Gecenin getirdiği sorular

Uyu uyan…
Ne gündüzüm ne gecem var…
Beynimin içinde uçuşan arılar.

Vızır vızır delirmenin eşiğindeyim…
Neden?
Ne gergi var?

Alığılar…
Göz…
Üç boyutlu evren, üç boyutlu dünya, üç boyutu ile insan (…)

En, boy ve derinlik…
Koordinatlar…
Cismin, belki bir insan olanın…
Uzunluğu, genişliği ve ah o derinliği…
Ve belki iki boyutu ile salt düzlemi.

Hiç kendinize sordunuz mu?
İnsan ve üç boyutu, hani çocuğu, erkeği ve kadını…
Allah’ın takdiri…
Çocuk, kız – erkek hiç fark etmez ve doktoru…
İkisi içinde > aynı < çocuk doktoru, erkek ki geneli…
Ama kadının illa var bir doktoru…
İki boyut sanki…
Çocuksun, büyüyorsun ya kadın veya erkek oluyorsun ve ihtiyarlayıp yine çocuklaşıyorsun!???

Üçüncü bir boyut gibi gör insanda, derinliği, ruh hali…
Yine üç boyut, çocuğun ruh hali, kadın başka erkek başka…
Ruh hali, algısı, hayata bakışı…
Ve yine çocuk, ah o kurban olduğum tek boyutluluk, temizlik, saflık.

Sınırlar…
Hani hayal edebilme…
Hani tahammül dediğimiz…
Hani dayanma, bir duruma dayanabilme…
Sonsuzluk…
Tanrı, hani yaradan…
Enerji…
Hani bitmez gibi görünen aniden tükenen…
Sorular, sorular, sorular…
Ve yanıtını bulamadığım nedenler(!)

Kara Mediha’m

Annem…
Benim dışımda kimse anneme böyle hitap etmez, edemez de zaten…
Soner Beyin bugünkü yazısı…
Allah bu dünyadaki tüm annelerin yâr ve yoldaşı olsun, Allah onları başımızdan eksik etmesin…
Ana – oğul çok kavgalarımız olmuştur, annem…
Maazallah…
Sinirlenmesin, tepesi atmasın, ütü, çaydanlık, bıçak – makas, terlik merlik dinlemez…
Yaşa başa da bakmaz, galiba en son 47-48 yaşlarında anne dayağı yemiştim…
Haşlar insanı!

Hani…
Annelerin vurduğu veya öptüğü yerde gül biter ya…
Öyle derler, cennet annelerin ayakları altında aynen öyle…
Kadın…
Hayatın tuzu – biberi. Ne onlarla ne onlarsız…
Benim en iyi dostum, en yakın arkadaşım, beni dünyaya getirmesinin yani sıra, büyütüp yetiştirmesinin, beni en iyi tanıyan ve bilen insanlardan biri, hala…
Bu yaşta veli nimetim bile diyebileceğim bir insan, hayatımda çok özel yeri olan bir insan, bir kadın…
Eksiklerimi, eksik kalan taraflarımı sürekli doldurmaya çalışan bir varlık…
Kimi zaman akıl hocam, bazen en iyi, en yakın arkadaşım…
Buna rağmen her şey anne ile paylaşılmaz, konuşulmaz…
Eş – dost, kardeş bile uzak, illa lazım insana yüreğin sıcaklığı, yakınlığı…
Yüreğin yürekle birleştiği, bir olduğu, illa lazım insana yüreği yürek için çarpan insan.

Soruyor “olabilir mi, Önder?”

Bu sorunun yanıtına gelmeden önce…
Hileli mileli, boş ver şimdi bunları…
Bu pezevengin oy oranında önemli bir yeri olan, mutlak potansiyel, bir nevi gizli kasa…
Yurtdışı Türklerine bir bakalım…
Çünkü bunun bilincinde olmak “direnişte, dirilişi” kavramanın bir yolu…
Yurtdışı Türk’ünün, ortalama bildiğin insanın sosyoloji ve psikolojisi…
Tabii ne sosyoloğum ne psikolog…
Salt gözlem, sadece…
Gözlemlerim.

