Bunları…
Değişik yazarları bu siteden neden yayınlıyorum biliyor musunuz?
Gün gelirde beni mahkeme önüne çekerlerse…
Elimde veri oluşun diye!
Tabii…
Bağımsız ve adil bir mahkeme bulabilirsem.
Pazarlıyorlar bizi, satıyorlar…
Sizler daha uyumaya devam edin, onun bunun g.tünün kıllı olmaya hevesliler!
—
Hep aynı kumar
25 Mayıs 2018
Bizim sorunumuz ne biliyor musunuz:
Dünün hatalarını bugü¬nün dersine dönüştürememek!
Hep bedeli bizler/halk ödü¬yoruz.
Bu ekonomik kriz -seçimi 1.5 yıl önceye alsa da- Erdo¬ğan’ı koltuğundan edecek.
Şaşırtıcı değil; benzerlerini çok yaşadık.
– 7 Eylül 1946, Başba¬kan Recep Peker, devalüas¬yon oranı yüzde 53; iktidarı kaybetti. – 4 Ağustos 1958, Başba¬kan Adnan Menderes, devalüasyon yüzde 60; iktidarı kaybetti. – 10 Ağustos 1970, Başba¬kan Süleyman Demirel, de¬valüasyon oranı yüzde 40; iktidarı kaybetti.
– 24 Ocak 1980, Başba¬kan Süleyman Demirel, de¬valüasyon oranı yüzde 35; iktidarı kaybetti.
– 5 Nisan 1994, Başba¬kan Tansu Çiller, devalüas¬yon oranı yüzde 50; iktidarı kaybetti.
– 19 Şubat 2001, Başba¬kan Bülent Ecevit, devalüas¬yon oranı yüzde 50; iktidarı kaybetti.
Sıra Erdoğan’ın iktidarın¬da; yaşadığımız büyük deva¬lüasyon çünkü.
Bunun için müneccim olma¬ya gerek yok. Erdoğan da bunu bildiğinden zaman kazanmak için seçimi erkene aldı. Fakat anlamadığı şu:
Mesele seçimi kazanmak değil, kontrolü kaybetti.
Zaten yönetemiyordu artık hiç yönetemez!
Küresel efendileriyle yükse¬len, küresel efendileriyle düşer. Yani…
Neoliberalizmle yükselen, neoliberalizmle düşüyor!
Ama…
Bu yazıda benim mese¬lem:
AKP iktidarı değil, halkın/ seçmenin hatalarından bir türlü neden ders çıkaramadığı? Benzer hatayı/hataları ısrarla tekrarlayıp durması…
RAMAZAN KARARNAMESİ
Tarih: 6 Ekim 1875.
Osmanlı Devleti, “Ramazan Kararnamesi” ile artık öde¬yemeyecek hale geldiği dış borçlarını yapılandırdı. Yani…
Bu topraklar 143 yıl¬dır “aynı filmi” seyredip duruyor!
Atatürk ve yoldaşları, Os¬manlı’da bu acı pratiği yaşadık¬ları için tam bağımsızlığı şiar edindi. Erdoğan’ın diline doladığı Lozan görüşmelerinde en çok tartışılan ve Batı’nın Türkiye’yi sıkıştırmak istedikleri konu, kapitülasyonlar oldu.
Atatürk’e geri adım attırama¬yanlar II. Dünya Savaşı’ndan sonra “ekonominin ipleri¬ni” tekrar ele geçirdi.
1950-1960 yılları ara¬sında iktidarda kalan (ve “CHP’den kriz devraldık” diyen) Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarı meseleyi aydınlatıyor:
– Kamu geliri/ GSMH: 1950’de 16.1 iken, 1960’ta 12.9’ya düştü.
– Kamu harcamaları/ GSMH; 1950’de 17.6 iken, 1960’ta 15.6’ya düştü.
