Mecburiyetler

Uzaktan seviyorum seni…
Vatana hasret, insana hasret, kadına hasret (…)

Sadece kadınlar değil…
İnsanda susarak gider…
Yok olurlar, yok!

“Ve son sözüm”

Dedim bana inan, dedim bana güven, dedim bilmediğin ve uluorta anlatamayacağım şeyler var…
Yeminliyim, yeminli…
Söz verdim bir kez…
Allah bu cana nefes verdiği sürece, bu bedenden bu can çıkmadığı sürece…
Bu can sözüne bağlı, söze mecbur!

Eyyy Bahçeli…
Seni bilmem ama ben babamı biliyorum, BENIM BABAM BELLI…
Babamı da bilirim, anamı da atalarım da…
Açıkça anlaşılıyor ki sen bilmiyorsun, babanı arıyorsun sözlerinden belli…
Senin gibiler onlarda babalarından şüpheliler, analarına sormak lazım…
Tabii o da biliyorsa hangi birinden peydahladığını, kime bacak açtığını?!!!

Yarına ne olursa olsun…
Yeminliyim, yeminli…
Söz verdim bir kez…
Allah bu cana nefes verdiği sürece, bu bedenden bu can çıkmadığı sürece…
Bu can sözüne bağlı, söze mecbur…
Bu aşk, içimde yanan, beni yakan kavuran…
Vatana – millete ve kadına sönmeyecek, sönmesine izin vermeyeceğim…
Ve senin gibi ve Recep Tayyip Erdoğan gibi orospu döllerini nerede görürsem orada onlarla mücadele edeceğim. Sözüm söz, tutamayacağım sözü vermem, verdiğim sözden dönemem!

Ve Kemal Kılıçdaroğlu, bir veledi zina daha…
Hani olmaz ya…
Diyelim ki sandıktan gerçekten HAYIR çıktı…
Ulan puşt…
Sen kimsin ki göt veren?
Satmışın gerini artık bilmem kime…
“Hayır çıkarsa (…)”
Siktir ulan, hesap sormayacak mıyız?
Bunca yapılan kahpeligin hesabi verilmeyecek mi?

Allahtan niyazım…
Yürekten, canı gönülden dileğim.
Yarın sabah gözlerini açtığında, evinden çıkarken üç gözün birden görsün gerçekleri…
His et beni, his et ta içinde…
Anla ne demek vatana, millete ve kadına aşk dediğimde neyi anlatmaya çalıştığımı…
Hayır de, dur de orospunun çocuklarına, vatani, milleti, mali – mülkü ve kendi ikballeri uğruna götlerini bile satmaktan geri kalmayanlara Hayır de, dur de!

Biliyor musunuz, sizi bilmem ama ben karşımda insan, karşımda erkek, karşımda kadın arayanlardanım. Mesuliyet, sorumluluk yükleyebileceğim, mesuliyetini – sorumluluğunu üstlenebileceğim insan, erkek, kadın arayanlardanım.
Oturup konuşabileceğim, fikir danışacağım, fikri olan…
Öğrenip, öğretebileceğim, fikri hür, kendi hür insan…
İnsana ve verilen söze mecburum, mecbur…
Sana mecbur!

Bir iyi haber

Şimdi geldi, mail yoluyla…
Ya hep dünya başıma yıkılacak değil ya!

Ancak…
Gel gör kahpeliği ve bu anlatacaklarımdan ders çıkar.

Gençlik yıllarımda…
İşte Türkiye’den “yeni” gelmiş, iyi kötü toparlanmak üzereydik…
Kesin dönüş maceramız felaketle sonuçlanmıştı, ben okulu tek etmiş iş hayatına daha doğrusu hobimin peşinden balıklama hayatin içine atılmıştım. Tabii gençlik, tecrübesizlik, bilgisizlik de…
Rahmetliyle tanışmıştım…
Rahmetli O başka ama kardeşleri ne bileyim işte bir tuhaf…
Hani bulduk kerizi söğüşleyelim derdinde…
Dedim ya yeni yeni toparlanıyorduk, nakitte biraz sıkışığız. Çalışıyorum ama, YEMINLE hayatımda maaşımı elime almış değilimdir. Hala öyleyim, özellikle para konusunda kim daha iyi yönetiyor, daha “idareciyse” para onda. Ben lazım olanı alıyorum.

