Wissen ist Macht! Nichts zu Wissen macht auch nicht!???

Bir Alman özdeyişidir…
Hayatımda yaptığım yanlışları, hataları art arda sıralasan…
Buradan aya köprü olur…
Kimisinin bedeli ise o kadar ağır oldu ki bu yükün altında ezildim…
Hala eziliyorum!

Ölüm her şeyin bitmesi mi, yoksa yeni bir başlangıç…
Veya…
Eskinin başka bir boyutta, âlemde devamı, yaptıklarının, işlediği günahların, sevapların faturalandığı yer mi bilmiyorum. Bildiğim…
Ne bedenen ne ruhen ben bu yükün altından kalkamıyorum. Dün kardeş geldi…
Çok evvelsi evlat…
Hala karşılarında eski Önder var sanıyorlar, görmüyor, anlamıyorlar ki ben artık yokum…
Ben bitmişim!

Bir kahvem vardı…
Türk kahvesi, günde, ama en azından sabahları duble olmak üzere 2, bildiğimiz fincan değil, ecnebi kahve fincanı, gün içeresinde en azından on, on beş tane daha…
İçemiyorum…
Midem, günlerden beri ya papatya veya nane çayı, bir fincan kahveyi dahi mide kaldırmıyor artık.

Özüne sadık kalmak şartı ile…
Friedrich Nietzsche deyimi ile; kaybettikten sonra insan anlar neyi kaybettiğini, kaybettiğinin değerini(!)

Demişimdir benim için değerli olana…
Zamanında…
Friedrich Nietzsche, deli pezevengin teki. Bencilliğin babası…
Deli olmasına rağmen, ki resmen deli, Onu okumaktan öte, sözlerini yüreğinde his etmeli…
Ancak bir deli, delinin dediğini anlar ve yüreğinde his eder. Papağan olma…
Beğensen bile sözlerini, düşüncelerini…
Onu yüreğinde his edemedikten sonra, içinde, ruhunda canlandırıp yaşatamadıktan sonra…
Anlamadıktan sonra…
Hiçbir kadri, kıymeti yok bu sözlerin.

Söz mü, laf mı bilemedim…
İşsizlik sayıları açıklandı yine, resmi…
Tayyip istatistikleri, buna göre ki duyda inanma “genç işsizliği” dışında, ülkede…
Durum vaziyet normal, asayiş berkemal, idare eder yani…
Kendi dışında herkeste yanlış gören, tek doğru olan, mutlak gerçek kendisi…
Hazırlanıyor zibidi…
Yandan fırlama, p.zevengin teki, önündeki seçimlere, metal yorgunluğu, pazarlamadan sorumlu…
Vatan ve millet haini…
Ama ne hazırlık, bu sabah izledim bir belgesel, Hitler Almanya’sı…
Alkışlar eşliğinde batıyor devletler, hayaller, milletler…
İnandıkları için, güvendikleri için bu alkışlar…
Bilgi…
Sağduyu, hoşgörü, gerçekleri görebilmenin önemi ve ille gerekliliği. Dedim ya hatalarım, yanlışlarım. Canlıma verdiğim değerin aynısını ölmüşlerime de gösteririm. Elden geçirdim mezarlığı…
Haliyle senede ancak bayram, seyran gidebiliyorum yanlarına, mezarlar çok kötü kirleniyor, neler denemedim, adam tutum, olmadı. Üzerlerine bastılar, öldürecektim neredeyse, İnsan…
İle kendi yapmalı. Mezarcı değil mi?
Sözde bilir kişi, verdi bir “ilaç”. Temizledim, mis gibi…
Ertesi gün, anneciğim bu ne??????????
İzler kaldı, delireceğim, kafayı oynatmama ramak kaldı. Gittim, ağabey söyle böyle…
Elimi kana bulayacağım, kaçtım oradan, bir daha da gitmedim.

