Evet, PARA levrek gibi. Süratli, dikkatli! Bunu sakın unutma!

Yine kadın cinayeti…
Eskiden kınardım, ters gelirdi bana…
Artık…
Pek ters gelmiyor nedense bana?

İnan…
Hayatımın en zor dönemlerinden birini yaşıyorum…
Her şey an meselesi…
Ya ben veya dünya delirdi!?

Bugün CNN Türkiyelide…
Adana’yı gösterdiler, ya ne kadar güzel yerler…
Hiç gitmek kısmet olmadı, evet çocukken…
Ama hatırlamıyorum ki!

Zaten 2,5 gramdı…
Lapa, lapa…
Dur bakalım, inşallah doktor sonrası…
Yarın mı Salı mı bilmiyorum, dur bakalım…
Birkaç gün kendimle baş başa, belki gelirim oralara…
“Yatarım yanında”

Polyana D4M1

F35’ler…
800 Kilometre kare içeresinde “görünmeyen” F35’leride görüp…
500 “hava aracını” aynı anda takip ederek, yarısını…
Yani 250’sini (…)
😊
Bu S300’lerin “beyni”
Düşün S400’leri!

BEYNINI SIKTIGIMININ HERIFLERI…
Karar verin…
Nesiniz, kimsiniz…
Taraf ne taraf?

Felakete sürüklüyorsunuz memleketi!

Bu hafta piyasalarda olsun gözünüz…
Domalmaz, göt vermezse yine…
Bak bakalım bu hafta nelere gebe!

Kestirmek, bir öngörüde bulunmak ne kadar zorsa…
Bir o kadar “kolay” bu belirsizlikten kurtulmak…
Sokak!

Bugüne kadar ZATEN bundan böylede yazacaklarım, anlatacaklarım hayal ürünü değildir. Dedim ya battı balık yan gider ya yiyeceğim kurşunu, kazada olabilir veya gireceğim deliğe!

2015 yılları, yani bundan dört sene evvelsi…
Tam tarih 02.12.2015
IŞID…
Irak ve Suriye petrollerinden yılda takriben iki milyar dolar kazanıyordu(!)
Pekiii…
Kimin sayesinde?

IZLE!

Rus…
İstihbarat görüntüleri. Yavuz hırsız ki bizimkiler ne yavuz çıktı…
Ev sahibini bastırırmış ya, O misal…
Ruslar dünyaya şikâyet etti, bizimkiler pişkin pişkin “ispatla” dedi, insanları yalan – yanlış yere töhmet altında bırakma(!)

Belki kiminiz hatırlayacaktır bu görüntüleri:

Her gün…
8500 TIR, toplamda 200 bin Ton petrol geldi oralardan ülkeye. YASAK, yasak…
Uluslararası anlaşmalara aykırı…
HATIRLIYOR MUSUNUZ, sözde Rus SU-24 sınırlarımızı ihlal etmişti…
Görüntü alıyordu, alaşağı ettiler uçağı
Ailece…
Ailece bu “ticaretin” içindeler, ailece. İspat mı istiyorsunuz?
Belki…
İspatlarım!

Petrol yüklü “kamyonların” üç güzergâhı vardı, birincisi Rakka üzerinden…
İkincisi Deir-Ez-Zor. Türkçe nasıl yazılıyor bilmiyorum…
Bu güzergâhı kullananlar doğru Batmana, rafineriye…
İskenderun’a gidiyordu O TIR’lar…
Rus istihbaratına göre > her 24 saate bir tanker <
Limanı terk ediyordu. Üçüncü güzergah Irak’tan doğru Cizre’ye

Hatırlayın MIT…
TIR’larını…
BILINMIYOR. Tahmin edilen Tayyipistan tarafından IŞID’a gönderilen silahların petrol ile ödendiğidir.

EVET…
Doğru tahmin ettiniz…
Arşivlerimin bir kısmını açıyorum!

Ekler:
UN Resolution 2170

İlgili haber Türkçe

BMZ Ltd. Bilal oğlanın gemicikleri, petrol kapakçığında kullanılan. Kesin deliler var KESIN. BMZ Ltd. tarafından pazarlandı


Yalanlamayıp da ne yapacaklardı?
Sümeyye kaltağı, HATIRLA anlattım Emine orospusunun hastanelerini…
Şanlıurfa’da “gizli” hastane. Sümeyye yönetiminde…
IŞID savaşçıları tedavi görüyordu bu hastanede.

ilgili haber

Şimdilik, bu konuda…
Bu kadar yeter!

Dur bu da benden olsun, müesseseden 😊

Çalışıyorlar! Çalmıyorlar!

Okurlar, e-mektuplar gönderir. Mektuplar genelde ikiye ayrılır. Çatık edalı mektuplar: Yazarı, yazdığından ötürü kınar, eleştirir, kızar, suçlar, küfürler savururlar. Kalbe dokunan mektuplar: Yazarın yazdıklarına destek verir, över, katkı yapar, eksiği varsa tamamlar, yanlışı varsa düzeltir, yüreklendirirler.
Yazarlar da ikiye ayrılır.
Cevap verenler.
Yanıtsız bırakanlar.
Ben “her gelen mektuba kısa da olsa cevap veren” yazarlardanım. Mektuplar genelde okurla aramda kalır.
Kimseyle paylaşmam.
Dün de okur yazdı.
Ben cevap verdim.
Baktım, gelen mektupla giden mektup sadece okurla beni ilgilendiren bir konu değil. Yazılanların “herkesin bilmesinde” gazetecilik açısından hem haber değeri var. Hem de “yeni bir umudun yeşerip kökleşmesine” olan isteğin dile getirilmesi…
Paylaşmaya karar verdim.
★★★
Dün okurum şöyle yazdı:
“Sayın Doğru,
Her zaman zevkle izlenen ders niteliğindeki yazılarınızdan birisini daha okuma fırsatına atfen yazma ihtiyacı hissettim: Tam bir afyonlama olan ‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar‘ söylemine karşılık, yeni dönem CHP belediyeleri için, ‘ÇALIŞIYORLAR AMA HİÇ ÇALMIYORLAR‘ sloganı geliştirilebilir mi?
Saygılarımla.
Muammer ÜNLÜ.”
★★★
Ben de şu cevabı yazdım:
“Merhaba,
Nezaketiniz, desteğiniz, duyarlılığınız ve öneriniz için teşekkür ederim.
Çalmıyorlar.
Çalışıyorlar.
Diyebilmek ve yazabilmek istiyoruz. Bugünleri görmek istiyoruz.
Altı ay- bir yıl geçsin.
Çalmadan çalışsınlar.
Görelim.
Sadece onlara oy verenlerde değil oy vermeyenlerde de; ‘Çalmıyorlar. Çalışıyorlar‘ algısı oluştursunlar. O zaman önerinizi memnuniyetle yazacağım.
Selamlar.
Saygılar.
Necati Doğru.”
★★★
Okurum yeniden yazdı:
“Sayın Doğru,
Haklısınız, her cemiyetin içinden ‘hatalı imalatlar‘ çıkabilir. Bunca yıl yaşadıktan sonra, Cumhuriyet’in hata yapma lüksü yok. CHP’nin bir Etik Kurulu oluşturarak tüm partili belediyeler adına iç denetim mekanizması oluşturması gerekiyor ki, karşı taarruza maruz kalmasın. Bu denetimin otomatik ve tek düzen olması için özel bir yazılım dahi geliştirilebilir. Ülke genelindeki CHP belediyelerinin gelir gider hesapları merkezi olarak teftiş edilerek arıza görüldüğünde hızla müdahale edilebilir.
Saygılarımla.
Muammer ÜNLÜ.”
★★★
Mektuplaşmayı sizinle de şunun için paylaştım: Türkiye’de yeni bir devir açıldı. Din tüccarı, İslamcı particilik ve siyasetçilik parantezi kapandı. Çünkü bu parantezin içinde “çalıyorlar ama çalışıyorlar” kaderciliği vardı. Bu tür afyonlamadan güç alan partilerin son örnekleri de bitecek ve yenileri kurulsa bile bundan böyle halktan karşılık bulamayacaklar. Solcu, laik ve Atatürkçüyüm diyen partiler ve lider kadroları ise; siyaseti maaş artırma, yandaş kayırma, kendi zenginini yaratıp onların şirketleri üzerinden politikaya finansman bulma yolunu denemeye kalkamayacaklar. Deneyenler anında çok şiddetli halk tepkisi ile sarsılacaklar.
Nereden mi biliyorum?
Okur mektubunda görmek istediğini anlatıyor:
Çalmıyorlar.
Çalışıyorlar.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/calisiyorlar-calmiyorlar-5310480/