Kabaca üç guruba ayırabiliriz bu insanları…
Birinci grup öyle diyeyim ki sıralamanın hiçbir önemi yoktur, bizim gibi insanlar, azınlıktalar…
Bir milyon üç yüz bin ile üç milyon arası oldukları söyleniyor…
Bakış açısına bağlı, koyduğun kriterlere, Türkiye’den gelen insanlar olarak değerlendirdiğinde yaklaşık üç milyon. Coğrafi dağılımı ki yüzde sekseni Anadolu (Karadeniz bölgesi dahil) veya Güneydoğu Anadolu kökenli. Eğitim düzeyi ki birinci neslin çok büyük bölümü ancak okur – yazar, birçoğu bunu bile bilmeyenlerden oluşuyordu. Çoğunun mesleki eğitimi, yani bati düzeyinde bir eğitimi yoktu.
İkinci nesil…
Yani benim neslim, az ama küçümsenmeyecek bir bölümü ancak ilkokul düzeyi, geneli ortaokul veya az bir bölümü lise ve üstü. Çok şükür…
Yetişen üçüncü ve dördüncü nesilde bu oranlar tam tersi gelişmekte. Gelelim yetiştiğin ortam ve çevre meselesine…
Hani kuş yuvada gördüğünü yapar der ya atalar, aynen öyle…
Birinci nesil bir kültür şoku yaşamış, bu travmaya dönüşmüş ve “kalıtım yolu” ile ikinci ve üçüncü nesille yansımıştır. Hani hep paralel, paralel diye tutturuyor ya kuduz köpekler…
Almanya’da…
Yaklaşık elli sene içeresinde paralel bir toplum oluşturdular. Bu insanlar…
İkinci grubu oluşturmakta…
Yaklaşık toplam Türk sayısının en azından yüzde yetmişi…
Kendi berberlerinden tut, bakkallarına kadar kendilerine has bir dünyaları var. Camii…
Camileri bile ayrı ayrı…
>>> Domuz topu <<< gibi ki domuz kelimesini özellikle kulandım, aynen öyle domuz topu gibi gettolarda – varoşlarda, bir arada yaşıyorlar. Üçüncü gurup ise…
Birinci gurup gibi bir azınlığı oluşturuyor…
Kök ve bağlarından koparılmış veya bilinçli olarak kopmuş insanlar…
Aslında ne Türk ne Alman…
Evlerinde bile Almanca konuşanlar, bırak konuşmayı, bir Alman siyasetçinin sözüdür…
“Rüyanı bile Almanca göreceksin”
Aynen öyle. Bu insanlar kayıp insanlarımızdır, kayıp (…)

Anlayacağınız…
Mücadelemiz, kazanmak veya ilelebet kendimizden soyutlamamız gereken insanlar ikinci gurubu oluşturmaktadır. Kör cahil desen değil…
Kökünden kopmuş, evsiz – barksız ayak takımı desen değiller…
Hastalıklı bir ruh, hastalıklı bir hayat anlayışına sahipler…
Ezilmişler, hani Victor Hugo’nun Sefilleri…
O misal…
Kendi hayatlarındaki başarısızlıkları, ortama uyamamaları, eziklikleri, komplekslerinin aynadaki aksi…
Recep Tayyip Erdoğan, hani dünya lideri dedikleri…
Bir yerlere gelmeyi başarmış ya, kendilerini onunla özdeşleştiriyorlar…
Onun başarısı, onların başarısı, futbol misali, ayni sosyolojik ve psikolojik olguları fanatik taraftarlarda veya salt futbol severlerde de gözlemleyebiliriz.

Peki, …
Bu insanları nasıl kazanabiliriz?
Genel anlamda insan kazanmanın yolu üç kaide üzerinde oturmuştur…
– ya cüzdana…
– ya beynine, ruhuna, vicdana…
– veya kalbe hitap edeceksin…
Kendine “aydın” diyen, kendine Atatürkçü diyen insan…
Bu insanlara kendilerine olan özgüven ve özsaygıyı geri kazandırmalı…
Hayatin, tarihin ve istikbalin getirdiği, getireceği gerçeklilikten şaşmamalı…
Belki bu yol ile bir araya gelme, bir olmayı başarabiliriz.

