Ağlamayan çocuğa meme vermezler

İnsanız dostlar, sadece insan…
Her ne kadar siyasette, renklerde ve zevklerde birbirimizden ayrılsak ta…
Dertlerimiz, tasalarımız bir yerde ortak…
Mesela maddiyat!

Kardeşin arabası sigorta olarak üzerimde…
Kondisyonlarım daha cazip…
Full kaskoydu arabası, halliyle nakit para demek, “Ağabey değiştirimisin” diye sordu, O benim adıma yapamaz ya…
Haliyle hemen telefon ettim, masraf yâri yarıya indi…
Hadi dedim diğer sigortaları da bir kurcalayayım, sordum…
Yeni tarifeler varmış, belki inanmayacaksınız, sigorta kapsamı ayni kalmakla birlikte ücretlerde bayağı bir tasarruf ettim. BILGILERINIZE…
Arada bir sormakta, kurcalamakta fayda var, özellikle sigortalarda!

Not:
Kardeşin sayesinde bir sürü tasarruf yaptım AMA…
Bakin burası çok önemli, sigortacı dedi normalinde bir tarifenden diğerine ancak 2018’de…
Efendi gibi rica ettim, takdir hakki, hani bazen yazarım ya bu konuda…
Ricamı yerine getirerek bu seneden itibaren indirime gitti.

WannaCry

Dostlar…
Lütfen bu uyarımı >>> çok <<< ciddiye alin…
Geçen ay dünyayı dize getiren kurdun adı bu…
Her türlü elektronik cihazınızı güncellemeyi ihmal etmeyin…
Bilgisayarlarda sistemin yani sıra yazılımlarınızda…
EN KÖTÜSÜ…
Üreticilerin kendi ürünlerinden haberdar olmaması…
Bu yüzden yapabileceğiniz TEK ŞEY sistemleri güncel tutmak, önemli bilgileri yedeklemek ve apayrı bir yerde güvencede tutmak, şansınıza güvenmek.

Tehlike geçmedi, türevleri piyasada…
Biliyorum söz vermiştim, yeminle sözümü yerine getireceğim…
Can evimden vurdular beni dostlar, can evimden…
Yüreğimin ta ortasından…
IKI TANE dert ki Allah cümlemizi böylesinden koruya…
Altında mı kalacağım, yoksa altından çıkabilecek miyim henüz beli değil…
Kafayı toparlayınca, sözüm söz…
Diren Türkiye’mi yazacağım.

Baron

Ün, unvan, makam…
Para…
Umurumda mı dünya?
Gerektiği kadar yeter bana…
Zaten azı dert, çoğu bela!

Güzellikte kardeşim, güzellikte…
O bile bela olabilir insana…
Zarafet, nezaket, terbiye, saygı, bilgi ama doğrusu, ahlak güzelliğin güzelliği…
Eğri bacadan duman neden düz çıkar ki?

Ölüm hak, miras helal…
Bugün salı ya Konuşuyor devletin bahçesi, dem vuruyor milliyetçilikten, ahlaktan…
Bunların hepsi miras yedi, atalar ki kan bahasına, alın teri, el emeği, göz nuru ile kurmuşlar bu devleti…
Gelir p.çin birisi…
Satar, savar, pazarlar(!)

Geldi bir kez başa bela…
Akılsız başa ceza…
Ne yapmalı ne etmeli ki bu mirasyedileri, p.zevenkleri topluca asmalı?

Her konuda olduğu gibi bu konuda da bilgi…
Samimiyet, azim getirir bereketi…
Gel seninle tee birinci dünya savasını anımsayalım, oku bak ne anlatacağım sana…
Kırmızı Baron lakabını takmışlardı ona…
Cesur, yürekli ve kabiliyetli bir savaş pilotu, Alman, düşmanın korkulu rüyası…
Girdiği her “düellodan” zafer ile çıkan…
Şövalye misali, evet şövalye, bir baron ki bu lakabı düşmanları ona taktı…
Saygı!

Bir ilkesi vardı…
Onu zaferden zafere koşturan…
Kol uçuşu veya formasyon uçuşu diye anılan, namı diğer disiplinin ta kendisi…
İlkesi…
Hangi koşullarda olursa olsun tek başına düşmana saldırma…
Bozuk para gibi harcarlar seni…
Hani bir elin nesi, iki elin sesi var ya…
O misal…
Neler yapılmadı ki onu öldürmek namına, ne cabalar sarf edildi…
Yok, yok, yok ölmedi!

