Çok fena yemekten kesildim…
Yok…
Yüreğimin sahibi yüzünden değil, alakası yok…
İki kaşık bir şey alıyorum ağzıma tıka basa doyuyorum…
Yemekten kesilmek iyi değildir, hele kimi rahatsızlıklarda…
Bitmiyor arkadaş bitmek bilmiyor.

Türkiye’de başladı…
Annem, oğlu gelecek ya TÜM sevdiğim yemekleri yapmış…
Onca gün bitiremedim, dönerken hala vardı buzdolabında…
Hele barbunya, vaki değildir, imkân yoktur ertesi güne kalmasına(!)

Yemekteyiz, iki – üç kaşık sonrası kesildim

O kadar yorulmuşum ki dün, uyuyamadım, yazdım, gideceğim yine. Tüm gün yokum, gece kaçta gelirim belli değil. Fırsat buldukça, bir iki satır olsa bile… Bugünü sağ salim atlatabilirsem, bir gün daha, sadece bir gün

Kabil ve Habil üzerine

Âdem, İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lût, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Eyyub, Suayb, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Zülkifl, Yunus, İlyas, Elyesa, Zekeriyâ, Yahya, Isa, Muhammed…
Hepsi birer elçi, Allah’ın elçisi…
Allah’ın kelâmını insanlığa iletmekle görevli!

İnsanlık tarihinin ilk cinayeti…
Kardeş, kardeşin kanını akıttı, öldürdü…
Kimi zaman madden, yani fiziki…
Bazen manen çökertti, dize getirdi ve insan içten içe, yavaş yavaş bir ölüme terk edildi…
Mesela sevdiceğimin beni öldürdüğü gibi, insan iki kez ölür mü?
Ölür!!!

Madden ve manen…
Yüzü ORADA, sorun inanmasanız, biliyorum okuduğunu. Yalansa yazsın bu yazının altına bir yorum…
Yalan desin, diyebilirse…
Yekten dedim ona; Kadın beni öldürdün…
Sen bir katilsin, yeminle, yekten dedim katil dedim Ona…
Ki…
O bir ruh bilimcisi, bir psikolog, eminim beni benden iyi tanıyor, O bilmeyecekte ben mi bileceğim kendimi? Kaldı ki O bir kadın, Tanrı vergisidir, Tanrı…
Eminim…
Bu dünyada beni tanıyan, iyi derecede tanıyan iki insandan biri…
Hem mesleki yönüyle hem kadın olmasıyla…
Kadın, çoğu, en azından yüzde doksan sekizi karşısındaki erkeği okur, satır, satır, sayfa sayfa…
Bunu, bu “yeteneğin” bile bir bilimsel açıklaması vardır. Yanıldığı olur tabii…
Neticede o da sadece bir insan ama duyuları çok güçlüdür kadının…
Abartmıyorum, yalan da değil söylediklerim. İnsandan insana her şey değişir…
Kimisi, benim gibi mesafelidir, yanaşılmaz…
Kalbime girmek, hele orada bir yer edinmek hiçte kolay değildir. Hele kadında…
Yatak başka gönül başka…
Giren çıkmaz bir daha, öldürürüm, gömerim kalbime AMA O oradadır, kalır yüreğimin muhafazasında.

Evet, bazen kardeş kardeşi, bazen iki birbirini seven insan, bazen hiç tanımadığı, bilmediği birisini öldürür insan. Topraktan geldik…
Toprak olup gideceğiz. İnsanız ve insandan olan, insanca olan hiçbir şey yabancı değildir bana…
Çok canımı acıtsa da.

İster tabiat ana de ister Allah’ın gücü…
“İkisinin de” karşısında insan denilen varlık bir hiç, bir karıncadan bile küçük…
Bilmem bilir misiniz?
Her ağaç, istisnasız her ağaç, cinsine, coğrafyasına bakmaksızın her ağacın ORTAK BIR özelliği vardır…
On, on beş metreyi geçen her ağacın…
Aşağı yukarı on iki metresinden itibaren (fiziki açıklaması ağırlık merkezi ki tabiat öngörüsü bence, varlığın özünü koruma mekanizması) insan, evet insan eliyle sallanabilir haldedir…
Evet, evet doğru okudunuz neredeyse bir çocuk O dev ağacı takriben bir metreye varan bir mesafeyle itebilir, sallayabilir (en azından 30 cm), sağa sola sallanır durur ağaç.