Dün burada gittim mezarcıya, Alman…
Bana vereceği ilacın maddi değeri, 17 Euro. Dikkat…
Allah razı olsun adamdan, yeminle, bir – iki saat oturdu dinledi beni, numune taşı inceledi, düşündü…
Elinde yokmuş, sipariş verdi, bugün alacağım…
Alt tarafı 17 Euro, AMA insan ve öyle sanıyorum ki bilirkişi(!)

Demek istediğim…
Arkadaş, otur düşün…
Güvendiğin dağlara bile…
Kar yağabilir!

Sen sen ol ne insanlığını yitir ne Allah’ın sana verdiği aklı kullanmaktan çekinme…
Ne geliyorsa başa, bilgisizliğimizden, cehaletten geliyor. Bilgi…
Gerçekten gerekli!

Sevilir azizim, sevilir…

Kazıdıysan yüreğine, kalbin onun için çarpıyorsa…
Uzakta olsa da…
Görmesen de görmeden de sevilir…
Bu…
Vatan için de kadın için de geçerlidir!

Nasıl ki…

Kadın…
Yedisinde de yetmişinde de kadınsa…
Erkekte kardeşim…
Yedisinde de erkek, yetmişinde de!

NOKTA

Kınama beni…
Arı bensem, bizlersek…
Sen de sizlerde birer çiçek…
Ah O petekler yok mu O petekler, O güzel çiçekler…

Eller o güzel yanaklara dokundukça, değdikçe ten tene…
Vardıkça insan kirazların tadına…
Dolar avuçların içi gül yapraklarıyla…
Kokusu…
Siner kalbe, kazır adını yüreğe ve akla.



Yaşta daha 52 ama bilmiyorum

Eski bir atasözüdür:
“İhtiyarlar, uyuya uyuya ölürmüş”

Yolcu yolunda gerek, elim ayağım kalkmıyor…
Gözlerimi zorla açık tutuyorum…
Başım resmen yastık istiyor, yattığımda…
Kafamın içi harıl harıl, gözelerimi yummam lazım, belki bir kuş uykusu, beş – on dakika…
Hiç halim yok, parmaklarımı oynatmaya hal yok…
Yapmam, bitirmem gereken daha çok şey var, güç yok, takat…
Kabullenemiyorum bir türlü bu halimi, galiba tüm sorun burada yatıyor, hala eski Önderi arıyorum.

Hırsızlar kol geziyor yurtta…
Yok sadece büyük hırsızlar değil, bildiğin hırsızların sayısı da çok arttı…
Ülke hapishanelerinde yer kalmadı…
Balık istifi gibi, konserve…
Eve barka…
Bildiğin alarm sistemi, hırsızda biliyor karşı önlemi…
Tasarladım bir tane, imal etmeye başladım, 160 db…
Bir uçağın ortalama kalkış gürültüsü 140 db civarında…
Gecenin bir karanlığında ölüyü hortlatır.

Plan, proje benim. Benim dışımda kimse bilmiyor nasıl çalıştığını…
Tuzaklaması bol, aldatmacası…
Loto tutturması gibi şans olması lazım herifte, doğru bağlantıyı bulması…
Üstüne bir ışık, “kör” eder insanı.

Yok zaman kalmadı, bitiremedim…
Neden ölemiyorum, bu işkenceyi çekiyorum, bir türlü anlamıyorum.

Osman Ağa…
Bademler gitti Sırbistan’a et almaya…
Adamlar bir Osman Ağa şarkısı söyledi “bizimkiler” dört köşe…
Domaltan, domaltana…
S.ken, s.kene…
Bu sabah haberlerde, peynir öyle bir pahalanmış ki yiyebilene aşk olsun…
Katık eder bizim fakir fukara bir lokma ekmeğe, zeytin ve peynir…
Artık zengin sofrasına laiktir, AK Saraylara yaraşır.

Artık benden bir şeyler duymazsanız…
Iki gün içeresinde, yokkk…
Yaramazlık peşinde değilim, hele dilber dudağı peşinde hiç değilim…
😊
Tatlı kardeşim tatlı, anlasana…
Hem öyle hem böyle…
Ya takıldım gümrüğe, tıktılar içeriye veya…
Ah keşke…
Eşek cennetindeyim, belki hurilerimle birlikte(!)