Keyfine göre ilave borç iste!
31 Ağustos 2019

Valla ne ala! Kanunmuş, hakmış, hukukmuş hepsi boşuna… Keyfine göre borçlan, kimseye de sorma… İşler artık bu aşamada…
Demek ki devletin malı yiye yiye bitebiliyormuş. Kayyumun hediye dağıtması gibi para dağıtılınca, kalmıyormuş. Fellik fellik borç para aranıyormuş.
★★★
Bütçe Kanunu’na göre Hazine bu yıl 85 milyar lira borçlanacaktı. İşin içine seçim girince, anketler de kötü gelince İktidar kesenin ağzını açtı. Borçlandı, borçlandı, borçlandı. Onları da dibine kadar harcadı!
Yetmedi, Merkez Bankası’nın temettü gelirleri, yedek akçeleri, kamu şirketlerinin gelirleri, eski pantolonların cepleri, ne varsa sömürüldü.
★★★
Şimdi yeni borçlanma programı açıklandı. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca Eylül ayında 6.5 milyar lira, Ekim ayında 5.7 milyar lira ve Kasım ayında 18.5 milyar lira ilave iç borçlanma yapılacak.
İyi de sen limiti 85 milyar lira belirlerken zaten 98 milyar lira borçlandın. Üzerine, canın istedi diye 30.7 milyar lira daha mı borçlanacaksın? Kimseye de sormayacak mısın?
★★★
İnanmazsınız ama ülkede Meclis diye bir mecra var. İçerisinde de seçilmiş milletvekilleri… İşte hazırlanan bütçe bu Meclis’in onayından geçirilmeli… Eğer belirlenen limitler geçilirse tekrar Meclis’e gidilmesi gerekli…
Harcadıkları paralar milletin ödediği vergiler. Yapacakları borçlanmalar milletin sırtına yükledikleri yükler. Vay arkadaş! Ne yemişler… Kanuna aykırı bir şekilde yine borç para isteyecekler!
★★★
Yurt dışından da milyarlarca dolar borçlanıldı. Orada da hedefler aşıldı. Kime danışıldı? Hiç kimseye! Kafalarına göre…
Haliyle ölüyü diriyi bitirdiler, işsizlik fonunu da yediler. Yurt dışından artık kolay kolay borçlanamıyorlar.
Tekrar yurt içinden borçlanacaklar. Piyasaya gidecek parayı toplayacaklar. İyice durgunluğa yol açacaklar.
★★★
Özel şirket yönetseler çoktan batırmışlardı. Ülke olunca işler değişiyor. Kötü yönetim bize fakirleşme, enflasyon, yüksek faiz, değersiz para, işsizlik olarak geri dönüyor.
Hiçbir şey yoktan var olamayacağına göre bu borçları nasıl ödeyecekler? Büyümeyen, hatta küçülen bir ekonomide vergi gelirleri artmaz. Ya yeni vergiler icat edip onları bindirecekler. Ya da para basacaklar.
★★★
Merkez Bankası Başkanı’nın da kovulması kanuna aykırıydı. Görevden alınması mümkün değildi… Ne oldu? Şimdi de o olacak. Hiçbir şey!
Merkez Bankası Başkanı sözde hedeflerini tutturamadı diye kovulmuştu. Hazine de borçlanma hedefini tutturamadı. Sahi Hazine’nin başında kim vardı? Sizce kovar mı?
★★★
Bugün, saat 12:00’den sonra YouTube’a Murat Muratoğlu diye yazın. “Ekonomide Eylül ve Ötesi” ile sonbahar sezonunu açıyorum. Başımıza neler gelecek onu anlatıyorum. Seyretmenizi öneriyorum.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/murat-muratoglu/keyfine-gore-ilave-borc-iste-5308940/

Fevzioğlu, Bilal oğlan, PKK – YPG falan

Sanıyorsunuz ki…
Konu PKK, YPG falan…
KONU…
Petrol, sınır güvenliği falan hikâye…
KIM sürecek, KIM kazanacak Suriyelilerden talan edilen petrolün paralarını…
MESELE BU!

Derinlikmiş…
Bilal oğlan sürüyor piyasaya petrolü, biliyor muydunuz bunu?

Bende ALDANDIM, bende KANDIM kimlere kimlere…
Feyzioğlu’na inandım…
Bak adli yıl açılışında konuşma yapacakmış!

Hocaya falan, Allahtan…
Biliyor, tanıyordum O kadını eskiden kalma, İyi’nin başında olanı…
Bari ona kanmadım, adanmadım…
Ama…
Hüsrana uğradım Çillerde mesela!

Uzun lafın kısası…
Sormazsan kendine niye diye…
NEDEN diye…
Sende aldanır, kanarsın benim gibi. Insan bu insan…
İkiyüzlü YILAN!


Biliyorsun değil mi…
Beni…
Neyin yıkabileceğini?

İçimden…
En derinden!!!

Anlayana…
İnsanlık…
Soruyor kendine John F. Kennedy’i kim öldürdü diye…
Ah atalarımız ahhh…
Kimi konularda ne kadar bilgeydiniz!

