Sen ne dersen de dünya şahit dünya

Sen ne dersen de be Zübük, dünya biliyor gerçekleri…
Ya sen ne adi bir yaratıkmışsın böyle ne adi ne yalancı…
Tabi senin için yalan söylemek kolay, karşındakiler, sana inanlar…
G.t kılı, haliyle g.tün yanakları ne tarafa hareket ederse kıllarda o tarafa yatacak(!)

Dünya âlem biliyor ki Katar, IŞID hamisi…
Eh sende paytak TIR’la IŞID’a silah yollayayım derken yakalandın…
Tarumar ettin ortalığı yakalanınca…
Derdest ettin, beter ettin, pişman ettin yazanları, bu ayıbı duyuranları…
Paytaksın oğlum kabul et, beceriksiz p.zevengin teki…
Yedmedi…
Adi bir yalancı, hırsız ve üstelik bilmem nemin başı!

Diyorum ya >>> TEK <<< derdimiz Katar

Ulan g.t kılı, gör, gör de utan…
Mehmetçik senin, benim, onun evladı…
Arap çöllerinde, ne işi var onların orada?

Kandil dururken…
PKK ülkeye komşu olmuşken, ne işi var Mehmetçiğin Arap çöllerinde?
Ulan g.t kılı, gör, gör de utan!

Türk Silahlı Kuvvetleriymiş, Kemalin askeri…
Duyda inanma…
FETÖ veya AKTÖ daha doğrusu Tayyip’in ordusu dense daha doğru olur…
Tayyip Silahlı Kuvvetleri açıklama yapmış, üç kişilik keşif kolu göndermiş Arap’a…
PKK’ya komşu olmuşken, Kandil dururken…
Mehmetçik Arap yarımadasında…
Ulan g.t kılı, gör, gör de utan!

Dün yazım, haber şimdi geldi

Tanrıma sığındım diye, O hep benim ve sevdiklerimle diye yazdım…
Belki inanmayacaksınız ama ben buna yürekten inanıyorum…
Allah…
Yüreğine bakıyor kulunun, niyetine.

Yazdım…
Başa gelir en akil almaz şeyler diye…
Ve yine Mevla’m beni korur!

İlahî adalet…
Atılan iftiralar, söylenen yalanlar, edilen tüm zulümlere rağmen…
Hak yerini buluyor, göreceksiniz…
AK Saraylarda oturanlar, hırsızlar, yalancılar…
Onlar bile gün gelecek hesap verecek…
Tek derdim kaldı artık ki bu dert >>> kurtulduğum <<< derde bin bastı…
Hatta milyon diyebilirim…
Yine Allah’ıma sığınıyor, gece gündüz ona dua ediyor, ondan yârdim diliyorum…
Allah cümlemizi ama özellikle evlatlarımızı korusun!

Bana ne ondan bundan, ben bakarım sevdiklerime, kalbimde olanlara…
Bundan böyle vatan -millet Hak getire, yazdım binlerce sayfa, yalvardım, yakardım…
Söze değer vermeyene, laf anlamayana…
Kendi düşen ağlamaz diye…
Bakmayacağım bundan sonra kimsenin gözünün yaşına…
Bundan böyle bana ne!

Yine de umutlarımı tüketmek istemiyorum, insana olan güvenimi yitirmek istemiyorum…
Özellikle Türk’e olan inancımı, Anadolu medeniyetine!

Neden biliyor musunuz?
Atatürk gibi bir insan güvendi bu millete, elbette…
Elbette gün gelecek ve görecekler eğriyi ve dogruyu, görecekler, uyanacaklar biliyorum…
Eminim bundan, emin.

Ağlamayan çocuğa meme vermezler

İnsanız dostlar, sadece insan…
Her ne kadar siyasette, renklerde ve zevklerde birbirimizden ayrılsak ta…
Dertlerimiz, tasalarımız bir yerde ortak…
Mesela maddiyat!