Manfred von Richthofen…
Kısacası…
Namı diğer kırmızı Baron, yine kırmızı olan uçağına bindi…
Kendi ilkesini hiçe saydı, saldırdı ve öldü!

Tek, tek mücadele veriyoruz bu kahpe zihniyete karşı, tek tek…
Ve avlanıyoruz dostlar, vuruyorlar bizleri…
Bilmem anlatabildim mi?

Not: gün gelecek herkes bir yerlerde, birilerine hesap verecek…
O güne kadar sağlıcakla kalın, esen kalın, umutlarınızı yitirmeyin…
Diren Türkiye’m, diren!

Aşkın Nur Yengi’nin sevdiğim bir parçası…
Hesap ver!

Allah o kadar büyük ki

Allah’ıma sığındım…
Benim için maddi – manevi büyük yıkım…
Hani çalışabiliyor olsam maddiyat umurumda olmaz ama ya bunca yalan, böylesine riya…
Maneviyatım…
Yerle bir olsa da…
Başa gelen çekilir, ben Allah’ıma sığındım!

Küçücük bir dünyam var…
Sevdiklerimle, kalbimde olanlarla sınırlı, inandıklarım, ilkelerim…
İnsan bildiklerim…
Sevdiklerim, BENIM olanlar ve Mevla’m…
Başa gelen çekilir, ben Allah’ıma sığındım!

Alın yazısı, kader – kısmet değil bu, sadece bir kâbus, adeta karabasan bir bela…
Başa gelen çekilir, ben Allah’ıma sığındım…
Çünkü biliyorum, O hep benim ve sevdiklerimin yanında!

Ulan hergele

Yok sulu gözlüden bir farkın…
Hani vardı ya kozmik oda…
Hepimiz aynı tornadan çıkmışsınız be…
Ya bu kadar yüzsüzlük bu kadar namussuzluk bir insanda toplanabilir, bir insan bu kadar soysuz olabilir mi?

Haliyle ustaya bak sen…
Yani var ya kaptan, gir banyoya, yat küvete…
Koy ördekleri, gemicikleri yanına yüzdür dur, oldun kaptan…
O hesap ustan pis bir hırsız hem de sözde uzun boylu olursa…
Çıraklarda benzer çirkef olacaktır elbette!

Numan aman anam…
Sen hiç istifini bozma yaman…
Yalana devam, beraber yürüyorsunuz bu yolda, durmak yok yola devam.

Kontrolü darbe kardeşim kontrollü darbe…
Demedi mi zibidi “Allah’ın lütfu” diye…
Emine bacak açar, O domalır gücün önünde…
Ne istediniz de vermedik diye!

İki yüz bilmem kaç tane g.t kılı öldü diye yaygara yapma…
Kefen giyip gösteri yaptıklarını unutma!

Orada varsa şehit…
Gerçekten şehit…
Koyun gibi boğazına bıçak dayanıp kesilen Mehmetçiktir!

Yetmedi mi ulan kahpeler…
Yetmedi mi…
S.ktiniz milleti, doymak bilmek nedir bilmez misiniz siz?
Yüzsüzler, arsızlar, dürzüler…
Allahtan korkmaz, kuldan utanmaz namussuzlar!!!

Ayaktakımı, her biri birer Kasımpaşalı

Deveye sormuşlar “boynun neden eğri?”
Devenin cevabı: Nerem doğru ki!
“Bizim” zibidi, zübük…
Banker ve vatan haini Recep…
Katar ile uğrasa dursun çünkü ülkemizin “tek” sorunu Katar…
Oku bak Tayyipistanda, sözde Müslüman hıyarın yine sözde yönettiği yerde neler oluyor…
Okumanızı tavsiye ederim, tüylerim diken diken oldu!

Okuduktan sonra…
İsterseniz Putin belgeselini izleyin, dört bölümden oluşuyor…
Yazmıştım…
Ha Erdogan şerefsizi, soysuzu ha Trump…
Putin, onunda bazı yönleri var tasvip etmediğim ama hem bir yerde “gerçekten” lider, hem erkek bence. En azından bu ikisiyle kıyaslandığında, kesin öyle!

Gitti „dünya lideri“ Putin’in g.tünü yaladı ya, hatırla…
Anla!