– Kamu açığı/ GSMH; 1950’de 1.5 iken, 1960’ta 2.7’ye çıktı.
– İhracat; 1950’de 263 mil¬yon dolardan, 1960’ta 321 milyon dolara yükseldi.
Ama…
– İthalat 1950’de 286 mil¬yon dolar iken, 1960’ta 468 milyon dolara fırladı!
Bu nedenle…
– Ekonomik büyü¬me 1950’de 9.4 iken, 1960’ta 3.4’e düştü.
– Enflasyon 1950’de (eksi) -4.3 iken, 1960’da 7.4’e fırladı.
Dünya Savaşı’ndan sonrası çeyrek yüzyıllık dönem dünyada “altın çağ” olarak bilinir. Ülke ekonomile¬rinin büyüdüğü, refahın arttığı süreçtir bu. Japonya, İtalya, İspanya, Yunanistan, Güney Kore, İsrail bu dönemin parla¬yan yıldızları oldu. Ülkemiz ise bu dönemi DP’nin popülist politikalarıyla boşa harcadı…
Sorumu unutmadım:
Neden hatalarımızda ısrar ediyoruz?
TEKNİK LAF KALABALIĞI
Türkiye siyasal tarihine bakıldığında genellikle “kül¬tür” tartışmaları/çatışmaları yaptığımız görülür.
Büyük ekonomik kriz¬ler (ve seçmeni kandırmaya yönelik büyük vaatler) dışın¬da politikanın gündemine iktisat gelmez/getirilmez.
Örneğin… Özellikle 2015 yılından itibaren Tür¬kiye ekonomisinin uçuruma yuvarlandığı biliniyordu. Halkın gündemine bu tehlikeli gidiş -muhalefet dahil- hiç getirilmedi. Muhalefet, “olum¬suzluk üzerine siyaset yapma¬yın” gibi absürtlüklere boyun eğdi.
Medya ise sürekli “her şey yolunda” yalanını tekrarlayıp durdu.
Ve zaten medya yıllardır ne yaptı:
Ekonomiyi, akıl karıştırı¬cı-çok gizemli bir konu haline getirdi!
Gazetelerin ekonomi sayfaları ve televizyon ekranlarının her şeyi bil-diklerini zanneden profesyo¬nelleri ekonomiyi; karma¬şık- teknik laf kalabalığına boğdu!
Akıllara durgunluk veren hisse senedi piyasası tabloları, çizelgeler, grafikler, istatistik¬ler, döviz kurları… Ekonomiyi finansa indirgediler. Böylece…
Medyanın pek düşkün olduğu -gizemli dünyanın yüce bilginleri(!) ikti¬satçılar, ekonomiyi halkın anlayamayacağı esrarengiz alana dönüştürdü. (Ki hemen hepsi mevcut durumun korunmasından ekonomik çıkarı olan “işin uzmanla¬rı” idi.)
– Sanki günlük yaşamında ekonomiyle iç içe değilmiş gibi- halk, “ekonomiyi hiç anlayamıyorum” güvensiz¬liğine getirilerek bu alan dışına atıldı.
Ne zaman ki…
Büyük kriz çıkıp, günlük yaşamda fiyatlar tepe taklak olunca halk işin önemini kavrıyor.
İngiliz iktisatçı Joan Robin¬son’un anlamlı sözü var:
“Ekonomi öğrenmenin amacı, iktisatçılar (ve politika¬cılar) tarafından kandırılma¬mayı öğrenmektir.”
Toparlarsam:
İktisat ve siyaset hep el eledir.
Hatalardan ders çıkarmanın tek yolu:
Ekonomi-politiği bilmek¬tir!
Ekonominizi, -Atatürk gibi sömürü düzenini yık¬mış- halkçı-bağımsızlık¬çı politikacılara emanet etmediğiniz sürece, krizlerin yükünü omuzlamaya daha çok devam edersiniz…
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/hep-ayni-kumar-2428128/