Kardeşin arabası sigorta olarak üzerimde…
Kondisyonlarım daha cazip…
Full kaskoydu arabası, halliyle nakit para demek, “Ağabey değiştirimisin” diye sordu, O benim adıma yapamaz ya…
Haliyle hemen telefon ettim, masraf yâri yarıya indi…
Hadi dedim diğer sigortaları da bir kurcalayayım, sordum…
Yeni tarifeler varmış, belki inanmayacaksınız, sigorta kapsamı ayni kalmakla birlikte ücretlerde bayağı bir tasarruf ettim. BILGILERINIZE…
Arada bir sormakta, kurcalamakta fayda var, özellikle sigortalarda!

Not:
Kardeşin sayesinde bir sürü tasarruf yaptım AMA…
Bakin burası çok önemli, sigortacı dedi normalinde bir tarifenden diğerine ancak 2018’de…
Efendi gibi rica ettim, takdir hakki, hani bazen yazarım ya bu konuda…
Ricamı yerine getirerek bu seneden itibaren indirime gitti.

WannaCry

Dostlar…
Lütfen bu uyarımı >>> çok <<< ciddiye alin…
Geçen ay dünyayı dize getiren kurdun adı bu…
Her türlü elektronik cihazınızı güncellemeyi ihmal etmeyin…
Bilgisayarlarda sistemin yani sıra yazılımlarınızda…
EN KÖTÜSÜ…
Üreticilerin kendi ürünlerinden haberdar olmaması…
Bu yüzden yapabileceğiniz TEK ŞEY sistemleri güncel tutmak, önemli bilgileri yedeklemek ve apayrı bir yerde güvencede tutmak, şansınıza güvenmek.

Tehlike geçmedi, türevleri piyasada…
Biliyorum söz vermiştim, yeminle sözümü yerine getireceğim…
Can evimden vurdular beni dostlar, can evimden…
Yüreğimin ta ortasından…
IKI TANE dert ki Allah cümlemizi böylesinden koruya…
Altında mı kalacağım, yoksa altından çıkabilecek miyim henüz beli değil…
Kafayı toparlayınca, sözüm söz…
Diren Türkiye’mi yazacağım.

Baron

Ün, unvan, makam…
Para…
Umurumda mı dünya?
Gerektiği kadar yeter bana…
Zaten azı dert, çoğu bela!

Güzellikte kardeşim, güzellikte…
O bile bela olabilir insana…
Zarafet, nezaket, terbiye, saygı, bilgi ama doğrusu, ahlak güzelliğin güzelliği…
Eğri bacadan duman neden düz çıkar ki?

Ölüm hak, miras helal…
Bugün salı ya Konuşuyor devletin bahçesi, dem vuruyor milliyetçilikten, ahlaktan…
Bunların hepsi miras yedi, atalar ki kan bahasına, alın teri, el emeği, göz nuru ile kurmuşlar bu devleti…
Gelir p.çin birisi…
Satar, savar, pazarlar(!)

Geldi bir kez başa bela…
Akılsız başa ceza…
Ne yapmalı ne etmeli ki bu mirasyedileri, p.zevenkleri topluca asmalı?

Her konuda olduğu gibi bu konuda da bilgi…
Samimiyet, azim getirir bereketi…
Gel seninle tee birinci dünya savasını anımsayalım, oku bak ne anlatacağım sana…
Kırmızı Baron lakabını takmışlardı ona…
Cesur, yürekli ve kabiliyetli bir savaş pilotu, Alman, düşmanın korkulu rüyası…
Girdiği her “düellodan” zafer ile çıkan…
Şövalye misali, evet şövalye, bir baron ki bu lakabı düşmanları ona taktı…
Saygı!

Bir ilkesi vardı…
Onu zaferden zafere koşturan…
Kol uçuşu veya formasyon uçuşu diye anılan, namı diğer disiplinin ta kendisi…
İlkesi…
Hangi koşullarda olursa olsun tek başına düşmana saldırma…
Bozuk para gibi harcarlar seni…
Hani bir elin nesi, iki elin sesi var ya…
O misal…
Neler yapılmadı ki onu öldürmek namına, ne cabalar sarf edildi…
Yok, yok, yok ölmedi!

