Ocağı tütmek

Eski bir Türk deyimidir; anlamı…
Yaşamı sürdürmek, soyu devam ettirmek…
Yok, coğrafyalar, kültür ile ilgisi yok…
Hangi “medeniyete” dahil olduğunun…
Genelde erkek çocukları için kullanılır.

Bilimsel olarak ispatlanmış insanoğlunun ilk ateşi kullanmaya başlaması bundan…
780 bin yıl önce gerçekleşmiş. O gün bugündür insan evladı ocağı tüttürür…
Ateşi…
Alevi canlı tutar.

Kişiliğin gelişmesi hayatımızın ilk 24 ayında gerçekleşir…
Ve insan…
Bugünün bilgi düzeyiyle dünyadaki tek canlıdır doğar doğmaz yardıma muhtaç olan…
Tek başına “ayakları” üzerinde duramayan. Bu yüzden sosyal bir varlıktır, nedenlerden biri budur…
Bilişsel çelişki (Kognitive Dissonanz) insanın düşünsel, hayal âlemi, duygusal ve tabii çevresel etkilerin altında kalarak yaşadığı çelişkiyi tarif etmeye çalışır Leon Festinger…
Sosyal psikolojik kuramında. Evet…
İnsan…
Ve kendi içinde yaşadığı çelişkiler, sosyal çevresine bu çelişkilerden ötürü yaşattığı karmaşayı…
Etkileşimi!

Psikologlar…
Bu “bencilliğin” temelini geçmişimizde ararken, ta varoluşumuzla birlikte insanoğlunun…
Ne olursa olsun, hangi şartlar altında olursa olsun hayatta kalma azmine baglamakta…
Evrim kuramı, genetik kalıtım, bilinçaltı…
Bilmem biliyor musunuz?
Çağdaş insan ve davranışları, yüzde seksen, TEKRAR %80 bilinçaltının etkisi ile gerçekleşir…
Tersi bu demek oluyor ki…
Bizler sadece %20 gibi düşük bir oran ile bilinçli hareket etmekteyiz!

Ve yine veya bu yüzden insanoğlu dünyadaki tek canlıdır ki…
Yarınları düşünmeden, insafsızca, gerek olmadığı halde çevresini sömüren…
Ve tüketen. Yarınlar uzaktır…
Yarınlar bugüne, şu ana çok uzak.

Kısacası…
“Programlayan” bizi böyle “programlamış”, ÖNCE BEN…
Nerde kaldı sosyal varlık?
Aslında…
Mantıklı, eskiden, çok, çok eskiden bu tür bolluk yoktu ki insan, insan olmaya başladığından beri…
Daha yeni yeni, bu yüzden ki obezitenin temellerinde de bu gerçek yatmaktadır, genlerimiz, “programlanmamız”. Varlığımızın sebebi…
Ocağın tütmesi!

Sormuştur, merak etmiştir kadınım bir zamanlar, cevap beklemiştir benden

Ben…
Her zaman benden isteneni, bekleneni hemen yapmam…
Neden mi?
Nedeni Allah’ın kendisidir bir, ikincisi ilham…
İsteyeceğim…
İsteyerek yapacağım!

Zamanı geldiğinde…
Sevdammm…
Allah varsa (tövbeler tövbesi) neden bunca züllüme göz yumar?
Sorusu…
Anlamak istediği buydu!

Evet, kadın ANLAMAK…
EMIN olmak…
Çok önemli!

Fakirlik nedir bilirim…
Allah, yüce Mevla’m fakirliğin çok ama çok acımasızını bana ve sevdiklerime yaşatmadı…
Çok şükür, Allah’ıma çok şükür…
Acının bin bir çeşidini gördüm yaşadım, en acısı…
Evlat acısı…
Allah…
Kimseyi ne açlıkla…
Ne alevle nede evlat acısıyla terbiye etmesin!

