Biliyor musunuz dini cehaletin kötü olan tarafı ne?

Demin tarif ettim ya sıkma başları…
Dapdaracık pantolonlar…
Bluzlar…
Adamlar, hani erkek dediklerimiz zaten onların saçına bakıyordu…
Saçlarının teline…
Daracık pantolonlardan, bluzlardan meydana çıkanlara değil(!)

Allah belamı versin yalanım varsa…
İtiyor böyleleri beni…
Erkek gözüyle bakmıyorum bunlara, bakamıyorum…
Sadece acıyarak, başımı bir o tarafa bir bu tarafa sallayarak bakıyorum, bakabiliyorum.

Gecenin kraliçesi

Yok pinokyo…
Sen kalbimin kraliçesisin. Sana atfedilen bir yazı değil bu…
Yine Kaktüs türü çiçekten de bahis etmiyorum, gecelerin kraliçesi…
Ve yine Mozart’ın sihirli flütü (Zauberflöte) de değil olan…
Söz konusu!

Aş erdi Önder hamile hatun misali…
Yemeliydi, yumulmalıydı, dalmalıydı içine…
İçli köftesine!

Gittim Wiesbaden’e…
Desem, söylesem, sorsam siz de istiyor musunuz diye…
Olmaz…
Valide niyetli, eh hanımda yanında yarı “oruçlu”

Bilirsin gönül yönünden…
Kadın benim için çiçektir, bir kelebek…
Yataksa mesele, olmalı ceylan gibi…
Baktıkça ona, içim geçecek, canım çekecek

Vallahi hatun cinsinden midirler bilemedim…
Anlayışla karşıla ne sorabildim ne açıp bakabildim…
Yok vallahi, billahi değil türbanlı şırfıntı, şule baş değil…
Yumurta kafalı…
Tümü, hepisi ya hepisi sıkma başlı…
Bele bunu kadın belle…
Hemcinslerin okumaya başlamadığı sürece…
Kalacaklar karanlıkların kraliçesi, gecelerin sultanları…
Olmayacak…
Düze çıkamayacak bu vatan bu millet kadın denilen varlık değişmedikçe, kendini yenilemedikçe!

### MUTLAKA OKU ###

Uğur Beyi ve değer verdiği arkadaşı düzeltmek gibi bir niyetim yok…
ANCAK…
OKU, aç tüm hak dinlerini oku…
Tabii önce kendi kitabini, Kur’an-i Kerimi…
Bak kardeşim…
Allah seni diğer yaratıklarından üstün kilmiş, şeytan, meleklerinden biri…
Ya şeytan bile isyan etmiş buna…
Allah…
Seni, beni, onu yaratmış.

Ben…
Emanete bu açıdan ihanet edenlerdenim, hiç kendime bakmadım…
Bedenimiz emanet…
Oruç…
Ve insan bedenine tıbbi faydaları üzerine çok yazmışımdır. Ve yine…
Cihat üzerine…
Hani küçüğü ve büyüğü ile…
Büyüğü…
Nefsine hakimiyet. Allah vermiş sana bu cani, ambalajı…
İyi bak emanetime demekte, ihanet etme.

Neyse…
Evet, insan bir sosyal varlık. Yalnızlık Allaha mahsus…
Selam ederim yalnız kadına, yalnız adama
Yine hep yazarım bilirsiniz yârdim ulu orta ilan edilmez…
“Evlat edindiğim”
Yazarım ki belki bir başkasını teşvik ederim!


Bak unuttum, çok yorgunum…
Ah bir okusan, bir okusan…
Allah…
Kuluna hiç işkence eder mi?

Okusan, O her türlü kolaylığı gösterdi…
Namazdan tut, oruca…
Seferisin değil mi, yolcu…
Oruç tutma, döndüğünde tut yine, telafi et “kusuru”
Allah bu Allah, bizleri yaratan, OKU der OKU…
Kanma din bezirgânlarına, din tüccar ve tellallarına!