Sevdiceğime not:
Yok be kızım, neyleyim 70 küsuru…
İlk göz ağrım zaten bekler beni…
Senin deyiminle…
Yanımdaki…
Ve tabi sen bir tanem, son göz ağrım, son kalacak olanım…
Demedim mi ben sana…
Gönül bahçemde üç çiçek açacak diye…
Elbette gülüm elbette.

Çoktan okumadıysanız, MUTLAKA okumalısınız

Yılmaz Özdil yazdı

Karaoğlan
Asrın liderimiz şimdi de kafayı Bülent Ecevit’e taktı, “poposunu trabzana dayayan” ABD başkanının karşısında el pençe divan durduğunu filan söyledi.
*
Halbuki…
*
Ecevit, Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra toprak kazandıran tek liderdi. Asrın liderimiz döneminde vatan toprağı terkedildi.
*
Ecevit Kıbrıs fatihiydi. Asrın liderimiz döneminde Ege’deki adalarımıza Yunan askeri oturdu, mangal yapıp, anıt dikiyorlar.
*
Ecevit, ABD ambargosunu falan tınlamadı, Kıbrıs’a çıkarken ABD ordusuyla vuruşmayı göze aldı. Asrın liderimiz döneminde aynı ABD kafamıza çuval geçirdi.
*
Ecevit, Amerikan vatandaşını milletvekili olarak TBMM’ye sokmadı. Öbürü, aynı Amerikan vatandaşını TC’ye büyükelçi yaptı.
*
Ecevit tüm zamanların en kibar başbakanıydı, herhangi bir yurttaşa hitap ederken “sayın”sız cümle kurmazdı. Asrın liderimiz “ananı da al git, kelle, vampir, insan müsveddesi, ölü sevici, siyasi sapık, boyunları tasmalı, sürüngen, ayyaş” falan diyor.
*
Ecevit mütevazı makam aracı kullanırdı, aracın mutlaka yerli malı olmasına özen gösterirdi, kırmızı ışıkta asla geçmezdi, yedi defa suikaste uğramasına rağmen zırhlı araca binmedi. Asrın liderimiz beş tane uçak aldı, sarayda ikisi limuzin, 28’i jip, 268 araç var, sokağa çıktığında şehrin trafiği durduruluyor, beş bin polisle geziyor.
*
Ecevit ömrü boyunca üç oda bir salon mütevazı evde oturdu. Asrın liderimiz bin yüz küsur odalı saray yaptırdı.
*
Ecevit Robert Kolej mezunuydu, mükemmel İngilizce konuşurdu. Öbürü imam hatip mezunu, Arapça dersinde 10 üzerinden anca üç alıyordu, kanaat notuyla ite kaka geçiyordu.
*
Ecevit şairdi.
Öbürü heykel yıktı.
*
Ecevit “elele büyüttük sevgiyi” diyordu şiirinde… “Birlikte öğrendik seninle, avcumuzda yüreği çarpan kuşa sevgiyi / elele duyduk kumsalda, denizin milyon yılda yonttuğu taşa sevgiyi / tırtılları tanıdık seninle baharda, tırtılken daha sevmeyi öğrendik / sevgiden üreyen kelebeği, toprağı evimiz gibi sevdik seninle, birlikte sevdik kuru toprakta, ev küren köstebeği / köstebeğinden toprağına taşına, tırtılından kelebeğine kuşuna, elele sevdik bu dünyayı, acısıyla sevinciyle sevdik, yazıyla kışıyla sevdik / köy-köy, ülke-ülke, gökler gibi sardı dünyayı, yağmur gibi sızdı dünyaya, dünya kadar oldu sevgimiz / elele büyütüp elele derdik, elele derip insana verdik, verdikçe çoğalan sevgimizi” diyordu. Öbürü çakma dombıra.
*
Ecevit çiftçi dostuydu, bizzat çiftçi bir kadın ona “Karaoğlan” lakabını takmıştı, haşhaş üretimi dahil, Batı’nın Türk tarımına müdahale etmesine izin vermedi. Öbürüyle saman ithal ediyoruz.
*