Su testisi su yolunda kırılır diye boşuna öngörüde bulunmadınız!

John F. Kennedy’iyi kim seçtirdi biliyor musunuz?
Mafya…
Onların yardımı ile seçilmişti. Babası söz verdi…
“Siz bize yârdim edin bende oğluma söyleyeceğim sizi rahat bırakacak!”
Oğullarından biri savcıydı…
Kennedy seçildi, önceleri kardeşine el çektirdi Mafya konularından…
Sonrasında “hukukun, yargı sisteminin başına getirdi”
Mafya…
Perişan oldu.

Tabii bu olasılıklardan biri…
Hatırlı okuyucularım bilir beni, hep iddia ederim…
Siyaset…
Vatan ve millet için yapılmıyorsa…
PISTIR, pis…
İğrenç…
Kim bilir belki!?
Outfit, outfit…
Dedim ya anlayana!

NOT:
Hani tanker, Iran…
Amerika – İngiltere falan…
Hani durduruldu, Suriye’ye gidecekmiş diye…
Yoluna devam ediyor…
BAHANE…
Hükümetlerin, iktidarların her söylediğine inanma, KANMA…
Gerçekler çok farklı olabilir!

Hadi ben kaçtım, yok bilmiyorum bugün mü önümüzdeki günler mi kaybolacağım…
Lanet olsun bana…
Kalbime, vicdanıma…
Doktor meselesi, yok benim değil, perşembe galiba benimkisi…
Altısı hangi güne geliyorsa…
Ekmek parası, zarar vermek istemiyorum kimseye…
>>> hiç kimseye <<<

YEMİNLİYİM, BİR ATATÜRK MİLLİYETCİSİYİM

UYARI!!!

Ölmüş eşek kurttan korkmaz der atalar…
Ben zaten canlı bir cesedim, sizler benim yüzümden dert sahibi olmayın…
Tehlikeli bilgiler…
YANI…
Okumasanız beni daha iyi olur kanısındayım, en güzeli…
“Yukarıda bir delik, aşağıda bir delik!”
Yaşamaya devam edin, ileri demokrasilere falan kafa yormayın…
GIDECEKTIM…
Gidemedim AMA mutlaka gitmeliyim, kaybolmalıyım…
En azından…
Birkaç gün SADECE ben ve düşüncelerim…
Belki daha sağlıklı kararlar vermeme vesile olur. Delirmenin…
Elimi kana bulamanın eşiğindeyim…
Allah…
Yüce Mevla’m hepimizin yardımcısı olsun, sağlıklı kararlar vermeliyim.

Hep derim perde arkası…
Hep derim bilemezsin…
Hep derim anlamak…
Hep söylerim HEP.

Hiçbir şey göründüğü gibi değildir!

„23 ŞUBAT 2016



Rusya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyelerine, Türkiye’nin Suriye’de savaşan cihatçılar lehindeki faaliyetlerine ilişkin bir istihbarat raporu sundu.



Bu adımla birlikte Rusya, Güvenlik Konseyine ve onun da ötesinde birçok hükümetlerarası örgüte de sorumluluklarını hatırlatmış oluyor. Hukuksal olarak Güvenlik Konseyinin bu iddialara ilişkin kanıtlar istemesi ve Türkiye’yi de açıklamalar yapmak üzere huzura çağırması bekleniyor.



Öte yandan Rus istihbarat raporu dikkatli bir şekilde okunduğunda, ortaya konulan olguların başka birçok yeni dosyanın açılmasına yol açacağını ve başka güçleri de kapsayabileceğini göstermektedir. Ve muhtemelen bu yüzden de bu rapor kamuoyu önünde tartışılmayacak ve Türkiye’nin geleceğine yönelik pazarlıklar kapalı oturumda yapılacak.



1973 yılında Libya’da doğan Mehdi el-Herati, İrlanda’ya göç etmiş ve burada evlenmiştir. Mayıs 2010’da, Gazze’ye insani yardım götürmek üzere Türk STK’sı İHH tarafından organize edilen « Özgürlük Filosunun » amiral gemisi Mavi Marmara’dadır. Gemiler açık denizde, uluslararası bir skandala neden olan İsrail Ordusunun korsanca saldırısına uğrar. Geminin yolcuları Tsahal tarafından rehin alınır, İsrail’de hapsedilirler ve ardından nihayet serbest bırakılırlar [2]. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, yaralı militanları teselli etmek için hastane ziyaretinde bulunur.



Fotoğraftakinin Türk ve İrlanda vatandaşı El Mehdi El Hamit El Hamdi olduğu açıklanır yani gerçek adıyla Libya ve İrlanda vatandaşı Mehdi el-Herati.
Temmuz 2011’de, Mehdi’nin İrlanda Rathkeale’deki evine hırsız girer. Eşi, Eftayma el-Necar polise haber verir ve hırsızların çok değerli Mısır ve Libya mücevherlerini ve 500’lük kupürlerden oluşan 200 000 Euro’yu çaldığını beyan eder. Telefonla kendisine ulaşılan Mehdi el-Herati polise Katar, Fransız ve ABD’li yetkililerle görüştüğünü ve bu parayı Muammer Kaddafi’nin devrilmesine yardım ettiği için CIA’den aldığını teyit eder. Libya direnişi olaydan haberdar olunca, daha sonra ilk verdiği ifadelere geri dönecektir.



Temmuz-Ağustos 2011 döneminde, NATO tarafından Rixos Oteli ele geçirmek için görevlendirilen Fransız lejyonerleri tarafından eğitilen bir El Kaide birliği olan (Kayınbiraderi Hüsam el-Necar’in da üyesi bulunduğu) Trablus Tugayının başına geçer. Resmi olarak otel uluslararası basın merkezi olarak kullanılır ama İttifak, binanın Türk müteahhidi tarafından, Kaddafi Ailesinin çeşitli üyelerinin ve Cemahiriye yetkililerinin sığındığı, dışarıdan ulaşılabilen özel olarak düzenlenmiş bir bodrum katına sahip olduğu konusunda bilgilendirilir. Günlerce, Fransızlarla birlikte Hamis Kaddafi’nin askerlerine karşı çarpışır.



Eylül 2011’de NATO tarafından, « Trablus’un askeri valisi » olan El Kaide’nin tarihi liderlerinden Abdülhakim Belhac’ın yardımcısı olarak görevlendirilir [7]. 11 Ekim’de, sözde Belhac ile düştüğü bir anlaşmazlık nedeniyle istifa eder [8].
Oysa Kasım 2011’de Abdülhakim Belhac saflarında, Ban Ki-moon’un özel temsilcisi olan, Fabian Society ve Uluslararası Af Örgütü’nün eski genel sekreteri Ian Martin’ın sorumluluğu altında, denizyoluyla Türkiye’ye taşınan El Kaide’nin –eskiden Libya’da savaşan sığınmacı olarak kaydedilen İslami Grup (GICL)- Libya’daki 600 ila 1500 cihatçısından oluşan bir grubun komutanlığını yapar.