Yani…
Biz, kendimiz bile doğruya doğru, yalana yalan, kediye kedi, hırsıza hırsız…
Pezevenge, pezevenk, orospuya orospu diyebilmeliyiz.

Olabilir mi?
İnşallah onun dediği gibi olur, inşallah AMA sanmam…
Trump…
Erdoğan’ı boşuna aramadı. Herife ta Mayıs’ta randevu veren…
Buna gerek görmez. Kaldı ki…
Nerde Erdoğan’da o öngörü, o bilgi birikimi, o zekâ ki on beş seneden beri ülkeyi bir maceradan diğerine sürükleyebilecek, eğer olmasa…
Evet olmasa bir üst zekâ?

Memleketi ayyaşlar kurtarıyor, din bezirgânları batırıyor

Direnişte diriliş var, diren Türk…
Diren Atatürk’ün evladı, diren kadını – kızı diren…
Yobaza diren, hırsıza diren, ahlaksıza – Allahsıza karşı diren!

Gezinin sloganlarındandı…
Recop Tazyik Gazdogan’a karşı…
“Korkma la, biziz, halk” diyebilen…
“Bu biber gaz bi harika dostum” ile devam edip…
Çapulcu vatan aşkıyla yanarken seslenir sevdiğine…
Biber gazlım,
Kask yüzlüm,
Neredesin?

İşte bu, Türk’ün pratik zekâsından söz ettiğim zaman bunu kast ediyordum

Ani hava değişiklikleri beni çok kötü ediyor, feci üstü feci bir güne uyandım…
Kemiklerim sanki tonlarca ağırlık altında eziliyordu, her yerim sızım sızım…
Biraz gazete okudum, Tommiks – Teksas okurken derin bir uykuya dalmışım…
Çok iyi geldi, dinç uyandım.

Hanım bana çocuk kafalı diyor…
Aksini hiçbir zaman iddia etmedim ki…
Dedim başlayayım bari “direnişte diriliş var’a”
Tabii her zamanki gibi araştırma, “güvenilir bilgi”
Bu esnada bunlara rast geldim, çok güldüm…

sende gül

Özellikle “Martılara seni sordum, suratıma sıçtılar” a çok güldüm…
Orijinali söyle…

Tövbe, tövbe

Ulan pezevenk, Recep Tayyip Erdoğan…
Orospunun dölü…
Firavun sensen…
“Musa” benim!

Dünyanın en güvenli bilişim şifresi ne diye sorsanız

Bilişimde gizlilik esastır…
Harcamaya hazır olduğun nakit ve vakit oranında bilişimde güvenlik diye bir şey yoktur…
Nokta!

Buna rağmen zaman her şeydir…
Düşmana vakit kaybettirmek demek sizin kazancınızdır, karşı veya ek önlem almanızı sağlar…
Her şey güvenli ve gizli bir şifre ile başlar!

2017 referendum election Fuck Erdogan’s Mother, Wife, His Daughter And All Wives In His Family!

Bakınız resme…
Cümlesi dünyanın en güvenilir şifrelerinden biridir!

Nasıl ki O ve göt kılları geçerli anayasamızı yok sayıyor, kabul etmiyor…
Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına alıyorsa, ulan orospunun dölleri…
Bende sizi tanımıyor, yok sayıyorum.

Yazıp yayınlayacaklarım haliyle sizi bir noktaya kadar koruyabileceği gibi, düşmana…
Yetenek ve bilgilerini genişletme şansı tanıyacaktır. Aynı zamanda kötü niyetli insanlara da örnek olabilir. Tabii ne biri ne öteki işime gelir. Ben…
Ve bana ait olanlar, hak – hukuk bilen, genel kabul gören kurallara ve tabii yürürlükte olan yasalara, içinde yaşadığımız topluma uyan, uyum sağlayan insanlarız. Bu açıdan başlatacağım yazı serisi genel bilgi vermekten öteye geçemez. Unutmayalım ki…
Sizi koruyan bir tek önlem olamaz, önlemler zinciridir…
Kafanızı kendiniz çalıştırıp ek önemler geliştirmeniz, alışılageldik ve özellikle bilimsel ve matematiksel yöntemlerin >>> dışında <<< kendinize bir yol çizmeniz olacaktır. Ben, sadece yardımcı, yol gösterici olabilirim.