Kızlara para yetiştiremiyorum, hani sadece ben ve rahmetli olsa, ya arkadaş nereye gitsek peşimizdeler. Bir yerde mecbur, yoksa kızcağız evden çıkamıyordu ki…
Dayandım kredi kartına…
Sonunda aldılar kredi kartını elimden. IYI oldu, aklim başıma geldi. O gün bugündür varsa cebimde, yoksa, YOK arkadaş yok. NOKTA

Gel gör ki dünya değişiyor…
Bilişimciyim, özellikle kredi kartları konusunda banka size ne vaat ederse etsin, güvenlik falan…
YALAN…
Sonralarında da kredi kartı almadım bir daha, aptal kafam…
Al dursun kenarda, kullanma, al. Almadım!

Malulen emekli olmamdan dolayı çok pis “kazık” yedim, alacağımın üçte birini ancak alıyorum…
Avukat diyordu “sus, şükür et bu kadar verdiklerine. Hiç vermeyebilirlerdi de” uzun hikâye…
Susuyor ve ediyorum zaten. Bu durumdan dolayı ki çok denedim bana emekli olduktan sonra kredi kartı vermediler bir daha. LAZIM…
Kredi kartsız ki sadece bunun için lazım…
>>> Hiç bir yerde <<< araba kiralayamıyorsun. En son Israil, evlat, arabasız kadim!!!

Internet üzerinden alışveriş YAPMAM. Nadiren, yaptığım yer ise sayılı…
Niyetim, amacım yerel tüccarları, dükkânları korumak, muhafaza etmek. Internet daha ucuz olsa bile
Bir bir kapanıyorlar. Internet ticareti ile başa çıkamıyorlar. Ne demişti baş çalan, gelmiş geçmiş en büyük hırsız bakkallar için, bakkal – market, AVM için?

“Sizde bir araya gelin”

O misal alışveriş yaptığım yerlerden biri AMAZON…
Israil’de çok pis ağzım yandı ya, yana yakıla yine kredi kartı imkânı arıyordum.
Amazon teklif etti, müracaat ettim, kredi kartı dilekçem kabul edildi!!!

Amaç…
Daha çok alışveriş yapmam. Yeter ki ciro yapsınlar…
Borç batağı kimin umurunda?

Neyse…
Önemli değil, benim kredi karttım, bundan böyle arabam olacak ya önemli olan o.

NOT:
Amazon kredi kartı, GERCEK kredi kartı aman dikkat. Kredi kartları meselesi aslında başlı başına bir makale eder. Bakalım, belki fırsat olursa yazarım.
ÖNEMLI…
Unuttum, nedendir bilem, oğlana yine yeni kredi kartı yolladılar. Olan gezimize oldu. Niyetim Filistinlileri ziyaret etmek, onlarla konuşmaktı. Nasip, kısmet. Gel bu bankları, sigortaları anla.
Yine ayni kuruluş, ayni banka. Neden aldın, neden yolluyorsun yine, neden?

Deniz Yücel

Başkan olmak isteyen…
Bir ülkenin, bir milletin kaderini çizmek ve tayin etmek isteyen…
Senin, benim gibi insanlarla uğraşır mi?
Biz kimiz ki?
Sadece birer insan(!)

Yaratık…
Uğraşır, yaratık kin, öfke ve nefret dolu…
Neticede sadece yaratıktır, adi, soysuz, şerefsiz ve haysiyetsiz…
Üstelik…
Pazarlamacı bir yaratık, en yakın çevresini bile pazarladı, SATTI…
Her şeyin, bu dünyada her şeyin bir bedeli var, özgürlüğün bile…
Bedel ödemeye hazır insanlar, Deniz Yücel gibi, alnı pak, yüreği pak…
Bedel öderler, ödeyecekler, ödeyeceğiz!

Ulan yaratık…
Türkiye Cumhuriyeti devletinin cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden, fuzuli yaratık, pis hırsız…
Ulan orospunun dölü, sana mı kaldı…
Söyle sana mı kaldı Deniz Yücel’i iade etmeyeceğiz, çıkarmayacağız yurtdışına demek?

Bu devletin, koskoca Türk milletinin kurum ve kuruluşları, sözcüleri, temsilcileri kalmadı mi ki sen…
Yırtık dondan çıkar gibi…
Ha bire her boka maydanoz oluyorsun?