Hiç gelmeyen ramazanlar!..
24 Mayıs 2018

Şu soruyu sormak için ekonomi uzmanı olmaya gerek yok!
Hangi iktidar ülkesi için son derece önemli bir seçim öncesinde parasının değerinin adeta paraşütsüz düşmesini ister?
Eğer bu düşüş önlenemiyorsa, o ülkede ekonomi kötü yönetiliyor, ya da dış müdahaleler önlenemiyor demektir.
Çünkü üretimi ithalata dayalı ekonomilerde para biriminin değerinin düşmesi, iğneden ipliğe her şeye zam gelmesi, enflasyon yani hayat pahalılığının artması, buna karşılık kişi başına düşen milli gelirin azalması anlamını taşır.
Bu süreçlerde yatırımlar durur, iflaslar olur ve yoksullar daha da yoksullaşır.
* * *
Oysa ben, dün olduğu gibi başka bir konuyu yazmak, başarılı sanatçılığının yanı sıra en üst düzeyde dini eğitim almış deniz ressamı Mustafa Günen’in ramazan ayı ve oruç konusunda paylaşmaya değer gördüğüm düşüncelerine değinmek için bilgisayarın başına geçmiştim.
Ama dövizde, yaklaşık 40 dakika içinde kırılan rekorlar, yukarıdaki satırları yazmamı zorunlu kıldı.
* * *
“Halk arasında orucun amacıyla ilgili açların halinden anlamak içindir” diye bir yorum üretilmiştir. Bu da Kuran’da geçen “Oruç tutamayanlar yoksulu doyursun” hükmünden yola çıkarak dile getirilmiştir. Ancak orucun, açların halinden anlamak gibi bir amacı yoktur. Çünkü bu mantıkla gidilirse, hastanın halinden anlamak için hasta, yoksulu anlamak için yoksul olma gibi tuhaflık ortaya çıkar. Kaldı ki oruç tutarak açların halinden anlamak pratikte de mümkün değildir. Çünkü oruç tutan kişi, akşam iftarda tıka basa yemek yiyebileceğinden emindir. Oysa aç, ne zaman yemek yiyeceğini bilmez. Hatta yiyip yiyemeyeceği bile belli değildir. İşin özü; oruç bir irade kontrolü kazanmak içindir. Zaten ülkemize, amaca uygun ramazan hiç gelmemiştir. Bu üzücü gerçeği birkaç örnekle açıklayayım:
* * *
Yüzde doksan küsuru Müslüman olan ülkemizde “Oruç niye tutulur” diye kime sorsanız, alacağınız cevap: “Oruç, Allah’ın rızasını kazanmak ve yoksulların, açların halinden anlamak için” olur.
Ne var ki gerçek, trajikomiktir. Yoksul ve açların halinden anlamak için oruç tutulan bu ülkede ne hikmetse her ramazan ayında yiyeceklere zam gelir! Yani ramazanda ucuzlaması gereken yiyeceğe tam tersine zam yapılır. (Hele bu seneki zamlar, gerçekten dayanılacak gibi değil-UD) Bundan Allah’ın rızasını beklemek, İlahi sistemle alay etmektir!..
* * *
Her ramazanda yoksullara paketlerle yiyecekler dağıtılır. İftar çadırları kurulur. Güzel de, diğer 11 ayda bu yoksulların ne yapacakları hiç sorgulanmaz! Neredeyse bütün yıl “oruç“ olan insanların, karınlarını doyurabilmeleri için gelecek ramazanı beklemek zorunda kalacakları pek düşünülmez!
* * *
Sosyal düzen, insanlar arasında kaçınılmaz olarak sınıf farkları ve imkân eşitsizlikleri yaratır. Dolayısı ile yoksullar, açlar, kısacası yardıma muhtaç insanlar oluşur. İşte oruç, bu eşitsizliği gidermek için harekete geçme bilincini hakim kılmayı amaçlar. Bu bilinci de, hemen hiçbir canlının
yapamayacağı, yemek, içmek ve üremek gibi en temel ihtiyaçlarından vazgeçerek, belirli bir süre yasaklayarak sağlar. Böylece oruç tutan kişi, şartlar gerektirdiğinde, en temel ihtiyaçlarından bile vazgeçmeyi veya fedakârlık edebilmeyi öğrenir. Bu bağlamda kişi imkânı dâhilinde yardımlaşarak, samimi olarak orucun amacını yerine getirir.
Yoksa yalnızca oruç tutarak Allah’tan rıza beklemek cahilliktir. Günde elli vakit namaz kılsanız, tüm aylarda oruç tutsanız, her sene de hacca gitseniz, yine de Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu kazanamazsınız. Bunun böyle olduğu Kuran’da çok açıktır. AL-İ İMRAN-92 “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe zafer ve mutluluğa asla ulaşamazsınız. Yani mutlaka ihtiyaç sahiplerine yardım etmelisiniz” der.
* * *
Elbette ramazan ayında yoksulu kollamak güzel bir gelenektir. Ancak insanın yemek ihtiyacı süreklidir. Biyolojik yapısı günde birkaç öğün yiyecek şekilde dizayn edilmiştir. İnsanı böyle programlayan yaratıcı, yoksulu kollamak, açı doyurmak işini sadece ramazan ayı gibi belirlenmiş sürelere indirgememize izin vermez. Siz ne zaman yiyorsanız açı da o zaman doyuracaksınız. Bu da bir Kuran hükmüdür. Örneğin; ZARİYAT-19-“Mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.” BAKARA-3-“Ve kendilerine rızk olarak verdiklerimizden, başkalarına pay çıkaranlardır.” Bir başka ayet; TEKASÜR-8-“Sonra, yemin olsun ki, o gün (size verilen) her nimetten sorulacaksınız.”
Dikkat ettiyseniz son ayet yeminle başlıyor. Onun için bu konu çok ciddi ve önemlidir.
Aklınıza şu gelebilir: Yoksulları devlet veya kurumlar da kolluyor. Doğrudur! Hatta zamanın şartlarında en iyi yöntemdir. Ancak unutmayın ki insan sosyal bir türdür. Yaşamı yardımlaşma ve paylaşma üzerine kuruludur. Dolayısıyla insanın yapısı gereği, oruç ve yardımlaşma, edene de, edilene de hem biyolojik, hem de psikolojik olarak çok faydalıdır. Huzur ve mutluluk verir. Yaratıcı insanı böyle programladığı için, bireyin yardımlaşmaya katılmasında ısrar eder…” (Mustafa Günen)
* * *
Yazımızın başına dönersek…
Hayat pahalılığının dayanılmaz boyutlar aldığı şu süreçte, gücü yetenin yoksul ve muhtaçları her zamandan daha fazla düşünüp kollaması, vazgeçilmez bir insanlık görevidir…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/ugur-dundar/hic-gelmeyen-ramazanlar-2425863/