Manfred von Richthofen…
Kısacası…
Namı diğer kırmızı Baron, yine kırmızı olan uçağına bindi…
Kendi ilkesini hiçe saydı, saldırdı ve öldü!

Tek, tek mücadele veriyoruz bu kahpe zihniyete karşı, tek tek…
Ve avlanıyoruz dostlar, vuruyorlar bizleri…
Bilmem anlatabildim mi?

Not: gün gelecek herkes bir yerlerde, birilerine hesap verecek…
O güne kadar sağlıcakla kalın, esen kalın, umutlarınızı yitirmeyin…
Diren Türkiye’m, diren!

Aşkın Nur Yengi’nin sevdiğim bir parçası…
Hesap ver!

Allah o kadar büyük ki

Allah’ıma sığındım…
Benim için maddi – manevi büyük yıkım…
Hani çalışabiliyor olsam maddiyat umurumda olmaz ama ya bunca yalan, böylesine riya…
Maneviyatım…
Yerle bir olsa da…
Başa gelen çekilir, ben Allah’ıma sığındım!

Küçücük bir dünyam var…
Sevdiklerimle, kalbimde olanlarla sınırlı, inandıklarım, ilkelerim…
İnsan bildiklerim…
Sevdiklerim, BENIM olanlar ve Mevla’m…
Başa gelen çekilir, ben Allah’ıma sığındım!

Alın yazısı, kader – kısmet değil bu, sadece bir kâbus, adeta karabasan bir bela…
Başa gelen çekilir, ben Allah’ıma sığındım…
Çünkü biliyorum, O hep benim ve sevdiklerimin yanında!

Ulan hergele

Yok sulu gözlüden bir farkın…
Hani vardı ya kozmik oda…
Hepimiz aynı tornadan çıkmışsınız be…
Ya bu kadar yüzsüzlük bu kadar namussuzluk bir insanda toplanabilir, bir insan bu kadar soysuz olabilir mi?

Haliyle ustaya bak sen…
Yani var ya kaptan, gir banyoya, yat küvete…
Koy ördekleri, gemicikleri yanına yüzdür dur, oldun kaptan…
O hesap ustan pis bir hırsız hem de sözde uzun boylu olursa…
Çıraklarda benzer çirkef olacaktır elbette!

Numan aman anam…
Sen hiç istifini bozma yaman…
Yalana devam, beraber yürüyorsunuz bu yolda, durmak yok yola devam.

Kontrolü darbe kardeşim kontrollü darbe…
Demedi mi zibidi “Allah’ın lütfu” diye…
Emine bacak açar, O domalır gücün önünde…
Ne istediniz de vermedik diye!

İki yüz bilmem kaç tane g.t kılı öldü diye yaygara yapma…
Kefen giyip gösteri yaptıklarını unutma!

Orada varsa şehit…
Gerçekten şehit…
Koyun gibi boğazına bıçak dayanıp kesilen Mehmetçiktir!

Yetmedi mi ulan kahpeler…
Yetmedi mi…
S.ktiniz milleti, doymak bilmek nedir bilmez misiniz siz?
Yüzsüzler, arsızlar, dürzüler…
Allahtan korkmaz, kuldan utanmaz namussuzlar!!!

Ayaktakımı, her biri birer Kasımpaşalı

Deveye sormuşlar “boynun neden eğri?”
Devenin cevabı: Nerem doğru ki!
“Bizim” zibidi, zübük…
Banker ve vatan haini Recep…
Katar ile uğrasa dursun çünkü ülkemizin “tek” sorunu Katar…
Oku bak Tayyipistanda, sözde Müslüman hıyarın yine sözde yönettiği yerde neler oluyor…
Okumanızı tavsiye ederim, tüylerim diken diken oldu!