Fırtınalı havalarda kırılmasın, ölmesin diyedir bu öngörü, bu mekanizma. Buna rağmen…
Hiç mi görmedik köküyle, sarıldığı, kendini gömdüğü toprağıyla birlikte devrilen koca koca ağaçları?

Kim ne derse desin…
Tahrif konusunda düşüncelerim başka…
Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in 1400 küsur sene hiç değişmeden bugünlere gelmiş olması mümkün değildir…
Çok basit ve güncel bir örnek ile de bunu ispatlayabilirim…
AKP…
Sözde dindar, özünde dinci bir oluşum. Peki, Kur’an-ı Kerim’in hangi ayetinde haram olan hırsızlığın helal kılındığı yazmaktadır?
Keza, diğer yolsuzluklar, rüşvet, adam kayırma…
Milletin ve vatan toprağının pazarlanmasının helal olduğu neresinde yazar kutsal kitabımızın?

Ama mesele bu değil, en azından bu rezillik, yazılmış olanı, istediğin gibi yorumlama kadar önemli başka bir konu…
Cehalettir…
Açıkça görülmektedir ki “doğru adamına”, doğru zaman rastlarsan her şeyi, din gibi, iman gibi çok önemli konuların bile > kökten < değiştirilebileceği mümkündür. Kelimler ve anlamları…
İnsanlık icadı yazı…
Noktalama işaretleri, vurgulama…
Hukukta, kanunlarda neden tüm bunlar son derece önemlidir. Cümle kuruluşu, cümle yapısı?
Neden?

Toplum içeresinde…
1400 küsur sene önce ve günümüze kadar gelmiş bir kelime mesela, gerçekten hala aynı önemi ve anlamı taşıyor olabilir mi?
1400 küsur sene önceki algı, anlayış ile bugünün algı ve anlayışı aynı mıdır?
Mümkün müdür böyle bir şey?
Çok anlatmış, çok izah etmeye çalışmışımdır özellikle bu konuyu, geçelim…
İsteyen arasın bulsun, arşivlerim meydanda…
Din…
Iman sadece benim hayatımda önemli bir yer almamaktadır, birçoğumuz için çok önemlidir…
GEREKLIDIR…
Özellikle zor zamanlarda köklerimizdir, teee derinlerde bizi biz eden, bizi hayata bağlayan, bizi besleyen, bizi yöneten, yönlendiren bir pusula, zifiri karanlıkta bir ışık…
Bir UMUT KAPISIDIR dini inançlarımız!

Ve insan…
Zor zamanlarda, fırtınalı zamanlarda…
Tıpkı ağaçlar gibi devrilir!

Neden sadece tek tük ağalar devrilir, neden toptan devrilmez bu ağaçlar?
Neden?
Sahi neden?
Elbette vardır bir nedeni, belki birçok neden bir araya gelir ve ağaç devrilir…
Belki hastalık, belki toprak kayması, belki uzun süre susuzluk, belki bir böcek, bir mantar mesela…
Nedenler muhtelif olabilir, insanda ise neden öncelikle cehalettir, bilgisizlik…
Toplumsal baskı, sözde kolektif akıl, milli görüş insanı köreltir.

İnsan ve sosyal yapısı…
Aile…
Aile görgüsü, ah görgü, ah terbiye, kökten tee çocuk yaştan alınanlar, özümsenenler…
Aile görgüsü, aile birliği, aile desteği…
İnsan toplumun en küçük ögesi, birey…
Sonrasında gelen aile ve aileler kimi coğrafyada aşiret denilen oluşumlar ve bu aileler, görgüleri, görüşleri toplumsal yapıyı oluştur.

Bir anı…
Neden, nasıl sizleri ilgilendirmemeli…
Bir keresinde hiç tanımadığım, bilmediğim insanlara > hesap < vermek durumuna düştüm, kaldım, hatta görüntülü, kameraya bile aldılar konuşmamızı…
Ne kadar ayıp ne kadar küçük düşürücü bir durum…
Onlarında terbiyesizliği, buna vesile olanında…
Benim için çok önemli olmasaydı ağızlarının payını verip…
Oracıkta, o anda kalkar giderdim, el mahkûm…
Çaresiz tahammül ettim, katlandım…
Sordu görevli kadın:
“…aile mezarlığınız var, köklü bir aileden geliyor olmalısınız…”

Yine bir mecburiyet vesilesiyle aile kökenlerimiz araştırmak durumunda kalmıştık…
Geçmiş zaman hatırlamıyorum, benim için önemlide değil zaten, galiba 16. Yüzyıldan beri İstanbulluyuz. O zamanlar akıncı köyü olan ve en eski mezarlık, aile mezarlığına sahip ailelerden biriyiz. Tabii zamanla doldu…
Ben komadaydım o zamanlar, rahmetli babam yine rahmetlileri defin etti…
Yeni…
Kocaman bir aile mezarlığı, görgü mü(?!)
Kuş…
Yuvada gördüğünü yapar der atalar.