Tepem attı yine, BABALIK üzerine

Hayatıma çok çeşit insan tipleri girdi…
Benim için suratsız derler, asık suratlı SERT…
Evet…
Yeri gelir gerçekten öyleyimdir. Acımasız olamıyorum ama bağrıma taş basıp çok sert olabiliyorum.

Hele, hele değil sevdiklerime zarar vermek, sevdiklerime yan gözle bile bakmaya cesaret edeni sokarım çıktığı yere geri!

Annelik…
Kadın olmak gerçekten çok zor zanaat…
Ama babalıkta kolay değil, annelik kadar olmasa bile hakkini vermek suretiyle zor yani.

Bakin…
Dikkat edin, eminim sizlerin de hayatına girmiştir böyle tiplemeler. Kadın, erkek hiç fark etmez…
“Melek!?”

Özellikle çocuklara karşı ne kızarlar ne bir şey…
Ne sudurlar ne sabun…
Hep mağdurdurlar, hep ezik, hep anlayışlı, hoşgörülü, sevgi dolu…
Ve çok sevilirler(!)

Gerçekten…
Çocuğa iyilik mi etmektedirler???

Dada…
Kaza…
Bak yeminle kök söktürüyor anaya, babaya, ananaya…
Benden korkar, çekinir…
Bir tek istemeye istemeye de olsa benim sözümü dinler…
Evlat…
Öfffffffffffffffffffffffffff…
Ben bugün öleyim yandı anam, yandı hanım. Gerçi eski Burak o da değil artık…
Yavaş yavaş olgunlaşmaya başlıyor…
Ama (…)
El kaldırmayı sevmem kadına, evlada…
Ama kalıtımı da Allah yarattı demem. Çok söyledim Dada’ya, Dayday’a…
Halbuki yeri ve zamanı geldiğinde ense köklerine bir Osmanlı tokadı VE…
Yapmadım, kıyamadım…
İyi mi yaptım?

Baba rolü…
Ailede, toplumda…
Yeri geldiğinde otorite…
Yeri geldiğinde sevgi ve şefkatle yaklaşmak değil midir evlada?

Varsın beni kötü bilsin, varsın sevmesin…
Ben onun görmediği, göremediğini bilmekle yükümlüyüm, korumakla…
Tabii önce Allah koruyup, kollayacak sonra ana, baba…
Ben…
Olayım şeytan, fark etmez. Varsın O melek olsun…
Evlat öğrensin, sağ, salim ve esen olsun…
Beni, içimi bilen bilir…
Babalık görevidir, yerine göre esnek olmak yeri geldiğinde aşılması mümkün olmayan bir kaya, yakan bir ateş parçası. Varsın benim elimden yansın yeter ki hayat yakmasın…
Hazırlamaktır görevim, görevimiz…
Bir gün onlarda olunca ana veya baba anlayacaklar nasılsa!

Babalık hakkidir bu unutma…
Kur’an da bile yer alır. Analık başkadır, babalık başka…
İster aile reisi ol ister devlet…
Üstendiğin sorumluluğun hakkini vereceksin…
Bazen şekerle, bazen kamçıyla…
AMA…
Her zaman bilgi ile akılla!

Sen liderliği bacaklarının arasında sallanan bilmem ne mi sandın?

Liderlerin karnesiymiş, Sözcüde karne yazmışlar…
Dik dur…
Sert ol…
Bilmem ne, ya liderlik ileri görüşlü olup yeri geldiğinde, yerine ve ortamına göre tepki verebilmek…
Doğru yoldan gidip, doğru yola sev etmek…
Orantılı hareket edebilmek değil midir, elindeki gücü doğru kullanmak?
Yeri geldiğinde esneklik gösterebilmek, hoşgörülü olabilmek değil midir liderlik?

Bu ne ya…
Sürekli bir ereksiyon (sertleşme) hali?