Hani her fırsatta had bildiriyorsun ya…
Örnek olmalıdır lider dediğin, ağırlık, ağırbaşlılık, bilgelik ile örnek olmalıdır…
Ulan pezevenk…
Bir siktir git ulan, siktir git…
Sen kim lider olmak kim, sen kim başkan olmak kim, sen kim dünya lideri olmak kim?

Bak Can Dündar’a, haktir, hak…
Sözde Atatürk’ü aşağılamak istedi, Berlin’de şimdi…
Ve daha niceleri…
Bizler bedel ödeyerek sana bu yolu kapatacağız, başkan seçilsen bile hep korku içinde yaşayacaksın, korku ve hatta dehşet, korkacaksın hayaletlerden, korkacaksın bizlerden, korkacaksın hep Atatürk’ten!

Ne Evetti anlatabiliyorlar ne Hayır’ı

Böyle diyor kararsız vatandaş haberlerde…
Aslında çok öfkeliyim, çok kızgın, elime geçse yemin ediyorum paramparça edeceğim, saçını başını yolacağım. Kırılmadık kemik kalmayacak vücudunda!

Susmalıyım, biliyorum susmalıyım ancak yüreğim yanıyor aşk ateşliyle…
Vatana, millete, kadına…
Deli gibi seviyorum evladı, evlatları…
Nasıl susarım böyle bir durumda?

Gel kardeşim, bak kardeş diyorum sana, sanki kan kardeşiymişiz gibi, aynı anadan aynı babadan!
Bak yemin ediyorum, getir Kur’an-i Kerime el basayım, samimiyim, yürektendir sözlerim ve TARAFSIZDIR yazacaklarım!

Sistem değişikliğini, rejimi, Recep Tayyip Erdoğan denen artık her neyseyi bir tarafa bırakalım…
Kişiye, şahsa bu değişikliği bağlamadan somut verilere bakalım. Elimden geldiği kadar yalın bir dil kullanarak anlatmaya çalışayım, eskiyi, şimdiyi ve geleceği.

Bu oluşum adında hâksiz yere adaleti taşıyor, adalet ile başlayalım:

Eskiden durum filli şöyleydi, en azından kâğıt üzerinde Türkiye Cumhuriyeti için…
Laik, demokratik bir hukuk devleti deniliyordu. Adalet ki herkes için herkese lazım. Eşitlik olmadan özgür, özgür olup eşitliği sağlayamamış bir toplum. Ve yine eşitler arasında özgürlüğü olmayanlar. İlke kanun önünde >>> herkes <<< eşit olmasıdır..
Hepimiz biliyoruz ki bu böyle değil, buralarda, Almanya’da bile değil…
Ancak…
Halk arasındaki algı, salt algı değil gerçek…
İnsanların ki Alman olsun olmasın, kanun önünde “eşit” muamele görmesi…
Eşitliği yaşamdan özgür olmak zor, ancak “dayanabilir” bir durum. Özgürsün, hareketlerin, davranışların genel kabul gören ahlak kuralları ve kanunların çizdiği sınırlar ile çerçeveli.
Kanun önünde herkesle birlikte ayni muameleyi görmesen bile dayanabilir bir durum.
Herkesle eşit olup da özgürlüğün olabildiğince sınırlanıyorsa…
Bir düşün kardeşim, buna oligarşi, diktatörlük ve bilumum başka şeyler denir, dayanılmaz, ne sen dayanırsın ne ben…
Eskiden mahkemeye çıktığında iyi kötü bir adalet sağlanıyordu…
“Kör topal bir hukuk sistemi” vardı!

Artık hiçbir şekilde, hiçbir yerde kalmadı…
En küçüklerimiz, bebeler. Bir düşünün bebeklerimize neler yaptılar, sapıklar…
Hatırla ne açıklamalar yapıldı Aile ve Sosyal bakanlığından, Adalet bakanlığımdan…
Hatırla kardeşim hatırla, bunlar bizim bebelerimiz, Mehmetçik…
“Peygamber ocağı”, neler etmediler Mehmet’e, Mehmetçiğe. Mehmet, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V.) Türkçe türevi kardeşim, Türkçe ismi!
Bu ülkeyi yıllardır kim yönettiği iddiasında, kim yönetiyorum diyor?
Peki, maden yönetiyor, duruma ve vaziyete hakim…
Nasıl olurda anlamaz, bilmez adaletin F. Güllenin eline geçtiğini?
Bu nasıl bir hüküm etmek, yönetmektir kardeşim?
Kabul ediyorsun, diyorsun ki…
Hem çalıyor hem yapıyor…
Eyvallah…
Eskiler, yani ondan öncekiler çalıp da hiç mi bir şey yapmadılar?
Nasıl olur, şunun şurasında 15 – 20 yıldır iktidardalar?

