Gölgelerin çocukları

Ülkemiz…
Amerika…
Dünyanın herhangi bir yerinde büyük bir yerleşim yerinde…
Mesela İstanbul’da…
O görkemin, onca ışığın gölgelerinde, karanlık köşelerde büyüyüp yetişen insancıklar(!)
İstanbul’da yaşayıp hiç boğazı görmemiş insanların varlığına inanabiliyor musunuz?

Varlar…
Amerika, Chicago kenti örneğin…
Orada…
“Her gün” çete savaşlarında çocukların öldüğünü biliyor muydunuz?

Açlıktan…
Bebeler ölüyor Afrika’da, orada burada…
Nedeni?
Para, açgözlülük…
Umutsuzluk, …(!)

Dunning – Kruger etkisi?
Neden insan denilen, bildiği halde, bile bile yanlış yapar?
Mesela neden hala Kahpedoğan, AKP diyor?
Belki…
Başka bir yazımda psiko – sosyolojik açıdan irdelemeye çalışırım.

Kıstaslarım, ilkelerim katıdır benim…
Sahi…
Neden onca ışığın, ihtişamın gölgesinde çocuklar yetişmek “zorunda?”

NSA…
Bu üç harfi duymayan kalmadı sanırım…
Black Chamber…
Öncüsü, Herbert Yardley…
Edvard Snowden’in önünden giden…
Zamanın dışişleri bakanı Henry L. Stimson șu sözleriyle:
“Gentleman do not read each other’s mail”
Black Chamber’in işini bitirdi.

DIKKAT
Orijinalin dijitalleştirilmiş halidir…

indir VE incele

Ben verdiğim sözü unutmam…
Ama hayat şartlarım ama sağlığım…
Ve zamanlama…
Unutma senin okuduğunu bir başkası da okuyabilir, açık açık yazamam!

Tesadüf çocuklar bilginin, birikimin yanında tesadüf denilen olguyu…
HER ZAMAN DIKKATE ALMAK DURUMUNDASIN, ZORUNDASIN…
Mesela bu eserde sayfa 120’den itibaren anlatılanlar sana ilham kaynağı olabilir…
Sadece bir örnektir, kitap kendi başına bir “şaheser”. İnsan ve zekâsı…
ESKI YÖNTEMLER DEME…
Karşındakini küçümseme AMA sen…
Okuyan ve düşünen insan olarak “onlar” karşısında her zaman üstünsün. İyi değilim çocuklar…
İyi değilim yoksa çok anlatmak isterdim tesadüfü…
Yeminle bak doğru…
İkinci dünya savaşında Almanlar ve Enigma, yazacaktım, anlatacaktım çok çok oluyor başladım…
BITIRMEDIM…
Şifresini Polonyalı bilim adamları çözdü, Hitlerin haberi yoktu VEYA Amerika’ya saldıran Japonlar…
Ateş olmayan yerden boşu boşuna duman çıkmaz…
Pearl Harbor…
Amerikalılar ister inan ister inanma TESADÜFEN ayni şifreleme makinesini icat edip Japonların ne yapacağını önceden biliyordu. Bu bilgi…
Daha nispeten yeni açıklandı. Hani Pearl Harbor dedikodusunun teyidi, ilgili başbakan sadece savaşa girmek için, bahane arıyordu, müdahil olmak için.

İnanın bana çocuklar lütfen inanın…
Bu zihniyet, başta Kahpedoğan seçimleri kaybetmemek için HER ŞEYI yapacaktır…
Kelimenin tam anlamıyla hayat – memat meselesi, dünyada, tutumu sayesinde kaçabileceği yer az sayıda!

Teknoloji…
Özellikle Amerikalıların elinde olan imkanlar o kadar gelişmiş ki, anlatsam zaten inanmayacaksın…
Bu yüzden iletişim çok önemli, mümkün mertebe güncel teknolojileri KULLANMADAN…
Direnişte diriliş var çocuklar, dirileceğiz, dirilmek mecburiyetindeyiz…
Hakkınız…
Güzel yarınlar, hakkınız ışıklar içinde yetişmek, büyümek yaşamak…
Sizlerin ve sizlerden olacakların hakkı…
Bunun için çalışmalı!

