Yokkk, bu sefer Soner Beye mail yollamadım. Utanıyorum, öyle ikide birde insan rahatsız edilmez AMA sanki yollamış gibi ona yönelik yazacağım

Yazmıştım evvelsi, ima ettim…
Gıda maddeleri zorunlu olarak ilgi alanımda…
Bildiklerimi, okuduklarımı yazsam, ispatlı…
Yemin ediyorum ağzınıza bir daha bir şey sürmezsiniz.

Allah var yukarıda…
Bademler ile mesele ayyuka çıkmış olsa bile bademler öncesi de vardı bu sorun Türkiye’de…
Sadece Türkiye’de mi?
Tabii ki hayır dünyada…
Ağıza atacak lokmayı bulabilmek bir mesele ise dünyaya hâkim olan açlık mesela…
Bu çağda…
Diğer mesele buldun diyelim, ne yediriyorlar sana?

Bilmem kaçta kaçınız bundan haberdar…
Bilim…
Uzun süre deneyi yaptı, bir ikiz, ikisi de astronot…
Kardeşlerden birini dünyada tutarken diğerini uzaya yolladılar uzun süre…
Hani evrim teorisi var ya, hani dinci inkâr ediyor, diyor din ve bilim olmaz yan yana…
Halbuki yüce dinimiz bizzat bilimin dili, mantığın…
Allah “diyor” gör beni, her yerde her an, kullan ulan kullan sana verdiğim aklı, kullan…
O misal bilim tespit etti radyasyon, gıda falan uzaydaki astronotun genetiği değişti.

İkiz, ikiz tek yumurta ikizi…
İnsanda otozomlar (Autosom) iki kere 23 eder 46 kromozom…
Birden yirmi ikiye otozomlar yirmi üçüncü kromozom cinsiyeti belirler…
Bilim XY erkek, YY için kadın der.

Soner Bey salçayı falan saydı…
Hazır çorba kardeşim hazır çorba bile genetiğini değiştiriyor ondan sonra soruyor millet…
Bu evlatlar neden ikide birde hastalanıyor?

Bilmemek kötü de cehalet…
Bilip de…
Uyarmaktan başka bir şey yapamamak daha beter be!

Konuyla ilgili, Almanca…
Oku derim oku.