Yorumsuz

Sineklerin Tanrısı
24 Mayıs 2018

Partilerin milletvekili listeleri tartışılıyor.
Medyadaki yorumcular diyor ki:
“Liderler rahat çalışaca¬ğı kişileri listeye koydu!”
Siyasi partiler, liderle¬rin “babasının malı” mı?
“Rahat çalışma” ne demek? Partiye gelip politika yapan kişiyle liderin düşünsel ortaklığı nasıl olmaz? Parti programı ve tüzüğü sır mı?
Sanırım mesele başka:
Lider, iki dudağından çıkan her sözü milletvekil¬lerinin tartışmadan kabulünü; iktidarına koşulsuz biat istiyor!
Bu aslında siyaset kültü¬rümüzün aynası:
Diktatörlük altında yeti¬şen-bulunan insanların; zi¬hinleri, değerleri, tutum¬ları, davranışları zamanla otoriterleşiyor!
– Emrediyor…
– Yasak ediyor…
– İtaat istiyor…
– Hakkı ve gücü tek elinde tutmak istiyor!
Bu nedenle birçok ülke¬de diktatörlükten de¬mokrasiye geçiş dönemi, gerisin geriye diktatörlüğe yuvarlanmayla sonuçlanıyor!
Baksanıza:
12 Eylül darbesinin seçti¬ği “Danışma Meclisi” lis¬tesiyle, bugün partilerin milletvekili listelerini belirleme biçimi/tarzı/şekli arasından hiçbir fark yok!
Evet… “Danışma Meclisi” listesini belirleyen Kenan Evren’in, mevcut liderlerden ne farkı var?
Erdoğan’a “diktatör” diyen muhalif liderler, “Er¬doğan yöntemiyle” milletvekili listesi yapıyor! Milletvekilleri¬nin kendisine teslim olmasını istiyor.
– Şöyle ya da böyle- 142 yıllık demokrasi kültürü¬müz var. Bugün geldiğimiz yer; parti içinde diktatörlük kurmak! Peki…
Partide diktatörlük ku¬ran lider, ülke yönetiminde demokrat mı olacak? Parti içi “kaba güç” yarına ışık tutmaz mı? Sigmund Freud buna “öfkenin yer değiştir¬mesi” diyor; “diktatör” diye nitelendirip karşı çıktığının aynısını yapmak!
Görünen:
– İktidarda ya da muhale¬fette, sağcı ya da solcu- dik¬tatör, demokrasiyi alt etmek için hep pusuda bekliyor!
William Golding’in “Si¬neklerin Tanrısı” bunu anlatan en güzel romandır…
KOŞULSUZ BAĞLILIK
Diktatörlükte kabul gören ideoloji ve siyaset sürekli değişim geçirir; ve buna uyum sağlayamayan mutlaka şiddetle hizaya getirilir!
Bu sebeple…
Milletvekili, parti grup top¬lantısı başta olmak üzere li¬derinin nutkunu pür dikkat kaçırmamaya çalışır. Ama¬cı; bağlılığını ispatlamak için sürekli değişen politikaya uyum sağlamak; ezber yap¬mak; kendine çeki düzen vermektir!
Böylece eleştirel bakış si¬yaset dışına çıkarılır! Kul’luk doğar!
Hedef, tek sesliliktir.
Diktatör, kendine bağlılı¬ğı liste gücüyle sağlayarak gerçekleştirir.
Otoritesini meşrulaştırmak için buna “disiplin” der; ve politik yaratıcılığı öldü¬ren vasatın iktidarını böyle sağlar.
