Karl Popper (Falsifiability) The Logic of Scientific Discovery
falsification, sahtecilik!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ∙ Ne mutlu Türküm diyene, diyebilene
Karl Popper (Falsifiability) The Logic of Scientific Discovery
falsification, sahtecilik!
Emin olmamakla birlikte galiba bir İstanbul ezgisi…
Ne güzel değil mi?
Yıllar oluyordu dinlemeyeli, unutmuştum, radyoda dinledim demin çok hoşuma gitti.
Çok şeyi yaparım, yapabilirim ama haddimi de bilirim…
Bilmediğim konularda fikir yürütmediğim gibi yapamayacaklarım karşısında, boyumu aşıyorsa…
Ya parama geçer sözüm veya hatırım, nazım…
Evladı çağırdım, geldi arkadaşlarıyla, tabii parasıyla, harçlık yani…
😊
Almak istemediler, ZORLA VERDIM.
İte bak ya…
B.k olmadan kokmaya başladı, dalga geçiyor babasıyla…
Gerçi…
Boynuz kulağı geçermiş ya O benden üstün olsun, benden iyi olsun Allahtan daha ne isterim?
Varsın dalga geçsin…
Kurt kocayınca itin, köpeğin maskarası olurmuş ya!
Yokkk…
Tepki vermeden olmayacak, önce senin yazını okumalarını istedim İzmirlim…
AMA…
Önce Bekir Bey’i okusalar, O ruh haliyle seni…
Daha iyi olacak belki!?
—
Utanmak…
Beşeri düzen için en gerekli duygudur; utanma duygusu…
*
Utanma duygusu insan ile birlikte var oldu, ilk insanlar Havva anamız ile Adem babamızda utanma duygusu vardı…
Yeryüzüne çıplak inmişlerdi…
Adem babamız giysi olarak daha çok maydanoz yaprağı üzerinde durduysa da, Havva anamız geniş ve enli incir yaprağını bulup örtündü…
*
Demek ki utanmak duygusu; korku, öfke, ezmek, hırs, nefret, kuşku, isyan, acımak, iktidar tutkusu gibi duygularından önce vardı insanda…
*
Utanma duygusu; kanunlardan, kararnamelerden, polisten, mahkemelerden daha çok gereklidir insanoğluna…
İnsanlar tüm kanunları bilemezler…
Her insanın başına bir polis dikemezler…
Yargıçlar her an orada olamazlar…
Ama insanın içinde biraz olsun “utanma duygusu” varsa… O duygu her an omuzlarındadır… Utanılacak her davranışta içeride bir mahkeme kurulur… Kişinin dünyasında bir duruşmadır başlar… İddianame yanaklara al al yansır…
Ve utanma duygusu varsa, utanılacak eylemlere izin vermez…
*
Utanma duygusu yoksa:
İnsanların gözünün içine baka baka yalan söyler…
Aldatır…
Kandırır…
Çalar…
Çırpar…
Hak tanımaz…
Hukuk bilmez…
Çünkü onu durduracak utanma duygusu yoktur…
*
Nitekim ülkenin başına gelen bunca belanın sebebidir…
Memleket utanma duygusunu kaybettiği içindir…
*
İnsanlar birçok kıstasa göre ayrılsa da, esas itibarıyla ikiye ayrılırlar:
Utananlar…
Utanmazlar…
*
Şimdi utananlarla utanmazları siz ayırt edip seçeceksiniz…
Hadi göreyim sizi…
Utanmazları seçin tabii…
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/utanmak-2435624/
Yemeni
Demirel’in “fötr”ü vardı.
Köylü çocuğu olarak şehirli sembolü taşıyordu. Miting meydanının en arkasında duran vatandaşın kafasına takacakmış gibi kolunu uzata uzata sallardı.
*
Ecevit’in “kasket”i vardı.
Anne tarafından saraylı, Robert Kolej mezunu olarak köylü sembolünü marka edinmişti.
*
Erbakan’ın “takke”si vardı.
Camiye sokulan siyasetin kafaya takılan modeliydi. Kafasını örtsün diye değil, kafasının içindekini göstersin diye kullanırdı.
*
Bir uçtan öbür uca…
“Poşu” takan da vardı.
“Börk” kullanan da.