oku


Gıda yalanları
16 Mart 2018
Bu konunun öncüsü usta¬mız Uğur Dündar…
Son dönemde; İsmail Küçükkaya… Fatih Por¬takal… Ahmet Hakan… Sefer Levent… Meliha Okur… Gürkan Akgüneş… Başta olmak üzere meslek¬taşlarım “gıda oyunlarına” dikkat çeken haberler yapıyor.
Konu, salt bıktırıcı “onu yeme-bunu içme” kıska¬cı dışına çıkıyor. Bunu da önemsiyorum kuşkusuz. Ama meselenin diğer yönlerine hiç değinilmiyordu!
Hele… Gıda’nın ekono¬mi-politiği konusunda pek yazan yoktu…
Farkındalık oluşmaya başladı. CHP sayesinde bu “zehir düzeni” siyasetin de gündemine geldi. Evet, peşini bırakmayacağız!
En büyük desteği namuslu vatansever gıda mühendisle¬rinden alacağız.
İşte bir gıda mühendi¬sinin uyarısı:
“Kıymalı mantının maliye¬ti yüksek olduğundan soya karıştırılmış hazır kıymalar kullanılıyor. Mantı makinesin¬de kullanabilmek için galeta veya irmik katılıyor. Bu mantının içini krem rengine çeviriyor. Ayrıca kahverengi veya pişmiş kıyma görünü¬mü veren boyalar kullanıla¬rak iç malzemesi kıymaya benzetiliyor. Vatandaş da ‘ne bol kıyma koymuş¬lar‘ diye seviniyor!
Diğer yöntem ise, kıyma yerine tamamen soya kulla¬nıp, gıda boyası ve et bul¬yon ile iç malzemesini kıy¬malıymış gibi göstermek!
İnsanların çocukları¬na besleyici olsun diye tercih ettikleri ve ambalaj üzerinde ‘ıspanaklı, doma¬tesli, havuçlu‘ gibi sebzelerin yazılı olduğu makarnalara bir gram bile sebze katılmıyor! İstenilen sebzenin, boyası ve biraz da aromasını hamura kattığınızda rengarenk ma¬karnanız hazır oluyor. Sade¬ce domatesli makarnada salçayla renk elde edenler var, onu da maliyeti nedeniyle kaç firma yapar bilemem…”
Bitmedi…
PLASTİK SALÇA
Türk mutfağı salçasız olmaz.
Peki hangi salça?
Sözü yine bir gıda mü¬hendisine bırakayım:
“Son yıllarda salça sanayinde plastik amba¬laj (plastik kova ve pet am-balaj) içinde satılan salçalar çok talep görünce satış mü¬dürlerimiz bizden böyle ürün¬ler talep etti. Konu üzerine eğildik; ve Gıda-Tarım-Hay¬vancılık Bakanlığı tarafından bu tip salçalara kimisine ‘ev tipi‘ kimisine de ‘kon¬santre tuzlu salça‘ diye üretim izni verildiğini gördük. Üretmeye karar verdik.
Ancak aklımıza takılan sorular vardı nasıl oluyor da pastörize edilmiş bir salça (92-93 derecede) böyle plastik ambalajlara kona¬biliyordu!
İlk önce aklımıza tuz gel¬di; Türk Standardı 1466’ya göre, yazılan kuru madde oranına bakarak tuz koy¬duk, fakat salça uzun süre dayanmadı; 10 gün içinde küflendi.
Diğer firmaların nasıl yap¬tıklarını araştırdık; sodyum benzoat ve potasyum sor¬bat koruyucular ve aşırı tuz kullandıklarını öğrendik.
Tarım Bakanlığı’nın verdiği üretim izinlerinde yani etiket bilgilerinde koruyucu ola¬rak sadece tuz ibaresi var¬dı ama değişik koruyucu¬lar kullanılıyordu! Üstelik binde 1 olması gereken koruyucuların oranı yüzde 1 seviyesindeydi! Ayrıca 30 brix salçada yüzde 4.2 olması gereken tu¬zun yüzde 7 oranlarında kullanıldığını gördük.
Halkımızın sağlığı ciddi tehlike altına atılmaktadır; çünkü sodyum benzoat ve potasyum sorbat kansero¬jen maddelerdir…”
KİREMİT BOYASI
Kimi okur; “okumaya¬cağım moralim bozulu¬yor” diyor!
İyi de arkadaş söz konusu olan sadece sen değilsin ki; çocuğun, torunun! Daha da kötüsü, hastalıklar gene¬tik olarak sonraki kuşak-lara geçiyor!
Oysa. Tüketimden gelen gücümüzü kullanabiliriz. Şir¬ketlerde bunu dikkate alarak üretim yapmak zorunda kalır. Yapabiliriz.
Gıda, Tarım ve Hayvan¬cılık Bakanlığı harekete geçirilebilir; en başta büyük bir denetim sorunu var. Gıda üretiminin yüzde 60’ı denetlenmeden sofranıza geliyor.
Size ne yedirdiklerini bilmek zorundasınız!
Son bir mail daha yazayım:
“Kırmızı toz biberin yapılışı insanları hayrete düşürecek boyuttadır. Çoğumuzun sal¬çalık biber olarak bildiği kırmızı biberler fabrikalarda, ‘biber salçası‘ veya ‘küp biber‘, ‘şerit biber‘ olarak üre¬tilirken, bu biberlerin sap¬ları, tohum kısımları, çü¬rük-hastalıklı biberler çöpe atılması gerekirken hiçbi¬ri atılmaz! Fabrikadan uzakta bir açık alana taşınır, güneşin altında kurumaya bırakılır. Açık alandaki si¬nek, böcek, fare, kedi-köpek içinde cirit atar! Bu arada güneş görmeyen toprağa temas eden yerlerdeki biber¬ler çürür, küflenir kanserojen toksik maddeler oluşturur. Bu döngü; tarlada biber kalma¬yıncaya veya fabrika biber üretimini bitirinceye kadar devam eder. Daha sonra bu kurutulan biber çöp¬lerinden kırmızı toz biber yapma aşamasına gelinir. Ama nasıl oluyor da yeşil biber sapından ve beyaz to¬humdan kan kırmızı toz biber yapılır sorusu akla gelebilir! Burada devreye kırmızı kire¬mit boyası denilen toz boya girer. Tamamen kimyasal bu toz boya ile bu biber çöp¬leri karıştırılır ve değirmen¬lerde çekilerek kırmızı toz biber elde edilir. Maalesef kanserojen olan bu ürünler ülke halkına yedirilir…”
Son söze gerek yok…
Bu mücadeleyi hep birlikte yapacağız…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/gida-yalanlari-2290727/

