya?
Tutturamıyorum hedefi, ortayı…
Hep karavana hep karavana…
Tühhh senin sıfatına…
Uymuyor elime, ağır. Uymuyor, BIR olamıyoruz…
Millet bile şaşırdı!