Pekiii…
Neden bunca acı, Allah sadist mi?
Kuluna işkence etmekten zevk mi alır?
HAYIR…
Ne münasebet…
Kimi kulu diğer kullarından ayrıdır, olabilir yani belki Oma hâkli…
Belki dünya…
Aynı zamanda cennet ve cehennemin kendisi…
Belki…
Ki öyle olduğuna inanıyorum, EVET INANIYORUM sınavın kendisi…
SABIR…
Allah…
Sana ÖZGÜR iradeni vermiş, özgürce istediğini yap diye…
Gösterse kendini…
Ayırsa inanan ile inanmayanı, mesela namaz kıllanın çevresi güllerle dolsa…
Kılmayanın başına taşlar yağsa…
Elini vicdanına koyda yanıtla…
Bu dünyada namaz kılmayan kalır mi?

Demek ki…
İmtihan edilen, ISYAN etmeyen kul…
YOK…
Allah’a isyan etmeyen kul makbul. Sabırla, iman ile kendini Yaratının teslim eden insan sonunda…
Öyle veya böyle alacaktır mükâfatını veya cezasını…
Diğer yanlışa, züllüme tepki vereceksin, Allah’tan gelmeyip kulun kula ettiğine tepki vereceksin…
Sesiz, dilsiz şeytan olmayacaksın…
Geçenlerde…
Televizyonda gösteriyorlar Suriyelileri…
Sokaklarda çalışan veya dilenmek mecburiyetinde kalan bebeleri…
O kızı, O yavruyu bu kul hiçbir zaman unutmayacak, hiçbir zaman…
Soruyorlar…
“Koca kent, karanlık, kuytu köşeler, hiç korkulmuyor musun?”
Çok kısa ve net bir cevap verdi; “Allah beni korur!”
İnşallah yavrum inşallah, seni ve senin gibi tüm bebeleri…
Sözlerimi bir dua ile bitirmek isterim:

Allah’ım…
Sen beni ve beden olanları, cümlemizi koru, ağır hastalıklardan, kazalardan, belalardan, maddi manevi sıkıntılardan, canimiz, malimiz her şeyimiz sana emanet, sen bizleri koru, bizleri senin yolundan ayırma…
Hak bilincini ihsan et, veren el et Allah’ım her zaman veren el et, muhtaç etme bizleri. Yardım et ki, güç ver ki bizde bizden olanlara yârdim edelim ve güç verelim. Gücü, kuvveti büyük tanrım, insan ve insandan gelecek kötülüklerden sana sığınırım, beni ve benden olanları, cümlemizi koru Allah’ım.
Rızkımızı kısma…
Senden yârdim dileyenlerin dileklerini geri çevirme.

Ben bugüne kadar “görmedim”
Almanya gibi bir yerde, evde…
Dolapların içi tam takır…
Acı…
Çok acı fakirlik işte budur, aç…
Veya açlık sınırında yaşamak…
Hayat…
Daha neler yaşatacak neler göstereceksin, öğreteceksin, yetmedi mi?
Allah’ımmm…
Sen beterinden koru!

Kendimizi mi aldatıyoruz?
HAYIR, iman insanın yaşayabilmesi için gerekli, inanç…
İnanacaksın…
En güzeli iyiye, iyiliğe…
Sevgi, saygı ve güven ile…
Senden olana, hemcinslerine, canlıya edebileceğin yardımı, iyiliği esirgemeyeceksin…
İşte Ebu Bekir ile Ebu Cehil arasındaki fark budur. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, anlamı itibariyla…
…Herkes aynadaki aksini görür…

Gölgelerin çocukları

Ülkemiz…
Amerika…
Dünyanın herhangi bir yerinde büyük bir yerleşim yerinde…
Mesela İstanbul’da…
O görkemin, onca ışığın gölgelerinde, karanlık köşelerde büyüyüp yetişen insancıklar(!)
İstanbul’da yaşayıp hiç boğazı görmemiş insanların varlığına inanabiliyor musunuz?

Varlar…
Amerika, Chicago kenti örneğin…
Orada…
“Her gün” çete savaşlarında çocukların öldüğünü biliyor muydunuz?

Açlıktan…
Bebeler ölüyor Afrika’da, orada burada…
Nedeni?
Para, açgözlülük…
Umutsuzluk, …(!)