Unutma kardeş, unutma…
AKP öncesi iktidarlar hiç olmazsa senin, bizim, hepimizin malını mülkünü hovardaca, mirasyedi şekilde satmadılar. Bak ülken, üç tarafı denizlerle çevrili. Bir tek Türk limanı kalmadı elimizde. Hepsi İngiliz’in, Arap’ın, onun bunun elinde.

Adalet…
Mülkün temelidir. Bu sözler Atatürk’e ait değildir, Hz. Ömer söylemiştir. Arapçası:
“El-‘adlü esâsü’l-mülk”tür
Mülk dilimizde malvarlığı anlamındadır, Arapçada ise devlet, düzen, ülke, egemenlik, iktidar, saltanat anlamlarına da gelir. O halde, adalet mülkün temelidir cümlesi, deyişi…

Devletin, düzenin esasi adalettir diye düşünmek gerekir. Soruyorum sana sen adalete güveniyor musun? Var mi sence Tayyipistanda adalet diye bir şey? O kızcağız, haberlerde gördün mü bilmem, başı örtülü değil, türbanlı bir kızcağız, hastaymış, ilaçlarıyla girmiş sınava, sınavını geçersiz saymışlar. Haberlerde konu olunca sınavını geçerli kılmışlar, O kızcağız acaba türbanlı olmayıp, başı açık olsaydı aynisini yaparlar mıydı? Bizzat yaşadım…
Kandırıyorlar seni, kaldırıyor, aldatıyorlar seni…
O zamanlar Türkiye’deydik, Üniversitelerde eskiden baş örtü yasağı YOKTU!!!
Sağ – sol davası, üniversitede olaylar…
Genç ölümleri, teröre karşı bir önlemdi. Yüz – göz açık, saçlar ki kolluk kuvvetleri bilsin kim var karşısında. Hırlı mi, hissiz mi, kim var karşımda?

İyi değilim kardeş, zor yazdım şuncacık şeyi. Sabah gözümü açtığım bir andan beri çok şiddetli ağrılar. Ne oturabiliyorum ne ayakta durabiliyorum nede yatabiliyorum. Kaçıncı uyuşturucu…
Eğer beni tanımıyorsan, ilk defa okuyorsan yok hapçı değilim, hele uyuşturucu bağımlısı…
Tıbbi uyuşturucu, doktorlar tarafından verilen…
Sen ağrı kesici olarak kabul et ki yetmiyor, yerimde duramıyorum. En kısa zamanda devam ederim kardeşim. Ne olur, lütfen karar verirken evladını, ülkeni, geleceğini düşün. Daha yazacağım, anlatacağım sana. Kanma, aldanma ve inanma bu “evetti” senden isteyene, lütfen inanma.

Yüreğimde kapanmaz bir acıdır kardeşim, kapanmak bilmiyor…
Çocuk gelin meselesi, rahmetli eşim, mutaassıp bir ailenin kızıydı. Allah inandırsın özellikle din konusunda çok bilgiliydi. Neler anlatmıştır bana Peygamber Efendimiz hakkında, İslam ve kadın hakkında. Seni düşünmeye davet etmek istiyorum konu açılmışken, bir an olsun düşün sonra yine ne yapacaksan yap. Bak dünyadan söz etmiyorum, ülkemizden, Türkiye’den…
Bundan yaklaşık elli sene öncesi insanların ömrü elli civarıydı, bugün 73,8. Bundan, tabii kimse bilmiyor, tahmin ve bulunan cesetler üzerinde yapılan bilimsel inceleme sonuçlarına göre o zamanlar yaş ortalaması en fazla 30 civarındaymış. Düşünebiliyor musun, ömrünün baharında, otuzlarında haydi mevta!