*
Güya bunların hepsi kendilerine özgü ideolojileri temsil ediyordu ama, aslında hepsinin “ortak” özelliği vardı.
Erkek egemen toplumun, erkek aksesuarlarıydı.
“Baba, Karaoğlan, Hoca, Başbuğ” gibi erkek sıfatlarının, erkek sembolleriydi. “Reis” de öyle.
*
Bu memleketin kadınlarından daima erkek sembolleriyle, erkek sıfatlarıyla oy istendi.
*
Ve, demokrasi tarihimizde ilk kez “tülbent” görüyoruz.
Anadolu’nun dört bir köşesindeki kadınlar, çeyiz sandıklarından çıkardıkları umutlarını hayallerini “tülbent” halinde “yemeni” halinde “yazma” halinde Meral Akşener’e veriyor.
Batman’dan Kayseri’ye Denizli’den Konya’ya Aydın’dan Samsun’a Antalya’dan Zonguldak’a miting kürsüsüne “yemeni” yağıyor.
Farklı coğrafyalarda yaşayan, kiminin saçı açık, kiminin kapalı, birbirini hiç tanımayan kadınlar adeta sözleşmişler gibi, ne etnik kökenden bahseden var, ne mezhepten, sadece “yemeni” var.
*
Neticeyi bilmem.
Ama bu ilk kez oluyor.
*
Bana sorarsanız, sessiz çoğunluğun şapkaya da, takkeye de, poşuya da isyanı bu… Yemeni devrimi yaşanıyor.
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/yemeni-2435660/
İnşallah diyorum inşallah…
Kim gelirse gelsin eminim daha iyi olacak!
Dolar, 4,57 Euro 5,29…
Ulan şark kurnazı sen kendini gerçekten dünya lideri mi sandın?
Dikkat et sonun Saddam gibi olmasın…
Leşini…
Millet bilmem neden tutup asmasın!
Kanıtlayamam, açıkçası bilmiyorum da…
Sosyolojiden geldiğini tahmin ediyorum, sosyal medya kavramı çerçevesinde kullanılıyor çoğunlukla…
Araştırmama rağmen bir sonuca varamadım.
Fransa’da gözlemleyebildiğimiz bir akım…
Ekonominin, ekolojisi…
Bir nevi isyan…
Faydalı, yararlı.
Herkes…
Özellikle popülistlerin dilinde HALK oldu sakız…
Çiğne, çiğne dur, gevele, INEK GIBI GEVIŞ GETIR!
Kadın konusuna benzetiyorum, coğrafyamızda yaşanan…
Orasıyla, burasıyla uğraşıyorlar ya…
Peki kadının kendisi…
Duygu ve düşünceleri, görüşleri nerede…
Adı var kendisi yok ortada. İşte O misal entel dantel, bilen ve bilmeyen herkes halktan bahis ederken halkın kendisi nerede?
PoP…
Power of People…
Gerçekten bir güç, bir güç merkezi….
Bir odak, bir mercek…
Güneş eksik, O ışık…
Mercekten düşecek, merceği ve etkisini harekete geçirecek, gücü…
Ya iyiye, güzele yönlendirerek yapıcı veya yıkıcı olacak.
Güç, mesela atom enerjisi, iyiye, faydalı olan için kullanmak dururken…
İnsan bu…
Yakacak, yıkacak, gücü kötüye kullanacak…
Aslında…
Halk adına halk tarafından, halka rağmen (…)
Konunun özeti!
Çokça vermişimdir bu örneği, Afrika’da ateş karıncalarını…
Karınca ya karınca, bir damla bir şey…
Bir olunca…
Yüz binler, milyonlar ormanın kralını kaçırıyorlar…
Arslan…
Kaçacak delik arıyor!
İşte güneş…
İşte mercek…
İşte etkisi, ateş yakmak içinde kullanırsın, buzu, buzulu…
Veya çeliği eritmeye, mesela bir tankı, gemileri yakarsın Arşimet gibi!
Halkın gücünü doğru yönlendirmeli…
Halk adına, halk tarafından, halkla birlikte halk için, Onun adına hareket etmeli…
Güzel yarınlara…
Aynen bunu yapıyorlar, aynen!
Sorunun temelinde şu gerçek yatmaktadır:
> Biri yer biri bakar, kıyamet bundan kopar! <
Gelir adaletsizliği, köylü…
“Köylü milletin efendisi”, çokça yazmışımdır bu meseleyi…
Rahmetli Gazi Mustafa Kemal’in sözü. Üretici ya üretici, senin, benim gibi tüketici değil!