Dunning – Kruger etkisi?
Neden insan denilen, bildiği halde, bile bile yanlış yapar?
Mesela neden hala Kahpedoğan, AKP diyor?
Belki…
Başka bir yazımda psiko – sosyolojik açıdan irdelemeye çalışırım.

Kıstaslarım, ilkelerim katıdır benim…
Sahi…
Neden onca ışığın, ihtişamın gölgesinde çocuklar yetişmek “zorunda?”

NSA…
Bu üç harfi duymayan kalmadı sanırım…
Black Chamber…
Öncüsü, Herbert Yardley…
Edvard Snowden’in önünden giden…
Zamanın dışişleri bakanı Henry L. Stimson șu sözleriyle:
“Gentleman do not read each other’s mail”
Black Chamber’in işini bitirdi.

DIKKAT
Orijinalin dijitalleştirilmiş halidir…

indir VE incele

Ben verdiğim sözü unutmam…
Ama hayat şartlarım ama sağlığım…
Ve zamanlama…
Unutma senin okuduğunu bir başkası da okuyabilir, açık açık yazamam!

Tesadüf çocuklar bilginin, birikimin yanında tesadüf denilen olguyu…
HER ZAMAN DIKKATE ALMAK DURUMUNDASIN, ZORUNDASIN…
Mesela bu eserde sayfa 120’den itibaren anlatılanlar sana ilham kaynağı olabilir…
Sadece bir örnektir, kitap kendi başına bir “şaheser”. İnsan ve zekâsı…
ESKI YÖNTEMLER DEME…
Karşındakini küçümseme AMA sen…
Okuyan ve düşünen insan olarak “onlar” karşısında her zaman üstünsün. İyi değilim çocuklar…
İyi değilim yoksa çok anlatmak isterdim tesadüfü…
Yeminle bak doğru…
İkinci dünya savaşında Almanlar ve Enigma, yazacaktım, anlatacaktım çok çok oluyor başladım…
BITIRMEDIM…
Şifresini Polonyalı bilim adamları çözdü, Hitlerin haberi yoktu VEYA Amerika’ya saldıran Japonlar…
Ateş olmayan yerden boşu boşuna duman çıkmaz…
Pearl Harbor…
Amerikalılar ister inan ister inanma TESADÜFEN ayni şifreleme makinesini icat edip Japonların ne yapacağını önceden biliyordu. Bu bilgi…
Daha nispeten yeni açıklandı. Hani Pearl Harbor dedikodusunun teyidi, ilgili başbakan sadece savaşa girmek için, bahane arıyordu, müdahil olmak için.

İnanın bana çocuklar lütfen inanın…
Bu zihniyet, başta Kahpedoğan seçimleri kaybetmemek için HER ŞEYI yapacaktır…
Kelimenin tam anlamıyla hayat – memat meselesi, dünyada, tutumu sayesinde kaçabileceği yer az sayıda!

Teknoloji…
Özellikle Amerikalıların elinde olan imkanlar o kadar gelişmiş ki, anlatsam zaten inanmayacaksın…
Bu yüzden iletişim çok önemli, mümkün mertebe güncel teknolojileri KULLANMADAN…
Direnişte diriliş var çocuklar, dirileceğiz, dirilmek mecburiyetindeyiz…
Hakkınız…
Güzel yarınlar, hakkınız ışıklar içinde yetişmek, büyümek yaşamak…
Sizlerin ve sizlerden olacakların hakkı…
Bunun için çalışmalı!

Önder


Bak unuttum yine ufak, yok aslında çok büyük bir not:
İstanbul’da yaşayıp daha hiç boğazı görmeyen çocuklar, insanlar gibi…
Chicago da yaşayıp şehir merkezine gitmeyen, gidemeyen insanlarda var!

Japonları neden sever, takdir ederim biliyor musunuz?

Yok…
Çinliler ile hiç bir tecrübem olmadı, şahsen hiç tanışma şerefine erişmedim…
Tüm bilgim kitaplardan VE bahriyeli dostumun verdikleriyle sınırlı…
Ama Japonlar farklı…
İnce insanlar, nazik. Sadece tutumları, davranışlarıyla değil, ruh inceliği özellikleri…
Galiba…
Emin değilim, inançlarıyla ilgili, hayatı algılayış ve tarzlarıyla ilgili olabilir Asya insanının, bu “ırkın” tavırları. Çekik gözlü, „sarı benizli“ değiller, insan…
Evet…
İnsan olmalılar(!)