Türkiye’ye varan cihatçılar, MİT’in eskortluğu altında Suriye’ye otobüsle nakledilirler. Fransa’nın desteğiyle Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nu kurmak üzere Cebel el-Zaviye’ye yerleştirilirler. Yaklaşık iki ay boyunca, Abdülhakim Belhac ve Mehdi el-Herati, Türkiye’den geçerek olayı örtmeye çalışan tüm Batılı gazeteciler tarafından « Potemkin Köyüne » dönüştürdükleri yerde ziyaret edilirler [9]. Başbakan Erdoğan’ın özel kalemi onları motosikletle Cebel el-Zaviye’ye taşıyan unsurlarla bağlantıya sokar. Gazeteciler burada « Beşar Esat diktatörlüğüne karşı demokrasi için » gösteri yapan binlerce kişiyi bizzat kendi gözleriyle görürler. Gördükleri karşısında büyülenen Batı basını, İspanyol ABC gazetesinden bir muhabir olan Danir Iriarte’nin, göstericilerin çoğunun Suriyeli olmadığını tespit edinceye ve Libyalı şefleri Abdülhakim Belhac ve Mehdi el-Herati’yi tanıyıncaya dek olan bitenin bir devrim olduğu sonucunu çıkarır. Ne olursa olsun, Şam Şahinleri Tugayının (Sukur el-Şam Tugayı) gösterisi işe yaramıştır. « Suriye Arap Ordusu’ndan firar edenler » tarafından kurulmuş bir ÖSO efsanesi doğmuştur ve buna önayak olan gazeteciler yanıltıldıklarını hiçbir zaman kabul etmeyeceklerdir.



Eylül 2012’de, Mehdi el-Herati sağlık sorunlarından ötürü Libya’ya döner ama Suriye’yi terk etmeden önce Kayınbiraderiyle birlikte yeni bir cihatçı grubu olan Liva el-Umma’yı (Ümmet Tugayı) kurar.
Mart 2014’te Mehdi el-Herati, Türkiye’ye denizyoluyla ulaşan yeni bir Libyalı cihatçı grubuna eşlik eder. Rus istihbarat raporuna göre, rejimin 2 numaralı ismi olan ve henüz görevine yeni geri dönen, MİT müsteşarı Hakan Fidan tarafından karşılanır



Mehdi el-Herati’nin izlediği parkur, Suriye’de bir demokratik devrim olduğu teorisini hiçleştiren, Libya’daki El Kaide, Özgür Suriye Ordusu, IŞİD ve Müslüman Kardeşler arasındaki bağları açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bu şebekenin ABD, Fransa ve Türkiye’den aldığı desteği de gözler önüne sermektedir.



Mehdi el-Herati’nin izlediği parkur, Suriye’de bir demokratik devrim olduğu teorisini hiçleştiren, Libya’daki El Kaide, Özgür Suriye Ordusu, IŞİD ve Müslüman Kardeşler arasındaki bağları açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bu şebekenin ABD, Fransa ve Türkiye’den aldığı desteği de gözler önüne sermektedir.



Suriye yanlısı Arap medya kuruluşlarında geniş bir şekilde yer bulan bu bilgiyi Batılı basın görmezden geldi. Yemen tarafında, eski Cumhurbaşkanı Salih’e bağlı askerlerin sözcüsü General Şeref Lokman, Suriye’nin iddiasını doğruladı ve cihatçıların Yemen’de Blackwater-Academi’nin paralı askerlerince karşılandıklarını belirtti. IŞİD militanlarının bir harekat sahnesinden diğerine nakli Suriye ve Yemen’deki operasyonların eşgüdümünü ortaya koyuyor. Türkiye, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Blackwater-Academi’yi töhmet altında bırakmaktadır.



Rus istihbarat raporu aynı şekilde, başta Antalya’da yerleşik olan ama daha sonra MİT tarafından ülkenin kuzeyine Eskişehir’e nakledilen « Tatar Köyünün » durumundan da söz ediyor. Rapor her ne kadar bunların El Kaide savaşçılarından oluştuğunu ve Suriye’de İslamcı militanlara yardım ettiğini belirtse de, ne bu grubun neden Suriye’de bu kadar uzağa nakledildiğini ve ne de hangi eylemlerde bulunduğuna ilişkin herhangi bir ayrıntı içermiyor.
Tatarlar Rusya’daki ikinci en büyük azınlıktır ve bunların arasında Müslüman Kardeşler ya da Hizb-ut Tahrir ideolojisine sahip çıkanların sayısı çok azdır.
Bu arada Mart 2012’de, Tataristan’daki Arap İslamcılar, Kazan Müzesindeki Suriye’ye ilişkin « Medeniyetin beşiği » sergisine saldırdılar. Bir süre sonra, 5 Ağustos 2012’de, aynı zamanda hem Arap hem de Tatar olan cihatçılar, aralarına El Kaide temsilcilerini de alarak Kazan’da gizlice toplandılar.
Aralık 2013’te, aynı harekete bağlı başka militanlar Kazan’da gösteri yaparken, Azatlık (Özgürlük) hareketine bağlı Pantürkist Tatar cihatçılar, Ukrayna’ya gitmek ve darbe beklentisiyle Maidan Meydanındaki asayişi sağlamak için Suriye sahnesini terk ettiler.
1 Ağustos 2015’te, Ukrayna ve Türk hükümetlerinin katılımıyla Ankara’da bir Dünya Kırım Tatar Kongresi düzenlendi. Kongrenin başkanlığını Soğuk Savaş süresince CIA’nin ajanı olarak ün yapmış olan Mustafa Cemilev yaptı ve toplantı sonucunda Kırım’ın « kurtarılması » için bir « Uluslararası Müslüman Tugayının » oluşturulması kararı alındı. Cemilev, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından hemen resmi olarak kabul edildi.



Tugay Ukrayna’da Kershon’da tesislere sahiptir. Kırım’da, geniş kapsamlı bir elektrik kesintisi (Ukrayna’dan itibaren kesilen) gibi çeşitli sabotaj eylemleri düzenlemektedir. Rusya’ya kitlesel olarak girmeyi başaramayınca, Donbass’taki Ukrayna birliklerini desteklemeye gitmişlerdir.
Eğer Güvenlik Konseyi « Tatar Köyü » sorununu kurcalamaya başlarsa, ABD, Türkiye ve Ukrayna’nın, Suriye, Kırım ve Tataristan’da, aralarında El Kaide ve IŞİD üyelerinin de olduğu Tatar cihatçıları desteklediğini gözlemleyecektir.



Irak’ta IŞİD tarafından katledilen Iraklı Türkmenlere yardım etmek için Türkiye serçe parmağını dahi kaldırmazken, Suriye Arap Cumhuriyetine karşı mücadele eden Suriyeli Türkmenlere destek oldu. Komünizme karşı savaşta NATO’nun gizli servisleriyle tarihsel olarak bağlantılı olan (Gladyo) bir Türk yarı-askeri siyasi partisi olan « bozkurtlar » tarafından örgütleniyorlar.



