Yayınlamış olduğum fotoğraf

Bir anekdot ve bir şiiri getirdi akla, 2,5 grama:

Hüseyin Rıfat, dönemin İstanbul Valisi Lütfi Kırdar’a kızar;
“İstanbul’a vali olan hergelenin kimi dağdan kimi kırdan geldi” mısralarını kaleme alır. Ancak Vali Kırdar bu mısraları Neyzen Tevfik’in yazdığını düşünüp, ünlü şairin o dönemde belediye tarafından bağlanmış 40 lira aylığını keser. Çok içerleyen Neyzen de vali için şu şiiri yazar:

Bağrıma bir tekme savurdu vali
Acısından avlu, dere, kır dar geldi
Koşacaktım doğru mahkemeye, fakat
Bu teşebbüs yüce milletime ar geldi
Bu eşek cilvesini sanma eşek davası
Zannedersem katıra devre-i idbar geldi
Tanrı’nın lütfu sanırken olağan işlerini
Öksüz İstanbul’a katletmeye barbar geldi
Belediye dubarayla yemimi kesti benim
Neyleyim, kancık katıra tavlada zar geldi

Efem, ininizle taktim etmiş olayım; Dürzüdoğanlar

Resme bakar mısınız, bunlar mı yani yüce Türk milletini temsil ediyor(lar)?
Tek kelime ile utanç vesilesi…
İzmirlinin, Yılmaz Beyin yazsıda bu fotoğraf ile fevkalade bağdaştığı için…
Lütfen zahmet edip okuyun.