Ecevit “toprak işleyenin, su kullananın” diyordu. Asrın liderimiz “ben ülkeyi pazarlamakta mükellefim” diyor.
*
Maden işçileri başta olmak üzere, neredeyse tüm işçi hakları Ecevit döneminde kazanıldı. Öbürünün döneminde, maden işçileri köle haline getirildi, tarihin en büyük maden faciası yaşandı.
*
Ecevit, CHP’yi kapatan darbeciler tarafından 10 yıl siyasetten yasaklandı. Öbürünün siyaset yasağını CHP kaldırdı.
*
Ecevit terörle mücadele etti, öbürü terörle müzakere etti.
*
Ecevit, terörist olarak Abdullah Öcalan’ı hapse tıktı. Asrın liderimiz terörist olarak, genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’u, Profesör Mehmet Haberal’ı, Profesör Erol Manisalı’yı, başsavcı İlhan Cihaner’i, emniyet müdürü Hanefi Avcı’yı, gazeteci Mustafa Balbay’ı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Atatürkçü, yurtsever subaylarını hapse tıktı.
*
Şimdi sıkı durun…
*
Ecevit’in anne tarafından büyük dedesi Hacı Emin Paşa, Mekke’de 17 yıl şeyhülislam olarak görev yapmıştı, kutsal toprakları korumakla görevli olan Medine şeyhülharemi’ydi, vakıflar, medreseler kurdu, Hazreti Muhammed’in kabrinin de içinde bulunduğu Mescid’i Nebevi’nin 110 bin metrekaresinin tapusu, ona aitti. Kendisi rahmetli olunca, bu devasa mirası evlatlarına, torunlarına geçti. Bugünkü emlak değeri ne ediyor biliyor musunuz… 1 milyar 700 milyon dolar ediyor! Hacı Emin Paşa’nın 70 mirasçısı bulunuyordu, bunlardan biri de Bülent Ecevit’ti. Davalar açıldı, 2005 yılında sonuçlandı, Suudi Arabistan devleti istimlak bedeli olarak 340 milyon dolar ödemeyi kabul etti. Dünyanın en namuslu siyasetçilerinden biri olan Bülent Ecevit, bu muhteşem mirastan kendisine düşen payı almadı, Diyanet’e bağışladı! Evet, yanlış okumadınız… Servet değerindeki dede mirasını “Türk hacıların yararına kullanılması için, Türk hacılara ücretsiz konaklama yeri yapılması için” Diyanet’e bağışladı. Ancak… Asrın liderimizin madalya taktığı Suudi kralı, mahkeme kararına rağmen, istimlak bedelinin ödenmesini onaylamadı. Çünkü, kral efendi 1982 yılında İstanbul Boğazı’nda Sevda Tepesi olarak bilinen 57 bin metrekarelik muhteşem araziyi satın almıştı, bu araziye 1982’den beri imar izni verilmediği için misilleme yapıyor, Hacı Emin Paşa varislerinin kazanılmış haklarını ödemiyordu. 2012 yılında, şak… Sevda Tepesi imara açıldı. Bilal’in vakfına Suudi kralından 100 milyon dolar bağış yapıldı, büyük bir tesadüf eseri, bu bağıştan iki ay sonra Sevda Tepesi’ne imar izni çıktı! Neyse ki, mimarlar odası mahkemeye başvurdu, Suudi kralına tanınan bu ayrıcalıklı imar izni iptal edildi.
*
Yıl 2017…
Hacı Emin Paşa varislerinin kazanılmış hakları hâlâ ödenmedi. Suudi kraliyet ailesi, bir yandan Sevda Tepesi’ne konmaya çalışıyor, beri yandan 1.7 milyar dolarlık mirasın üstüne yatmaya çalışıyor.
*
Vay efendim, ABD başkanı poposunu trabzana dayamış filan.
Geç bunları geç…
Bülent Ecevit’in Diyanet’e bağışladığı, Suudi kralının zimmetine geçirdiği kutsal toprağımız ne oldu, ondan haber ver!