Önder


Bak unuttum yine ufak, yok aslında çok büyük bir not:
İstanbul’da yaşayıp daha hiç boğazı görmeyen çocuklar, insanlar gibi…
Chicago da yaşayıp şehir merkezine gitmeyen, gidemeyen insanlarda var!

Japonları neden sever, takdir ederim biliyor musunuz?

Yok…
Çinliler ile hiç bir tecrübem olmadı, şahsen hiç tanışma şerefine erişmedim…
Tüm bilgim kitaplardan VE bahriyeli dostumun verdikleriyle sınırlı…
Ama Japonlar farklı…
İnce insanlar, nazik. Sadece tutumları, davranışlarıyla değil, ruh inceliği özellikleri…
Galiba…
Emin değilim, inançlarıyla ilgili, hayatı algılayış ve tarzlarıyla ilgili olabilir Asya insanının, bu “ırkın” tavırları. Çekik gözlü, „sarı benizli“ değiller, insan…
Evet…
İnsan olmalılar(!)

Nazik, zarif, çekingen ve düşünceli (…)

Kendisi ve çevresiyle barışık(!?)
Genelinden bahis ediyorum, istisnalar kaideyi bozmaz…
Şok oldum…
Yakuza’nın yaptıklarını görünce, hani Fukuşima atom santralında kaza olmuştu ya…
Kimse oraya gidip çalışmak istemiyor, Japon vari Mafya ne kadar sokaklarda kimsesiz varsa oraya “gönüllü” götürüp çalıştırmış, tabii karşılığında eşek yükü para almak koşuluyla.

Atatürk benim için ne kadar önemliyse…
Gandi…
Gandi’de önemli kardeşim, Büyük İskender mesela…
Niye?
Bir düşün, düşün kardeşim düşün belki bulursun(!)

Hadi üzmeyeyim seni, belki beni anlamama tehlikesine karşı yazmış olayım…
Mevla’m yüce Tanrım, Peygamberleri…
Allah ile Brahma mücadelesi(?)
Gandi…
Hintli olmasına karşın Müslümanların haklarını savundu ve öldürüldü…
Bir “milliyetçi”, aslında bağnazın teki…
Hele İskender…
“Bin bir” çeşit toplum “biz dedi, bizler dedi” öyle ki Makedon silah arkadaşlarını yerel güç sahibinin kızlarıyla evlendirip “birliği” pekiştirdi.

Biliyorum…
Anlamayacak, anlayamayacaksın beni…
Dünyamızı bir bütün olarak görüyorum, hayalim…
Tüm canlılar, insan dahil çevresiyle bir bütün.

Japon…
Özel olarak bir nevi ayakkabı bile geliştirdi, çarık gibi…
Çiğnediği çimene zarar vermesin diye, bak bahçelerine…
Gör sanat eserini, gör, anla Allah ne büyük…
Vermiş insana vicdan, vermiş göz, akil kullan diye…
Ama insan…
Ninjalar mesela bu çarığı kullanıyor insan öldürmek için.

İzle kardeşim…
Gör…
Anlamasan bile söylenenleri izle, gör güzelliği.

İşte bu yüzden seviyorum bu insanları, topluluğu…
Uyumlulukları ve çalışkanlıkları…
Bizim gibi değiller, armut piş ağzıma düş. Değiller ki!

izle

Ne güzel bir dua

Hatırlı okuyucularım belki hatırlarlar…
Abdest meselesini, özellikle kum ile abdesti, düşüncelerimi…
Benim…
Bir hatunla ilişkiye girmiş olayım, olmayayım gusül abdesti hakkındaki düşüncelerimi…
Teyemmüm…
Bu kelimeyi ve anlamını bilmiyordum. Oruç…
Bugün annem çok kötü, dedim anneme…
Beni günaha sokma anne, bak yaşına başına, ilaçların. Lütfen tutma…
Allah kuluna işkence etmez, niyettir, yüreğindeki Ona tutkun…
Kayıtsız şartsız ona teslimiyetin AMA açıklamaları OKU (Tevekkül)…
Önce SEN GAYRET GÖSTERCEKSIN ondan sonra bırak kendini Yaratanına…
Eğer yalanım varsa Allah bin bir türlü belamı versin, bu sabah yine öyle bir yârdim ki…
Ya anlatsam inanmazsın!