Tankımızı hangi füzeyle vurdular?
6 Şubat 2018

Tüfek icat oldu.
Mertlik bozuldu.
E bizde de tüfek yoktu.
*
Çalışıp üretmek bize uymaz.
En kolayı ithalattı.
*
ABD başkanı, bizim padişahımız efendimize haber gönderdi. “Size uygun fiyatla tüfek satalım” dedi.
Padişahımız efendimiz pek mutlu oldu.
Tanesi dört dolardan 114 bin Enfield marka tüfeği kakaladılar.
*
Kakaladılar diyorum, çünkü teee içsavaşta kullandıkları modası geçmiş tüfeklerdi.
*
Baktılar ki, bizimkilerin dünyadan haberi yok, yağlı kapı… “Size güzel bir indirim yapalım, daha kaliteli tüfek verelim” dediler. Tanesi yedi dolardan 125 bin Springfeld marka tüfek sokuşturdular.
*
Amerikan yönetimi Springfeldlerin siparişi için Henri Metclaff isimli bir yüzbaşıyı görevlendirmişti. Dört dolarlık dandik tüfeği, indirim yaparak yedi dolara kakalayan bu arkadaşa, üstün gayretlerinden ötürü, padişahımız efendimiz tarafından madalya verildi!
*
Adamlar gördü ki, bunlar kerizin önde gideni…
Tüfeklerin gemiyle nakliye masrafını bile bize ödettiler.
*
Bilahare, Oliver Winchester methimizi duydu. İstanbul’a koştu. Padişahımız efendimizin huzuruna çıktı. “Gelin ben size tüfeklerin en iyisini, Winchester’ı satayım, kızılderililerin kökünü bunlarla kazıdık, şahane öldürüyor, üstelik, mermide indirim yaparım, canınız çektiği kadar, bol bol öldürürsünüz” dedi.
*
Aynı zamanda Connecticut senatörüydü. “Siz beni bağlayın, ben de sizin Beyaz Saray’daki işlerinizi bağlayayım” demeye getirmişti.
*
O güne kadar Osmanlı’nın ABD’ye ihracatı, ithalatın iki katıydı.
Bu alışverişten sonra ABD’den ithalat, ihracatı ikiye katladı!
*
Winchester’ın menzili kısaydı, anca 200 metreye kadar vurabiliyordu ama… Amerikalılar ekonomik hedefi tam 12’den vurmuştu.
*
Bu sefer, Bulak bey devreye girdi.
Asıl ismi Edward Blacque’tı.
Fransızdı.
Eşi Amerikalıydı.
Washington büyükelçimizdi!
*
Gavur’dan huylanan sayın ahalimiz uyanmasın diye, “bu ne biçim müslüman?” demesinler diye… “Edward bey” dememişler, kulağa hoş gelsin diye “Bulak bey” şeklinde tercüme etmişlerdi.
Doğma büyüme Edward’ı, sayın ahalimize Bulak bey diye kakalamışlardı.
*
Bulak bey, padişahımız efendimize nefis bir öneri getirdi. “Winchester falan hikaye, biz en iyisi Martini Henry marka tüfeklerden alalım, bunların menzili 1700 metre, tee anasının nikahı bile vuruyor” dedi.
*
Hani şu “at Martini debreli hasan” derler ya…
Veya “aynalı Martin yaptırdım da narinim.”
İşte o Martini Henry.
*
Drama köprüsü ve Hekimoğlu türküleriyle Anadolu kültürünün parçası haline gelen Martini Henry, tek kurşun atıyordu, kara barutluydu, çok şiddetli patlama sesi çıkarıyordu.
*
Ruslarla kapışmak üzereydik. Uzun menzilli tüfek lazımdı. Padişahımız efendimizin aklına yattı, “Martini alalım bari” dedi.
*
Bulak bey gene nefis bir öneri getirdi. “ABD devletinden almayalım, pahalıya gelir, Providence Tool Company’den alalım, özel şirket, daha ucuz olur” dedi. Ona da “peki” denildi.
*
Tanesi 15 dolardan 300 bin Martini aldık.
Süngüsü de 1 dolar 25 sent’ti.
16 dolar 25 sent’e geliyordu.
Ama… Ödemeyi ABD dolarıyla değil, İngiliz şiliniyle yapacaktık.
O niye?
Çünkü, şirket Amerikan’dı ama, tüfek İngiliz malıydı.
*
Kendisi Fransız, eşi Amerikalı olan, güya Türk büyükelçi… Amerikan şirketi üzerinden İngiliz malı tüfek ayarlamıştı. Hayırlara vesile olmuştu!
*
Kabzasına da padişahımız efendimizin tuğrası işlenmişti. Pek fiyakalıydı. Pek beğenildi.
*
İşin ekstra matrak tarafı… Tool şirketi, ödemeyi geciktirdiniz diye mazeret uydurdu, tıkır tıkır parasını ödediğimiz 48 bin Martini ve dört milyon mermiyi teslim etmedi.
Üstüne, beni zarara uğrattınız diye tazminat davası açtı.
*
N’ooluyor demeye kalmadı…
“50 bin Martini daha sipariş ederseniz, hem vermediğimiz Martinileri veririz, hem de tazminat davasını geri çekeriz” dediler.
Padişahımız efendimiz düşündü taşındı, kabul etti iyi mi!
50 bin Martini daha sipariş etti.
*
Tool şirketi -ki bu kadar enayilik üzerine ben de olsam aynı şeyi yapardım- parasını ödediğimiz tüfekleri gene vermedi.
*
Bu defa padişahımız efendimiz ABD mahkemelerinde karşı dava açtı.
“Öyle kafana göre dava açamazsın, teminat göstermen lazım” dediler.
Padişahımız efendimiz, Konya, Kastamonu ve Adana vilayetlerinden gelecek vergileri teminat olarak gösterdi.
Tam duruşmalar başlıyordu ki, Tool şirketi iflas ettiğini açıkladı.
Neticede, ödediğimiz paraları kaptırdık, 48 bin Martini ve dört milyon mermi yerine babayı aldık.
*
Neyse… Ruslarla savaştık. Martinilerin 50 bin tanesini Plevne’de, 40 bin tanesini Kars Kalesi’nde Ruslara kaptırdık.
Ruslar, bu Martinileri hem bize karşı kullandı, hem de dokuz bin tanesini Japonlara sattı.
*
Bu sefer Almanlar devreye girdi.
“Amerikalılar sizi söğüşlüyor, gelin biz size tüfeklerin kralını, Mauser’i satalım” dediler.
Padişahımız efendimiz pek sevindi.
Mavzerleri aldık, Martinileri depoya kaldırdık.
*
Unutmuştuk Martinileri… Ermeni kalkışması başlayınca, aniden hatırladık. Hamidiye alayları kurduk, aşiretlere dağıttık.
Ruslar da kaptırdığımız Martinileri depodan çıkardı, Ermenilere dağıttı.
Hepimiz birbirimizi Martinilerle vurduk.
*
Vuracak Ermeni kalmayınca, aşiretlere ferman saldılar, “artık işiniz bitti, Martinileri geri verin” dediler.
Aşiretler salağa yattı…
“Ne martinisi, bizde martini filan yok” cevabını verdiler.
Hiçbiri toplanamadı.
Martiniler aşiretlerde kaldı.
*
Gel zaman git zaman…
Dersim patladı.
Padişahımız efendimizin kendi elleriyle dağıttığı Martiniler, bize doğrultuldu, bizi vurdu.
*
Bir tarafta İngiliz Martiniler vardı.
Öbür tarafta Alman Mauser’ler.
Neticeyi, Fransa’dan alınan Breguet 19 tipi uçak belirledi.
*
Şu an gene saray’dan yönetildiğimiz için padişahlık döneminden örnekler verdim.
Biraz yakın tarihe gelip, 12 Eylül öncesinde Bulgaristan’dan yüklenip Karadeniz sahillerine boşaltılan silah yüklü gemileri de anlatabilirdim.
Veya PKK’nın senelerdir kullandığı Rus Kalaşnikoflarını, Alman el bombalarını, İtalyan mayınlarını, İspanyol-Belçika tabancalarını da anlatabilirdim.
Kanas mesela… Aslında, Kanas diye bir silah yok. O silahın ismi Dragunov… Rusça Dragunov kelimesine dilimiz dönmediği için, Türkçe “keskin nişancı silahı” denildi. Keskin nişancı silahının başharfleri kısaca KNS’ye çevrildi. KNS’yi de kanas diye okuyup, sanki markaymış gibi kanas diye uydurdular, senelerdir öyle gidiyor. Genelkurmay bile kanas diyor!
Veya bizim G3… Yerli malı zannettiğin tüfek MKE’de üretilir ama, Heckler & Koch ürünüdür, Alman-İspanyol dizaynıdır, mekanizması Mauser’den geliştirilmiştir.
*
Ve Türkiye hâlâ merak ediyor…
Afrin yolunda tankımızı kim vurdu?
Amerikan füzesi mi?
Alman füzesi mi?
Rus füzesi mi?
*
“Müşteri” olarak merak ettiğin şeye bak Allah aşkına…
Sen yeter ki birbirini vur.
Silah verenin çok olur.