O zamanlarmış bu, Peygamber Efendimizin yaşadığı zamanlar…
9 yaş meselesi…
Kız çocuğu, aslında daha bebe sayılır ama yaşam şartları, “mecburiyet” karşısında(!)
Günümüzde bu yaşata evlenmek sence doğru mu?
Bu >>> çocuk <<< ev halinden, temizlikten, çocuk bakmaktan, sorumluluktan, mesuliyetten, cinsellikten ne anlar? O günler başka, bugünler başka, bugün hayat şartlarımız ise çok şükür bambaşka. Yapma, yapma kardeşim yapma, yazık günah bu evlatlara.
Yine konu yaşken, ki iki anlamda…
Soruyorum sana, evladın var mı? Kız – erkek hiç fark etmez, olmasa bile AMA elini vicdanına koy ve yanıtla, bir hatırla sen 18 – 20lerdeki bugünün seni misin? Yoksa düşüncelerin, anlayışın, hayata bakisin değişti mi? Benim sıpa, 25 yaşında…
Ya bazen, yok çoğu zaman düşünüyorum acaba bu çocuk hiç mi büyümeyecek?
Çocuk akıllı ya, resmen hala çocuk. Bu insanlar kalkıp Türkiye Büyük Millet Meclisinde, koca bir ülke, vatan ve millet adına karar verebilirler mi? Henüz kendi benlikleri, kişilikleri tam oturmamışken bunu yapabilirler mi?

Bak kardeşim…
Seninle 18 maddelik anayasayı konuşacak değilim, gerekmez de…
Neden biliyor musun? Yılların bilişimcisiyim ama ömrümün yarısından fazlası kanunlar ile boğuşmakla geçti. Bu yüzden söze, kelimelere ve anlamlarına, cümle kuruluşuna, virgüle, noktaya, ünleme önem veririm. Biliyorum çünkü…
Okuduğunda, düz mantık ile, yani senin benim gibi insanların dilinde başka, hukuk dilinde bambaşka anlamlar, sorumluluklar ve mesuliyetler getirebilir kanuni düzenleme. Bu dil başka bir dil, “yabancı” bir dil, ancak bu dilin ayrıntılarını bilene sırını açıklayan bir dil. Bu yüzden seninle bu konulara hiç girmek istemiyorum. Eğer gündemi biraz olsun takip ediyorsan sende biliyorsun…
Herifler…
Kanun çıkarıyor, TORBA YASA…
Bir yasa mesela güzel, olumlu, iyi, faydalı hepimize. Torbanın içinde diğer düzenlemeler OLUMSUZ, hin oğlu hin…
Muhalefet ki yeminle muhalif değil bunlar, hepsi ayni bokun soyu. Tabii itiraz ediyor mesela…
Bu sefer AKP ama en başta Recep Tayyip Erdoğan yaygarayı koparıyor…
Bak istemiyorlar(!)
Kanunlar güzel kardeşim, yasalar ve hukukun dili…
Bildiğimiz Türkçe, bildiğimiz Almanca veya her hangi bir dil değildir. Bak sana bir örnek vereyim, hani iddia ediyorlar ya “Başkan” en fazla iki kez seçilebilir diye…

YALAN!!!!
Kuyruklu yalan…

Veya…
Kanun hükmünde kararname, bu ne demek?

Devam edecek…

Erkek demeye

Yüz bin tane şahit lazım, bacaklarım…
Doktordan geliyorum, sigorta kartlarını vermem gerekti, kadın yüzüme baktı…
“Hiç iyi görünmüyorsun”, Amerikalı dostum, hani asker olan…
Geçen geldiğinde “Geçen seferden iyi görünüyorsun” dedi, demişti…
Yok arkadaş saniyem saniyeme uymuyor…
Bir bakmışsın bacaklar taşıyor, ayni önder bir saniye sonra yerlerde…
Jetlag diyeceğim geliyor ama değil tabii, geldiğim bir andan beri kendimi toparlayamıyorum…
Hiç iyi değilim…
Geçenlerde bir yere gittim, hava çok güzeldi, arabayı uzağa park ettim, yürüye yürüye gideyim…
Belki yemeğe…
İyi değildim o gün buna rağmen gittim geldim, gelince…
İster inanın ister inanmayan başımın yastığa değmeyesiyle saatlerce uyumuşum, yoruldum, yoruluyorum, yaşamak ağır geliyor…
Umudum zaten yoktu, sanki bir umut ışığı…
O da söndü.