+

O…
Biliyor beni, O biliyor!!!
Kul…
Bilse ne olur bilmese ne olur?
Birde sevdiklerim önemlidir benim için, onların bana güveni…
Çocuklar…
Allah’ta var öğretide…
Öğrenmek, doğrusunu sizlerin elinde!

Oruç…
Sağlığın bir yandan nefsine hakimiyet öte yandan…
Ya ben sana daha nasıl anlatabilirim ki sen okuyup öğrenmek istemezsen?

### Okuyunca hemen hatırladım çünkü o görüntüleri bende izlemiştim ###

Sayın Çölaşan’a yazmıyorum, yazmayacağım…
Neden mi?
Eşi olan Hanımefendi yüzünden, Atatürkçü Düşünce Derneğinin en azından eskiden başkanıydı, hala öyle mi bilmiyorum!?
Ben bir kez bir insana kızmayayım, EVLAT BILE OLSA…
O insan benim için ölür…
Atatürk arkadaşlar Atatürk, bilim, mantık, çağdaşlaşma…
ADD gibi önemli bir kuruluşun internet üzerinden erişimi ve Email trafiği…
TAM BIR REZALET, erişebilseydim Hanımefendiye, cevap verme zahmetinde bulunsaydı TÜM OLANAKLARIMI, BILGIMI seferber edecektim…
Adı üstünde ADD…
ATATÜRK!