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/tankimizi-hangi-fuzeyle-vurdular-2205575/

Not: Nedendir bilmem…
Bu fotoğrafı ilk gördüğümde bende bir çağrışım yarattı…
Maymun çağrışımı…
Acaba sadece bana mı öyle geldi?

Tezat işte AMA bu da gerekli

Bir göz ağlarken…
Bir göz gülermiş derler…
Ve yine güleriz ağlanacak halimize…
Benden iyi, ancak benim gibi kaybeden bilir bunun ne demek olduğunu(!)


+

Bir kadının bunu yapması, yapabilmesi için tek geçerli neden vardır…
Be ey kızım, ne istedin adamın bilmem nelerinden?

😊

Böyle avrat…
Tüm AKP’lilerin…
Kahpedoğanın, MHP’lilerin başına!

Bağırıyorlar şehidin, gerçek şehidin ardından >>> mezarına <<< taşıyorken


+

Bu sabah haberlerde, “Hakkını helal et” diye…
Ben olsam…
Değil hakkımı helal etmek, haram ederim be, haram!

O analar…
O babalar, artlarında bıraktıkları sevgililer, yavrular…
Eder mi bilmem?

Eyyy AKP’liler…
MHP’liler…
Sesiz şeytanlar…
Bakınız bu evlatların yüzüne, iyice bir bakınız süt kuzularına…
Analarının, babalarının kuzucuklarına…
Sevgililerinin yüreğinde açılan o dipsiz yarayı görmeye çalışınız…
Yerli ve milli utanmazlar…
Yerin yedi kat dibine batınız, batınız be, yok olunuz…
Hala Kahpedoğan, hala Bahçeli, hala Kılıçdaroğlu dediğiniz için!

Çok güzel anlatmaya çalışmış üstadım, anlayana, anlayabilene

Satıyorlar…
S.kiyorlar…
Pazarlıyorlar(!)

Aklıma rahmetli gelir…
Rahmetli Uğur Mumcu.