Anlamıyorum neden…
Neden Allah’ım neden, neden almazsın emanetti…
Yüz bin tane şahit lazım, bacaklarım…
Taşıyamıyorum kendimi, taşıyamıyorum bu yükü…
Üzülmekten başka hiçbir şey gelmiyor elimden.

Duacıyım, dua her an her saniye dudaklarımda…
Kupkuru, kurudu, içim doldu…
İçimde bir sıkıntı, bir çaresizlik, tarifsiz…
Kardeş ve bebeleri, validem gelecek gece yarısı, evlat…
Allah nasip ederse 19:30 gibi Alman topraklarında, Allah sağ – salim bize kavuştura…
Terbiyesiz, saygısız pezevenk…
Terbiyesizliği bana, babaannesine AMA benim, kanımdan kan, canımdan can…
Benim olan…
Canlılar arasında, hepi topu iki elin parmagi kadar…
Dört kardeş, üç yanımda, oma ki kendini bana emanet etti…
Güvenip inanmayan bir…
Üçten bir ve bir habersiz olan, hepi topu iki elin parmağı kadar…
Birdim, iki oldum, üç oldum. Bire düştüm, yine iki, üç oldum…
Dört oldum beş oldum…
Ama bir türlü geberemedim!

Nasıl bir hasret, nasıl bir özlem…
Anlatamam.

Gün aydın diyesim var ama

Allah – Peygamber aşkı için, eyyy dinci…
Eyyy yobaz göt veren…
Alma o iğrenç ağzına Atatürk’ü, dini – imanı, Allah’ı ve Peygamber Efendimizi…
Alma ulan, alma orospunun dölü…
Alma o kirli ellerine Kur’an-ı Kerim’i!

Diyemiyorum günaydın falan, etraf zifiri karanlık…
Alaca karanlık, göz gözü görmüyor, sanki puslu bir hava var…
Ağır bir sis perdesi çökmüş yeryüzüne, güneşin ışıkları delip geçemiyor.

Yok depresyonda falan değilim, karamsar hiç değil sadece bezdim.
Bezginlik nedir bilir misiniz?
Tükenmişlik, tüketilmek…
Hem de sevdiklerin tarafından, sana can olan canandan….
Gözünü seveyim samimiyetin, yürekle, yürekli niyetin, uzanan ele aşk ile sarılanın, inanan ve güvenenin, tabii körü körüne olmaz, olmamalı inanç ve güven, sorgula ama olumlu, yapıcı bir sorgulama, düşün taşın, karar ver ve uygula.
İki arada kalma, bencil olma, ben deme biz de. Yıkıcı olma, yapıcı ol, samimi ol yürekli.
Gözünü seveyim düşünen insanın kulu kurbanı olayım…
Hayal peşinde koşmayıp gerçekleri görenin. “Kitaptan önce cinsellik vardı”, hayvani içgüdüler…
Kendini kirletenler…
Olmaz bir işim, pisle, kirle, pasla…
Bakarım mesela Fransa’ya…
Avrupa’ya, kafa tasçılar önde, hele ilkinde,
Marine Le Pen, bir laf etti, HALK içyüzünü, gerçek yüzünü gördü, seçilme şansını ciddi şekilde tehlikeye soktu. Bizde…
Şahitli ispatlı…
SOMUT DELILER, somut, somut, yadırganamaz, yadsınamaz deliler kamuoyu önüne koyuldu…
Seçmen kitle, bilgisiz, bilinçsiz ve düşüncesiz…
Çalıyorsa “benden çalıyor” demez mi, ne senin?
Tekrar senin olan ne?
Çıktığın ananın amı bile senin değil, babanın veya başkasının, senin olan ne?

Benim deyip bizim diyemeyen, bencil insan senin olan ne?
Yazmıyor mu Hak kitaplarında…
Arsızdan, yalancıdan, soysuzdan, “Benim adımı, seni kandırmak için kullanandan” sakın diye?