Hatta hep aklımdan geçmiş, aile içeresinde de söylemişimdir…
Rahmetli eşim solumda olacak, anneciğinin yanında sarı pipim, ondan sonra sırasıyla babam, Allah geçinden versin artık kimin vakti, zamanı geldiyse…
Sağım “uçurum”, olmaz yani yatırın ikisini de üstüme dedim…
Hanımı ve sevdiceğimi…
Üç hatunum, üçü birden yanımda. İnsan Allahtan daha ne isteyebilir ki?
😊

Sahip olduğum ailem, bana Allah’ın bir lütfu olmasaydı…
24 yaşındaydım…
Acaba ben bugün hala yaşıyor olabilir miydim?

Ve kardeş kardeşi öldürür…
İlk cinayetin devamıdır, bazen kıskançlıktır sebebi, bazen açgözlülük…
Veya şahsi ikbal uğruna ne canlar gitti?!!!

Keza aşk uğruna…
Kin ve nefret mesela haybesi…
Veya…
Son, sözde darbe girişiminde olduğu gibi körü körüne bir biat…
Sorgulanmayan, düşünülmeden bir inanç uğruna ne canlar, hayatlar ve istikballer feda edildi.

Allaha inanmak…
Ki hiç fark etmez ister Tevrat ister İncil ister Kur’an-ı Kerim olsun…
Yine…
İster üç bin yıldan fazla (Tevrat)…
İster iki bin on yedi sene olsun (İncil)…
Veya 1439 yılıyla kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim, tahrife uğramış olsun, olmasın…
Hepsinin özünde, temelinde…
Everest daği gibi Allah’ın sözünü barınmaktadır!!!

Sen…
Kendini bir şey sanan insan, sen Mevla’m karışında, yanında nesin, kimsin ki?
Kuş kadar beyninle, bir damla aklınla kendini Onun öngörüsü, Onun bilgeliği ile kıyaslamaya kalkarsın, SEN kimsin, nesin???

Roman okur gibi okuyamazsın kutsal kitapları ve yine Allah bu…
Kelamı tüm insanlığa, her birimize, ama akıllı ama geri zekâlı ama okumuş, kültürlü ama cahil…
Sözleri hepimize VE O bilgeliyle düşünememişimdir, öngörmemişimdir insan, benim kulum…
Kuluma tellal lazım mi?
Bir veya birçok simsar…
Yok…
Yollamıştır elçilerini, rehber diye, sana, bana, ona olsun kılavuz diye…
Musa Peygamber…
Vasıtasıyla taşa, evet taşa, ki taş ebediyettir, zaman ve mekân bilmez, tanımaz…
Taşa kazıyıp ta yollamadı mi emirlerini?
Oku diye…
Kazımak…
Evet yüreğine ve aklına kazımalı insan, kazımalı…
Kazılanı bile silersin ama yeterince derine kazıldıysa en azından belli belirsiz izi kalır…
Sana kutsal kitabımızda ilk sözü nedir?
OKU
Sana, bize, hepimize Onu görmek, evet görmek, Onu anlamak, Onu his etmek için gereken >>> her türlü araç ve gereci vermiştir <<< tek istinsah deliler. Gözün, kulağın, aklın, beynin yok mu?
Düşünme özürlü müsün sen???
Evet, besbelli okuma ve düşünme özürlüsün!!!

Bilmiyordum…
Bende dün öğrendim, S. Freud’a göre Hz. Musa…
Aton dini mensubuymuş…
Hatırlı okuyucularım bilirler, hatırlayacaklardır sözlerimi…
İnsan…
İnsandan beslenir!

Aton kimdi, neydi…
Mısır günümüzde bile hala insanlık için neden önemli?
Monoteizm yani tektanrıcılığın kaynağı kökeni neredendir?
Hz. Musa gibi bir insanın bu gibi bir düşünceden etkilenmemesi mümkün müdür?
Bu açıdan Sigmund Freud’ hak vermemek olası olabilir mi?
Ki…
Birçok düşünce ve görüşlerini paylaşmam, gerçi ben kimim ki?