Sayın Çölaşan yazdı…

Hapishane çocukları

10 Haziran 2017
Sevgili okurlarım, CHP milletvekili Gamze İlgezdi, anneleriyle birlikte cezaevlerinde kalmakta olan 0-6 yaş arasındaki çocuklarla ilgili ilginç bir araştırma yapmış.
Adalet Bakanlığı’nın resmi verilerine göre bu “Hapishane çocuklarının” sayısı 560.
Hepsi de o karanlık ve havasız koğuşlarda anneleriyle birlikte yatıp kalkıyor. Araştırmada şu hususlar vurgulanıyor:
– Bu durum ceza infaz sisteminde karşılaştığımız en can yakıcı sorunlardan biridir.
– Çocuklar doğdukları andan itibaren annelerinin cezasına ortak olmakta, çocukluklarını yaşayamadan yetişkinliğe adım atmaktadır.
* * *
Araştırmada şu sonuçlara varılıyor:
– Cezaevlerinde birden fazla çocuğu ile kalmakta olan anne mahpus sayısı 44.
– Çocuklu anneler koğuşlarda dışlanıyor. Birçok mahpus, koğuşta çocuk sesine tahammül edemediği için çocuklu annelerle kalmak istemiyor. Sürekli “Sus” denilen, konuşmasına izin verilmeyen ve korkutulan çocukların bir bölümü konuşmayı öğrenemiyor, dertlerini işaretle anlatmaya çalışıyor.
– Çocukların koğuşlarda beslenmesi çok önemli bir sorun. Cezaevi yönetimleri çocuklar için ayrı, onlara uyacak yemek çıkarmıyor. Ayrı ekmek hakları bile yok. Annelerine verilen ekmekle yetinmek zorundalar. Dengeli beslenmeleri mümkün değil.
– Sayılı olarak verilen tatlı, börek, meyve gibi gıdalarda da çocuklar yok sayılıyor. Ayrıca çocuklara uygun çatal kaşık verilmiyor. Büyükler için verilen çatal kaşığı kullanmak zorunda kalıyorlar.
* * *
– Çocuklar oyuncaksız büyüyor. Koğuşlara dışarıdan oyuncak getirilmesi yasak. Özellikle kreşe alınmayan 0-3 yaş arası çocukların hiçbirinde oyuncak yok. Kreşe sadece 4-6 yaş arası çocuklar gidebiliyor.
– Çocuklar kreşe gidip gelirken bile x-ray cihazlarından geçmek zorunda bırakılıyor. Ayakkabı veya tokalar sık sık ötüyor, yeniden üst araması yapılıyor.
– Koğuş aramaları çocukların gözleri önünde yapılıyor. Çocuklar da aranıyor.
– Çocuklar doktora anneleri yanlarında olmadan götürülüyor.
– Koğuşlarda çocuklar için yeterli hijyen, havalandırma ve ısı koşulları sağlanamıyor. Bu nedenle hastalık olayları çok sık gerçekleşiyor.
– Koğuştaki kadınların revir günü ve saati dışında, hasta da olsalar revire götürülmeleri yasak. Bu husus acil vakalar dışında çocuklar için de geçerli. İlaç yazılsa bile iki gün sonra getiriliyor.
– Cezaevlerinde sürekli doktor yok. Bazı işlemler sonrasında hastaneye sevk edilen çocukların, anneleriyle birlikte gitmesine izin verilmiyor.
* * *
– Çocukların yok sayıldığı diğer bir olay ise koğuşlardaki yatak durumu. Çocuklar anneleriyle bir tek kişi sayılıyor ve onlara ayrı yatak verilmiyor. Anneleriyle aynı dar yatağı paylaşmak zorundalar. Oysa bir çocuk, eşyaları ve gereksinmeleri nedeniyle bir büyükten daha fazla yer kaplıyor.
– Emekleme çağında olup da, emeklemeyi bile öğrenemeyen çocuklar var. Fiziksel gelişimlerini tamamlamayan bazı çocuklar koğuşta üç yaşına geldiğinde, yürümekte zorlanıyor.
– Çocuklara ayrı yatak ve ayrıca ekmek vermeyen cezaevlerinde onların çamaşır sorunu da ayrı bir dert oluyor. Çocuk çamaşırlarının yıkanması ciddi sorun yaratıyor.
* * *
– Cezaevindeki erkek çocuklar ise hemcinslerinden uzakta, sadece kadınların arasında yaşıyor. Onlar infaz koruma memurları dışında hiçbir erkek görmüyor ve tanımıyor. Bu durumda ortaya cinsel kimlik bunalımı çıkıyor. Kadınları taklit ettiği görülen erkek çocuklar ağda, makyaj, süslenme gibi eğilimlere kapılıyor.
– Çocuklar bulutlara ve gökyüzüne hasret büyüyor. Kapalı cezaevlerinde anneleriyle birlikte kalan çocuklar duvarların gri rengi ve dikenli teller altında yaşıyor.
– Sadece kadınları görüyorlar.
* * *
Gamze İlgezdi’nin bu çarpıcı raporu şu önerilerle sona eriyor:
“Bu gibi durumlar, koğuşlarda anneleriyle birlikte yaşamak zorunda bırakılan çocukların dış dünya ile tanıştıklarında korkmasına, uyum sorunu yaşamasına neden oluyor.
Devlet ille de küçük çocuklu kadınları hapsedeceğim diyorsa, bebeklerin ve küçük çocukların fizyolojik ve zihinsel gelişimini sağlıklı sürdüreceği bir ortam oluşturmalı.
En önemlisi, çocuğun kreşe gitmesi imkânı sağlanmalı ama bu kreşler mutlaka hapishane dışında olmalı.
Koğuşlarda oyuncak sınırlaması kaldırılmalı.
Çocuğa babasıyla uzun sürelerle, ama annenin de var olacağı ortamlarda açık görüş imkânı sağlanmalı, hatta bu durum hapishane dışında yaratılmalı.
Bir başka öneri ise, çocuklu kadınlara göre dizayn edilecek yeni cezaevleridir. Çocukların koğuşlarda farklı suçlardan ceza almış ve ruh halleri bozuk olan yüzlerce kadının arasında büyümesi yerine, çocuklu annelerin olduğu cezaevlerinde, onlara ev ortamını aratmayacak yaşam koşulları sağlanmasıdır.
* * *
Evet, araştırma özetle böyle… Şimdi hiç kimse “Aman canım, bu çocuklar 560 kişiymiş, önemli bir rakam değil” demesin.
Yeni doğmuş bebeklerden tutun da daha büyük yaşlarda cezaevi çocuklarından söz ediyorum.
O koğuşlarda kendinizi “Anne” olarak düşünün.
Bebeğiniz ağlıyor ve koğuştan “Sustur şunu” diye tepkiler geliyor… Bazen bu yüzden kavgalar çıkıyor.
Ve ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz.
Çocuğunuz yeterli beslenemiyor.
Erkek çocuklar kadınların arasında yaşadıkça farklı cinsel eğilimlere sürükleniyor.
Cezaevlerinde anneleriyle yatmak zorunda kalan “Hapishane çocukları”, üzerinde hiç durulmayan ve kimsenin bilmediği acı Türkiye gerçeklerinden biri.
Gamze İlgezdi bu konuyu ilk kez gündeme getiriyor.
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/emin-colasan/hapishane-cocuklari-1888410/