Hiç mi bir şeyler okumadın, hiç mi görmez düşünmezsin sen?
Yeri ve zamanı geldiğinde HAYIR diyebilmeli insan…
Hayır’da “hayır” var da demek istemem, duruma göre bazen evet bazen hayır demelidir insan…
Evet, kitaptan önce cinsellik vardı, hayvani içgüdüler. Ah o dürtüler…
Yana yakıla ararım insanı, insan evladını, kadını, özellikle kadını, kadınımı…
Bu durumda, bu şartlar altında nasıl iyi geceler, nasıl günaydın derim ben?
Her daim etraf puslu, tüm kasveti ve ağırlığıyla, yoğun bir sis perdesi, ardına bakılamayan…
Karanlık, alaca bir karanlık sarmış etrafımı, etrafımızı, nasıl günün aydın olsun diyebilirim sana insan, belki insan evladı olan?
Nasıl ve neden?

Hep derim; yetiştiği ortam, yaşam şartları, hayat tarzın insanı şekillendiren

Dada’m, yumuşacık herifim, küçük pezevengim…
Ben yumoş değilim…
Allah’ım benim için neler neler derler ne yakıştırmalar ne lakaplar…
Bunlardan biri…
Salon Atatürkçüsü(!???)

Bir Atatürk milliyetçisi olmak…
Salt Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına sahip çıkmak olamaz, onu anlamak, anlamaya çalışmak…
Bazen…
Kendimi kıyaslarım dinciyle, düşünürüm onların yaptığı ile benim yaptığım arasında ne fark var?

Onlar…
“1400 sene” öncesi Peygamber Efendimizin yaşam şartlarını >>> taklit <<< etmeye çalışanlar…
Taklit ederken kurallara, kanunlara hurafeler başta olmak üzere, “yeni ve uydurma” kural ve kanunlar katanlar. Ben bunu yapmıyor, yapmamaya özen gösteriyorum.

Şark ve Garp arası, muğlak…
Bir tarafım batılıyken diğer tarafım doğulu…
Mantık ile duygusallık arası…
Yüzüm için mahkeme duvarı derler, içim geçmedi, üzüntü, düşünceler, Araf, iki sandalye arası…
Hayata bakışım, aileye, sevgiye, aşka…
Ama illa kadına…
Farkındalık değildir bu, anlık değil, yukarıda saydığım kavramlar benim için daimidir, mutlak…
Kendim için, sevdiklerim için seçtiğim yoldur, hayat tarzı…
Mümkün olan en güzel ve iyi şekilde mutlu olmak, olmaya çalışmak, huzur…
Yoruldum, çok yoruldum…
Ne kavgaya ne gürültüye, vurup kırmaya ne gücüm kaldı ne takatim…
İstediğim, kendim ve sevdiklerim için bir parça mutluluk, biraz huzur…
Güven, sonsuz bir güven.

Her dönemin şaşmaz kurallı

Milletler tarihini inceleyiniz…
Göreceksiniz her büyük veya kendini büyük sanan, iyi kötü söz ve vizyon sahibi “insanın” vardır bir mimarı, müteahhitti(!)

Bir samimiyetsizlik, bir ciddiyetsizlik his ediyorum çevremde, sevdiklerimde ve sevmediklerimde…
Terbiyesizlik, saygısızlık, çokbilmişlik…
Bencillik…
Kendini beğenmişlik, narsisizm kelimesini sevmem, mümkün mertebe kullanmam…
Kendini beğenmişlik, özseverliği tercih ederim.

Hele terbiyesizliğe, saygısızlığa hiç gelemem…
Ali Ağaoğlu diye bir kendini bilmez var…
>>> mal <<< demiş CHP kadın milletvekilinin hanım arkadaşlarına. Mal… Vay anasına! Yetmemiş kadın milletvekilini evine “davet” etmiş(!) Ne amaçla? Terbiyesiz, kendini bilmez, ağzından çıkanı kulağı duymaz soytarı… Paraya sahip olmuş ama erkeklikten, terbiyeden, saygıdan bir haber! Erkeklik… Dövmek, sövmek, kafa – kol, kapı kırmak, bacayı yıkmak mıdır? Zorlama… Zorla güzellik olsa (…) Türk filimi mi bu… “Nolamaz, ya benimsin ya toprağın, özledim ulan vay kahpe, şrakkk – tokat!!!” Böyle mi olmalı? Erkeklik bu mudur? “Veremeyeceğim hesap yok” Melankolik manyak dolu bu dünyada… Çatıyı – bacayı yıkmaya, kapı kırmaya ne gerek var? Kapı… Zaten hep aralık! Belki inanmasınız, >>> her erkek <<< gibi benimde olmuştur bir kadına karşı yanlışlarım…
Zorbalık…
Kaba kuvvet, yeri öptüren tokat, utancım…
Ayıbım…
İyi bir bok mu yedim? Erkeklik bu mudur?
Yok dostum yok…
Kadın kadınlığını, erkek erkekliğini bildikten sonra…
Böyle şeylere hiç gerek yok!