Nazik, zarif, çekingen ve düşünceli (…)

Kendisi ve çevresiyle barışık(!?)
Genelinden bahis ediyorum, istisnalar kaideyi bozmaz…
Şok oldum…
Yakuza’nın yaptıklarını görünce, hani Fukuşima atom santralında kaza olmuştu ya…
Kimse oraya gidip çalışmak istemiyor, Japon vari Mafya ne kadar sokaklarda kimsesiz varsa oraya “gönüllü” götürüp çalıştırmış, tabii karşılığında eşek yükü para almak koşuluyla.

Atatürk benim için ne kadar önemliyse…
Gandi…
Gandi’de önemli kardeşim, Büyük İskender mesela…
Niye?
Bir düşün, düşün kardeşim düşün belki bulursun(!)

Hadi üzmeyeyim seni, belki beni anlamama tehlikesine karşı yazmış olayım…
Mevla’m yüce Tanrım, Peygamberleri…
Allah ile Brahma mücadelesi(?)
Gandi…
Hintli olmasına karşın Müslümanların haklarını savundu ve öldürüldü…
Bir “milliyetçi”, aslında bağnazın teki…
Hele İskender…
“Bin bir” çeşit toplum “biz dedi, bizler dedi” öyle ki Makedon silah arkadaşlarını yerel güç sahibinin kızlarıyla evlendirip “birliği” pekiştirdi.

Biliyorum…
Anlamayacak, anlayamayacaksın beni…
Dünyamızı bir bütün olarak görüyorum, hayalim…
Tüm canlılar, insan dahil çevresiyle bir bütün.

Japon…
Özel olarak bir nevi ayakkabı bile geliştirdi, çarık gibi…
Çiğnediği çimene zarar vermesin diye, bak bahçelerine…
Gör sanat eserini, gör, anla Allah ne büyük…
Vermiş insana vicdan, vermiş göz, akil kullan diye…
Ama insan…
Ninjalar mesela bu çarığı kullanıyor insan öldürmek için.

İzle kardeşim…
Gör…
Anlamasan bile söylenenleri izle, gör güzelliği.

İşte bu yüzden seviyorum bu insanları, topluluğu…
Uyumlulukları ve çalışkanlıkları…
Bizim gibi değiller, armut piş ağzıma düş. Değiller ki!

izle

Ne güzel bir dua

Hatırlı okuyucularım belki hatırlarlar…
Abdest meselesini, özellikle kum ile abdesti, düşüncelerimi…
Benim…
Bir hatunla ilişkiye girmiş olayım, olmayayım gusül abdesti hakkındaki düşüncelerimi…
Teyemmüm…
Bu kelimeyi ve anlamını bilmiyordum. Oruç…
Bugün annem çok kötü, dedim anneme…
Beni günaha sokma anne, bak yaşına başına, ilaçların. Lütfen tutma…
Allah kuluna işkence etmez, niyettir, yüreğindeki Ona tutkun…
Kayıtsız şartsız ona teslimiyetin AMA açıklamaları OKU (Tevekkül)…
Önce SEN GAYRET GÖSTERCEKSIN ondan sonra bırak kendini Yaratanına…
Eğer yalanım varsa Allah bin bir türlü belamı versin, bu sabah yine öyle bir yârdim ki…
Ya anlatsam inanmazsın!


+

O…
Biliyor beni, O biliyor!!!
Kul…
Bilse ne olur bilmese ne olur?
Birde sevdiklerim önemlidir benim için, onların bana güveni…
Çocuklar…
Allah’ta var öğretide…
Öğrenmek, doğrusunu sizlerin elinde!

Oruç…
Sağlığın bir yandan nefsine hakimiyet öte yandan…
Ya ben sana daha nasıl anlatabilirim ki sen okuyup öğrenmek istemezsen?