Putin belgeseli:




PDM

Gerçek şu ki sokaklar, sandık…
İte – köpeğe kaldı, şırfıntılar ellerinde dövizler ile sokaklarda…
Yok Banker Bilo değil şekerim, bu Banker başka Banker, Banker Recep…
Banker Recep yandı bir taraflarım diye şırfıntıları galeyana getirdi.

Muhalefeti geç…
Parlamento zaten göstermelikti, iyice tarihe karıştı…
Parlamento içi bir muhalefetten söz etmek, ciddi bir muhalefetten, hani demokrasinin gereği…
Abeste iştigal güzel kardeşim, abeste iştigal…
Milletin vekilini arama ne AKP’de ne muhaliflerde…
Hepsi ki öyle görünüyor, istinsahları tenzih ederek ya Bankerin vekili veya paranın esiri…
Bak, bak bir etrafına mesela PKK…
Ne yapıyorlar, öncelikleri neydi?
Gençsen hatırlamazsın, bilmezsin muhtemelen…
Eskiden, çok öncelerde…
Okul yakıyorlardı güzel kardeşim, sözde kendi dillerini öğretmiyorlar diye…
Perde arkasında niyet ise bambaşkaydı, çok farklı…
Bir zamanlar Bankerin ve onun bunun imamı, bak onda kafa çalıştı…
Diyorum ya hep, hani ha FETÖ ha AKTÖ, hiç fark etmez bir madalyonun iki yüzü…
Roma tanrıçalarından Janus örneği, iki yüzlülüğün, riyanın timsali…
Eğitime önem verdi!

Bak AKP’ye…
Ha PKK ha AKP ikisinin de niyeti, milleti…
Düzmekte…
Millet ne kadar eğitimsiz ne kadar cahil ise onlar için o kadar iyi!

Tek çare…
PDM…
Parlamento dışı muhalefette…
Teslimiyet yazmaz Atatürkçünün kitabında, direnmek, gerekirse kan pahasına Kemalist’in alına yazıla!