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/karaoglan-2048450/

Samuray savaşçıların ipek pelerini

Saburai kelimesinden türediği sanılıyor. Japoncada Saburai demek, refakatçi, hizmet eden anlamında.

Samuray savaşçıları…
Onurlarını her şeyin üstünde tutan bir “erkek cinsi”. Bana göre, insanın AMA özellikle erkek diye tabir edilen cinsin MUTLAK vasıfları arasında olmalıdır. Onur…
Bir insanda ya vardır ya yoktur, asalet benzeridir. Sonradan gurme olunmaz. İlke sahibi insanlardır Samuraylar. İlkeleri için can verir, can alırlar.

Kadın…
Benim için hem çiçektir hem bir kelebek…
Narin, zarif, bir yudum ipek…
Şeffaf, bir o kadar hassas…
İpek böceği, bir kelebek cinsidir ve kozalaklarından elde edilen liflerle üretilir ipek. Aynı zamanda bir Türk kadın ismidir, kulağa hoş gelen, duyanın anında aklına narinliği getirir.

Kadın…
Bir ceylan gibidir…
Ürkek…
Ve bir ceylan gibi olmalıdır da evet hem ruhen hem bedenen bir ceylan!

Belki inanmayacaksınız AMA…
Gerçektir şimdi yazacaklarım. İpek…
Her ne kadar narin bir şey olsa bile, bir o kadar dayanıklıdır. Dedim ya ipek, bir yudum kadın gibi…
Veya kadın, bir çiçek, bir kelebek, ürkek bir ceylan, “küçük” bir karaca(!) benzeri…
Samuraylar, savaşa giderken üzerlerinde ipekten bir pelerin almayı ihmal etmezmişti…
Tüfek icat edildi…
Yiğitlik gitti…
At üzerinde hücum ederken veya kaçarken düşman tarafından üzerlerine atılan oklar…
Rüzgâr ile bilirlikte havalanan ipek pelerini geçemez, Samurayi değil öldürmek, yaralayamazmış bile…
Hatırlı okuyucularım hatırlayacaktır, “hiçbir şey yeni değildir”, geçmişin tekrarı bir nevi …
Bugünlerin kurşun geçirmez yelekleri sanki(!)

Evet Efendim…
Kadın…
Erkeğin ipek pelerinidir. Onu koruyan, onu ayakta tutan. Kadın…
Erkeği hem rezil hem vezir edendir!

ANCAK…
Dedim ya sonradan görme, sonradan gurmeye benzer, eninde sonunda kendini rezil eder…
Görgü, yetişme…
Teee çocuk yaştan beri. Böyle büyümeli, görgü ile…
Alışmalıdır, alışmalı, alışık olmalı. Öyle ki teni gibi üzerine cuk diye oturmalı…
Her erkek, erkek olmadığı gibi her kadında kadın değildir…
Özellikle bu konuda sınırsız taleplerim vardır kadına…
Her kadının yatağıma giremeyeceği gibi…
Yüreğime girmeyi, hele ona sahip olmayı çok az kadın başardı.

Demokrasiyi özümseyememiş insan…
Ne ilerisiyle ne gerisiyle yapamaz, alışık değildir kardeşim, alışık değildir…
Demokratik bir kültürü yoktur, görmemiştir te çocukluğundan, büyümemiştir böyle bir aile ortamında, oturmaz üzerine, bol gelir veya dar, yakışmaz, yakıştıramaz kendine, kısacası sonradan gurme gibi rezil eder kendini.

Bak…
İzle bu videoyu, kadına dikkat et…
Oryantal özentisi, kıvıramıyor, yok olmuyor…
Bizim çocuklarımız, kızlarımız daha yürümeyi öğrenmekle birlikte kıvırmayı da öğreniyor…
Onlara yakışıyor!

Yok kardeşim yok…
İlle terbiye ille görgü ile sevgi ille saygı ille güven…
ILLE eğitim, ille!