Neydi bir kadın?
Bir çiçek, bir gül olabilir mesela, bir papatya…
Öpüp koklamak, sevmek varken…
Durup duruken ağzını burnunu yamultmak, kan revan içinde bırakmak…
Nedensiz, gereksiz yere çiçeği soldurmak, öldürmek…
Yakışmaz bir erkeğe, yakışmaz insan olana…
Bir noktaya kadar gülü seven dikenine katlanır ama…
Yeri ve zamanı gelir gülü soldurmadan, öldürmeden dikenlerini kırar…
Üslubu beyan, aynıyla insan…
Beşeri ilişkilerde esas olan…
Sevgi, saygı ve güven!

Jeopolitik riskler

Hocam derdi bana hep…
“Hesaplayamadığın riske girme! Hazırlık, hazırlıklı olmak hayatın yarısı”

Siyaset ve siyasetin aynadaki yansıması, piyasalar ve borsa…
Namı diğer PARA(!)
Real politika ve Real ekonomi dedikleri.

Hep yazarlarım siyaset hani politika denilen iğrenç bir şey, iğrenç, tek kelimeyle adi…
Eğer insan için, eğer vatan ve millet için yapılmıyorsa, eğer ülke menfaatleri içinde olsa insanlığını ayaklar altına alıyorsan veya almak “zorunda” kalıyorsan iğrenç, adi bir konu.

Bilmem piyasaları, borsayı izler misiniz?
Salt ülke siyasetini değil dünya çapında siyaseti, en azından ama önemli ülkelerin siyaset ve ekonomilerini, birbirlerine karşı etkileşimlerini (…)
Dikkate alır misiniz?

Trump mesela…
Dünyanın en önemli ülkelerinin birinde “yönetiyor” ülkeyi…
Cahil – cühela siyasetinden, attığı adımlardan son derece memnun…
Memnun olmayan entelleri mesela “milliyetçilik kisvesi” altında toplamayı dışa “saldırmakla” başarıyor gibi. Cahil – cühelayı, enteli – danteli kandırır, ya entelektüeli?

Piyasalar, borsalar dünya çapında belirginizlik yaşıyor, “bana ne” diyor birileri…
Ver yansın ediyor, kaba kuvvet sergiliyor, nasılsa bahane uydurmak çok kolay…
Olmadı, kıvır yalanı…
Al Trump’ı vur Erdoğan’a…
Sahte pehlivanlar…
Er meydanı, aklın, zekânın, kısa, orta ve uzun vadeli hesaplamaların, teknolojinin, bilginin meydanı…
Lafla peynir gemisi yürümez beyler, yürümez…
Hayal alemi başka bir şey, realite, hayatın gerçekleri bambaşka bir şey…
Hani hep derim ya…
Aşk…
Yapıyorsan bir şeyler en azından severek yap, çünkü aşk…
Vatana – millete, kadına duyulan aşk üç kaide üzerinde oturur ve birdir, bir…
Aşk ile sevişen iki beden gibi bir, kaidelerden biri zihindir…
Bir diğeri beden, üçüncüsü ise ruhtur, ruh…
Gelirse hepsi bir araya insan aşkı yaşar, aşk ise insan evladının ömründe önüne bir, bilemedin iki kez çıkar. Herifler, yaratıklar ne risk gözetiyor ne hazırlıklılar…
Yeter ki kendi ikballeri, kendi pis, iğrenç mevcudiyetleri korunsun…
Cahil – cühelayı, enteli – danteli kandırırlar, ya entelektüelleri?

Her şeyden evvel…
Sen kulu kandırdığını sanırsın, kandırırsın…
Kendini ve Allah’ı kandırabilir misin?
Realite, hayatin gerçekleri, eğitimli, eğitimsiz gözün gördükleri, algı…
Ah gözünü sevdiğiminim samimiyeti, niyeti…
Ey insan, ey erkek, eyyy kadın…
Neredesin???