Önce izle sonra oku


izle

Yapacağız edeceğiz!.. Cek cak!.. Bol palavra
26 Mayıs 2018

Sevgili okurlarım, dünya liderimiz Recep Bey seçim bildirgesini okudu. Ancak bu kez salon dolmamıştı, boş yerler vardı.
Dahası, böyle toplantılarda kalabalıklar salona sığmaz diye her seferinde dışarıya dev ekranlar kurarlardı. Oysa dışarıda kimsecikler yoktu.
Salonda coşku da yoktu… Bindirilmiş kıtalar yine getirilmiş, birkaç kişi bağırıp çağırıyor, slogan atıyordu ama sonuçtan onların da umudu yoktu.
Demek ki panik başlamış ve parti tabanına yayılmış.
İktidar elden gitmek üzere, son kozlarını oynuyorlar.
* * *
Recep Bey kardeşimiz kürsüde seçim bildirgesini okuyor, bütün televizyonlar canlı veriyor. Gelin görün ki ne sunucularda, ne de yorumcularda umut olmadığı açıkça görülüyor.
Bütün dünyaya posta koyan büyük dünya lideri kürsüden bağırıyor:
“Şunları yapacağız, bunları yapacağız!..”
Cek cak…
O zaman herkesin aklına şu sorular geliyor:
“Kardeşim madem yapacaksın, niye şimdi seçim öncesinde yapmıyorsun?
16 yıldan beri iktidardasın, niye bugüne kadar yapmadın?
Sen Türk Milleti ile dalga mı geçiyorsun?”
* * *
Enflasyonu indirecekmiş…
İşsizlikle mücadele edecekmiş…
Döviz kurlarını aşağıya doğru çekecekmiş…
Peki nasıl yapacaksın bunları, bugüne kadar çaresini bilmiyordun da, her şey aklına seçimden sonra mı gelecek?
* * *
Hiç sevmedikleri Alevi yurttaşlarımızın cemevlerine resmi statü kazandıracakmış…
Recep Bey 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. Bir emir veriyor, belediyenin iş makineleri 7 Eylül gecesi saat 03’te Karacaahmet mezarlığındaki cemevini yıkmaya başlıyor.
Durumdan rahmetli İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı, daha sonra Susurluk kazasında vefat eden Hüseyin Kocadağ’ın haberi oluyor.
Derhal olay yerine gidip yıkımı durduruyor. Sonra, o gece Recep Bey’le aralarında bazı tatsız olaylar oluyor, hatta iddiaya göre yumruklar falan konuşuyor…
Ve yıkım duruyor.
Recep Bey bir konuyu daha bilmiyor. Cemevlerine resmi statü kazandırmaktan söz ederken, bunların (AİHM’in 26 Nisan 2016 tarihli kararı uyarınca) zaten hukuken ibadethane statüsünde olduğunu ya bilmiyor, ya da göz boyamaya çalışıyor.
* * *
Sayın Recep Bey kardeşimiz kürsüden seçim bildirgesini okumayı sürdürüyor:
“Güçlü Meclis, güçlü hükümet, güçlü Türkiye!..”
Bu ülkeyi 16 yıl boyunca tek başına yönettin.
Meclis çoğunluğu ve hükümet emrindeydi, ne istediysen yaptırdın.
Şimdi bu edebiyatı niçin yapmak zorunda kalıyorsun?..
Çünkü iktidarını yitirmek üzere olduğunu anladın!
* * *
Şu sözlerine bakınız!
– Dünya lideri bir ülke olacağız.
– Meclis’i gerçek gücüne kavuşturacağız. (Yeni anayasa uyarınca Meclis’in pek çok yetkisi Saray’a, yani tek başına kendisine bağlanıyor!)
– Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı güçlendirilecek. Adaletin tesisi için yargı süreci kolay ve hızlı olacak. (Nasıl yapacaksın, niye bugüne kadar tam tersini yaptın?)
– Polis, öğretmen, hemşire ve din görevlilerinin ek göstergesi 3.600 olacak, maaşlarına zam gelecek. (Geçen yılın sonunda CHP bu konuda bir kanun teklifi vermişti, AKP oylarıyla reddedildi. Şimdi aynı olayı karşımıza kendi getiriyor! O zaman niye reddettiniz?)
– Yasaklar, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadelemizi sürdüreceğiz. (Ülkede OHAL var, her şey yasak. Yoksulluk bütün toplumu avuçlarının içine aldı. Yolsuzluk derseniz, devlet ve millet her alımda, her ihalede soyuluyor. Paralar yandaşlara hortumlanıyor.)
Şimdi çıkmış ortaya, bir sürü vaatlerde bulunuyor, bize de “Bu olmayacak dualara hep beraber amin deyin” diyor!
* * *
Seçim bildirgesinde şeker fabrikaları ve peşkeş çekilen ulusal varlıklarımız yok.
Başımıza bela ettikleri Suriyeliler yok.
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yok.
Dövizi nasıl düşüreceği yok.
Ülkede 5 milyon işsiz var. Bu konuda ne yapacağı yok.
Enflasyonla nasıl mücadele edileceği yok.
Yargının bağımsızlığını nasıl sağlayacağı yok.
Akaryakıt zamlarının ne olacağı yok.
Memurun, emeklinin, işçinin, esnafın ve çiftçinin kazıklanmasına nasıl son verileceği yok.
Yok oğlu yok!..
Ama bol kepçe “Yapacağız edeceğiz” edebiyatı var.
Peki ne zaman?
Bugüne kadar çuvalladılar, ötesi seçimden sonra inşallah!
* * *
Döviz fiyatları böylesine artınca bunlar yine dış güçleri suçlamaya kalkıştılar.
“Üzerimizde oyun oynanıyor” dediler.
Şimdi size Recep Bey’in bir televizyon konuşmasından bir örnek veriyorum. Sesli, görüntülü ama ne yazık ki tarihini bilemiyorum. Aynen şöyle diyor:
“Şimdi tabii bizde bir adet var. Yani ülkede başımıza bir şey geldiği zaman hemen dış kuvvetler, dış güçler deriz, yabancılar deriz, şunu bunu deriz.
Bazı onlara isimler de buluruz. Ve bunlar sebebiyle işte biz ayağa kalkamıyoruz, kalkınamıyoruz, birliğimiz beraberliğimiz bozuluyor filan.
Yani bu doğru da olabilir. Ancak ben buna katılamıyorum. Niye katılamıyorum? Eğer sizin bünyeniz güçlüyse, sağlamsa bünyede olan virüs hiçbir zaman sizin o bünyeye zarar veremez.”
Alın onun bu sözlerini ve günümüzde söyledikleriyle kıyaslayın!
Hangisine inanalım, hangisine inanmayalım!
* * *
Sevgili okurlarım, Recep Bey biraderimizin okuduğu AKP seçim bildirgesinde hayat yok.
Türk Milleti artık bu cek cak edebiyatına değer vermiyor.
Nesine verecek ki, bildirgeden bir sürü laf kalabalığı çıktı, civciv çıktı kuş çıktı!
Korkunun ecele faydası yok, sonuç değişmeyecek…
Bir yandan CHP ve Muharrem İnce, öbür yandan İYİ Parti ve Meral Akşener gümbür gümbür geliyor.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/yapacagiz-edecegiz-cek-cak-bol-palavra-2430239/