Kaybedenler kulübü
4 Şubat 2018

CHP Çanakkale’de 135 bin oy alıyor.
Çanakkale’nin 8 delegesi var.
CHP Adıyaman’da 35 bin oy alıyor.
Adıyaman’ın 10 delegesi var.
*
CHP İzmir’de 1 milyon 264 bin oy alıyor, 47 delegesi var.
CHP Manisa’da Kocaeli’de Isparta’da Mersin’de Muğla’da toplam 1 milyon 173 bin oy alıyor, 84 delegesi var.
*
CHP Edirne’de 150 bin oy alıyor.
4 delegesi var.
CHP Bingöl’de sadece bin oy alıyor.
5 delegesi var.
Bingöl’de seçmen sayısı daha mı fazla, onun için mi delege sayısı daha fazla acaba? Hayır… Bingöl’deki seçmen sayısı Edirne’nin yarısı.
*
CHP küçücük Bartın’da 36 bin oy alıyor.
4 delegesi var.
CHP kocaman Diyarbakır’da 12 bin oy alıyor.
20 delegesi var.
Nüfusa oranlarsan kaç katı ediyor?
*
CHP Eskişehir’de 208 bin oy alıyor.
12 delegesi var.
CHP Gaziantep’te 150 bin oy alıyor.
24 delegesi var.
*
CHP Hatay’da 307 bin oy alıyor.
20 delegesi var.
CHP Mardin’de Şırnak’ta Erzurum’da Iğdır’da Batman’da toplam 23 bin oy alıyor.
41 delegesi var.
*
CHP Yalova’da 44 bin oy alıyor.
4 delegesi var.
CHP Rize’de 30 bin oy alıyor.
6 delegesi var.
*
CHP Ankara’da 1 milyon oy alıyor.
57 delegesi var.
CHP Kocaeli’de Konya’da Malatya’ya Kayseri’de Samsun’da toplam 690 bin oy alıyor.
96 delegesi var.
*
CHP Düzce’de 37 bin oy alıyor.
6 delegesi var.
CHP Yozgat’ta 17 bin oy alıyor.
8 delegesi var.
*
CHP Tunceli’de 14 bin oy alıyor.
4 delegesi var.
CHP Van’da 6 bin oy alıyor.
15 delegesi var.
*
CHP nerede az…
Orasının delege sayısı daha fazla.
*
Hadisenin nüfusla, seçmen sayısıyla, yüzölçümüyle, etnik kökenle, mezheple filan alakası yoktur. Bu delege yapısı, başarısızların “partiiçi iktidarında başarısı” için özel olarak dizayn edildi.
*
CHP genel başkanı “kaybedenler kulübü” tarafından seçiliyor.
*
Kılıçdaroğlu’nun devamlı kaybetmesine rağmen, devamlı genel başkan seçilmesinin sebebi budur.
CHP’de kaybedenlerin kazandığı tek formül, Kılıçdaroğlu’dur.
Parti yönetiminin kazanması imkansız tipler tarafından istila edilmesinin, özerkçi, dinci, ikinci cumhuriyetçiler tarafından işgal edilmesinin sebebi budur.
*
Yeni CHP denilen mekanizma, başarılı kadroları, başarısız kadrolar tarafından esir alma projesidir.

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/kaybedenler-kulubu-2-2202794/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Flash Crash

Bir, iki kez anlatmışımdır, uyarmaya çalışmışımdır…
Allah…
Bana çok şey görmeyi, yaşamayı nasip etti…
Çok okuyan mı bilir, çok yaşayan mı?

Belki inanmadınız bana, anlattıklarıma…
Uyarılarımı dikkate almadınız…
Hep derim ortayı tercih etmeme rağmen, uçlarda, aşırı uçlarda cereyan etti hayatım…
Zirvede…
Bankacıların, sigortacıların yönetim kurullarında yetkililerle, yönetim kurulu üyeleriyle konuşma, tartışma VE ÖGRENME fırsatlarım olduğu gibi…
Yerlerde…
YERIN YEDI KAT DIBINE de inme fırsatım oldu, gördüm ve yaşadım.

Yeraltı dedikleri…
Bana yabancı değildir. Gördüm iğrençlikleri AMA ne kalbimi bozdum ne kendimi!

Siyaset kirlilik sıralamasında birinci sırayı alıyorsa…
Hemen ardından ticaret gelir, borsa mesela…
Borsada mıydım?
Evet, kimi Frankfurt borsası bilgisayarı bana emanetti…
HEP UYARMAYA ÇALIŞIYORUM…
Dijitalleşme ki sizin anladığınız, sizin anlamanız istendiği şekilde bir şey değildir…
Kimse üzerine alınmasın, ananızdan kredi kartlarıyla, ceple, bilgisayar ile çıkmıştınız değil mi?