### Okuyunca hemen hatırladım çünkü o görüntüleri bende izlemiştim ###

Sayın Çölaşan’a yazmıyorum, yazmayacağım…
Neden mi?
Eşi olan Hanımefendi yüzünden, Atatürkçü Düşünce Derneğinin en azından eskiden başkanıydı, hala öyle mi bilmiyorum!?
Ben bir kez bir insana kızmayayım, EVLAT BILE OLSA…
O insan benim için ölür…
Atatürk arkadaşlar Atatürk, bilim, mantık, çağdaşlaşma…
ADD gibi önemli bir kuruluşun internet üzerinden erişimi ve Email trafiği…
TAM BIR REZALET, erişebilseydim Hanımefendiye, cevap verme zahmetinde bulunsaydı TÜM OLANAKLARIMI, BILGIMI seferber edecektim…
Adı üstünde ADD…
ATATÜRK!

Önce izle sonra oku


izle

Yapacağız edeceğiz!.. Cek cak!.. Bol palavra
26 Mayıs 2018

Sevgili okurlarım, dünya liderimiz Recep Bey seçim bildirgesini okudu. Ancak bu kez salon dolmamıştı, boş yerler vardı.
Dahası, böyle toplantılarda kalabalıklar salona sığmaz diye her seferinde dışarıya dev ekranlar kurarlardı. Oysa dışarıda kimsecikler yoktu.
Salonda coşku da yoktu… Bindirilmiş kıtalar yine getirilmiş, birkaç kişi bağırıp çağırıyor, slogan atıyordu ama sonuçtan onların da umudu yoktu.
Demek ki panik başlamış ve parti tabanına yayılmış.
İktidar elden gitmek üzere, son kozlarını oynuyorlar.
* * *
Recep Bey kardeşimiz kürsüde seçim bildirgesini okuyor, bütün televizyonlar canlı veriyor. Gelin görün ki ne sunucularda, ne de yorumcularda umut olmadığı açıkça görülüyor.
Bütün dünyaya posta koyan büyük dünya lideri kürsüden bağırıyor:
“Şunları yapacağız, bunları yapacağız!..”
Cek cak…
O zaman herkesin aklına şu sorular geliyor:
“Kardeşim madem yapacaksın, niye şimdi seçim öncesinde yapmıyorsun?
16 yıldan beri iktidardasın, niye bugüne kadar yapmadın?
Sen Türk Milleti ile dalga mı geçiyorsun?”
* * *
Enflasyonu indirecekmiş…
İşsizlikle mücadele edecekmiş…
Döviz kurlarını aşağıya doğru çekecekmiş…
Peki nasıl yapacaksın bunları, bugüne kadar çaresini bilmiyordun da, her şey aklına seçimden sonra mı gelecek?
* * *
Hiç sevmedikleri Alevi yurttaşlarımızın cemevlerine resmi statü kazandıracakmış…
Recep Bey 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. Bir emir veriyor, belediyenin iş makineleri 7 Eylül gecesi saat 03’te Karacaahmet mezarlığındaki cemevini yıkmaya başlıyor.
Durumdan rahmetli İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı, daha sonra Susurluk kazasında vefat eden Hüseyin Kocadağ’ın haberi oluyor.
Derhal olay yerine gidip yıkımı durduruyor. Sonra, o gece Recep Bey’le aralarında bazı tatsız olaylar oluyor, hatta iddiaya göre yumruklar falan konuşuyor…
Ve yıkım duruyor.
Recep Bey bir konuyu daha bilmiyor. Cemevlerine resmi statü kazandırmaktan söz ederken, bunların (AİHM’in 26 Nisan 2016 tarihli kararı uyarınca) zaten hukuken ibadethane statüsünde olduğunu ya bilmiyor, ya da göz boyamaya çalışıyor.
* * *
Sayın Recep Bey kardeşimiz kürsüden seçim bildirgesini okumayı sürdürüyor:
“Güçlü Meclis, güçlü hükümet, güçlü Türkiye!..”
Bu ülkeyi 16 yıl boyunca tek başına yönettin.
Meclis çoğunluğu ve hükümet emrindeydi, ne istediysen yaptırdın.
Şimdi bu edebiyatı niçin yapmak zorunda kalıyorsun?..