Bilmem biliyor musunuz, bende birkaç gün önce tesadüfen öğrendim çünkü BANA NE, şimdi aklıma geldi Sayın Doğrunun, >>> AKP içindeki FETÖ siyasi ayağını okurken <<<

Hani bir ByLock vardı…
Bu…
Ve bunun gibi beş, altı tane daha yazılımı daha piyasaya süren iki kişi…
Aralarında müzik indirmek gibi “masum” yazılımlar var, paylaşımlar…
Ben pek sevmem ama yapmışımdır da genelde yaparlar yani…
Semi profesyoneller…
Profesyonellerin yöntemleri çok farklıdır, yazılımlar arasında ilişkiler…
Açmak gerekirse konuyu, semi profesyonelleri anlatıyorum…
Bir yazılımı, rağbet gördü…
Diğerlerini tanıtmak için genelde tanıtım amaçlı, profesyonel olsa veri paylaşımı ve değerlendirmesi…
GIZLI, SAKLI yazılımlar arasında bağ kurar…
Temporary Files dediklerimiz >>>oluşabilir<<<
Yani mesela ByLock A programıysa…
Kişi…
Hayatında ne A programını yüklemiş ne kullanmış ama B programı olan müzik paylaşım yazılımını kullanmış TUTUKLAMA, SUÇLAMA!

11000 kişi böyle haybeye eziyet çekti, adı lekelendi…
adalet ve Kalkınma Partisi…
Adaleti küçük yazdım tabii, anlayana…
Eyyy Tayyip bu mu senin bilgi düzeyin bu mu adalet anlayışın bu mu senin Müslümanlığın?

Öyleyse…
Senin, yandaş ve yoldaşının her türlü anlayışını sikeyim!

Sayın Doğru’nun ilgili yazısı:

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/foto-feto-temel-reisi-gecti-2430190/

Kırk yılın başı doğru söz ettin K. K.

“İnsan… İnsanın sorunlarını çözmek siyasi kurumların GÖREVIDIR…”
Ancak…
İnsan denilen geçmişi, şimdiki zaman ve geleceği ile ele alınmalı…
Çevresiyle…
Dolayısıyla siyasi kurumların, siyasete soyunanların görevi arasında çevreyi, doğa dediğimizi koruyup kollamakla birlikte tarihi değerleri ki ülkemize sefil bir vaziyete…
Canlıyı be canlıyı, TÜM CANLILARI ve cansızı da gözeterek geleceği tasarlamalı, yaşamaya değer bir geleceği.

😊 😊 😊

Sarı pipi geldi…
Maşallah kırk bir kere, maşallah…
TEKE…
Abdullah’ın torunu, daha iki yaşına bile girmedi…
Allah var yukarıda, Allah…
Hani PKK’li dostum, çok efendi kendini bilen insanlar…
Siyasi görüşü farklı olabilir, hayata bakışı. Önemli olan insan olması…
Ne zamandan beri gelmiyordu ya, unuttu…
Biraz açilsin…
Yumulacağım ona içli köfteye yumulduğum gibi!