Türkmen Tugayları MİT ile birlikte Halep’teki fabrikaların talan edilmesini örgütlemektedirler. Türk uzmanlar makine ve aletleri sökmeye gelmektedir ve bunlar Türkiye’ye götürülerek yeniden monte etmektedirler. Eş zamanlı olarak MİT’in cihatçıların eğitim kamplarını kurduğu ve kontrol ettiği Türkiye ile olan sınır bölgesini işgal etmektedirler.
Kasım 2015’te, Suriyeli Türkmenlerin yıldızı Türk Alparslan Çelik –Ülkü Ocakları üyesi ve Sultan Abdülhamit Tugayı komutanlarından-, bir Suudi AWACS uçağının yardımıyla Türk avcı uçakları tarafından düşürülen Sukoï-24 uçağının iki pilotunun infaz edilmesi emrini verecektir. Pilotlardan biri öldürülecektir.
1995 yılında Bozkurtlar, Hillary Clinton’un seçim kampanyalarını finanse eden Türk-ABD müteahhitlik firması Çelebiler İnşaat şirketiyle birlikte Çeçenistan’da savaşmaları için 10 000 cihatçıyı içeren geniş bir eleman devşirme operasyonu yürütmüşlerdi. İstanbul’daki bir üniversite kampusu içerisinde bir eğitim üssü kurulmuştu. General Cahar Dudayev’in oğullarından biri Azerbaycan üzerinden Türkiye’den gerçekleştirilen militan nakillerini MİT bünyesinde yönetmekteydi.
Rus istihbarat raporu MİT’in, başlıca Türkmen milislerini bir araya getiren Sultan Abdülhamit Tugayı’nı kurduğunu ve üyelerini Türk Ordusunun özel kuvvetlerine bağlı eğitimciler ve MİT ajanları yönetiminde Bayır-Bucak üssünde eğittiğini ortaya koyuyor. Türkmen Tugayının El Kaide ile işbirliği içerisinde olduğunu vurguluyor.
Biraz daha ayrıntılı olarak yapılacak her araştırma Güvenlik Konseyini eski suç dosyalarını açmaya ve Sultan Abdülhamit Tugayı, Bozkurtlar, Türkiye, ABD ve El Kaide arasında bağları tespit etmeye götürecektir



Rus istihbarat raporu cihatçılara silah sevkiyatında üç Türk insani yardım STK’sının oynadığı rolü ifşa ediyor: İHH, İmkander ve Öncü Nesil. 11 ve 12 Şubat tarihlerinde Münih’te bir araya gelen Uluslararası Suriye Destek Grubunun (ISSG) toplantı sonuç bildirgesi, bundan böyle ABD ve Rusya’nın Suriye’deki insani yardım konvoylarının sadece insani yardım malzemesi taşımalarını gözeteceklerini vurgulayarak bu suçlamayı teyit eder görünüyor. Bugüne kadar, Şam Hükümeti ve basın, bu STK’ları cihatçıları desteklemekle sürekli olarak suçladı ama söylenenlere kimse kulak vermedi. Eylül 2012’de İHH’nın kiraladığı bir yük gemisi Suriye’ye Müslüman Kardeşler adına silah taşıdı

###.
Yayınladıklarımın birer iddiadan öte gerçek olduğunu göstermek için sadece bir ispat:
https://www.thetimes.co.uk/article/brotherhood-buying-influence-with-arms-lt9nc0qnkh3
Kiii…
Bilen bilir benim, SADECE KENDIME ispat borcum vardır!
###



İHH, Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi tarafından kurulan ve desteklenen, ama bu partiyle kuruluşunda ya da herhangi organik bir bağı olmayan bir örgüttür. Önce 1992 yılında Almanya’da Fribourg-en-Brisgau’da Internationale HumanitäreHilfe (IHH) adıyla, daha sonra da Türkiye’de İstanbul’da, İnsani Yardım Vakfı adıyla kuruldu. Yeni kısaltması İHH değil de İYV olunca, adını İnsan Hak ve Hürriyetleri olarak değiştirdi. Bosna ve Afganistan’daki Müslümanlara insani yardım görüntüsü altında, NATO stratejisine uygun olarak onlara silah tedarik etti. Ardından, Çeçen İçkeriya İslam Emirliğini askeri olarak destekledi. 2006’da İstanbul Fatih Camii’nde, Beslan Okulunda talimatını verdiği katliam sonrasında Rus güvenlik kuvvetlerince öldürülen Çeçen cihatçı Şamil Basayev için, on binlerce militanın katılımıyla gıyabi cenaze namazı kılınması gösterisini örgütledi.
İHH, AKP (Refah Partisinin selefi) ile birlikte, İsrail ablukasını kırarak Gazze’ye insani yardım götürmesi gereken « Özgürlük Filosunu », Başbakan Benyamin Netanyahu’yu zor durumda bırakmak için fırsat kollayan Beyaz Saray’ın onayıyla örgütleyerek dünya çapında ün kazandı. Filonun yolcuları arasında daha önce de adını andığımız Mehdi el-Herati da vardı. Geoffrey Palmer’in başkanlığındaki Birleşmiş Milletler Komisyonu raporu, söylenenin aksine, filonun hiçbir insani yardım taşımadığını ortaya koydu. Bu da bizi, İHH’nın hiçbir şekilde Gazze’ye ulaşamayacağını önceden bildiği sonucuna götürüyor ve dolayısıyla da bu seferin gerçek amacı sorusunu sormamıza neden oluyor.
2 Ocak 2014’te, para aklanması suçuyla üç bakanın oğlunu ve bir bankanın genel müdürünü gözaltına alan Türk Polisi, Suriyeli cihatçılara giden İHH’a ait silah yüklü bir kamyonu yakaladı [18]. Sonrasında, İHH’nin genel merkezinde arama yaptı. Burada, El Kaide’nin Türkiye sorumlusu olmakla suçlanan Halis B.’yi ve aynı örgütün Ortadoğu’daki ikinci komutanı İbrahim Ş.yi yakaladı [19]. Hükümet devamında söz konusu polisleri görevden almayı ve şüphelileri ise serbest bırakmayı başardı.
İmkander (Türkçe kardeşlik anlamında, Müslüman Kardeşlere gönderme amacıyla), 2009 yılında İstanbul’da kurulan bir başka « insani » yardım derneğidir. Çeçenlere yardım ve Kafkasya’daki cihatçılara destek alanında uzmanlaşmıştır.



12 ve 13 Mayıs’ta, İstanbul Belediyesinin desteğiyle İmkander, soğuk savaş süresince CIA’nin kongreler düzenleme geleneğini sürdürerek, Kafkasya’daki bağımsızlık yanlılarını desteklemek için uluslararası bir kongre düzenler.