Dört tekerlek, direksiyon, motor ve frenden ibaret olması gereken vasıta, arabalar dolduruldu elektronikle. Zırt pırt bozuluyor…
Üşendiğiniz için, beyin denileni kullanmak istemediğiniz için…
Hiç beyin var mıydı yok muydu bilmiyorum…
Aldınız var olanı…
Emanet ettiniz elektroniğe!

Dünkü Dow Johns çöküşü, Flash Crash dedikleri…
Bilgisayarlar öyle programlanıyor ki bir düşüş başladığında OTOMATIKMAN bilgisayarlar tahvilleri, hisseleri satmaya başlıyor!!!

Arada bir…
Sazan yemler gibi yemliyorlar, atıyorlar önünüze kemik…
EVET, BIR KÖPEGIN ÖNÜNE ATILDIGI GIBI…
Ondan sonra enayi s.kiyorlar…
Böyle topluyorlar parsayı, öncesinde piyasaya dağıtıklarını KÂRI ile geriye…
Ne hayatın kendisi ne siyaset nede ticaret oyun değildir…
Kurtlar sofrasında hayatta kalma mücadelesidir!

Acilen doktora gitmeliyim

Hiç iyi değilim, dün geceyi nasıl geçirdiğimi bir Allah bir ben biliyorum…
İyi değilim kadın…
Bu sefer çok farklı, ağrılarda…
İçtiğim ilaçlar, uyuşturucu…
… çıktı, bizimkilere anlattım bu sabah…
Şaşırdılar…
Bu yaşa geldim bende duymadım böylesini, ya bünye kabul etmiyor artık bu kadar ilacı…
Ya başka bir şey, feci, felaket, tarif edilemeyecek kadar ŞIDDETLI ağrılar, delirdim ya dün gece delirmeme ramak kaldı.

Dua et gülüm…
Ya öleyim, Allah kurtarsın…
Veya ki iyileşmem mümkün değil, doktorun biri bir çözüm bulsun ki o da imkânsız…
MR Makinesi…
Gömlek gibi, ceket gibi küçülmesi lazımmış ki üstüme giyip, birkaç gün dolaşmalıymışım bu makine ile
Ancak o zaman derdime derman olabilirlermiş. Elbette gün gelecek bu gibi makinalar bu denli küçülecek ama ben görmeyeceğim.