Genç kız olduğundan beri

İlk defa kulaklarında küpe görüm. Çok hoşuma gitti. Yağmur damlası, bilmiyorum üstündeki taşlar gerçek mi? Sormam lazım annesine, değilse bir daha gidişimde!
Bir masraf kapısı daha kardeşim, hatunlar zaten çok başımda, bunun dertleri küçüklüğünden beri ama en azından oyuncak dışında masraf açmıyordu başıma!
😊

Aslında geçen cumartesi gidecektik, ben unuttum. Açtı telefon “Dayday gidiyor muyuz?”
Kızım neden cumadan telefon açmadın, unuttum. Ajandaya da yazmamıştım. Saç – sakal birbirinde, üst – baş uygun değil. Benden utanmasın diye götürmedim. Bu hafta unutmadım tabii…
Yine telefon…
Hadi üstünü kalın giyin gel. Zannediyor ki ben başında dikileceğim, tüm gün onunlayım(!)

İstiyorum, O da istiyor okçuluğu…
Utanıyor, çekingen, birazda psikolojik baskı yapıyor kendine benim oğlan gibi…
Şişman, çok şişman. Evlat ne güzel zayıflamıştı, zıpkın gibi diyemeyeceğim ama çok toparlamıştı kendini, hani bizde derler ya bazen erkekler için çakır…
Gerçekten, evladım diye değil…
Tam bir çakır erkek olmuştu. İmtihanlar, üniversite falan son sınav herif gene şişti…
Hele mastere başladığından beri kafayı yiyeceğim. Bu da öyle başım dertte.

Erkek adam…
Gün gelecek aile sorumluluğu çekecek inşallah, baba olacak…
Kızı – erkeği yok bu işin, birisi baba olacaksa diğeri de ana…
Yuvarlanıp gidiyoruz çok şükür…
Ben çok çektim, çok bol büyüdüm, çok çektim çok. Arsız – hırsız etmeyecek şekilde…
BILINCLI…
Belli bir yaşa geldikten sonra kesenin ağzını daralttım, gerçi annesini, babaannesini, halasını hep gıdıkladı ama benden ancak belli bir miktar alabildi.

Yok…
Cimrilik falan değil kardeşim, bir evlat…
Bir tarafıma mı sokacağım parayı, malı – mülkü…
Benim çektiklerimi çeksin istemedim, anne – baba hırsızı olmuştum rahmetli için…
Yetiştiremiyordum…
Onlar için alışverişe giderdim, beze, meyveye…
En azından bir bölümüne kalk gidelim derdim. Maddiyatsızlıgı çok iyi bilirim…
B.k gibi parayı da!

Uzun lafın kısası…
Bir anne – baba olarak sen istediğin kadar koruyup kolla…
Allah koruyacak…
Sen istediğin kadar öğret, en iyi okullara yolla…
Hayat…
Allah korusun, hayat öğretmeye, evlatlar kötü gün görmeye.

Dayday…
Çok utangaç, sıkılgan…
Koca kız oldu, bıraktım geldim…
Ben zamanin da öğretmezsem gün gelecek ya birileri öğretecek…
Veya hayat çektirecek…
Allah…
Tüm Dayday’lara, Dada’lara…
Evlatlara hayırlı, bereketli, sağlıklı ve mutlu yazılar yazmış olsun…
Ne insan ne hayat kötü şeyler gösterip, öğretmesin.

