Senede bir gün, sadece bir gün ya, bir gün

Adım Önder Gürbüz…
Namı diğer gamlı baykuş, yarım g.t, mutsuz eşek, vesaire vesaire…
Bir gün…
Sadece bir gün, istediğim sadece bir tek gün!!!

Hem sana hem bana bu şarkı sevdiceğim…
Ruhu sapığım, manyak psikoloğum…
Deli doktorum, güzel kuşum, bir tanemmm!

Neyse…
Almanya saati on beş…
Otuz suları…
Saat birde almam gereken uyuşturucuyu henüz aldım…
Diğer ilaçlarımı da!!!

Yok vaktim yok…
Kovalıyorlar beni, peşimi bırakmıyorlar. Biri bitmeden diğeri başlıyor…
On dakika oluyor geleli, sabahın ikisinden bu yana anca oturttum popomu koltuğa…
Yok gün geçmiyor ki başıma bir felaket gelmesin…
Kendimi RTE “yönetimi” altında Türkiye gibi his ediyorum…
Bir bunalımdan diğerine, bir felaketten diğerine yatay geçiş yapıyorum…
Hayatım yalan, ben yalan…
Sadece bir gün, senede bir gün yeter bana…
Nefes almam lazım, bir soluk alacak kadar…
Hayat dediğin çok gördü, bari sen çok görme…
Mutluluğu sende bulamadım gülümmm, bari huzur ver bana!

Not: Komalardayım dersem inanır misiniz?
Bak hep unutuyorum sevdiceğim…
Yalnız adam…
Bir diğer adım, yalnızlığım…
Sensizliğim!

Allah var yukarıda, bugüne kadar Hatçe Hatundu…
Sen onu her yönüyle geçtin, arkada bıraktın!
😊

Tayyip Silahlı Kuvvetleri ve İbram Ağa rezilliği

Evet, nefesimi kesin…
Kadın…
Ben seni çok sevdim!

Aslında bu konuda söylenecek iki okkalı söz var ya…
Canım istemiyor yazmak, aklım sende…
Hem siyasetten hem kalben söylenecek çok sözüm var…
Benim manyak psikoloğum, kalbimin, aklımın ve ruhumun doktoru…
Ama unutmayacağım Ağa konusunu.

Bu saate kadar ne mi yaptım?
Bilmez misin beni sevdiceğim, bilmez misin beni?
İnsanın kendini övmesini…
Yok…
Ben övmem kendimi, hani Almanlar der ya “Mädchen für alles”, onun gibi…
Kardeşin kapısı bozuktu ne zamandan beri, koca kadın, kocası…
Onlardan bana ne?
AMA…
Çocuklar, Allah belamı versin yalanım varsa, kale kapısı gibi oldu…
Yok vallahi billahi Önder işi değil, son derece profesyonel, çok sağlam bir iş oldu…
Çocuklar gülüm, çocuklar sevdiceğim, çocuklar.

Evet, nefesimi kestin güllüsü…
İçli köftem benim, güzel Adanalım…
Nefesimi kestin, damarlarımda dolaşan olmasan…
Bana hayat veren, bu kalp daha atar mı?
UNUTAMIYORUM seni!!!

Penelope

Yunanca, sadık olan anlamında…
Sadakat…
Kadında, bir mutlaka!

Homer’in Ilya destanı…
Odysseia’nin eşi, onunda ismi Penelope’ydi.

Yapma gülümmm, yapma papatyam…
Yapma…
Biliyorum, biliyor…
Hep yanımdasın, hep etrafımda…
Onca kadın sevdim, okşadım…
Kalbine, ruhuna ve bedenine dokundum, sahip oldum…
Bazen bir tüy kadar hafif…
Bazen aç bir kurt edasıyla sarıldım, sarmaladım, parçaladım, özümsedim, benimsedim…
Ben bildim, benden bildim…
Sayısını sen biliyorsun, benim bildiğim onca kadın arasında ilk göz ağrım…
Ortası, evladımın anası…
Ve sen gülüm, sen papatyam, sen…
Son göz ağrım!

Biliyorsun değil mi, biliyorsun…
Sözüm sözdür benim, ne dedim hep sana son göz ağrım, son kalacak olanım…
Ve yine sen biliyorsun halimi, ne yapsın hatunlar bundan böyle beni?
Elim ekmek bile tutmaz oldu, çok sevdim seni…
Aşk ile sevdim aşk, büyük, çok büyük ve tertemiz bir aşkla…
Biliyorsun değil mi?
Yapma gülümmm, yapma papatyam…
Yapma…
Ne sen beni unut ne ben seni…
Yaşadığımız, birbirimize yaşattığımız güzellikler anısına…
Ama bitsin artık, bitmeli!