Zeynep Hanımı ### MUTLAKA ### okuyun MUTLAKA. Yavaş, yavaş ve ANLAYARAK

İsrail’in ‘Afrin’ fırsatçılığı
5 Şubat 2018

Suriye’de her gelen gün, yeni dengeleri de beraberinde getiriyor.
Türkiye’nin Afrin’deki PKK terör örgütü uzantısı PYD-YPG’ye yönelik başlattığı Zeytin Dalç Operasyonu, Suriye’deki “dehşet dengesini” değiştirdi.
Ve değişen dengeler, “fırsatçılığı” da beraberinde getirdi.
İsrail’in de, Suriye’nin güneyinde, TSK’nın kuzeyde başlattığına benzer bir operasyona hazırlandığı bilgisi kamuoyuna sızdı.
AKP hükümeti, Zeytin Dalı Operasyonu ile Suriye’de sınırdan 30 km. kadar bir “terörden arındırılmış bölge” oluşturulacağını açıklamıştı.
İsrail’in ise, 40 km. derinliğe varan benzer bir “güvenli bölge” oluşturmayı amaçladığına ilişkin haberler belirmeye başladı.
TSK, Zeytin Dalı Operasyonu’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kuvvayı Milliye”ye benzettiği -ki bu benzetmeye katılmak elbette mümkün değil- Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte hareket ediyor.
İsrail’in ise bölgedeki Dürzi milislerle birlikte hareket etmeyi planladığı haberlere yansıdı. Türkiye’nin hedef aldığı PYD-YPG’ye karşı, İsrail’in hedefinde ise Suriye’de Esad ordusuyla birlikte savaşan Lübnan Hizbulllah’ı ve İran destekli Şii güçler bulunuyor.
TSK’nın Zeytin Dalı Operasyonu’na ABD’den gelen tepkiler, “operasyonun sınırlı tutulması, bir an önce bitirilmesi” yönündeydi. Amerikalı yetkililer hemen her açıklamalarında, Suriye’de “IŞİD’le mücadele bitmeden, yeni cepheler açılmaması” mesajları da verdiler.
Bakalım İsrail, Suriye’nin güneyinde benzer bir operasyona giriştiğinde, ABD aynı “telkinleri” Tel Aviv hükümetine de yapacak mı? Yoksa sessiz mi kalacak?
Tahmini olan?
AFRİN SORULARI
Afrin’deki Zeytin Dalı Operasyonu, Türkiye’nin bekasını ilgilendirdiğinden, hem iç politika, hem de dış politika açısından bir numaralı gündem maddesi.
Mehmetçik’in, kendisine verilen hedeflere en kısa sürede ulaşacağından şüphe yok.
Ancak bu süreçte, gerek Ankara’dan yapılan açıklamalarda, gerekse alanda çok dikkatli bir dil ve hareket tarzı da gerekiyor;
Mesela; operasyonun ilk gününden itibaren, AKP hükümeti Zeytin Dalı’nın bölgedeki PKK-PYD-YPG unsurları ile IŞİD’e karşı olduğunu açıkladı. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan da söyledi, Başbakan Yıldırım da AKP’li diğer bakanlar da…
IŞİD vurgusu özellikle yapıldı.
Ancak Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın son açıklaması kafaları karıştırdı; Kalın, Suriye’de “IŞİD’le (DEAŞ’la) mücadelenin bittiğini” vurgulayarak, ABD’nin hâlâ PYD-YPG’ye askeri yardıma devam etmesini eleştirdi.
IŞİD konusundaki bu çelişkinin, ileride uluslararası alanda Türkiye’yi ciddi şekilde sıkıntıya düşürme potansiyeli mevcut.
Benzer bir sıkıntı, Zeytin Dalı Operasyonu’nu yürüten TSK askerlerinin üniformalarında ÖSO çıkartmaları ile görev yapmaları konusunda ortaya çıkabilir.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan, ÖSO’ya övgüler de düzse, bu oluşumun birbirinden çok farklı, pek çoğu cihatçı onlarca örgütten oluştuğunu unutmamak gerekiyor. Ve ÖSO’yu oluşturan bu örgütlerden bazıları, yakın geçmişte işkenceden vahşete pek çok insan hakkı ihlaliyle birlikte anıldı. ÖSO içinde, sadece aylar önce öldürdüğü düşmanının “ciğerini yiyen”, kadınları kafeslere kapatıp satmaya kalkan, eşcinselleri apartmanların çatılarından atan radikal örgütlenmelerin de temsilcileri bulunuyor.
Türkiye’nin gözbebeği olan TSK’nın, bir “örgütler koalisyonu” olan ÖSO’nun işaretlerini kullanması, ileride büyük sıkıntı yaratabilir. Kontrol edilmeyen ÖSO militanlarının yaptıkları ya da yapacakları, çatışma kurallarına uymayan hareketler, TSK’ya mal edilebilir.
Bir başka sorun ise, Soçi toplantısındaki “temsiliyet” sorunu;
Yine Zeytin Dalı Operasyonu çerçevesinde Ankara, defalarca “Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlılığını” ifade etti.
Ancak Soçi toplantılarında, AKP hükümetinin desteklediği, Suriyeli cihatçı gruplar, Rusya’ya kadar gidip, ortaya çıkan “bayrak krizi” nedeniyle toplantıya katılmayı reddedince, bunların temsilini Soçi’deki TC resmi heyetinin üstlendiği açıklandı.
Açıklamayı da bizzat Rusya Dışişleri Bakanı Andrey Lavrov yaptı. Lavrov, “İstanbul merkezli muhalif grup Soçi’ye geldi ancak çözümle hiçbir alakası bulunmayan gerekçelerle kongreye katılmayı reddederek İstanbul’a döndü” dedi.
Söz konusu muhaliflerin yetkilerini “Türk Dışişleri bakan yardımcısına” verdiğini belirten Lavrov, “Bakan yardımcısı, kongrede başından sonuna kadar bulunarak İstanbul merkezli muhaliflerin temsili bakımından kongrenin kapsayıcı olma özelliğini temin etti” ifadesini kullandı.
Böylece Türkiye, Suriye’de “temsiliyet” açısından Suriye’deki iç savaşta resmen “taraf” haline getirildi.
Soçi’deki toplantıda İran da, Rusya da resmi heyetlerle temsil edildiler. Ancak her iki ülke de, Suriye’de destekledikleri pek çok grup olmasına rağmen, Soçi’de bunlardan hiçbirinin “temsiliyetini” üstlenmediler.
AKP hükümetinin, -kendisinin kurup destekledikleri bile olsa- Suriye’deki grupların temsiliyetlerini üstlenmesi, ileride uluslararası hukuk açısından Türkiye’ye büyük sorumluluklar getirebilir.
Bu soruların hepsi – doğru yanıtlanmazlarsa- Mehmetçiğin zaferinin, diplomasi masasında ve uluslararası hukukta “mağlubiyetle” sonuçlanmasına yol açabilecek kadar ciddi sorular.…
“EYY RUSYA” GELECEK Mİ?
Soçi toplantısından sonra dünyanın gözü Ankara’ya döndü.
Terör örgütü PYD-YPG’ye verilen destek nedeniyle ABD’ye -haklı olarak- tepki gösteren AKP hükümetinin önüne, bu kez “Rusya’nın teröre desteği” çıktı.
PYD’nin Moskova’da hâlâ açık ve işler durumdaki “resmi ofisi” bir tarafa;
Ruslar, Reyhanlı katliamının sorumlusu terör örgütünün elebaşı, Mihraç Ural’ın Soçi’deki “Suriye’nin geleceği” toplantısına katılmasına göz yumdular.
Moskova’dan açıklama isteyen Ankara’ya verilen ilk yanıt, Ural’ın “farklı bir isimle” Rusya’ya gelmiş olabileceği şeklinde gerçekleşti.
-Hadi, dünyanın en güçlü istihbarat örgütlerinden birine sahip Rusya’nın Mihraç Ural gibi tanınmış bir teröristin ülkeye sahte isimle girmesini gözden kaçırdığını varsayalım-; Sonuçta bu kişi Rusya topraklarına resmen girmiş oldu. Acaba Türkiye’ye iade edilecek mi?
Cumhurbaşkanı ya da AKP yetkililerinden “eyy Rusya” çıkışı gelecek mi?