Okuduktan sonra…
İsterseniz Putin belgeselini izleyin, dört bölümden oluşuyor…
Yazmıştım…
Ha Erdogan şerefsizi, soysuzu ha Trump…
Putin, onunda bazı yönleri var tasvip etmediğim ama hem bir yerde “gerçekten” lider, hem erkek bence. En azından bu ikisiyle kıyaslandığında, kesin öyle!

Gitti „dünya lideri“ Putin’in g.tünü yaladı ya, hatırla…
Anla!

Sayın Çölaşan yazdı…

Hapishane çocukları

10 Haziran 2017
Sevgili okurlarım, CHP milletvekili Gamze İlgezdi, anneleriyle birlikte cezaevlerinde kalmakta olan 0-6 yaş arasındaki çocuklarla ilgili ilginç bir araştırma yapmış.
Adalet Bakanlığı’nın resmi verilerine göre bu “Hapishane çocuklarının” sayısı 560.
Hepsi de o karanlık ve havasız koğuşlarda anneleriyle birlikte yatıp kalkıyor. Araştırmada şu hususlar vurgulanıyor:
– Bu durum ceza infaz sisteminde karşılaştığımız en can yakıcı sorunlardan biridir.
– Çocuklar doğdukları andan itibaren annelerinin cezasına ortak olmakta, çocukluklarını yaşayamadan yetişkinliğe adım atmaktadır.
* * *
Araştırmada şu sonuçlara varılıyor:
– Cezaevlerinde birden fazla çocuğu ile kalmakta olan anne mahpus sayısı 44.
– Çocuklu anneler koğuşlarda dışlanıyor. Birçok mahpus, koğuşta çocuk sesine tahammül edemediği için çocuklu annelerle kalmak istemiyor. Sürekli “Sus” denilen, konuşmasına izin verilmeyen ve korkutulan çocukların bir bölümü konuşmayı öğrenemiyor, dertlerini işaretle anlatmaya çalışıyor.
– Çocukların koğuşlarda beslenmesi çok önemli bir sorun. Cezaevi yönetimleri çocuklar için ayrı, onlara uyacak yemek çıkarmıyor. Ayrı ekmek hakları bile yok. Annelerine verilen ekmekle yetinmek zorundalar. Dengeli beslenmeleri mümkün değil.
– Sayılı olarak verilen tatlı, börek, meyve gibi gıdalarda da çocuklar yok sayılıyor. Ayrıca çocuklara uygun çatal kaşık verilmiyor. Büyükler için verilen çatal kaşığı kullanmak zorunda kalıyorlar.
* * *
– Çocuklar oyuncaksız büyüyor. Koğuşlara dışarıdan oyuncak getirilmesi yasak. Özellikle kreşe alınmayan 0-3 yaş arası çocukların hiçbirinde oyuncak yok. Kreşe sadece 4-6 yaş arası çocuklar gidebiliyor.
– Çocuklar kreşe gidip gelirken bile x-ray cihazlarından geçmek zorunda bırakılıyor. Ayakkabı veya tokalar sık sık ötüyor, yeniden üst araması yapılıyor.
– Koğuş aramaları çocukların gözleri önünde yapılıyor. Çocuklar da aranıyor.
– Çocuklar doktora anneleri yanlarında olmadan götürülüyor.
– Koğuşlarda çocuklar için yeterli hijyen, havalandırma ve ısı koşulları sağlanamıyor. Bu nedenle hastalık olayları çok sık gerçekleşiyor.
– Koğuştaki kadınların revir günü ve saati dışında, hasta da olsalar revire götürülmeleri yasak. Bu husus acil vakalar dışında çocuklar için de geçerli. İlaç yazılsa bile iki gün sonra getiriliyor.
– Cezaevlerinde sürekli doktor yok. Bazı işlemler sonrasında hastaneye sevk edilen çocukların, anneleriyle birlikte gitmesine izin verilmiyor.
* * *