Önder

Not: Şifreyle başlayıp, cep güvenliği ile devam edeceğim…
Özellikle, direniş için en önemli iki konuya değinmek istiyorum. Cepten yapacağınız konuşmanın “eş zamanlı” şifrelenmesi ve sosyal medya örgütlenmesinde gizlilik esasi, yani yine şifreleme…
Şifre, şifre, şifre…
Gizlilik, gizlilik, gizlilik…
Güvenliğin!!!

Güvenli şifreni denetle (bakmayın kayıt etmiyoruz falan laflarına, siz değiştirin, gerçek şifrenizi denemeyin. Örnek: gerçek şifreniz, Gerçek şifreniz1234!!! kelimeleriyse eğer, böyle yazın mesela;
Gerçek şifreniz12)

denetle
denetle

Savaş ilanı

Bugün evlat geldi, annesi dolma sarmıştı, gelin – “kaynana” evvelsi gün oturmuş harıl harıl sarmıştı…
En sevdiğim yemekler arasındadır, hele etli Arap dolması, kurutulmuş patlıcan ile…
Bayılırım, imam bayıldı gibi…
Iman…
Din simsarı…
Koca ülkeyi bayılttı, büyüledi…
Yok büyüye, fala inanmam ama ah rahmetli çıkmaz akılımdan!

Evet, artık istediğim kadar evet diye yazabilirim, evet, evet…
Bu bir savaş ilanıdır, evet savaş ilanı…
Yemin ettim, ant içtim!

Konuştum onunla uzun uzun…
Kadın milleti işte, biz erkek erkeğe konuşuyoruz oğluma…
Onlar ana kız ha bire sözün içinde…
Ya bir susun, karışmayın çocuğa bir şeyler anlatmaya çalışıyorum…
Tabii öncelikle babayım, görevim, asli vazifem sevdiklerimi, kalbimde olanları koruyup kollamam.

“Baba, açık oturumlarda o sözde bilim insanlarını izledim. Ben siyaset okuyorum, bize öğretilen hiçbir konuya değinmediler” böyleydi bir cümlesi oğlanın. Tabii O bilimsel açıdan konuya yaklaşıyor. Kurgu ve gerçekler(!)

Benim gençliğim…
Heyecan, vatanperver…
Dedim ben varken sen geri dur…
Bizimkiler…
Kıyametti kopardılar, “karı dırdırı” bazen gerçekten çekilmiyor.

Eyyy Recep Tayyip Erdoğan pezevengi…
Tüm göt kılları…
Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu…
İzmir’in denizi sizleri bekliyor, evet artık düşmanız düşman…
Sizleri denize dökmeden bu can çıkmayacak…
Yunan hiç olmazsa kanımdan kan, canımdan can değildi…
Yaktı, yağmaladı hane hane…
Sizler kardeşi kardeşe düşman ettiniz, soktunuz ülkemin her evine fitne, sizi gidi kahpeler sizi…
Yaktınız, yağmaladınız…
Ben sormam Nasrettin Hoca misali “kanlı mi olacak kansız mi?” diye…
Bu sorunu ya deniz temizler ya kan…
Bu böyle biline!

Mücadele…
Son nefese kadar, hattı müdafaa yok sath-ı müdafaa var…
Sath-ı bütün vatandır bundan böyle!

Tahmin

IMKB…
Bugün artı vermesini nasıl mı yorumlamalı?

“Değişen bir şey yok, yola, sömürmeye devam”

Ancak…
Sen dış yatırımcıya bak…
Kredilendirme kuruluşlarının vereceği tepkiye bak…
Haberlere bakılırsa yurtdışı göt kılı milliyetçileri yüzde 63 ile evet demiş…
Yine…
Yurtdışı gözlemcilerinin itirazları göz ardı ediliyor…
Tayyipistan…
Arnavutluk’un Enver Hocası misali hızla kendini dünyadan soyutlayacağı kaçınılmaz gibi görünüyor.

Gözünü sevdiğiminim İstanbul’u…
Binlerce milliyetçi tencere, tavalar ile sokaklarda.