2013’te, Rusya Güvenlik Konseyinin 1267/1989 sayılı kararıyla oluşturulan Yaptırımlar Komitesinden İmkander’in El Kaide ile bağlantılı örgütler listesine dahil edilmesini talep etti. Birleşik Krallık, Fransa ve Lüksemburg buna muhalefet ettiler.

###
NEDEN? Neden İngiltere ve Fransa?
Bugüne kadar bu konuda yazdıklarımı hatırla!
###



Bu iki STK, İHH silah sevkiyatı yapmak, İmkander de siyasi destek vermek suretiyle olmak üzere doğrudan suça bulaşmışlardır. Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Refah Partisi yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kurulan AKP’nin tarafından güçlü bir şekilde desteklenmektedirler.



Güvenlik Konseyinin Rus istihbarat raporunu incelemesi çok zayıf bir olasılıktır. Gizli servislerin işlevi konusu genelde gizli olarak değerlendirilir. Ne olursa olsun ABD, Güvenlik Konseyinin kararlarını ihlal ederken suçüstü yakalanan Türk müttefikleriyle ne yapmak niyetinde olduğunu belli etmelidir.
Bu istihbaratlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın El Kaide’nin para kasası Yasin el-Kadı ile kişisel bağlarına ve IŞİD tarafından çalınan petrolün pazarlanmasında oğlu Bilal’in rolüne ilişkin daha önce mevcut olan somut bilgilere ekleniyor.
Şüphe yok ki, Suriye’ye yönelik bir askeri işgal olasılığından söz eden…
Ne olursa olsun, eğer Türkiye ile Rusya arasında bir savaş patlak verirse, bu istihbarat raporu, NATO sözleşmesinin 5nci maddesi uyarınca Ankara’nın NATO desteğinden yoksun olmasına yetecektir.”

https://ia800303.us.archive.org/12/items/SabriHizmetliIslamTarihi/Sabri%20Hizmetli%20-%20Islam%20Tarihi.pdf

https://ia800100.us.archive.org/15/items/CahidBaltaciIslamMedeniyetiTarihi/Cahid%20Baltaci%20-%20Islam%20Medeniyeti%20Tarihi.pdf

https://ia800501.us.archive.org/2/items/FuadKopruluslamMedeniyetiTarihi/Fuad%20Koprulu-İslam%20medeniyeti%20tarihi.pdf

https://ia800303.us.archive.org/9/items/BrahimAgahCubukcuIslamMezheblerTarihi/İbrahim%20Agah%20Cubukcu%20-%20Islam%20mezhebler%20tarihi.pdf

https://ia802806.us.archive.org/5/items/RescherIslamMantkTarihi/rescher-islam%20mantık%20tarihi.pdf

https://ia902805.us.archive.org/34/items/PeygamberlerTarihiAsimKoksal/Peygamberler%20Tarihi%20-%20Asim%20Koksal.pdf

https://ia800101.us.archive.org/31/items/HakkDurunYldzDoutanGnmzeBykslamTarihi06Fn/Hakkı%20Dursun%20Yıldız-%20Doğuştan%20Günümüze%20Büyük%20İslam%20Tarihi-%2006%20fn.pdf

https://ia801201.us.archive.org/9/items/hazretimuhammedv008800/hazretimuhammedv008800.pdf

Iman yürekten olmalı, sevgi samimi ve yürekten gelmeli, aşk… Yüreğinin her zerresi, her teli ayrı ayrı titremeli. Kadına, erkeğe… Allah’a, vatan ve milettine

Ayet-el Kürsi yazılı pirinç tanesi…

Dine, dindara saygılıydı.
Din tüccarına, yobaza müsamaha göstermezdi.

“Din, Allah ile kul arasındaki bağdır, softa sınıfının din simsarlığına asla müsaade edilmemelidir, dinden maddi menfaat temin edenler menfur (tiksinti verici) kimselerdir” diyordu.

1922… Saltanatın kaldırılması görüşmeleri yapılırken, bazı milletvekilleri “Mustafa Kemal halife olsun” teklifinde bulundu.
Sinirinden acı acı gülümsüyordu.
“Bunlar beni, başımda yeşil sarık, yüzümde uzun sakal, geniş bir cübbe içinde, elimde tespih, uhrevi bir adam yapmak istiyorlar. Hayrete şayandır, bunların kalın kafaları beni anlamıyor” diyordu.

Kadir geceleri oruç tutardı.
Ramazan’da içki içmezdi.
Akşam sofraları iftara dönüşürdü.
Yaşar Okur’u çağırır, Kur’an-ı Kerim okuturdu.

Yaşar Okur özel hafızıydı.
Sultan Reşad’ın, Vahdettin’in, halife Abdülmecid’in hanendesi ve başmüezziniydi. Cumhuriyet ilan edilince Ankara’ya gelmiş, Cumhurbaşkanlığı Fasıl Heyeti Şefi olmuştu.
1930’da emekliye ayrıldı ama, Köşk’ten ayrılmadı.
Mustafa Kemal hiç kimsenin emeğini bedavaya getirmezdi… Gönüllü olarak çalışmaya devam eden hafızına 1930’dan itibaren ölümüne kadar her ay kendi cebinden 100 lira verdi.
Emekli hafız maaşının iki katıydı.

Ramazan ayı boyunca Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatim indirtirdi.

1932… Sadettin Kaynak hatıralarında şu çarpıcı bilgiyi aktarıyordu: “Ramazan ayıydı. Dolmabahçe’de büyük muayede salonunda hafızları toplamıştı. Gazi’nin elinde Cemil Said’in Türkçe Kur’an-ı Kerim’i vardı. Evvela hafız Kemal’e verdi, okuttu, beğenmedi. Ver bana, ben okuyacağım dedi. Hakikaten okudu. Hâlâ gözlerimin önündedir, askeri kumanda eder gibi, emir verir gibi bir ahenk ve tavırla okudu.”

Referans aldığı kitaplardan biri, dönemin en ünlü şarkiyatçılarından Leone Caetani’nin “İslam Tarihi” eseriydi.
Hazreti Muhammed’in liderliğinin, savaşlarının anlatıldığı bölümlerin altını çizmişti, “mühim” diye not düşmüştü.
Altını çizerek okuduğu diğer bölümler “oruç” ve “ramazan bayramının ortaya çıkışı”yla alakalı satırlardı.

Bedir Savaşı’nı askeri açıdan incelemişti.
Kendi elleriyle haritasını çizmişti.
“Hazreti Muhammed’in peygamber olduğundan şüphe edenler şu haritaya baksınlar, Bedir destanı’nı okusunlar, bir avuç insanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı kazandığı büyük zafer, fani insanların kârı değildir, Hazreti Muhammed’in peygamberliğinin en kuvvetli delilidir” diyordu.