Hani yazıyorum bir > makale <
Ne bilirkişiyim ne bir şey ancak yazabiliyorum çünkü biliyorum…
Tecrübe, hayat öğretti çok şey. Tayyipistanda…
Kadın ve çocuk olmak; bir KESIT:




2010 yılından 2017 sonlarına kadar…
1915 kadın öldürüldü…
Bu verilere dikkatinizi çekmek isterim, Öldürülen her iki kadından birinin faili kocası veya erkek arkadaşıydı. En az 396 cinayet ayrılık veya boşanma aşamasında gerçekleşti. 355 cinayetin öncesinde kadınlar şiddet, taciz veya tehdide maruz kalmıştı.
> En az 237 cinayet, kadınların güvenlik endişesiyle resmi bir başvuruda bulunduğu halde işlendi. <
Öldürme bahanelerine gelince…
Kadın cinayetleriyle ilgili resmî verilerin paylaşılmaması nedeniyle bianet’in erkek şiddeti çetelesindeki cinayet bilgilerinden yola çıkarak yürütülen çalışmaya göre, öldürülen 1915 kadının 1193’ünün faili (yüzde 62’si) kocası, erkek arkadaşı, eski kocası ya da eski erkek arkadaşıydı. 213 kadın babası, oğlu ya da erkek kardeşi tarafından öldürüldü. 114 kadının faili ise erkek akrabası oldu.
Aldatılma şüphesi, kadının boşanma isteği, erkeğin barışma isteğinin reddi ve namus/ töre, erkeklerin kadınları öldürme bahanelerinden önde gelenler oldu. Bunun yanı sıra „Kadının yemeğe salça koyması“, „Erkeğin ‚erkekliğiyle‘ dalga geçilmesi“, „Kadının erkeği şikâyet etmesi“ ya da „Kadının telefon şifresini söylememesi“ de kadınları öldürmenin medyaya yansıyan bahaneleri arasında yer aldı.


İzmirlim yazdı

Psikolojik…
Ve sosyolojik bir analiz

İttifak
15 Mart 2018
Azı karar çoğu zarar ise…
Fazla mal göz çıkarmaz nedir?
*
Son gülen iyi gülüyorsa…
Neden, sona kalan dona kalır?
*
Ayağını yorganına göre uzat ama…
Borç yiğidin kamçısı değil midir?
*
Söz gümüşse sükut altındır.
O halde niye, sükut ikrardan gelir?
*
Çünkü sayın ahalimiz bizatihi “ittifak”tır!
*
Biraraya gelmesi imkansız gibi görünen, birbirine karşıtlığı temsil eden, taban tabana zıt fikirler, gayet uyum içinde yaşar.
*
Mesela, işimize gelirse “bir elin nesi var, iki elin sesi var” diye akıl öğretiriz. İşimize gelmezse “nerde çokluk, orda bokluk” deriz.
*
Malı götüremiyorsak, “azıcık aşım kaygısız başım” ayağına yatarız. Fırsatını bulursak “atın ölümü arpadan olsun” diye kestirip atarız.
*
“İyi insan lafının üstüne gelir” diye, o insanın yüzüne gülümseyen de biziz… “İti an çomağı hazırla” diye, o insanın arkasından ağız burun kıvıran da biziz.
*
“Eğri oturalım doğru konuşalım”la “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” arasında sadece bi milim vardır.
“İyilik yap denize at”la “merhametten maraz doğar” arasında sadece bi saniye vardır.
*
O sağlam duruştan bu yavşak duruşa…
O dik duruştan bu yamuk duruşa tık diye geçilir!
*
Birlikten kuvvet doğar, her koyun kendi bacağından asılır.
Dost kara günde belli olur, düşenin dostu olmaz.
Ele verir talkını kendi yutar salkımı, üzümünü ye bağını sorma.
Damlaya damlaya göl olur, taşıma suyla değirmen dönmez.
Erken kalkan yol alır, acele işe şeytan karışır.
Gün doğmadan neler doğar, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
Acı patlıcanı kırağı çalmaz, kurunun yanında yaş da yanar.
Cana geleceğine mala gelsin, mal canın yongasıdır.
Zararın neresinden dönülürse kardır, battı balık yan gider.
*
Hep böyledir.
İyiyle kötü, doğruyla yanlış, güzelle çirkin arasında gel-gitler yaşanır.
*
Dünyada böylesine “ikiyüzlü” davranış biçimine sahip bir başka millet yoktur.
“Binbir surat” bile denilebilir.
*
Bu çerçevede, solcu aniden sağcı olabilir, devrimci aniden liboş olabilir, milliyetçi aniden özerkçi olabilir, rabiacı aniden ülkücü olabilir, pişkin pişkin tükürdüğünü yalayabilir.
*
Akp’nin keşfettiği damar işte budur.
İşine geldiğinde işine geldiği gibi davranan, kendi söylediğini kendisi yalanlayabilen sayın ahalimiz, doğuştan “ittifak”tır.
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/ittifak-2287998/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger


Ve yine…
Bilgilendirdiğiniz için teşekkürü bir borç bilirim!


Korkmaz sönmez
16 Mart 2018
Her kuşu öpmüştü.
Bi leylek kalmıştı.
Asrın liderimiz “en büyük üzüntüm, İstiklal Marşı’nın hakiki manasını yüreklere nakşedecek bir bestenin bulunamamış olmasıdır, burada bestekarlara büyük iş düşüyor, temenni ediyoruz ki o da çıkar” dedi.
*
Aslına bakarsanız…
*
Babasının oğlu Bilal konsere gitmiş, “efenim beğendiğiniz parça varsa okusunlar” denmiş, Bilal hemen istek parçasını söylemiş, “Sabile’yi çok severim” demiş… Herkes şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakmış, “efenim maalesef o bahsettiğiniz şarkıyı bilemedik” demişler, Bilal sinirlenmiş “nasıl bilmezsiniz yahu” demiş, “eller ayır sabile, yollar ayır sabile, yıllar ayır sabile!”
*
İstiklal Marşı’nın dramı budur.
*
Sözle müzik birbirine oturmaz.
*
Ben kendi payıma ilkokulu bitirine kadar “lardaaa yüzeen al sancaaak” bölümündeki “larda”nın ne olduğunu kavrayamamıştım.
Habire öğretmenime soruyordum, larda ne demek öğretmenim?
*
“Tüteeen en son ocak obe” var bir de.
Deliriyorduk meraktan, Allahım yarabbim “obe” ne?
Sınıf arkadaşlarımla birlikte “Japonca kelime mi acaba?” diye fikir yürütüyorduk, rahmetli öğretmenimiz de obe’nin aslında “o benim”in obe’si olduğunu anlatmaya çalışıyordu.
*
Böylece “nim milletimin yıldızıdır parlayacak” bölümündeki “nim”in nereden kaldığını da öğrenmiş oluyorduk.
*
Çünkü…
Güftesi 1921 yılında, bestesi 1924 yılında kabul edildi.
Yani, üç sene önce yazılan sözlere, üç sene sonra müzikal gömlek dikildi.
Marştan çok acemaşiran makamında, bildiğin alaturka şarkı gibiydi.
Haliyle cuk oturmadı, pot yaptı.
Altı yıl o şekilde vaziyet idare edildi.
Baktılar ki olmuyor, 1930 yılında bestesi gene değiştirildi.
Bu hali kabul edildi.
Anca bu kadar oldu.
*
İşte bu nedenle çık sokağa sor, nüfusun en az yarısı “korkmaz sönmez” der.
Halbuki “korkmaz” diye bir kelime yoktur İstiklal Marşı’nda.
*
Türk halkı, sadedir.
Marşımız, çetrefillidir.
Oturmaması ondan.
Oturmaz, uymaz, istersen elli beste daha yap, mümkün değildir.
*
İyi bir şey yapayım derken, illa abartıp kuş kondurma merakımız olduğu için, ses aralığı yüksek tutulmuştur.
Söylerken mesela, Edirne’den şak diye Erzurum’a, şak diye Trabzon’a, şak diye Muğla’ya geçmen gerekir ki, konservatuvar öğrencileri için bile çok zordur.
*
Sadelikten uzak olduğu için…
Söz başka telden çalar.
Saz başka telden söyler.
*
(Peki neden böyledir derseniz?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temelleri arasında yeralıp, Mustafa Kemal vizyonuna danışılmadan yapılan, Mustafa Kemal’e sormamıza gerek yok, biz çok daha iyi hallederiz diye TBMM’de emrivakiyle yapılan, ilk ve tek işti!
Olacağı maalesef buydu.)
*
Neticede…
Bunu öğrenene kadar göbeğimiz çatladı.
Dombıra’yı araklayıp üstüne tırışkadan söz yazmaya benzemez, gözünüzü seveyim bi daha dokunmayın kardeşim.
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/korkmaz-sonmez-2290743/