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/zeynep-gurcanli/israilin-afrin-firsatciligi-2203773/

Cehennem dediklerinin derinliğini, yerini bileniniz var mı?

Haber şimdi geldi…
Çok sevdiğim, değer verdiğim bir büyüğüm…
Canımdan can, kanımdan kan olan…
Bir hastaneden ötekine sevk edilmekte, en son Çorlu…
Devlet eğitim ve araştırma hastanesineydi yolculuğu.

Düşünebiliyor musunuz bu insan hasta, hastanelere yatacak…
Eğitim ve araştırma hastanelerinde muayene olacak kadar hasta bir insan…
Allahtan, “sadece” astım…
Bilirim nefes alamamayı, boğulacak gibi olmayı…
Bıçak altına, kalbimi ameliyat etmelerine izin vermemin nedeni…
Sadece bu yüzden…
Ölüp ölüp diriliyordum.

Muayene ediyorlar ki nasıl bir muayeneyse, nasıl bir araştırma…
Beni en son DKD denilen yerde muayene ettiklerine tam bir hafta sürmüştü…
Bir hafta, sabahtan akşama…
Bir günde bitirmişler muayeneyi, araştırmayı…
Git yârin gel sonuçlarını al demişler…
Tekrar bu insan hasta, hasta, hasta…
Ya parası olmasa?
Otelde geceleyip yarına alacak sonuçları(!)

“Beyefendi” götünü Roma’da gezdirsin…
Maksat dostlar alışverişte görsün, Kudüs’ü konuşacakmış mış…
Memleket yangın yeri…
İnsanlar işsiz, insanlar hasta, insanlar sefil…
Mehmetçik ölüyor alemin topraklarında…
Yok ya, YOK…
Ne milisi ne yerlisi, kimdi Mehmetçiği kışlalarına hapis eden…
Açılan ve saçılan kimdi?

Ah sağlık…
Ah gençlik ah…
Yoksa ben bilirdim ne yapmam gerektiğini!

Sorumun cevabı nettir aslında…
Anlayana!