Kur’an-ı Kerim’i tüm incelikleriyle bilirdi.
Orijinal Arapçası’nı defalarca okumuştu.
Türkçe ve Fransızca çevirilerini defalarca okumuştu.
Tefsir ederdi.

Mustafa Kemal’i tarih boyunca tüm devrimcilerden ayıran özelliği, din’di… İslamiyet’e, inanç kavramına entelektüel seviyede kafa yormuştu.

Meclis kararıyla özel bütçe ayırarak, Kur’an-ı Kerim’i Türkçe’ye tercüme ettirdi, tefsir ettirdi, onbinlerce bastırtarak halka ücretsiz dağıttı. Kendi dilimizde anlaşılarak okunmasını sağladı.

İlk bilimsel hadis çalışmasını yaptırdı.
Temel hadis kaynağı kabul edilen Buhari’yi Türkçe’ye çevirtti, yine onbinlerce ücretsiz dağıttı.

Halkın kendi dilinde kavrayarak, kendi dilinde hissederek camilere yönelmesi için çaba harcadı. Türkçe Kur’an, Türkçe hutbe, Türkçe ezan okuttu.

1931… Ramazan’ın 15’inci günüydü. Hafız Yaşar Okur, İstanbul Yerebatan Camisi’nde cuma namazını müteakip “müşfik ve rahim olan Allah’ın adıyla” diye başlayarak, tarihte ilk kez Türkçe Kur’an okudu.

Hemen ardından… Hafız Burhan, Hafız Kemal, Hafız Zeki, Hafız Nuri, Hafız Rıza, Hafız Fahri, Hafız Rifat beyler, Sultanahmet Camisi’nde Türkçe Kur’an okudu. Cemaatin çok önemli bölümü, kadındı.

Hafız Rifat bey, Fatih Camisi’nde tarihte ilk kez Türkçe ezan okudu.
İlk Türkçe hutbe, Süleymaniye Camisi’nde okundu.
Kadir Gecesi’nde Ayasofya’da 30 hafız, Türkçe Kur’an okudu.
Ayasofya’ya 100 bine yakın insan gelmişti.
Radyodan naklen yayınlandı.

“Müslümanların toplumsal hayatında hiç kimsenin özel bir sınıf olarak varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dini hükümlere göre hareket etmiş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur. Hepimiz eşitiz. Dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmeye mecburuz” diyordu.

Tevrat ve İncil’i okumuştu.
Eski Ahit ve Yeni Ahit, kütüphanesinde yeralıyordu.
İbrani, Keldani ve Yunani lisanlarından tercümeydi.
Agop Boyacıyan Matbaası tarafından 1886’da basılmıştı.

Angelo Giuseppe Roncalli, piskopostu.
İstanbul’da papalık temsilcisiydi.
“Din adamlarının dini kıyafetlerini sadece ibadet yerlerinde giymelerine” dair kanun çıkarılınca, devrim kanunlarına tereddütsüz saygı gösterdi, hiçbir kurumsal imtiyaz talebinde bulunmadı, Türkiye’de sivil kıyafetle dolaşan ilk din adamı oldu.
Mustafa Kemal, bu uyumlu davranışı nedeniyle piskopos Roncalli’ye iki takım elbise, bir pardesü, bir fötr şapka hediye etti.
Piskopos, Türk dostuydu.
Ders aldı, akıcı Türkçe öğrendi.
Günlük tutuyordu. Yıllar sonra kitaplaştırılan hatıralarına göre, Mustafa Kemal devrimlerini hayranlıkla takip ediyordu.
“Burada yepyeni bir dünya var” diyordu.
Türkiye Cumhuriyeti’nde son derece rahat yaşadığını, kendisini rahat hissettiğini, hatta, hıristiyan din adamı olmasına rağmen asıl sıkıntıyı Yunanistan’da yaşadığını, Yunanistan’a girmekte güçlük çektiğini anlatıyordu. Günlüğüne defalarca “Türkleri seviyorum” diye yazmıştı.
1953’te Papa oldu!
Türkiye sevgisi nedeniyle “Türk Papa” olarak anıldı.
“Hayatımın en güzel 10 yılını Türkiye’de geçirdim, barışçıl ve dingin’di, beni bir tek kimse bile, bir tek gün bile kırmadı, sadece sıcak alaka, dostluk, samimiyet ve anlayış gördüm” diyordu.
Mustafa Kemal döneminde kurulan dostane ilişki sayesinde, Mustafa Kemal’in takım elbise hediye ettiği Türk Papa sayesinde… Tarihte ilk kez Türkiye’yle Vatikan arasında diplomatik ilişki kuruldu.

1932-33 arasında Türkiye’de görev yapan Amerikan büyükelçisi Charles Sherrill, 1934’te kaleme aldığı Atatürk biyografisinde şunları yazmıştı: “Mustafa Kemal’in din bahislerinden hoşlanmadığı söylenirdi. Halbuki benimle bu konuya dair gayet serbest ve uzun uzadıya konuştu. Bütün Türkler kendi kendilerine okuyup anlayabilsinler diye Türkçeleştirmiş, Kur’an gibi büyük bir kitabın kapılarını ardına kadar açmıştı. Fevzi Paşa 22 gün 22 gece fasılasız devam eden Sakarya Savaşı boyunca bir tek defa bile namazını ihmal etmemişti, Tanrı’ya dualarını sürdürmüştü, bu ağırbaşlı cesur komutan askerlerinin moralini yükseltmek için mevziden mevziye dolaşarak, erlerine Kur’an’dan parçalar okumuştu. Aynı derece soğukkanlı ve savaşta bir an bile cesaret ve azmini kaybetmemiş olan İsmet Paşa da Fevzi Paşa gibi dinine yürekten bağlı bir Müslümandı. Bu iki dindar komutan, Mustafa Kemal’in en yakın iki generaliydi.”

Sakarya Savaşı’nın en kanlı günleriydi.
Çadırında harita üzerinde çalışıyordu.
Yaverine emretti, “çok acele Fevzi paşa’yı çağır” dedi.
Yaver Muzaffer Kılıç atına bindi, dörtnala Fevzi Çakmak’ın çadırına gitti, içeri girdiğinde paşa’yı yüksek sesle Kur’an okurken buldu, sırtı kapıya dönüktü. Ne yapacağına karar veremedi, seslenmedi, geri döndü, durumu anlattı.
Mustafa Kemal “dokunma” dedi…
“Kur’an okurken rahatsız etmeyelim.”

Kurtuluş Savaşı boyunca emrindeki paşalarla birlikte, hafızlara Kur’an okutup dinlerdi. Hatıra defterinde tarih tarih notlar vardı.
“9 mart perşembe, İsmet paşa geldi, evvela yemek, sonra ertesi günün hareketi kararlaştırıldı, ondan sonra hafıza Kur’an okuttuk.”
“10 mart cuma, İsmet, Yakup Şevki ve Selahattin paşalar gelmişlerdi, beraber yemek yedik, hafıza Kur’an okuttum.”
“17 mart cuma, karargaha avdet, saat 8’e kadar yalnız kaldım, Mustafa Abdülhalik bey geldi, hafıza Kur’an okuttuk.”
“20 mart pazartesi, İsmet paşayla beraber bize geldik, Fahrettin paşa ve erkan-ı harbi yemeğe davet etmiştim, hafıza Kur’an okuttuk.”