Hayat dediğin ne garip bir şey değil mi?
xxx abla, hayatıyla cebelleşirken, bebe…
Yeni bir hayat, taze, taze. Can, bir umut(!)

MUTLAKA OKU

Bunları…
Değişik yazarları bu siteden neden yayınlıyorum biliyor musunuz?

Gün gelirde beni mahkeme önüne çekerlerse…
Elimde veri oluşun diye!
Tabii…
Bağımsız ve adil bir mahkeme bulabilirsem.

Pazarlıyorlar bizi, satıyorlar…
Sizler daha uyumaya devam edin, onun bunun g.tünün kıllı olmaya hevesliler!

Hep aynı kumar
25 Mayıs 2018

Bizim sorunumuz ne biliyor musunuz:
Dünün hatalarını bugü¬nün dersine dönüştürememek!
Hep bedeli bizler/halk ödü¬yoruz.
Bu ekonomik kriz -seçimi 1.5 yıl önceye alsa da- Erdo¬ğan’ı koltuğundan edecek.
Şaşırtıcı değil; benzerlerini çok yaşadık.
– 7 Eylül 1946, Başba¬kan Recep Peker, devalüas¬yon oranı yüzde 53; iktidarı kaybetti. – 4 Ağustos 1958, Başba¬kan Adnan Menderes, devalüasyon yüzde 60; iktidarı kaybetti. – 10 Ağustos 1970, Başba¬kan Süleyman Demirel, de¬valüasyon oranı yüzde 40; iktidarı kaybetti.
– 24 Ocak 1980, Başba¬kan Süleyman Demirel, de¬valüasyon oranı yüzde 35; iktidarı kaybetti.
– 5 Nisan 1994, Başba¬kan Tansu Çiller, devalüas¬yon oranı yüzde 50; iktidarı kaybetti.
– 19 Şubat 2001, Başba¬kan Bülent Ecevit, devalüas¬yon oranı yüzde 50; iktidarı kaybetti.
Sıra Erdoğan’ın iktidarın¬da; yaşadığımız büyük deva¬lüasyon çünkü.
Bunun için müneccim olma¬ya gerek yok. Erdoğan da bunu bildiğinden zaman kazanmak için seçimi erkene aldı. Fakat anlamadığı şu:
Mesele seçimi kazanmak değil, kontrolü kaybetti.
Zaten yönetemiyordu artık hiç yönetemez!
Küresel efendileriyle yükse¬len, küresel efendileriyle düşer. Yani…
Neoliberalizmle yükselen, neoliberalizmle düşüyor!
Ama…
Bu yazıda benim mese¬lem:
AKP iktidarı değil, halkın/ seçmenin hatalarından bir türlü neden ders çıkaramadığı? Benzer hatayı/hataları ısrarla tekrarlayıp durması…
RAMAZAN KARARNAMESİ
Tarih: 6 Ekim 1875.
Osmanlı Devleti, “Ramazan Kararnamesi” ile artık öde¬yemeyecek hale geldiği dış borçlarını yapılandırdı. Yani…
Bu topraklar 143 yıl¬dır “aynı filmi” seyredip duruyor!
Atatürk ve yoldaşları, Os¬manlı’da bu acı pratiği yaşadık¬ları için tam bağımsızlığı şiar edindi. Erdoğan’ın diline doladığı Lozan görüşmelerinde en çok tartışılan ve Batı’nın Türkiye’yi sıkıştırmak istedikleri konu, kapitülasyonlar oldu.
Atatürk’e geri adım attırama¬yanlar II. Dünya Savaşı’ndan sonra “ekonominin ipleri¬ni” tekrar ele geçirdi.
1950-1960 yılları ara¬sında iktidarda kalan (ve “CHP’den kriz devraldık” diyen) Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarı meseleyi aydınlatıyor:
– Kamu geliri/ GSMH: 1950’de 16.1 iken, 1960’ta 12.9’ya düştü.
– Kamu harcamaları/ GSMH; 1950’de 17.6 iken, 1960’ta 15.6’ya düştü.
– Kamu açığı/ GSMH; 1950’de 1.5 iken, 1960’ta 2.7’ye çıktı.
– İhracat; 1950’de 263 mil¬yon dolardan, 1960’ta 321 milyon dolara yükseldi.
Ama…
– İthalat 1950’de 286 mil¬yon dolar iken, 1960’ta 468 milyon dolara fırladı!
Bu nedenle…
– Ekonomik büyü¬me 1950’de 9.4 iken, 1960’ta 3.4’e düştü.
– Enflasyon 1950’de (eksi) -4.3 iken, 1960’da 7.4’e fırladı.
Dünya Savaşı’ndan sonrası çeyrek yüzyıllık dönem dünyada “altın çağ” olarak bilinir. Ülke ekonomile¬rinin büyüdüğü, refahın arttığı süreçtir bu. Japonya, İtalya, İspanya, Yunanistan, Güney Kore, İsrail bu dönemin parla¬yan yıldızları oldu. Ülkemiz ise bu dönemi DP’nin popülist politikalarıyla boşa harcadı…
Sorumu unutmadım:
Neden hatalarımızda ısrar ediyoruz?
TEKNİK LAF KALABALIĞI
Türkiye siyasal tarihine bakıldığında genellikle “kül¬tür” tartışmaları/çatışmaları yaptığımız görülür.
Büyük ekonomik kriz¬ler (ve seçmeni kandırmaya yönelik büyük vaatler) dışın¬da politikanın gündemine iktisat gelmez/getirilmez.
Örneğin… Özellikle 2015 yılından itibaren Tür¬kiye ekonomisinin uçuruma yuvarlandığı biliniyordu. Halkın gündemine bu tehlikeli gidiş -muhalefet dahil- hiç getirilmedi. Muhalefet, “olum¬suzluk üzerine siyaset yapma¬yın” gibi absürtlüklere boyun eğdi.
Medya ise sürekli “her şey yolunda” yalanını tekrarlayıp durdu.
Ve zaten medya yıllardır ne yaptı:
Ekonomiyi, akıl karıştırı¬cı-çok gizemli bir konu haline getirdi!
Gazetelerin ekonomi sayfaları ve televizyon ekranlarının her şeyi bil-diklerini zanneden profesyo¬nelleri ekonomiyi; karma¬şık- teknik laf kalabalığına boğdu!
Akıllara durgunluk veren hisse senedi piyasası tabloları, çizelgeler, grafikler, istatistik¬ler, döviz kurları… Ekonomiyi finansa indirgediler. Böylece…
Medyanın pek düşkün olduğu -gizemli dünyanın yüce bilginleri(!) ikti¬satçılar, ekonomiyi halkın anlayamayacağı esrarengiz alana dönüştürdü. (Ki hemen hepsi mevcut durumun korunmasından ekonomik çıkarı olan “işin uzmanla¬rı” idi.)
– Sanki günlük yaşamında ekonomiyle iç içe değilmiş gibi- halk, “ekonomiyi hiç anlayamıyorum” güvensiz¬liğine getirilerek bu alan dışına atıldı.
Ne zaman ki…
Büyük kriz çıkıp, günlük yaşamda fiyatlar tepe taklak olunca halk işin önemini kavrıyor.
İngiliz iktisatçı Joan Robin¬son’un anlamlı sözü var:
“Ekonomi öğrenmenin amacı, iktisatçılar (ve politika¬cılar) tarafından kandırılma¬mayı öğrenmektir.”
Toparlarsam:
İktisat ve siyaset hep el eledir.
Hatalardan ders çıkarmanın tek yolu:
Ekonomi-politiği bilmek¬tir!
Ekonominizi, -Atatürk gibi sömürü düzenini yık¬mış- halkçı-bağımsızlık¬çı politikacılara emanet etmediğiniz sürece, krizlerin yükünü omuzlamaya daha çok devam edersiniz…
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/hep-ayni-kumar-2428128/