Kedi gibi yedi canlı

Sanırım artık sadece bir canım kaldı!!!

Hayaldi…
Artık gerçekleşecek gibi…
Koy masaya, koy…
> Yirmi tane < kesme şeker…
Bir kesme şeker 3,5 ile 4 gram arası…
Koy masaya koy ve gör, anla!

Kadın bilmiyor, sadece tahmin ediyor Doktor…
“Kanındaki yağ, sekiz yüz üzeri olmalı …”
Üçüncü kez kan vermiştim, yeminle…
O kadar ağır ilaçlarmış ki, o denli etkili ve ağır…
Gerçi, üçüncüsünde kan değerlerim okunabildi…
Bu değerin neyi ifade ettiğinden haberim bile yok…
“Şimdi beş yüz”
Peki, normali nedir Doktor Hanım?
“Yüz!”

“SON KEZ deneyeceğim, SON! Vereceğim ilaç ile >>> her gün <<< vücudundan > yetmiş < gram şeker atmamız lazım, yoksa …”
20 tane kesme şeker aşağı yukarı yetmiş gram!

En başta Cumhuriyet Tarihi Kronolojisi…
Başlayıp tamamlayamadığım onca makale, bitirmeliyim, bitireceğim yeni bir şeye başlamadan!

Belki inanmayacaksınız bana, belki…
Ama yeminle doğru, gerçek…
Her doktor sorar:
“Sen neden yaşıyorsun, neden ölmedin”
“Sen nasıl şeker komasına düşmedin?”
Onca kaza, onca yüzde yüz ölümle sonuçlanması gereken olaylar…
Yedi candan altısını harcadım galiba…
Ben neden yaşıyorum hala?

Kedi gibi yedi canlı…
Sanırım artık sadece bir canım kaldı…
Hayaldi…
Gerçekleşecek gibi!

Not: kendinize, çoluk çocuğa, özellikle sağlığınıza değer verin…
Önem verin dostlar…
Giden geri gelmiyor bir daha!

Deliriyorum

Zaten zırdeliyim!
Doktorlara göre hastanede yatacak kadar ağır depresyondaymışım…
28 sene oldu eşimi, sarı pipimi kaybedeli. Bu süre zarfında hayatıma giren onca kadında…
Onu aradım…
Kokusunu, saç rengini. Yaşıyorum, buna yaşamak denirse…
Ağır depresyonda olan delirip hayatını noktalamaz mı?

Ben yapmam çünkü korkarım Allahtan, korkarım Onları tekrar görememekten!

Acizlerin, biçarelerin çıkış yoludur intihar…
İmansızların, Allahtan, hayattan umut kesenlerin, kadere – kısmete, nasibe inanmayanların…
Mücadeledir benim adım…
Ben, pes etmem!

Benim deliliğim farklı…
Tıpkı mensubu olduğum milletim gibi…
Kendini tüketen, yarınlarından umudunu kesen bir deliliktir bizim ki…
Hayatla, yaşam şartları, dost ve düşmanla mücadele edeceğine, içine kapanan…
Hayata, yaşama ve gerçeklere gözlerini yuman.

Önderin tepesi çabuk atar, kocaman çatlaklar…
Çatıda…
Koca koca delikler…
Ne yama ne sıva tutar.

Ne işim var benim buralarda?
Bana yabancı, özüme, sözüme, dinime, yetiştiğim kültüre, düşüncelerime…
Hayallerime yabancı diyarda…
Ne işim var benim buralarda?

Nedeni bellidir aslında…
Basiretsiz, beceriksiz yöneticiler…
Başınıza seçtiğiniz hırsızlar mesela…
Emanet ettiniz ülkeyi lakabı paytak olana…
Paytak Recep…
Hırsız Tayyip…
Vatan haini, pazarlamacı Erdoğan!

Recepten, Tayyip’e…
Al bir cepten koy ötekine…
Özü ve sözü Recepten Tayyip’e değişen…
Bir dediği diğerini tutmayan…
Veya K nokta K…
Benden Ona tavsiye, yürüyeceksen yürü…
Anadolu’ya, Anadolu’dan, Güneydoğu’ya…
Y – CHP’yi bilmem AMA…
Umut ver insanlara, istikbal vaat et, sorunlar yumağına…
Atatürk’ün ve arkadaşlarının kurmuş olduğu Cumhuriyet Halk Partisine yakışan bir tavırla…
Dertlere derman ol, insanlara, vatana ve millete şifa!