İnsan…
Hem kendini “meşgul edebilmeli” hem geçinmeli, el emeği, göz nuruyla geçinebilmeli!!!
Kazanacaksın ki, kazanç süreklilik arz edecek ki harcayasın…
Borç, borç, borç nereye kadar?
Bilmiyorum çiftçi kardeşlerim okuyor mu beni?
Bakma…
Teknolojinin kimi kazanımlarına karşı duruyormuşum gibi bir hal alırım ama…
GÖRÜRÜM, BILIRIM…
Getirilerini, götürülerini, kazanımlarını ve bize neler neler kaybettirdiklerini…
NOKTA
Fransa…
Dedim ya akim buralardan gelir, düşünce, bir hayal…
Hayaldi gerçek oldu…
HALKIN GÜCÜ KENDINI GÖSTERDI, teknolojinin getirisiyle birlikte DEVLERI DIZE GETIRDI!
Küreselleşen dünyada, zincirler, uluslararası boy gösteren şirketler…
Saat dokuza kadar vaktim var, bitirdim bitirdim yoksa başka bir pazara(!)
Milli olmak, yerli olmak…
Küreselleşen bir dünyada hala insan olmak, kalmak nedir sizlere bu yazımla anlatmaya çalışacağım…
Yeter ki…
Oku, gör. Gör kardeşim gözlerinle gör, kalbinle gör…
Gör ve anla beni.
Neler yiyip içtiğimizi…
Bir Allah bir “üretici” bilir…
Sadece yaşadığın toplum içeresinde toprak üreticisi değil ki dikkate alman gerektiğin…
Allah’ın bereketi, NIMETLERI kardeşim NIMETLERI…
Dünyanın dört bir tarafından gelir bulur bizi.
Coğrafyamızda yetişmeyen, Allah’ın, tabiattın öngörmediği nice ürünler sofralarımızda…
Nerede…
Nasıl, hangi şartlar altında üretilmektedirler?
Çocukların…
Öncelikle çocukların o küçücük elleriyle, sağlıkları pahasına, eğitimleri, gelecekleri pahasına ürettikleri, sen ucuz yiyesin diye sömürülen çocuklar ve kadınlar…
TAHRIP edilen doğa…
Arz ve talep meselesi, serbest ekonomi(!)
Vicdan yapmıyorum…
Lügat parçalamıyorum, aşk – ı ilan da değildir bir kadına…
Sevgiye davet…
HAYIR…
Seni düşünmeye davet etmek istiyorum, DUR demeye…
Gücünün farkına var diye, deme ben bir kişi, ben onlara karşı ne yapabilirim ki?
Birisi fikri ortaya attı…
İnsanlar sosyal medya aracılığıyla örgütlendi…
Önceleri dediler yerli, milli sonrasında dedikleri…
DÜNYA!
Eşit işe eşit ücret, bir ütopya…
Hayır değil, ortak karar aldılar, oylamaya sundular, dediler…
Kararlaştırdılar, bir ürün…
FIYATI BU KADAR!
Dediler ki…
Üretici ve tabii üretimin devamlılığını esas alarak, uzmanlar karıştı işe, hesapladılar kitapladırlar bir üreticinin şu kadar para KAZANMASI LAZIM…
Sonra düşünmeye devam ettiler, dediler üreticiden tüketiciye nakliyat…
Yine hesap, kitap dediler nakliyatçı şu kadar para KAZANMASI LAZIM…
Halka ürünü arz eden…
O da kazanacak, şu kadar!
>>> Ben kısadan kestim, tüm katmanlar tümü dikkate alindi ve süreklilik arz edecek şekilde para kazanmaları sağlandı, güvence altına alındı <<<
Sonra…
Evet sonra…
EVET, mecbur ettiler pazarlamacıları…
Ürünün adı, piyasada henüz olmayan ürünün adı sürekli sorulmaya başlandı…
TALEP kardeşim TALEP…
Ortak alınan kararın gerekleri yerine getirildi, sürekli soruldu, alternatif ürünlere rağbet göstermediler, MECBUR ETTILER…
Ve ürünler reyonlarda yerini almaya başladı.