Evet…
Sen ne kadar tahrif etmiş olsan bile, sen insan…
Allah bu, senin Allah’ın kelamını, sözlerinin özünde yatan gerçeği değiştirmeye gücün yetmez…
Sevgi ve nefret, kin güçlü duygular ve dürtülerdir…
Ancak sevgi, en yoğunu, doruk noktası aşk tanrısal bir gücü içinde barındırır…
Her birimiz, istisnasız her birimiz bu duygulara sahibiz. Tanrı gücüne karşı konmaz.

Konuyla ilgili değil ama anlamanız açısından yardımcı olabilir diye düşünüyorum…
Donald Trump…
Bir popülist, bir menfaatperest…
Onun yardakçısı ki Erdoğan ile kıyas kabul eder…
Yandaş ve yoldaşına göre…
BAKIN BURASI ÇOK ÖNEMLI
ABD memurları Trump için çalışıyormuş…
Vay anasına…
Demokrasilerde ne zamandan beri devlet görevlisi devlet başı için çalışır olmuş?
Adı üzerinde…
Devlet memuru…
Memur, kime?
Devletine, milletine!

Hatırlarsanız lütfen…
Recep Tayyip Erdoğan denilen O “orospunun çocuğu” hep ne diyor?
Benim memurum, benim polisim, benim savcım, benim hakimim…
Ananın a.ı senin!!!

Sana…
Allah’ın hediyesi araç ve gereçleri doğru kullan. Şeytanlığa, öldürmeye, yakıp – yıkmaya, kandırmak – dolandırmak için kullanma. Taş üzerine taş koy, taş üzerine taş koy, yıkıcı değil yapıcı ol…
Öldürme, Friedrich Nietzsche gibi…
“Tanrı öldü” deme, kendini Tanrı yerine koyma…
Kıyma, kıyma güzelim huzurumuza, çocukların istikbaline kıyma!

Dedim ya Allah’a inanmak, Allah’a kitaplarında kendini tanıttığı gibi iman etmek demektir aslında…
SENIN onu his ettiğin gibi…
Eğer bir damla aklın varsa ve okudukların, O anda okurken his ettiklerin üzerinde >>> düşünürsen <<< Bence…
Allah’a en yakın olduğun anlardan biridir. Evet, >>> ille <<< Allah ile haşır neşir olmak zorundasın…
Anlamak, ille anlamak ve bilmek ZORUNDASIN…
İnan bana, lütfen inan…
Allah bu…
Seni yaratan, O bilmez mi seni? Ne diyor Kur’an-ı Kerimde?
Sana…
Şah damarından bile yakınım!

Şah damarın boynunda kardeşim, sağında ve solunda. Beynine…
Kan pompalayan, seni ayakta tutan damarlardan. Beyin, beyin…
Alegoriyi anlıyor musun, yani kelime oyununu?
Şah damarından bile yakınım sana, beynine. Beni gör, beni anla, düşün, ilgilen benimle…
Anla, anla. Gör beni, her yerde her an!!!

Bunu…
Bilmediğin, anlamadığın bir dile de yapabilir misin?
Arapça…
Senin ana dilin mi? Kendi diline HâKIM değilsin, kelimeleri ve anlamlarını bilmiyorsun…
Arapça >>> ezberleyerek mi <<< Allah’ı anlayacaksın???
İyi kötü anadilin, emeklemeye başladığın andan itibaren duyduğun, öğrenmeye başladığın dil…
Ana rahminde…
Evet, rahimdeyken bile sesleri duyuyor, algılıyor, ANLAMIYORSUN ama anne ve babanın, varsa kardeşlerinin seslerini tanımaya başlıyorsun!

Bu dil ile büyüyorsun, Mevla’nı neden O dilde, bildiğin dilde tanımaya, anlamaya çalışmıyorsun?

Ve dolap beygiri gibi dönüp dolaşıp geliyoruz ayni yere…
Kelimelere…
Tercümeye, anlamlarına, çağdaş algıya…
Tahrife!!!

Sen sanıyor musun ki Allah bunları öngörmedi, bilmedi…
Bunca elçi, görevli niye?
Ve yine…
Şeytanlar ki insan kılığında şeytani zekâ ve düşünce sahip insanlar…
Yardakçıları, yandaş ve yoldaşları…
Peşine düştükleri deccallar her çağda olmadı mı?
Cihat kardeşim, cihat…
Küçüğü neydi, büyüğü neydi?
Nefis…
Kör olası o nefis ile mücadele, kendi içinde taşıdığın şeytanı yenme, çevrendeki şeytanlara inanmama.

Sorgulama…
Önce kendini, ben, doğru yolda mıyım acaba?
Karşındakini sorgulamamak, körü körüne biat, cahil cesareti ve bilgisizliği ile şeytanın maşası…
Olmak!

Kur’an’ın kabul etmediği bir Allah tasavvuru elbette geçersizdir…
Yine Kur’an’da yer almayan bir elçi…
O halde din kardeşim neden isyan etmesin bu benzetmelere?
Peygamber soyundan geldiğine dair iddia…
İspati nerede?
Kimmm ispat edebilir böyle bir iddiayı?
Haşa…
“Allah’ın sıfat ve vasıflarını” taşıdığına dair benzetme…
Tek kelime ile, zuldür, zul!

Veee…
Bu nasıl bir “dindarlıktır” ki O p.zevenk demiyor…
Ne yapıyorsunuz siz?

Ve yine insanlık camiasında dehaları ile bilinen filozoflar, felsefeciler, bilim insanları…
Kâinatı yaratanın gücüne, sırrına günümüzde bile erememişken…
Bırak, bırakabilirsen “Allah’ı bir tarafa” dünyamızda…
Örneğin denizlerde on binlerce senden beri (söz konusu olan canlıda 70 milyon yıl önce yaşadığı tahmin ediliyor) öldüğü sanılan “balıklar” daha nispeten yeni keşif edildi…
Bilimsel tanımlaması Lazarus taksonu, bu “yeniden” keşfin…
(Lazarus, araştırıp öğrenmenizi tavsiye ederim. Hatırladığım kadarıyla Tanrıyı “kaybedip” yeniden bulan) Tesadüfen, evet tesadüfen balıkçı ağlarına takıldı, Coelacanthiformes!

Allah’ı anlamak, onun istek ve tavsiyelerine uymak başka bir şey…
Sözde kanaat önderi, sözde lider olup…
Yandaş ve yoldaşından daha cahil, daha bilgisiz olmak ve bunu birde uluorta beyan etmek…
Başka bir şey!

Ne demişler…
Hak verilmez, alınır…
Haksa, adaletse söz konusu…
Allah…
O halde diğer adiye, vatan ve millet hainine de iki çift söz söylemek lazım…
Vermek lazım hakkını…
Sözde ağzı iyi > laf < yaparmış, kibarmış, nazikmiş…
Neyleyim ben böylesini, hadi laf demeyelim sözlerine itibar edemedikten sonra?
Söyle!
Neylersin böylesini?

Evet, Devlet Bahçeli’den söz ediyorum…
Ne demişti pabuçlarımın beyefendisi?
Evet, Beyefendiyi küçük yazdım, bilerek, isteyerek kendisini ne kadar hakir, cahil ve küçük gördüğümü vurgulamak için!

Bre eyyy cahil…
Şehitlik müessesesi Hristiyanlıkta da vardır…
Bu bir, ikicisi ise ki ah keşke okusan da öğrensen…
Bilsen anlasan, ah keşke, keşke…
Faiz meselesi örneğin, Müslümanlıkta faiz haramda Hristiyanlıkta helal mi sanıyorsun?
Bilmiyorsan örgende gel evladım, örgende gel…
İnanmıyor musun? Araştır, kendi gözlerinle oku, ANLA, yeter ki öğren ve anla!

Bu heriflere, evet heriflere, yaratıklara yönelik söylediğin her söz abeste iştigal aslında…
Haram, haram ya haram…
Allah bu Allah, istikrar bu yandan fırlatmaların anladığı, sandığı gibi bir şey değildir…
Tutarlılıktır, A’dan Z’ye tutarlılık, devamlılık esastır, esas…
Allah…
Bir kitabında, bir kelamında söylediğini diğer kitabında inkâr eder, unutur, yalanlar veya farklı şeyler söyler mi?

Tövbeler, tövbesi Rabbim…
Recep Tayyip Erdoğan mı?
Bir dediği, diğerini tutmasın?
Örnek vermek gerekirse “dün”, her türlü milliyetçiliği ayakları altına alırken…
Açılım, saçılım yaparken…
Bugün sözde milliyetçiler ile, ittifak içinde, milliyetçileri vurgulamış olalım yani MHP’yi…
Milliyetçi kesilmez mi!?

Al sana Kabil’in Habil’i öldürmesi, ilk cinayet, ilk katil…
İhanetin, yalancılığın böylesi!

Ve…
Bu bağlamda bir mesele daha var çok önemli olan, madem haktan, adaletten söz ettik…
İlerisinde olduğu gibi değil, “gerçek demokrasilerde” ki gerçeği aslından doğrudan demokrasidir, temsili değil, gerçek demokrasilerde adalet, hak, hukuk tutarlıdır. Bir mahkeme kararı, başka bir davada uyuyorsa emsal kabul edilir.

Emsal demişken…
Hani hep derim ya dert, belaya karışmam, karışmama, bulaşmama gerek kalmaz…
Otomatikman >>> doğrudan <<< gelir bulur beni…
Rheinland Pflaz meselesi…
Belki inanmayacaksınız, dikkatli okuyun lütfen, açık açık yazamam konu mahkemelik…
Aslında doğrudan Önder değil, evladı olan ile ilgili…
Bir memur ki çok karmaşık bir mesele, yönetmeliğin yanlışlığına inanmış. Yasamayı uyarmış…
Yasama bilmem nesine takmamış…
EMSAL OLSUN DIYE…
BAŞKALARINA…
Evladımı “kurban” seçmiş. Kiii…
Yine de Allah razı olsun, >>> elinden gelen her şeyi <<< yapmış davayı kazanalım diye…
Ama emsal mi, inşallah emsal olacak, başkaları bizim yaşadığımızı yaşamayacak!

Şans işte, döner dolaşır bulur beni!

Neyse konumuza dönüp saadete geldikten sonra konuya bir nokta koyalım…
Lenin, Marx’dan…
Engels’den çok Nikolay Çernişevski’den etkilenmiştir…
Ne yapmalı, isimli yapıtından. Eserinde Rus gençliğine seslenir Çernişevski, güçlü olmalısınız ki Rusya’nın kaderini elinize alıp, geleceği şekillendiresiniz. Yine bu eserde Çernişevski şöyle bir tespitte bulunmuştur*:
“…Köylüye güvenemezsin, işçiye güvenemezsin! Peki, kime güveneceksin? Kendine! Devrimci güce güven…”
Evet, insan öncelikle kendine güvenmeli! Özgüvene sahip olmalı…
Nice güvendiğin dağa kar yağmadı mı?

Karl Marx’a göre sanayileşmiş bir toplum içeresinde sosyal bir devrim ancak bastırılmış, sömürülmüş işçi sınıfının kapitalizme karşı ayaklanması, başkaldırmasıyla mümkündür(!?)
Lenin’in bakış açısı farklıdır…
Marx’a göre zaman…
Henüz olgunlaşmamıştır!!!

Nasıl anmam seni kırmızı biberim, nasıl anmam?
Sen ve zaman…
Ben ve (…)
Evet, zaman ve mekân, şartların olgunlaşması…
Zamanlama, insandan olan, insan için yapılan ve yine insandan olanın geçiciliği…
Allah, baki!

Madem Lenin’den, devrimden söz açtık…
Osmanlı ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924), Osmanlının >>> zorunlu, mecburi, isteksiz, gönülsüz <<<
I. ve II. Meşruiyet ilanını anımsatmakta fayda var. Tıpkı Lenin’in, Çarı bu gibi girişimlere zorladığı gibi…
Evet, şartların, zamanın olgunlaşması…
Ya isteksiz, gönülsüz ve TABANSIZ yapılan girişimlerin, eylemlerin halka yansıması, topluma, insana…
Onu ne etmeli?
Sürekliliği, devamlılığı ne etmeli?
Gücün…
Yönetilip, yönlendirip kanalizasyonu!

At binenin, kılıç kuşananın AMA…
Ya özgürlük kaplanını sırtına binebilecek kahraman, bu kaplanı sevk ve idare edebilecek yiğidi nereden bulmalı?

Şüphesiz Atatürk bu insanlardan biriydi!

Çar devrilmiş, ortalık pel perişan…
Bir general boşluktan faydalanmak ister, hani hep derim ya boşalan yer uzun süre boş kalmaz, tabiat kanunudur mutlaka gelir birileri, bir şey ve boşalan yeri doldurur. Öylede olmuştur, Lenin “birlikleri” ve hükümet eden Alexander Fjodorowitsch Kerenski generali bertaraf eder VE siyasetin kahpeliği, kirliliği bir kez daha yüzünü gösterir…
Lenin, Kerenski’yi devirir.

Tarihi…
Kazanan yazar, egemen olan yazar…
Ekim devrimi ve anlatılanlar çoğu YALAN veya bu şekilde gerçekleşmemiştir…
Bu yüzden “sevgili” Kasımpaşa ayısı kendine çok güvenme, kuyunu kazan kazıyor…
Sen ve örneğin Mustafa Armağan, Kadir Mısıroğlu gibileri her ne kadar tarihi değiştirmeye kalksan(ız) da güneşi balçık ile sıvayamazsın(ız)…
Gerçekler er ya geç meydana çıkar.

😊

İktidarın borazanları her ne kadar sağır etse de kulakları…
Algı istenilen yönde oluşsa bile…
Devrimler veya devrim benzeri gelişmeler kendi çocuklarının başını eninde sonunda yemeye başlar…
Eser terör fırtınası…
Öylede olmuşudur zaten Rusya’da, Lenin altında olduğu gibi bir iç çatışma, bir kardeş kavgası, bir iç savaş meydana gelmiştir. Beyazlar kırmızılara veya kırmızılar beyazlara karşı, ülkemizde AK Teröre karşı Atatürk’ün evlatları mücadele içindedir, çok şükür kanlı savaş yoktur henüz AMA bu olmayacak, çıkmayacak anlamına gelmemeli.

Şiddet eken…
Ölüm biçer. Sahi, ölenler kimindir, kimin?
Nefret eken, öfke…
Kin eken çaresizlik, başıboşluk ve bir nevi kaos biçer…
Ne çare, nasıl bir çözüm üretmeli yetişen kindar ve yok dindar değil dinci nesillere?
Nasıl öğretmeli sevgiyi, hoşgörüyü ve saygıyı?
Söyle nasıl?

Kabil, Habil’i neden öldürdü?
Kin, kıskançlık, nefret değil miydi dürtü?

Adalet…
İster Tanrısal ister kul eliyle olsun…
Bayraklarına adalet yazan ve adaletsizlik dağıtan, yandaş ve yoldaş kollayan…
Sen, Recep Tayyip Kahpedoğan sen Lenin gibi estirdiğin terör**, sert tutumun ile…
Bu çelişkiyle…
Başarısızlığa mahkûm oldun, başaramayacaksın, gün gelecek, mutlaka gelecek Onun gibi başarılılığa…
Hayallerinin, düşlerinin bir balon gibi patladığına, azgın sulara kapılıp gittiğini göreceksin!

Esneklik…
Te kökünden, sapına…
Hani o sallayabildiğin ağaçlar gibi, insan olana yakışır esneklik…
Sert bir kaya, balyoz karşında, milim milim bile olsa bin bir parçaya bölünüp kırılır…
Esneyeceksin, gerektiğinde, yeri geldiğinde ağacın gövdesi gibi dik ve sağlam duracaksın…
İlkelerin olmalı, inandıkların, göğsünde taşıdığın iman…
Damarlarında akan kimi zaman asil kan…
Aileden aldığın terbiye ve görgü, hayatin sana öğrettikleri tüm bunlar seni esnek kılmalı, yeri ve zamanı geldiğinde esnekliğin yarar ve faydalarını görmeli, bilmelisin.
Aksi…
Eninde sonunda kırılsın, ölür, yok olur gidersin.

Hiç kendine sordun mu, bunca devrimci Lenin mesela…
Stalin, Mao…
Veya Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
Ardında bıraktıkları, insanların yüreklerindeki yeri…
Atatürk hakkin rahmetine kavuştuğunda yüz binler sokaklardaydı, saygı durusunda…
Kimi diktatör diyor ona(!) Sor yüreğine, aklına ve vicdanına gerçekten diktatör müydü acaba?
Öyle olsa, dün bizlerden ayrılışının 79. Yılında onca insan niye akın ediyor hala Anıtkabir’e, Dolmabahçe Sarayına?

Keza…
Lenin öldüğünde, GERÇEK bir kamuoyu hüznü ve taziyesi yaşandı…
700 bin insandan fazla sokaklardaydı, gerçek bir hüzün, gerçek üzüntü içinde…
Atatürk ve Lenin arasındaki fark, evet kimi girişimlerini “sert” ama gerekli müdahalelerle hayata geçirmek zorunda kaldılar AMA Atatürk, hiçbir zaman Lenin’in yaptığını yapmadı mesela…
Ne demişti rahmetli?
“Köylü, milletin Efendisi!”
Lenin, köylüyü zorladı üretim ve üretimden hak olmayan pay istedi, köylü hâkli olarak direndi.

İyi de…
Mao için, Stalin için bu denli, bu kadar >>> yoğun <<< bir halk özlemi niye yaşanmıyor acaba?
Demek ki, hep bana Rabbena demeyeceksin…
Bazen…
Karşılıksız olarak, beklentisiz, art niyetsiz vereceksin. Kul görmese, bilmese bile değer ve kadri…
Allah görür, takdir eder diyeceksin!

Ne demişti dün O zübük, O zibidi konuşmasında…
Evet, Recep Tayyip Er mi artık kancık mı doğan…
“Atatürk, insan değil mi? Eleştiremeyiz mi?”
Elbette, elbette insan ve eleştirilebilir hatta tenkit bile edilebilir…
İnsanı insan yapan, kul yapan sadece bilgisi, bilgeliği, öngörüsü, ilkeleri, eylem ve davranışları, eserleri, günahı veya sevaplarıyla yaşamı değildir…
İnsan, insan kalmalıdır, unutmamalıdır insanlığını, merhameti, sevgiyi ve saygıyı!

Lenin…
Bir robottu, bir makine, işkolik bir canlı…
İliklerine kadar…
İlkelilerine, görüşlerine aşık ´, taviz bilmez, tanımaz bir canlıydı…
Bilmem birilerini hatırlattı mi?
Atatürk…
Her daim insan kalmayı başardı!!!

Etki ve tepki kanunlarına göre…
Her etken bir tepki yaratır. Lenin örneğinde olduğu gibi Ruslar daha doğrusu Lenin sonrası yönetimler bir Leninmani yaratmaya, anısını, eserini bu şekilde yaşatmaya çalıştı…
Sorgulanmayan, katıksız bir biat…
Bizde, sözde Atatürkçüler, dogmatik tipler…
İçinde halk olmayan, halkçılık olmayan, insan olmayan daha doğrusu insanı hatalarıyla, doğrularıyla görmeyip insan denilen varlığı aşağılayan bir şekilde yönetmeye, yönlendirmeye çalıştı.
Sonuc???
Meydanda!!!

Atatürk…
İnsan olan, insan kalan Atatürk…
Öncesinde bir maniye, Atatürk mani, sonrasında fobiye, Atatürk fobiye dönüştü, dönüştürüldü(!)
Ve bu zafiyetten yararlanan yararlandı!

Demek ki ideolojilerde ve inançlarda zafiyet göstermeyeceksin…
Allah…
Bizleri yaratıp, koruyup – kollayan, bizlere umut olan, güç veren Allah’ı bile…
İnsanların “korkulu rüyası” haline getirdiler, getirebildiler…
Niyeee???

Cehaletimizden, bilgisizliğimizden ötürü bizi bu hallere soktular!

Korkuttular Allah ile, korkuttular…
Sevdireceklerine, yürekten gelen bir iman ile inandıracaklarına…
Korkutmayı tercih ettiler!

Birileri…
Köylüye, çiticiye…
“Ananı al da git“ diyebiliyor…
Bunu bu zübük niye söyleyebiliyor?
Ne demek “ananı al da git!”???
Kör cahil olduğun için, kör!
Onurun, gururun, bilgin, köklü bilgin olmadığı için!

“Ananı al git” mi…
Yoksa “Köylü, milletin Efendisi!” mi?
Karar senin…
Keza Allah, yüce Mevla’m…

*Sevdiceğim, deli doktorum, kalbimin tekne kazıntısı, kazandibi gibi tatlı…
İçli köftemmm gibi lezzetli olanım…
Ruhu sapığım…
Dikkat et VE O çok beğendiğin Nietzsche ile kıyasla. Biliyorsun “benzer sözleri” vardır…
Ve unutmadıysan benim bu gibi konularda özellikle sana söylediğim sözlerimi, hatırla, hatırla emi hatırla…
** Anlamadıysanız, Rus tarihi ile yakından ve derinden ilgilenmeniz gerekir

Berbatım, berbat…
Bir araba dayak yemiş gibi kalktım, her tarafım ağrıyor, canım çok yanıyor…
Kıpırdamaya halim yok, insan lazım beni giydirmek için bebekten farkım kalmadı…
Bugün nasıl geçer, bunca yapılacak, akşamki toplantı nasıl biter bilmiyorum…
O kadar bıktım ki…
Yok…
Kabullenemiyorum bir türlü, hala eski önderi arıyorum, hâlbuki o çoktan öldü…
Ne yapıyorum ben?
Ne için, kimin için, neden?
Allah’ımmm…
Akıl, fikir ver!

Günaydın Türkiye, günaydın dünya…
Günaydın gül danesi, kalbimin kraliçesi!

Işe bak…
Dize gelmeyen, kim olursa olsun karşısında boyun eğmeyen Önder…
Ömrünün son faslında dize geldi…
Son darbeyi…
Öldürücü darbeyi ise sen vurdun gülüm, sen…
Ruhen, içten, en içten. En hassas olduğum yerden vurdun…
Sen öldürdün.