Keza…
Diktatörün partisinde yarat¬tığı diğer korku; kimin, ne zaman kurban olacağının belli olmamasıdır. Örnek sert kaçacak ama yazmalı¬yım…
Nobel ödüllü Harold Pin¬ter’in -12 Eylül döneminde Türkiye’ye yaptığı ziyaretten sonra yazdığı oyunlardan- “Yeni Dünya Düzeni” bu ruh halini anlatır:
Gözleri bağlı sandalyede oturan adam, çevresinde dolaşan iki işkencecinin ne yapacaklarına dair belirsizlik içindedir.
İşkencecilerin hedefi, sa¬vunmasız adamın kendine güvenini yıkıp, onu sersem¬leştirerek otoritelerine/yüce liderliklerine boyun eğdirmek¬tir.
Kimi partilerde –listeye gi¬rememe endişesi gibi- belir-sizlikler/korkular hep tırman¬dırılır. Bunun sonucu siyaset her geçen gün yozlaşır…
AMAN SUSUN
Bir ülkede demokrasi olup olmadığı “şehir meydanı testi” ile anlaşılır.
Şöyle:
– Bir yurttaş yaşadığı şeh¬rin meydanına çıkıp, gözaltı, tutuklama ve fiziksel şiddete uğramadan özgürce görüş¬lerini ifade ederse o ülkede demokrasi vardır!
Bu testi şöyle çevirebili¬riz:
– Bir milletvekili medyaya konuşup, listeye konmama tehlikesini duyumsama¬dan liderini eleştiriyorsa o partide demokrasi vardır!
Soralım:
– Türkiye’de demokrasi var mı?
– Hangi partide demokrasi var?
Gördüğümüz bildiğimiz:
Liderler mutlak sadakat/bağlılık – riayet/boyun eğme bekliyor. Kendini “kahraman” sanıp çok sevilmek- beğenil¬mek istiyor!
Diktatörlük bulaşıcı… Ki¬şisel bir davranış tarzı görül¬mekle birlikte aslında politik düzen.
Karşımızda kişi yok, sistem var!
Diktatörlüğe muhalif olanların yaptığı en önem¬li hata, diktatör devrildiği zaman hedeflerine ulaşmış ola¬caklarını düşünmeleridir. Oysa durum bunun tam tersidir:
Bir diktatörün devrilme¬si yeni diktatörün doğ¬masına neden olabilir. İran Şahı’nın gidip Humeyni’nin gelmesi gibi…
Bu nedenle…
Eğer toplumu sürekli de¬mokrasi yönüne itelemezseniz, o ülkenin eninde sonunda diktatörlük bataklığına yuvarlandığına şahitlik eder¬siniz. Türkiye’de liberallerin AKP’ye; ve AKP’nin FETÖ’ye verdiği destek bunun somut sonucudur.
Liberaller, AKP ve AKP, FETÖ konusunda kendi ya¬lanlarına inandı. “Demokrasi” diye diye hukuk dışılıklara göz yumarak ülkeyi diktatörlüğe savurdu.
Bu hâlâ görünmüyor; her seçim öncesinde olduğu gibi şimdi de deniyor ki:
“Aman milletvekili listeleri¬ne filan söz etmeyin; yeter ki diktatörden kurtulalım!”
Tamam susalım! Eleştiriye tahammülsüzlüğün diktatörlük doğurduğunu unutup gidelim.
Türk’ün Türk’e propaganda¬sına devam edelim.
Ne diyor yandaş:
Ver mehteri!

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/sineklerin-tanrisi-2425887/

NOT:
Kendimde okumadım bu kitabi, bakalım. Belli belirsiz, üst sağ köşede, ok aşağıya

Sineklerin Tanrısı:
oku

Yazdıklarımdan şu sonucu çıkarmayın sakın

AKP gelene kadar da bu ülke ne yazık ki tam bağımsız değildi…
Her şeyden evvel ekonomik bağımsızlığımıza ulaşamadık, BUNLAR…
İyice bağımlı ettiler, bu bir geçek…
Tek çözüm…
Gerçek milli hükümet. Gerçekçi insanlar…
Halka…
Diyet yaptırırken, KENDILERI…
Yandaş ve yoldaşlarda diyet yapacak!
Bu durumda…
Haliyle kerhane kapısı gibi her önüne gelen girip, çıkacak…
Pisliği ile birlikte akıtacak akıtacağını ortalık karışacak!

Hâkim değiliz kendimize, ülkemize…
Hâkim olmalıyız kendimize, ülkemize, malımıza ve mülkümüze!

Değneksiz kalan köy misali…
Değneğim nerede?
Almalıyız tekrar ele, benim hunimi aradığım gibi…
Kendimize gelmeliyiz, kendimize!

Doğru diyorsun Sayın Doğru, doğru AMA

Dikkate almadığınız iki konu…
Aslında ekonomide izah edecektim ama varsın böyle olsun…
Bademler…
Ve G. Fuller, bademler ve F. Güllen…
Üst akıl hocam üst akıl…
Obama ile papaz oldular, Obama bunlarla mı uğraşacak, bunların seviyesine inecek?

Artık Trump var karşılarında…
Ayni b.kun soyu…
Bu bir…
İkincisi…
Ki kendini çokça gösterdi, AB mesela veya Kore, İran’a bak…
Membiç be hocam ne çabuk unuttun?
Sen kimsin?
Trump’a karşı geleceksin…
VE evet, sizinle ayni fikride değilim…
Kim EMIR ettiyse Tayyipistan güvenli liman, yatırım yap dediyse…
Kuveyt, Katar’a emir verdiyse, destekle, desteğini çek…
Ayni yer bastı düğmeye, çek parayı…
Batır ülkeyi, izlemiyor musunuz Avrupalılara yaptığını, %25 ceza vergisi…
Çelik, bilye meselesi…
Yok hocam yok, sizinle ayni fikirde değilim bu sefer…
Madalyonun iki yüzü var, sabitlenmişsiniz iç siyasete…
Dünyada…
Neler olup bitiyor, izlemiyorsunuz tiyatro seyreder gibi.

Ağır iç kanama!
24 Mayıs 2018

Biz Türkiye‘ de yaşayanlar dün gece altın uykularımızdayken ve güneş hep doğudan doğduğu için Japonya uyanmış, bankalar, borsalar çalışmaya başlamıştı. Japon varlık yönetimi şirketleri “Dolar TL kurunu 4 lira 82 kuruş” ilan ettiler.
Yani biz uykudaydık.
Ağır iç kanama başladı.
Dün sabah uyandığımızda içeride 1 dolar, güne 4 lira 76 kuruş seviyesiyle başladı ve öğlen olduğunda 4 lira 92 kuruşu gördü.
Paramız pul olmuştu.
Türk Lirası Arjantin Peso’sundan sonra dünyanın en kötü parası haline geldi. TL, erken seçim kararının alındığı günden bu yana yüzde 20 değer yitirdi. 1 dolar, bu hafta bitmeden 5 TL’yi bulur diyenler çıkıyor. Almanya’nın ikinci büyük bankası Commerzbank, haziranın ilk haftasında 1 dolar 6 TL’yi bulur açıklaması yaptı. Bütün bunlar olurken, ekonomi bakanı Zeybekci, “sağlıksız fiyat oluşumları yaşamaktayız” açıklamasını getirdi.
* * *
Doğru!
İç kanama sağlık işareti değil.
Fakat Bakan, “Vücut bu noktaya nasıl geldi?” sorusunu hiç üstüne alınmıyor. Lafı “İşte bu alçak yabancılar, yabancı para babaları ve onların yerli işbirlikçileri, iç ve dış düşmanlarımız, seçim öncesinde halkı ‘Türkiye ekonomisi batıyor…‘ paniğine sokup “Tayyip Bey’i sandıkta devirmek istiyor” noktasına getirmek istiyor.
Bu içi kof bahane!
Tutarsız savunma!
Yabancı para babaları, geçmiş seçimler öncesinde paralarını Türkiye’ye getirip “Tayyip Bey’in çok başarılı bir ekonomi yönetimi sergilediği algısına” destek veriyorlardı, şimdi niçin tersini yapsınlar?
Gerçeği arıyorsanız:
Akşam yediğin hurmalar!
Uykudayken için kanar!
* * *
2000’de iç kanama olmuştu.
Kemal Derviş vardı.
2001 yılında geldi.
Bir program yaptı.
O programın meyvelerini Tayyip Bey iktidara geldiğinde hazır yenecek halde buldu. İktidara geldiğinde; TL değer kazanıyordu, faizler inmişti, enflasyon düşüşteydi, büyüme yüzde 6’yı bulmuştu. Tayyip Bey ve kadrosu Kemal Derviş’in bahçesinin meyvelerini, iştahla yediler. Oylarını artırdılar. 2007 yılında Derviş’in bahçesinin meyveleri tükendi, Tayyip Erdoğan ve kadrosu, bahçede yeni meyve üretecek bir çalışma, yeni bir büyüme yolu, yöntemi, programı ortaya koyamadı. İçerde devlet malını sat, dışarıdan da özel sektör ve bankalar üzerinden borçları artır, “betona-ranta- saraya-israfa- gösteriş yatırımlarına- tek adam imajı yaratmaya” yatır, otur hazırı ye…
İşte o hurmalar!
Arkası ağır iç kanama!
SON DAKİKA NOTU: Dün akşam saat 19.00 sıralarında Merkez Bankası faiz sopasını kaldırdı. Faizleri 3 baz puan artırınca, dolar 4 lira 60 kuruşun altına kadar düştü.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/agir-ic-kanama-2425852/