HERKES…
Biliyordu artık bu üründe hakça, adil bir kazanç paylaşımı var!
Bir ürünün marketlerde, bakkal, çakalda, alışveriş merkezlerinde yer alması bu sayede sağlandı…
Ortak karar karşısında, eşit bir paylaşım gözetilerek, halk ve halkında gereksinimleri dikkate alınarak…
Tefeciler, asalaklar, kan emici vampirler devre dışı bırakıldı…
İşte sana halkın gücü, birliğin gücü…
Vicdanın göstergesi, insan olmanın gereği!
Bu tutumu, talebi, ISRARI öncelikle yerli ve milli ürünler için gösterdiler…
Şimdi…
ÖRGÜTLENEREK, uzak pazarlarda üretici kuruluşlarla anlaşarak dünyaya yayma aşamasındalar.
Dün gece…
Hani toplantıya gitmiştim ya ta gece on bir gibi geldim eve…
Yaklaşık üç saat sürdü…
Kulübün toplantısıydı…
Konu…
Gerçek silah kullanılırken meydana gelen olumsuzluklar…
Neticede ölümcül sonuçlara sebebiyet verebilir(sin).
İnsan ve sorumluluğu, mesuliyeti…
Bilinci…
Herkeste bilinç denilen yok ki, sorumluluk. Uzatmak istemiyorum…
Kulübe üye oldum olası kaç gün geçti?
Bir zincirin gücü…
En zayıf halkası kadar, O halka da benim!
Bakın…
Alman dersin değil mi, Hristiyan?
Ben derim INSAN!
Senelik aidatımız, 100 Euro…
Henüz gerçek silahı elemime alamadım, nedeni bu toplantı ve alınacak kararlarmış meğer…
Yeminle bak, vallahi billahi anlamadım…
Bir konu başlığı, “destekli atış” yani silahı bir şeyin ütüne koyup ateş etmek…
Anlaşılan kulübün ilk özürlü üyesi benim, benden yaşça çok daha büyük insanlar var…
Ahı gitmiş vahı kalmış, bun rağmen güçleri, kuvvetleri yerinde…
Desteğe ihtiyaçları yok. 500 Euro’ymuş öyle bir destek, alalım mi?
Alalım, karar alındı!
Sigara içmeye çıkmıştım, Thomas geldi ardımdan…
Dedi “tamam, yakında aşağıda atışlara başlayabilirsin”
Hala anlamadım, aptal aptal yüzüne bakmış olmalıyım…
“Senin için alındı bu destek alma kararı!”
Demek istediğim…
Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için…
Yoksa…
Hep devam edecek ayni tas aynı hamam!
Keşke her gün böyle güzel haberler alsam…
Dayday, Gymnasium da…
Bugün yazlılarını geri almış, bir dersten bir, ikincisinden iki…
Işe bak, üçüncüsünden üç…
Dada…
İnek Şaban, bu konuda iyi ki bana benzememiş, anası…
Anladığım kadarıyla Gymnasium’a kabul edilmiş. İnsan Allah’tan sağlık ve mutluluklarından başka ne isteyebilir?
Ancak…
Çocuk okutmak dünyanın her yerinde çok zor, masraflı. Allah, kardeşin yardımcısı olsun, benim sıpa birdi, arada kaynadı.
İmkânınız varsa, eğitim sigortası…
Dünyanın bin bir hali, çocuğun, çocukların eğitimi maddiyatsızlıktan yârim kalmasın…
Aklınızda olsun!
Evim ile dükkân arası 1,2 Km…
Yine vadi ile evimin kaldığı sırt arasındaki seviye farkı tahminen 50-60 metre…
Evim serin, dükkân cehennem…
Cehennemden, tövbeler tövbesi cennete geldim, nefes alışım değişti…
DAYANAMIYORUM…
Yorgunluğa, hele zihin yorgunluğuna, üzüntüye, heyecana…
Saat sekizde toplantım var…
Bakalım…
Yeminle, canimin sıkılmasına vakit kalmıyor…
Kardeşin dediği gibi…
Benim için ne şeref, adam olarak görüyor beni…
😊
Nizza’da demişti, böyle veya buna benzer, anlam itibarıyla (ama adam dedi)…
“Bu adamının yanında insanın ne canı sıkılır ne oturmaya fırsat bulur”