Of Allah’ım of, güleyim mi ağlayayım mi?

Söyle ne yapayım?
Çatım bir “belaya”, yamuldum…
Zaten yamuğun tekidim iyice yamulttun beni…
Bunca insan içinde bula bula beni mi buldun?

Kendimi Tayyip’e çarpmış Türkiye gibi his ediyorum…
Abdullah’a soru sora sora sonunda “kafayı yiyen” Mustafa Mutlu’ya…
Söyle…
Ben seni ne yapayım?

En çok neye kızıyorum biliyor musun?
Kendime…
Salaklığıma. Biliyorsun, beni benden iyi biliyorsun hayır diyemeyeceğime…
Değil mi biliyorsun?

Hem kadın olman hem insan ruhunu okumuş olmanla istediğin gibi oynatıyorsun beni…
Olsan yanımda…
Elimin altında bunları yapamayacağını da biliyorsundur…
Oyna böyle benimle uzaktan uzağa…
Tarkan’ın şımarık şarkısını duymuşsundur, YAKALARSAM seni…
Ne olacağını bilirsin.

😊

Dear Debera,
I can’t help you. I don’t understand what you are want from me?
You said anything about crime, about an thief…
I’m only an information scientist, not a police. Only an
information scientist. I write about turkish politics, thats all.

Yapma gülümmm, yapma

Ne bana ne kendine, lütfen yapma…
Üzme…
Kendini ne beni. Önemli olan ne biliyor musun?
Önemli olan yüreğin yürekle olması, ruhların bir olması, düşüncelerin bir diğerinde olması…
Yapma papatyam yapma güzel kuşum, ceylanım diyemeyeceğim biliyorsun neden…
😊
Yapma güzel çiçeğim, gülüm benim.

Bir göz ağlarken diğeri güler derler, yüreğin bir köşesi ağlarken kimi köşesi doludur, dopdolu, güller. Bunca kadın geçti elimden, ilk göz ağrımın, ortasının ve son göz ağrımın yeri apayrı. Allah… Üç fidan ekti yüreğime, filizlendi büyüdü. Her biri birbirinden değerli üç çiçek, üç kelebek ancak… Biri kalbimin kraliçesi!


dinle

Uğraşma kadın uğraşma. Çocuk gibisin, ben kızdıkça daha çok kızdırmaya çalıştın. Anla gülüsü bitti.
Artık uğraşsanda tepki vermeyeceğim, bil kalbimdesin, O özel odada…
Ne demiştim sana kalp dediğin bin bir oda!

Her bir odaya kilit vurdum…
Kapadı kapılar…
Yataklık dahi olsa, ölsem kadınsızlıktan…
Başıma vursa ki biliyorsun üç günden fazlasına dayanamam…
Kadın milletine gülüm…
Hatun kişiye tövbe ettim!!!

Hani bademler

Soy sorgulaması falan yaptı, millet hürya giriş yaptı siteye…
Site Kilitlendi…
Onun gibi AMA çok etkili
!

😊

Ben hala girip bakmadım, bir ara…
Kapatmazlarsa.