Not: biliyorum aslında, biliyorum, eminim…
Senden ne köy olur ne kasaba…
Deliriyorum mesela kimi baş yazara, iyi ki varsın K nokta K diyenlere…
Senden…
Ne köy olur ne kasaba AMA beterin beteri var dercesine…
Hırsızdan, yalancı ve dolandırıcıdan daha beter olamazsın diyorum kendime!

Kızılelma meselesi

O.ospu çocuğu, saman alevi…
Yanar döner, top…
Top ya top…
Hem öyle hem böyleee!

Menfaatleri doğrultusunda istediği gibi…
Hatırlı okuyucularım bilir beni…
Turan’a duruşumu…
Kan bağı, kafa tası…
Allah…
Kardeşi kardeş yaratmış, kesesini ayrı yaratmış…
Allah…
Kardeşi kardeş yaratmış, karakterlerini ise apayrı…
Kardeş kardeşi bıçaklamış, dönmüş kucaklaşmış.

Ne ağabey var ne küçük kardeş…
Tarihin, tesadüfün, kader ve kısmetin bölüp, bölüştürdüğü, dağıttığı insanlar toplulukları…
Kan…
Aynı kan, karındaş, soydaş, “dildaş”…
Napolyon’a göre coğrafi konum milletlerin kaderini belirlermiş…
Sen beni, ben seni bileceğim…
Tutulacaksa bir işin ucundan sen bana, ben sana el, omuz vereceğiz…
Birbirimizi bilip, destekleyeceğiz…
Hans yiyeceğine, John yiyeceğine evlatlarımızın kursağına girsin diyeceğiz, el ele vereceğiz…
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varsa…
Onlarca, yüzlerce yıl ayrı yaşamanın getirdiği yabancılıkta var…
Hayalperest değil gerçekçi olmakta yarar var!

Alexander von Humbold

Birilerinin kulağına küpe olsun…
Şüphesiz, anlayan anlattığımı anlayacak da…
Anlaması gerekenler anlar mı orası şüpheli(!)

Friedrich Wilhelm Heinrich Alexander Freiherr von Humbold,
Alman asillerinden, Prusyalı doğa bilimcisi, filozof, dilbilimci…
Özellikle Güney Amerika’daki araştırmaları ile tanınır. Tarihe…
Tabiattı çok hassas bir bütün olarak görmesiyle geçmiştir. Evet, denge…
Yaratanın, yarattığı çok hassas bir dengede!

En ufak değişikliklerin, dengesizliklerden büyük sonuçlara, olumsuzluklara gebe olabileceğini hepimiz yaşayarak görüyoruz mesela. Humbold, Güney Amerika’da Amazonas nehrini ve kollarını haritalarken günün birinde bir rahiple karşılaşır. Rahip izin isteyerek yanına yaklaşır ve sorar:

“Bir bilim adamı olduğunuzu duydum, büyük bir sorunumuz var, yardımcı olabilir misiniz?”
Humbold merak eder ve yardım edeceğini, yârdim etmeye çalacağını söyler. Ertesi sabah erkenden yola koyulmak üzere sözleşerek ayrılırlar. Sabahın köründe, sık Amazon ormanlarında yol alarak bir göl kenarına gelirler…

Rahip, eliyle kocaman bir “daire” çizerek der:
“Eskiden bu göl şuradan, şuraya, buradan burayaydı, kala kala bu kadarcık kaldı. Acaba bu gölün bir yerinde delik mi var ki bu su kayıp oluyor?”
Humbold, kısa bir duraksama süresinden sonra rahibe dönerek şu yanıtı verir:

“Rahip Efendi, gördüğünüz gibi göl kenarından önemli oranda ağaç ve bitki örtüsünü kesmişsiniz. Böylelikle bir iklim değişikliğine sebep olmuşsunuz, gölde delik melik yok, sebep sizlersiniz”

Not: Tabii okuduğum bu otantik, yani gerçekten yaşanmış olayı Almanca okumuştum, kafama göre Türkçeye tercüme ettim. Ancak anlattığımdan da anlaşılacağı gibi “basit” bir ağaç kesme olayının bile insan aklının, zekâsının alamayacağı sonuçları olabiliyor.
İnsanın…
Önce kendisine, karşısındakine, çevresine ve hatta ölmüşlerine, geçmişine, tarihine saygısı olmalı ki bu hassas denge bozulmasın. İnsan…
Birçok şeyi göremiyor, algılayamıyor, düşünemiyor!