– Çocukların yok sayıldığı diğer bir olay ise koğuşlardaki yatak durumu. Çocuklar anneleriyle bir tek kişi sayılıyor ve onlara ayrı yatak verilmiyor. Anneleriyle aynı dar yatağı paylaşmak zorundalar. Oysa bir çocuk, eşyaları ve gereksinmeleri nedeniyle bir büyükten daha fazla yer kaplıyor.
– Emekleme çağında olup da, emeklemeyi bile öğrenemeyen çocuklar var. Fiziksel gelişimlerini tamamlamayan bazı çocuklar koğuşta üç yaşına geldiğinde, yürümekte zorlanıyor.
– Çocuklara ayrı yatak ve ayrıca ekmek vermeyen cezaevlerinde onların çamaşır sorunu da ayrı bir dert oluyor. Çocuk çamaşırlarının yıkanması ciddi sorun yaratıyor.
* * *
– Cezaevindeki erkek çocuklar ise hemcinslerinden uzakta, sadece kadınların arasında yaşıyor. Onlar infaz koruma memurları dışında hiçbir erkek görmüyor ve tanımıyor. Bu durumda ortaya cinsel kimlik bunalımı çıkıyor. Kadınları taklit ettiği görülen erkek çocuklar ağda, makyaj, süslenme gibi eğilimlere kapılıyor.
– Çocuklar bulutlara ve gökyüzüne hasret büyüyor. Kapalı cezaevlerinde anneleriyle birlikte kalan çocuklar duvarların gri rengi ve dikenli teller altında yaşıyor.
– Sadece kadınları görüyorlar.
* * *
Gamze İlgezdi’nin bu çarpıcı raporu şu önerilerle sona eriyor:
“Bu gibi durumlar, koğuşlarda anneleriyle birlikte yaşamak zorunda bırakılan çocukların dış dünya ile tanıştıklarında korkmasına, uyum sorunu yaşamasına neden oluyor.
Devlet ille de küçük çocuklu kadınları hapsedeceğim diyorsa, bebeklerin ve küçük çocukların fizyolojik ve zihinsel gelişimini sağlıklı sürdüreceği bir ortam oluşturmalı.
En önemlisi, çocuğun kreşe gitmesi imkânı sağlanmalı ama bu kreşler mutlaka hapishane dışında olmalı.
Koğuşlarda oyuncak sınırlaması kaldırılmalı.
Çocuğa babasıyla uzun sürelerle, ama annenin de var olacağı ortamlarda açık görüş imkânı sağlanmalı, hatta bu durum hapishane dışında yaratılmalı.
Bir başka öneri ise, çocuklu kadınlara göre dizayn edilecek yeni cezaevleridir. Çocukların koğuşlarda farklı suçlardan ceza almış ve ruh halleri bozuk olan yüzlerce kadının arasında büyümesi yerine, çocuklu annelerin olduğu cezaevlerinde, onlara ev ortamını aratmayacak yaşam koşulları sağlanmasıdır.
* * *
Evet, araştırma özetle böyle… Şimdi hiç kimse “Aman canım, bu çocuklar 560 kişiymiş, önemli bir rakam değil” demesin.
Yeni doğmuş bebeklerden tutun da daha büyük yaşlarda cezaevi çocuklarından söz ediyorum.
O koğuşlarda kendinizi “Anne” olarak düşünün.
Bebeğiniz ağlıyor ve koğuştan “Sustur şunu” diye tepkiler geliyor… Bazen bu yüzden kavgalar çıkıyor.
Ve ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz.
Çocuğunuz yeterli beslenemiyor.
Erkek çocuklar kadınların arasında yaşadıkça farklı cinsel eğilimlere sürükleniyor.
Cezaevlerinde anneleriyle yatmak zorunda kalan “Hapishane çocukları”, üzerinde hiç durulmayan ve kimsenin bilmediği acı Türkiye gerçeklerinden biri.
Gamze İlgezdi bu konuyu ilk kez gündeme getiriyor.
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/emin-colasan/hapishane-cocuklari-1888410/

Putin belgeseli: