Hiç kimse

Üstümde değildir, kimsede altımda…
Büyüklere saygı, küçükleri sevgi…
Hak ediyorlarsa!

Amerika…
Helal olsun bu insanlara…
Rakam hafızam, lütfen af edin bu kul yanılıyorsa…
16 eyalet, Trump’i mahkemeye verdi, duvar meselesi…
Hiçbir kereviz…
Dünyanın hiçbir yerinde…
Kanunların üstünde değildir…
Ne Tanrının ne kulun kanunlarını tanımamazlık, görmemezlik yapamaz, edemez!

Emre Kongar…
Son derece saygı duyduğum, sevdiğim bir gazetecidir…
Partili bir adi…
Yazmaya başlamış, bitirememiştim hatırlarsanız…
Son zamanlarda çokça oluyor, af edin, özür dilerim…
Artık benim de sözüme güvenilmez algısı yaratmış olabilirim…
HAYIR Efendim…
Hayır, bu iddiayı ret ederim…
Sevdiklerim, değer verdiklerim bilir…
Ver bu eşeğe sorumluluk, yükle sırtına yükü deh de…
O…
Yürür…
Bir yerlerde yıkılıp, yığılana kadar!

Ve…
Eninde sonunda verdiği sözü tutar!!!

Parti devletine hayır
17 Şubat 2017 Cuma

Bir devletin bir partiyle özdeşleştirilmesi, tüm bir devlet aygıtının, yargısıyla, yasamasıyla, yürütmesiyle bir partinin emrine verilmesi, Faşizmin en net ve en saf biçimlerinden biridir:
Yakın tarihte Avrupa’da, Almanya’da ve İtalya’da çok kanlı bir biçimde yaşanmıştır!
Ne yazık ki, 16 Nisan’da referanduma sunulacak olan Anayasa değişiklik önerileri, Türkiye’de de, Cumhuriyet rejimini bitirecek ve yeni bir Parti Devleti kuracak maddeler içeriyor:
1) Cumhurbaşkanı partili olacak; elbette sıradan bir “partili” değil, bir partinin lideri, Genel Başkanı olacak.
2) Partili Cumhurbaşkanı, yardımcılarını kendisi atayacak ve atanmış olan bu kişiler gerekli olduğunda seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kullanarak bizi yönetecek.
3) Partili Cumhurbaşkanı’nın seçtiği bakanlar, Meclis tarafından denetlenemeyecek.
4) Partili Cumhurbaşkanı, ülkeyi Meclis’in çıkardığı kanunlara gerek duymadan kararnameler ile yönetebilecek.
5) Partili Cumhurbaşkanı, devletin bütün yöneticilerini atayacak, yeni vilayetler kurabilecek.
6) Partili Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi üyelerini ve HSK üyelerini seçecek. Seçtiği HSK üyeleri de yargıçları tayin edecek. Anayasa Mahkemesi ve HSK ile birlikte Danıştay ve Yargıtay da, yani tüm adalet mekanizması da partinin emrine girecek.
***
Türkiye bu noktaya nasıl ve neden geldi?
1) Çok partili düzene geçildiğinde Demokrasi’den yararlanacak olan sermaye sınıfı ve işçi sınıfı gelişmemişti. İktidara toprak ağalarının temsilcisi olan Demokrat Parti geldi ve temel hak ve özgürlükleri sınırlayıp kısıtlayarak Demokrasiyi yozlaştırdı.
2) 1950’den beri Türkiye’yi yöneten sağ parti ve askeri darbe liderleri demokrat olmaktan çok demagogdular. Temel hak ve özgürlükleri savunmak yerine halkın duygularını okşayarak çoğunluk baskısı oluşturdular.
3) Muhalefet hakkı ve özgürlüğü, ifade hakkı ve özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerin, sınıfsal destekten yoksun olması, Demokrasiye inanmayan iktidarların önünü açtı.
4) Toplumun mevcut değerler sisteminin, çok hızlı değişmesi, bir Anomi durumunu (değersizlik, kuralsızlık durumu) doğurdu, bu durum iktidarların siyasal/ ahlaki değerleri kolaylıkla yozlaştırmalarına yardımcı oldu.
Bu 4 maddede özetlediğim gibi, “Parti Devleti” önerisi, uzun dönemli sınıfsal gelişme, siyasal ve kültürel/sosyo- ekonomik kalkınma, eğitim ve örgütlenme yetersizliklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır!

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/677558/Parti_devletine_hayir.html?utm_source=gazeteoku&utm_medium=referral#

Oma…
Oma’ya gideceğim birazdan…
Kendimi toparlarsam…
Halimi, durumumu anlatmaya gerek yok değil mi?
Ayni tas, ayni hamam!

Hayyam…
Belki otuz, takım elbise bilmiyorum ne zaman…
Su…
Alt tarafı birkaç şişe su ya, su…
Erkek demeye milyon şahit lazım ne kadar üzücü ne kadar acı!

Al sana, demedim mi?

Amerika…
Çekilmez, çekilemez…
Tıpkı bunların seçim ile tekrar gitmeyecekleri…
Gidemeyecekleri gibi!

Amerika…
200 yerine 400 askeri bölgede bırakacağı söyleniyor!

Venezüella…
İlk ölüden bahis ediliyor, bugün uluslararası yârdim ülkeye sokulacaktı…
Venezüella’ya bugün dikkat!

😊 Yalan makinesi

Bilmem bilir misin, yok canım nereden bileceksin!?
Yalan makinesi ne yapıyor, nasıl çalışıyor biliyor musun?
Aklında olsun…
Ya sivri bir taş ya kalınca, yok en güzeli bir çuvalsız veya raptiye bulunsun cebininde!!!

Bir insanın direnci 1000   (Ohm)
Birincisi yalan makinesi direnci ölçer, vücut direncini…
İkincisi ses titreşimi gibi kimi stres belirtilerini(!)

Taş, iğne, raptiye gibi bir nesne ile örneğin ayakkabında kendini sürekli bir strese maruz bırakırsan, ki acı bir tür stres halidir, yalan makinesi doğruyu ve yalanı ayırt edemez.

Çünkü sürekli bir strese tabisin…
Eğitim(!)

İnan…
Çok öğretebileceğim şey var, neler neler…
Ya sekreter…
😊
Biliyorsun ne tür ne çeşit…
Ya sağlık…
Ama ne biri ne öteki var!

İyi geceler, öğleden sonra yine yamuldum. Su…
Su mahvetti!

### >>> !!! Çok önemli !!! <<< ###

Kısa bir araştırma yaptım, çok kısa…
> Hiçbir bilgi yok bu konuda <
arte…
Bir Alman – Fransız ortak yapımı…
Yani Almanın gördüğünü Fransız’da görüyor!

Haberlerden şimdi geçti, ne utanç verici…
Tanzim satışları…
En önemli bilgi:

Tanzim satışları nisan ayında durdurulacak!

İstanbullun 50 noktasında açılan satışları konu etmişler…
Hep derim…
Yabancıdan öğren bizi, al haberi…
Sen bilirsin gayri, sen bilirsin…
Hala Tayyip’i seçecek misin!???

Doğruya, doğru! Doğruya, yalan, yanlış diyemezsin

Yedi istifa
20 Şubat 2019

“Beyaz Türk”…
Basında kavramın; Serdar Turgut ya da Ufuk Gül¬demir’in “buluşu” olduğu yıllardır konuşulur! Akademi dünyasına göre ise Prof. Nilüfer Göle tarafından ilk kez kullanıldı.
Kavramı geniş kitlelere ulaştıran “Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı” ki¬tabı oldu.
“Beyaz Türk”; Batı hayra¬nı, zengin, eğitimli imtiyazlı sınıfı tanımlamak için kul¬lanılıyor. Bu azınlık yıllarca ülkenin ekonomik kaynakla¬rını, siyasi ilişkiler/askeri darbeler ve medya-ente-lektüel çevre gibi bağlantılar üzerinden elinde tuttu. Altı Ok’u özünden koparıp tasfiye eden “Gardırop Atatürkçülüğü” bunların eseriydi.
Prof. Yalçın Küçük haklı tespitte bulundu: Akademis¬yenden gazetecisine, tiyatro¬cusundan ressamına kadar Türkiye’de “en iyi” ne varsa sadece bunlardan gösteril¬di! Merkezi iktidarı duvarla ördüler, halka açmadılar. So¬nunda…
Halktan o kadar uzaklaş¬tılar ki, varoşun oylarıyla çeperi yıkan AKP, merkezi iktidara gelip oturdu. 16 yıldır da kaldırılamıyor…
Yazdığım her cümle için saatlerce tartışma yapabiliriz. Ama konum Türkiye değil; benzerini bir başka ülke yaşı¬yor: İngiltere!
Zengin “Beyaz İngilizler”, -aşırı solcu- dedikleri İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’e karşı sert muha¬lefet yürütüyor! Güya Cor¬byn “Yahudi düşmanı” idi!
“Yahudi düşmanlığı” ile sınıfsal öğretiyi temel alan “aşırı solculuk” nasıl yan yana gelebilir?
Tıpkı “Beyaz Türklerin” yaptığı gibi, zengin “Beyaz İngilizler” ile “Beyaz Yahudi¬ler” büyük bir hataya doğru yelken açıyor…
Şöyle:
Mektup polemiği
Tarih: 12 Eylül 2015.
Jeremy Corbyn İşçi Partisi genel başkanlığına seçildi.
“Beyaz İngilizler” çok şaşırdı. Ellerindeki medyayı harekete geçirdiler:
Corbyn iki yıl önce -Muhafazakar- Dışişleri Bakanı William Hague’ya yazdığı mektup -sözüm ona “bilgi özgürlüğü” talebiyle- ortaya çıkarıldı.
Mektuptan sonra Corbyn hakkında “Yahudi düşmanı” kampanyası başlatıldı.
Ne diyordu mektubunda Corbyn?
Filistin/ Gazze’deki mülteci kampında halkın İngiliz Hükümeti’nden beklentilerini yazmıştı:
a) İsrail’in suçlu politikacılarının özgürce ülkemize gelmesine izin vermememiz istendi…
b) İngiltere’nin Filistin Devleti’ni onaylaması istendi…
c) Gazze kuşatmasını sona erdirilmesi istendi…
Corbyn şunu eklemişti mektubuna:
– Bu üç amaç için çalışmazsam kafamı utanç içinden kurtaramam.
Bu mektup “Beyaz İngilizler” ile “Beyaz Yahudileri” öfkelendirdi:
– Corbyn, İsrail’in yaptıklarını yasa dışı bulmuştu!
– Corbyn, İsrail’i hedef göstermişti!
Konu gelip şuna dayandı:
– Filistin Dayanışma Komitesi üyesi Corbyn, Yahudi düşmanıdır!
Üç yıldır bu kampanyanın hedefi, Corbyn! Öyle ki, İşçi Partili bir milletvekili facebook sayfasında, “Filistin ve Orta Doğu İşçi Dostları: İşçi Partisi’nin İki Devletli çözümü Filistin’deki işgali sona erdirecek. Bizim çözümümüz nihai çözüm olacak” diye yazdı. Ortalık yine karıştı: Güya “nihai çözüm” sözü, Hitler’in gaz odaları yoluyla Yahudilerin toplu imha edilmesi planına atıfta bulunmaktı!
“İsrail terör devletidir” diyen bir başka milletvekilinin başında da benzeri geldi. Tartışmalar bu düzeyde sürdü…
En sonunda İşçi Partili yedi milletvekili “İşçi Partisi Yahudi düşmanlığı ile gerektiği kadar mücadele etmiyor” diye istifa etti!
Altı Ok halkçılığı
Türkiye’de de…
İsrail politikasını eleş¬tirdiğiniz zaman “Yahudi düşmanıdır” kampanyasına hedef yapılıyorsunuz! Kimileri ısrarla, İsrail politikaları ile Yahudi halkını özdeş¬leştirmek istiyor. Dünyada bunu üç çevre yapıyor:
– Yahudi Siyonistler…
– Amerikan Evanjelist¬ler…
– İslamcı köktenciler…
Biz niye Yahudi düşmanı olalım; İsrail’in faşist politika¬larına karşı çıkan İsrail’de sol partiler yok mu? Onlar da mı Yahudi düşmanı? İsrail’i her eleştireni antise¬mitist görürseniz yanınızda zengin “Beyazlar” dışında dost bulamazsınız!
“Beyaz İngilizler” ile “Be¬yaz Yahudiler”, bizim “Beyaz Türklerin” kibrini devam ettiriyor! Olayları; gerçekler üzerinden değil, algılar üzerinden tartışıp, kamuoyu¬nu etkileyeceğini sanıyor. İşin özünde…
Düne kadar küçük gördük¬leri Corbyn’den korkmaya başladılar. Çünkü yoksul-e¬mekçi “Siyah İngilizleri” – “Si¬yah Yahudileri” yanına alan Corbyn iktidara yürüyor…
Laikçi “Beyaz İngiliz¬ler” benzer kibri İşçi Partili Müslüman Ken Livingstone için de gösterdi; ama Londra belediye başka¬nı olmasına engel olamadı!
Bunlar salt İngiltere’de yaşanmıyor; benzeri ABD’de de oluyor. “Beyaz Ameri¬kalılar” -28 yaşındaki Cor¬tez gibi- sosyalist Demok¬ratların yarattığı heyecanla şaşkına dönmüş durumda! “Beyaz” kibirleriyle -medya¬ları aracılığıyla- bu gençleri “döveceklerini” sanıyorlar. Artık dünyada rüzgâr halkçı¬lıktan esiyor…
CHP yönetimi bunu kavrayabilmiş değil. Yıl¬lardır bu köşede “Atatürkçü halkçılığa sarılın” diyo¬rum…
Ne yazık ki:
Ne Baykal ne de Kılıç¬daroğlu bir Corbyn olabil¬di; neoliberalist “üçüncü yol” saçmalığıyla Tony Blair’e özendiler hep! Umutlarını yıllarca Aydın Do¬ğan medyası ve TÜSİAD gibi “Beyaz Türklere” bağlamak¬tan kurtulamadılar!
Türkiye’ye ezberleri bo¬zacak halkçı politikacılar lazım.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/soner-yalcin/yedi-istifa-3597164/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Sadece oku diyorum, yorumsuz

Aracılar melekti şeytan oldular!
20 Şubat 2019

Rahmetli başbakan Bülent Ecevit CHP’liydi. Ben onun başbakanlığı döneminde ekonomi muhabirliği yapıyordum. Unutmadım. Ecevit, tefeciye, aracıya, stokçuya sempatiyle bakmazdı. Belediyelerin, Et ve Balık Kurumu’nun, Süt Endüstri Kurumu’nun, TARİŞ’in ve diğer birliklerin aracısız satışlarını teşvik eder, piyasada fiyatların şişmesini önlemeye çalışırdı. Ecevit ayrıca hısım, akraba, tanıdık, partili kayırması da yapmazdı.
Sanki akrabası yoktu.
Varsa bile görmedik.
Öne çıkmazlardı.
Devletin kilit noktalarına atanmazlardı. Ecevit’in oğlu-kızı da yoktu. Olsaydı bile Ecevit’in damadını Hazine Bakanı yapması, teyzesinin oğlunu Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü’ne ataması, oğlunun, kızının kurduğu vakıflara partili belediyenin malından-mülkünden kaynak aktarılması düşünülemezdi.
Ecevit fakir öldü.
Siyasetçilik yapayım diye annesinden kalan evi sattı. Başbakanlığı döneminde ülke ekonomik sıkıntıya girince yabancı ülkede üretilmiş, döviz ödenerek ithal edilmiş Mercedes makam aracından indi, Bursa’da kurulu otomobil fabrikasının ürettiği yerli otomobile binmeye başladı. Şimdi bakıyorum bugün hem Cumhurbaşkanlığı ve hem Başbakanlığın yetkilerini elinde toplayan Tayyip Erdoğan, Ecevit’in bu özelliklerinden sadece “tanzim satış modelini” örnek aldı.
★★★
Söz konusu tanzim olunca.
Sanki Ecevit dirildi.
Ete kemiğe büründü.
Erdoğan diye göründü.
Aracılara yani haldeki komisyoncu, pazardaki pazarcı, zincir marketteki müdür, kasabadaki tüccar, mahalledeki manav, bölgedeki toptancıya çok acı sözlerle hitap ediyor. Geçen gün Isparta meydanında yine “Ispartalı çiftçi kardeşimin kilosunu 1 liradan verdiği meyveyi Ankara’daki, İstanbul’daki vatandaşım kilosu 10-15 liraya evine götürüyorsa burada fırsatçılık var demektir, ihanet var demektir. Kimse kusura bakmasın bunun adı ticaret değil, vurgundur, soygundur” dedi.
Aracılar şeytan sayıldı.
Oysa bu aracılar 17 yıldan beri vardılar. 2002 yılında, 2003 yılında, 2004 yılında böyle yıl yıl gidersek 2019 yılının ocak ayına kadar 17 yıldır aracılıktan başka bir iş yapmıyorlardı.
17 yıl melektiler.
Tek azar işitmediler.
Bu aracıların yani pazarcılar, manavlar, zincir market sahipleri, tüccarlar, toptancıların yüzde 90’ı da zaten 17 yıl boyunca oylarını Tayyip Erdoğan’a verip, onu desteklediler. Zincir market sahipleri de Erdoğan’ın acılı günlerinde gazete ilanları vererek onun acısını paylaşanların içinde yer aldılar.
★★★
17 yıl boyunca elma, armut, soğan, patates, domates, beyaz lahana, kırmızı turp, yeşil çarliston aklınıza ne gelirse hemen hepsinin tarla-bahçe fiyatı ile manav-market fiyatı arasında 6-7-8 kat fark hep oldu.17 yıldır fiyatlar hiç durmadı hep arttı.
Aracılar 17 yıldır melekti.
Seçime denk geldi.
Şeytan oldular!
İstanbul ve Ankara’nın muhafazakar, sağcı, ülkücü seçmeni “17 yıldır aracıyı melek gibi gören fakat seçim günleri gelince onu şeytan yapan” söyleme oy verecek mi?
31 Mart gecesi çok ilginç olacak.
KALEMİN GÖR DEDİĞİ
Şarap içmek haram Camide kahvaltı helal!
Hocalar, imamlar, müftüler, Diyanet bize “dinimize göre şarap içmek haramdır” diyor. Dini bilen insanların, söyledikleri dine göre doğrudur. Peki iktidar partisi AKP’nin bir belediye başkanı, yeniden seçilebilmek için “camide kahvaltı verip seçim propagandası yaparsa” bu kahvaltı helal midir? Şarap satan lokantada şarap içen cehenneme gidecekse, camiyi kahvaltı mekanı haline getirip dini siyasete alet eden sayın belediye başkanı cennete mi gidecek? Ey Diyanet, senin bir lafın yok mu?

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/aracilar-melekti-seytan-oldular-3596807/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

### >>> MUTLAKA OKU <<< ###

İlaç
20 Şubat 2019

Hani “beyne pıhtı attı, felç oldu” filan denir ya…
Aman sakın bugünlerde beyne pıhtı filan atmayın, çünkü beyne pıhtı atmayı önleyen ilaçlar bulunamıyor.

Sayın basınımız yazmıyor, size asla söylemiyor ama, Türkiye’de şu anda domuz gribi salgını yaşanıyor.
Bir yanımızdaki Yunanistan’da mesela, şimdilik 56 kişi domuz gribinden hayatını kaybetti, bir yanımızdaki Bulgaristan’da çocuklar domuz gribinden ölüyor, okullar tatil ediliyor, öbür yanımızdaki Gürcistan’da ölenlerin sayısı 20’yi aştı, Gürcistan’da halka ücretsiz domuz gribi ilacı dağıtılıyor.
Bu ülkelerin arasındaki Türkiye’de, hem kaç kişinin öldüğü açıklanmıyor, hem de domuz gribi aşısı yok!

Türkiye’de daha üç dört sene önce hatırlayın, ahaliye zorla domuz gribi aşısı yapılıyordu, şimdi domuz gribi aşısı bulunamıyor.

Yüksek fiyatlı kanser ilaçları zaten bulunamıyor ama… Ucuz fiyatlı, sıradan tabir edilen burun damlalarında bile sıkıntı var, göz damlası bile bulunamıyor. Hormon ilaçlarında, radyolojik tetkiklerde kullanılan ilaçlarda, özetle hemen her ilaç türünde güçlük çekiliyor.

Çünkü…

Sayın hükümetimiz, 2004 yılından beri “referans ülke” hokus pokusuyla, Avrupa’da beş ülke seçiyor, o ülkelerin ilaç fiyatlarına göre Türkiye’deki ilaç fiyatlarını belirliyor.
Mesela kalp ilacı, bakıyor, en ucuz Portekiz’de, Portekiz’in fiyatını esas alıyor. Romatizma ilacı, bakıyor, en ucuz İspanya’da, İspanya’nın fiyatını esas alıyor.
O romatizma ilacı Fransa’da daha pahalıymış, Yunanistan’da daha pahalıymış, İtalya’da daha pahalıymış, o tarafıyla hiç ilgilenmiyor, işine neresi gelirse orayı seçiyor.

Mesela Aspirin, bakıyor, en ucuz Almanya’da, şak, Almanya’nın fiyatını seçiyor. Halbuki Almanya kendi eczacısını kolluyor, kendi ilaç üreticisini kolluyor, sübvanse ediyor, kendi vatandaşının sağlığını düşünürken, kendi eczacısının da vatandaşı olduğunu unutmuyor.

Avrupa Birliği ülkelerinin hükümetleri “ben halka şirin görüneyim, sıkışırsam bütün günahlarımı eczacının üstüne yıkarım” demiyor!

Ayrıca…
İlaçta dışa bağımlıyız.
İlaç pazarının yüzde 60’ı ithal.
Üstelik, en çok satılan 100 ilacın 95’i ithal.

Hal böyleyken…
Sayın hükümetimiz ilaç ithalatında euro’nun fiyatını 2.7 lira olarak belirliyor.
“Sen 6 liralık euro’yla ithalat yap, ben sana euro karşılığı olarak 2.7 lira ödeyeyim” diyor!

Nasıl olsa sayın ahalimiz hiç merak etmiyor… Dünyanın en pahalı benzinini, dünyanın en pahalı elektriğini, dünyanın en pahalı doğalgazını kullanan ülke, nasıl olur da, Avrupa’nın en ucuz ilacını kullanır? Böyle bir matematik mümkün mü?

Türkiye’de şu şu markanın şurubunu içiyorsun, yurtdışında aynı markanın şurubunu içiyorsun, lezzeti bile farklı!
Fiyatı aşağı çekince, kaliteyi koruyabilmen mümkün mü?
İkisini de Alman üretiyor, Skoda fiyatına Mercedes verirler mi?

SSK’nın ilaç fabrikası neden kapatıldı?
Askeri ilaç fabrikası neden güdük hale getirildi?
Yerli ilaç fabrikalarının kapılarına neden kilit vuruldu?
İlaç fabrikalarının arazileri neden alışveriş merkezi oldu?

Günümüzde görmeyen gözlere bile çare var artık ama…
Görmek istemeyen gözlere ilaç icat edilmedi maalesef.

Eczacı üfürükçü değildir.
Doktor muska yazamaz.

Dünyanın en eşitlikçi kavramı, hastalıktır.
Etnik köken, mezhep, zengin-fakir ayırmaz.
Kimseye ayrıcalık tanımaz.
Akp’linin kanseri de aynıdır, Chp’linin kanseri de.
Mhp’linin diyabeti de aynıdır, Hdp’linin de.
İngiltere Kraliçesi’ne ABD Başkanı’na hangi ilacı veriyorsan, aynı hastalıktan muzdarip Hatice ablaya da aynı ilacı verirsin.

Aslanı kediye, eğitimliyi cahile kırdırmaya devam edersek, hükümetin hatalarını örtbas etmek için eczacıyı doktoru hedef göstermeye devam edersek, bu ithalat kafasıyla devam edersek, açık söylüyorum, ilacın tanzim satış çadırı olmaz… Taziye çadırı olur!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/ilac-2-3597892/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Bu arada…
Hep derim Almanya eskiden Avrupa’nın, dünyanın eczanesiydi…
İlaç üreticileri…
Yok ki, isim sahibi olsun ve benim müşterim olmasın, YOK.

Nerelere girip çıkıyordum…
Kemer sıkma politikası, yanlış siyasetlerin…
Acımasız sonucu!

Kemer sıkarsın yanlış…
Satar savarsın yanlış…
Har vurup harman savurursun, yanlış…
Doğrusu…
Ortası, her zamanki gibi. Taş üstüne taş koy…
Mirasyedi gibi davranma!

Kime ne anlatacaksın ki, ekonomik okur – yazarlığı bırak

İnsanlar sözde Müslüman…
Kur’an…
Süs olsun diye duvarda asli duruyor. Arapça…
İnsanlar kendi diline hakim değil…
Ne bekleyebilirsin?

Bak…
Sen yap dediğimi, dikkatli ol. Harcamalarına dikkat et. Almanya’da kaynıyor…
Son zamanlarda öyle acildim ki toparlayabilir miyim bir daha kendimi bilmiyorum. Hele araba…
Hiç zamanı değildi, hiç…
Dandik bir şey alsam, ikide birde masraf. Araba benim elim ayağım…
Bir kere al, yıllarca kullan, yıllarca.

Su…
Mahvetti beni. Artık söz vermekte istemiyorum, benim hiçbir şeyim belli değil artık…
Bak pıka pıka gidemeyeceğim. Halbuki çok sevdiğim bir şey, sağlığıma iyi. Yok gidemeyeceğim…
Halim yok, YOK!

Yattım gazete okuyacağım

Akılınızda olsun diye yazıyorum…
Al tarafı 24 litre su taşıdım…
Hadi alışverişi de say belki 30, 40 kilo de…
Komalardayım, uyuyamadım geldim dükkâna…
Telefon, EON…
Bir elektrik şirketi, bire Türk mü Türkiyeli bilmem eleman koyuyorlar iyice delirtiyorlar beni…
Hadi bunun Türkçesi düzgündü…
SIZIN ISTEGINIZIN DIŞINDA
Reklam telefonları YASAK…
Telefon numarasını not edin, Bundesnetzagentur’a şikâyet edebilirsiniz.

Utanmaz, rezil herifler…
Dedim yasak, beni sakin bir daha aramayın, toplamda dört mü beş kez mi ne telefon etti!

https://www.bundesnetzagentur.de/DE/Sachgebiete/Telekommunikation/Verbraucher/RumitelBeschwerde/beschwerde-node.html

Evlere de çok telefon ediyorlar, özele…
AMA…
Dükkanlara sürekli. Normalinde şikâyet etmem, gerekeni kendim yaparım…
AMA…
Bunlarla başka türlü başa çıkamazsınız. Hele hele dükkân sahibiyseniz.