Ya kabulleneceksin ortamı, yavaş – yavaş, alıştıra – alıştıra yapıtlar ya…
Boyun eğeceksin, eyvallah çekeceksin…
Veya direneceksin Atatürkçü kardeşim…
Direnmek demek hoşnut olmadığın şeyin > artık < yapılamaması demek…
Diren Türkiye Cumhuriyeti, diren laik, demokratik hukuk sistemi…
Diren Atatürkçü, umutlarını yitirme…
Diren Atatürk’ün evladı, kadınıyla, kızıyla erkeği ile diren, diren kardeşim diren!

Şırfıntılar

Dün yine sokaktaydılar…
Sormadan edemem kendime…
Mehmetçik öldüğünde nerelerdesiniz?

Protesto ediyorlar Suudileri…
Katar…
Köpekler…
Üzüm üzüme baka baka kararırmış…
Kendilerine örnek aldıkları g.te bak…
Kimin ve neyin kıllı olduklarını anla!

Devlet güvenliği ile ilgili

Dün bir resmi evrak aldım…
Posta kutusu korkulu rüyam, oldum olası, hani validem benim için der ya “fuzuli işler müdürü”
Fuzuli, abuk zubuk, akla – hayale sığmayacak işlerle uğraşır, işler gelir başıma…
Çok şükür ki yalansız şimdiye kadar başıma gelenlerin neredeyse hepsinin üstesinden gelebildim…
AMA…
Artık ne gücüm kaldı ne takatim. En çokta çalışamamam, maddi, elimin ayağımın istediğim gibi oynayamaması beni çok yıpratıyor. Alışık değilim böylesine, Allah beterinden korusun.

Beynimden vurulmuşa döndüm…
Hani diyesim var, “Hocam çalışmadığım yerden sordun”
Ancak hayat dediğin en büyük öğretmene de bu söylenmez ki…
Hesap – kitap insanıyım, plan – program…
Düşünen insan(!?), en azından düşüldüğünü sanan…
Güvenlik, öngörü, olabilecekler, ihtimaller…
Kendi güvenliğim, sevdiklerimin, bana inanıp kendini bana emanet edenlerin…
Mektubu > yârim – yamalak < okumamla birlikte şimdiye kadar hiç his etmediğim şekilde boşaldım…
BITTIM…
Gözlerimi açık tutamıyordum, uzandım, bayağı bir uyumuşum…
Ondan sonrası…
Düşün, düşün b.ktur işin!

Beterin beteri var, Allah beterinden cümlemizi korusun.

Eski Önder ölmemiş olsa…
Korkmam Allah’ın yardımı ile üstesinden gelemeyeceğim yok gibi ama Önder öleli yıllar oldu…
Ve bu Önderi hiç sevmiyor, hatta nefret ediyorum kendisinden, halinden…
Bakalım ne olacak? Allah benim ve sevdiklerimin, sizlerin yardımcısı olsun.

Hiç ama hiç düşünmediklerim, hayal dahi etmediklerim geliyor başa…
Ve düşünürüm…
Ve hayal ederim, akla gelir Diyojen…
Kendimi ona benzetirim bazen, tabii O kim ben kimim, kıyas dahi, hayal dahi kabul etmez…
Ama bana güzel bir örnek, kendimi onunla özdeşleştiririm…
Evet…
Doğrusu insan, adam diye tercüme ediliyor ülkemizde ama doğrusu insan!!!

Diyojen bir filozof, bir düşünür, bilge bir insan, felsefeci, Yunanlı…
SINOPLU…
Günün birinde filozof elinde fener ile Atina sokaklarında güpegündüz dolaşırken görülür, sorarlar kendisine:
“Efem, bu ne hal? Güpegündüz dolaşırsın yanan bir fener ile sokaklarda” diye…
O da cevap verir…
“İnsan arıyorum, bir insan!”

Kendisiyle ilgili başka rivayetlere göre…
Yine günün birinde insanlar diye haykırır sokak ortasında, sesini duyanların yanına gelmesi üzerine…
İnsanları çağırdım, döküntüleri, ayaktakımını değil diye gelenleri bir sopa ile kovalar…
Bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: Ben bir serseriye yol vermem, der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: Ben veririm!

ANLAYANA

Kendime sormadan edemiyorum…
Ülkemizde olsun veya mesela Amerika Birleşik Devletleri’nde…
Devlet güvenliği dendiğinde…
Hani sözde tehlikede…
Acaba gerçekten devletin, toplumun güvenliğinden mi söz ediyorlar…
YOKSA…
O pis, adi…
Sözde siyasetçilerin ikrar ve istikballerinden mi?