Çünkü iktidarını yitirmek üzere olduğunu anladın!
* * *
Şu sözlerine bakınız!
– Dünya lideri bir ülke olacağız.
– Meclis’i gerçek gücüne kavuşturacağız. (Yeni anayasa uyarınca Meclis’in pek çok yetkisi Saray’a, yani tek başına kendisine bağlanıyor!)
– Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı güçlendirilecek. Adaletin tesisi için yargı süreci kolay ve hızlı olacak. (Nasıl yapacaksın, niye bugüne kadar tam tersini yaptın?)
– Polis, öğretmen, hemşire ve din görevlilerinin ek göstergesi 3.600 olacak, maaşlarına zam gelecek. (Geçen yılın sonunda CHP bu konuda bir kanun teklifi vermişti, AKP oylarıyla reddedildi. Şimdi aynı olayı karşımıza kendi getiriyor! O zaman niye reddettiniz?)
– Yasaklar, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadelemizi sürdüreceğiz. (Ülkede OHAL var, her şey yasak. Yoksulluk bütün toplumu avuçlarının içine aldı. Yolsuzluk derseniz, devlet ve millet her alımda, her ihalede soyuluyor. Paralar yandaşlara hortumlanıyor.)
Şimdi çıkmış ortaya, bir sürü vaatlerde bulunuyor, bize de “Bu olmayacak dualara hep beraber amin deyin” diyor!
* * *
Seçim bildirgesinde şeker fabrikaları ve peşkeş çekilen ulusal varlıklarımız yok.
Başımıza bela ettikleri Suriyeliler yok.
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yok.
Dövizi nasıl düşüreceği yok.
Ülkede 5 milyon işsiz var. Bu konuda ne yapacağı yok.
Enflasyonla nasıl mücadele edileceği yok.
Yargının bağımsızlığını nasıl sağlayacağı yok.
Akaryakıt zamlarının ne olacağı yok.
Memurun, emeklinin, işçinin, esnafın ve çiftçinin kazıklanmasına nasıl son verileceği yok.
Yok oğlu yok!..
Ama bol kepçe “Yapacağız edeceğiz” edebiyatı var.
Peki ne zaman?
Bugüne kadar çuvalladılar, ötesi seçimden sonra inşallah!
* * *
Döviz fiyatları böylesine artınca bunlar yine dış güçleri suçlamaya kalkıştılar.
“Üzerimizde oyun oynanıyor” dediler.
Şimdi size Recep Bey’in bir televizyon konuşmasından bir örnek veriyorum. Sesli, görüntülü ama ne yazık ki tarihini bilemiyorum. Aynen şöyle diyor:
“Şimdi tabii bizde bir adet var. Yani ülkede başımıza bir şey geldiği zaman hemen dış kuvvetler, dış güçler deriz, yabancılar deriz, şunu bunu deriz.
Bazı onlara isimler de buluruz. Ve bunlar sebebiyle işte biz ayağa kalkamıyoruz, kalkınamıyoruz, birliğimiz beraberliğimiz bozuluyor filan.
Yani bu doğru da olabilir. Ancak ben buna katılamıyorum. Niye katılamıyorum? Eğer sizin bünyeniz güçlüyse, sağlamsa bünyede olan virüs hiçbir zaman sizin o bünyeye zarar veremez.”
Alın onun bu sözlerini ve günümüzde söyledikleriyle kıyaslayın!
Hangisine inanalım, hangisine inanmayalım!
* * *
Sevgili okurlarım, Recep Bey biraderimizin okuduğu AKP seçim bildirgesinde hayat yok.
Türk Milleti artık bu cek cak edebiyatına değer vermiyor.
Nesine verecek ki, bildirgeden bir sürü laf kalabalığı çıktı, civciv çıktı kuş çıktı!
Korkunun ecele faydası yok, sonuç değişmeyecek…
Bir yandan CHP ve Muharrem İnce, öbür yandan İYİ Parti ve Meral Akşener gümbür gümbür geliyor.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/yapacagiz-edecegiz-cek-cak-bol-palavra-2430239/