Mevlevi felsefesiyle ilgiliydi.
Harp okulunda öğrenciyken Selanik’e izne geldiğinde mutlaka mevlevihaneye gider, sema izlerdi.
Sema sırasında Tanrı’ya dönerek yaklaşmayı “Türk dehasının bir ifadesi” olarak görüyordu.
1923’te Konya’da mevlevihaneye uğradı. Ziyaretçi defterine “Türk medeniyetinin ana kaynaklarından biri” diye yazdı.
Mevlana’yı “büyük reformist” olarak nitelendiriyordu.
Ancak, Mevlana’nın oğlu sultan Veled’i babasından bile üstün görüyordu. Çünkü “eserlerini Türkçe yazdı” diyordu.

1919… Sivas Kongresi’nden sonra Ankara’ya giderken, güzergahı bizzat belirlemiş, Hacıbektaş’ta konaklamıştı.
Böylece, Osmanlı’nın yüzyıllardır Alevilere karşı yürüttüğü yok sayma, baskı ve kırım politikasını tarihe gömmüştü.
Cemalettin Çelebi tarafından ağırlanmış, Cem töreni izlemişti.
Dedebaba postunda oturan Salih Niyazi Baba’yı ziyaret etmişti.

En yakın adamlarından olan Kılıç Ali’nin asıl ismi Asaf’tı.
İlk tanıştıklarında özgeçmişini incelerken, Asaf’ın üstünü çizmiş, nüfusa kayıtlı olduğu Beşiktaş’taki Kılıçali semtinin de altını çizmişti.
“Artık Asaf masaf yok, sadece Kılıç Ali var, malumundur ki Hazreti Ali’nin diğer ismi Kılıç’tır, hem de Allah’ın keskin kılıcı… Böyle bir birleşme olur da insan başka ismi nasıl taşır?”

1926… Mekke’de İslam kongresi toplanacaktı. Türkiye Cumhuriyeti de davet edilmişti. Ankara’nın delege gönderip göndermeyeceği tüm dünyada merak konusuydu.
Mustafa Kemal hiç tereddütsüz “elbette katılacağız” dedi.
İstanbul milletvekili Edip Servet Tör’ü çağırdı.
“Mekke’ye gidip bizi temsil edeceksin, Türksün ve Müslümansın, Türklük Müslümanlığın öncüsü ve kılavuzudur, Müslüman milletleri medenileşmekten alıkoyan batıl itikatları yıkmak için Mekke’ye şapka ile gireceksin, kara taassup seni parçalamaya bile kalksa, başını vereceksin, fakat eğilmeyeceksin” dedi.
Mesele tabii ki şapka değildi…
Bağnazlığın dayatılmasına, din’le alakası olmayan konuların sanki din kuralıymış gibi kabul edilmesine karşı tavır koyuyordu.
Mekke’de şapkayla dolaşılması yasaktı, hayal bile edilemezdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kararı dünya çapında haber oldu.
Ve, Edip Servet Tör, Mekke’ye şapkayla girdi.
Herhangi bir sorun yaşanmadığı gibi, tam tersine, dünyadaki tüm Müslüman ülkelerin en çok itibar gören delegesi oldu.

Manevi kızı Nebile’ye yasin okuturdu.

Ezan dinlemeyi çok severdi.
1928… Mithat Cemal Kuntay hatıra defterine şu notu düşmüştü: “Uzun bir gecenin sabahında, güneş doğarken çok müstesna bir hadise oldu. Gazi, manevi kızından rica etti, Nebile hanım sandalyenin üstüne çıktı, sabah ezanı okumaya başladı. Bir ara baktım, Nebile hanımın ses damlalarına gözyaşı damlaları karışıyordu, Gazi ağlıyordu.”

Rahmetli olduğunda, vasiyetnamesi dışında kalan bazı değerli eşyaları iki kasa içinde Ziraat Bankası’na teslim edilmişti.
Bu kasalar Anıtkabir’e aktarılmak üzere 1953 yılında açıldı.
Değerli taşlarla süslü ağızlık, sigara tabakası, kol düğmesi, saat gibi eşyaların yanında, Ayet-el Kürsi’nin yazılı olduğu pirinç tanesi çıktı.

Mustafa Kemal hakkında uydurulan en vahim yalanlardan biri, “dinsiz olduğu, din düşmanı olduğu, dindarlara baskı yaptığı” yalanıdır.
Nesilden nesile tekrarlanan, sürekli gündemde tutulan bu yalanın kaynağı, Mustafa Kemal’in bileğini bükemeyen emperyalizm’dir.

Din düşmanı gibi göstererek halkın gözünden ve gönlünden düşürmeyi amaçlayan algı projesi, zannedildiği gibi vefat ettikten sonra değil, Mustafa Kemal henüz hayattayken başlatıldı.
Lozan Antlaşması imzalanır imzalanmaz, devreye sokuldu.

Ortadoğu uzmanı Alman diplomat Kurt Ziemke, 1930 yılında yazdığı “Yeni Türkiye” isimli kitabında, İngiliz projesini şöyle anlatıyordu:
“Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya ve Türkiye mahvolmuştu, her iki ülke de teslim olmak zorunda kalmışlardı.
Türkiye’de Türk milli mücadelesinden sonra Kemalizm’in temel prensipleriyle Türk milli devleti oluşturuldu.
İngilizler Musul’da hedeflerine ulaşmak için bir yandan Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere destek verirken, bir yandan Kemalist akımın yayılmasını engelleyecek önlemlere başvurmuşlardı.
Yapılması gereken, Kemalist Cumhuriyet’in hem din düşmanı, hem Kürt düşmanı olduğu temasını ortaya atıp, işlemekti.”

Ve dün, 30 Ağustos’ta…

Diyanet işleri başkanlığının cuma hutbesinde, Mustafa Kemal Atatürk’ten, silah arkadaşlarından tek kelime bile bahsedilmedi.

Diyaneti yöneten zihniyet, 30 Ağustos hutbesinde lafı uzun uzadıya eğip büktü, “vatan” dedi, “zafer” dedi, Mustafa Kemal Atatürk diyemedi.

Ben hiç eğip bükmeden söyleyeyim bari…
Bu diyanet, Türk milletinin diyaneti olamaz.
Emperyalizmin adeta ayakta alkışladığı bu diyanete karşı, tıpkı Börekçizade Rıfat gibi, yurtsever din adamlarımız tarafından Anadolu fetvası verilmesi lazım.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/ayet-el-kursi-yazili-pirinc-tanesi-5308974/