Greenpeace, Die Grünen (Yeşiller), Vikipedi (Wikipedia), ASALA, PKK, Taliban, IŞID vesaire vesaire

En tehlikeli suikastçı kimdir biliyor musunuz?
Suikastçı olduğu bilmeyen, FARKINDA olmayandır!

Vatan doğduğun yer değil, doyduğun yerdir der atalar…
Özgürce yazıp – çiziyorsam, hiçbir zaman vatan(lar)ıma ihanet etmedim…
Ne doğduğum topraklara ne büyüdüğüme, yetiştiğime, ihtiyarladığıma…
Ve inşallah, zamanı gelince götürülüp gömüleceğim yere…
Kimi konulara üstü kapalı değinsem, ima etsem bile, zaman aşımına uğramış meselelere…
Ne toprağa ne insana ihanet etmedim!

Kadına…
Ya kardeşim onu da ihanetten sayma…
Tabiat kanunu, bu gibi konular, meseleler…
Yatar erkek olmanın doğasında!

Komplo teorisyeni değilim, hayalperest, kurgu – bilim fantezileri yaşamam…
Somut veriler, mantık, tarih ve gelecek, gerçeklerdir meselem…
Ezbercide değilim ki gerekir, çağrışım denileni ancak gerçek veriler eşliğinde dantel gibi örerim…
Evet…
“Başımıza taç” ettiğiniz oluşum ve ister Erdoğan de ister Kahpedoğan…
Bir suikastçı bir katildir…
Olduğunun farkında değildir, uyanır kimi zaman, akıl dediğin başa gelir…
Övgü dozajı çoğaltılır, maşa dinler ninnileri ve yine uyuya kalıverir.

Ancak ne Türkiye Cumhuriyeti ne dünyanın herhangi bir devleti…
Başkaları tarafından yönetilip – yönlendirilecek toplum ve istikbali…
Oyuncak…
Hele hele istihbarat örgütlerinin…
Onun bunun satranç tahtası, vekaleten savaş alanı değildir!

İzle kardeşim izle…
Almancan varsa izle…
Düşünnn…
Uzun uzunnn…
Düşün!

Kur’an-ı Kerimin mealî

Alan memnun…
Satan memnun!

Bana bundan sonra susmak düşer…
Pes etmedim, yoruldum…
Dinlenmem lazım, biraz bu gibi çirkin konulardan uzaklaşmalıyım, kalbim…
Ölmez kalırsam…
Yarından itibaren Elmalı Hamdi Yazır tefsiriyle, her gün bir cüz olmak üzere Kur’an-ı Kerimin mealini sesli olarak yayınlamaya başlayacağım. Dinimizi…
Türkçe ve doğru öğrenelim!

Bilişimci olmasaydım, okusaydım arkeolog olmayı düşünüyor, hayal ediyordum

Olsun…
Arkeolojiye olan merakım, ilgim…
Dün gibi taze…
Dijital arkeologlar arasındayım, unutulanı, sildik denileni gün yüzüne çıkarırım…
Anarşistim diyorum, teröristle karıştırıyorlar…
Yanlışa, haksızlığadır başkaldırım, diklenişim bu yüzdendir…
Ben kimim?
Bir çeyrek!

Zaman zaman geçmişim dikilir karşıma, takip eder bulur beni…
Bir kâbus gibi. Bitmek bilmeyen bir karabasan…
Suratım mahkeme duvarı gibiymiş, gülmeyi unuttum…
Unutturdular, alışır insan, nelere alışmıyor ki?

Yüzümdeki bir maske…
Sertliğin maskesi, gir kalbime, girebilirsen gir ve gör beni…
Evlada karşı bile, pişmanım ama son pişmanlık fayda etmez…
Yanlışlarım, te buradan aya köprü olur, şüphesiz doğrularımda olmuştur…
Önder işi…
Karışır kimi zaman Öndere, Önder değildir aslında o karışan, can…
Dizilmiştir ipe, ip ise ipekten…
İnceldiği yerden değil her an koptu kopacak…
Göründü gibi yine ufukta hastane, bitmez çile.

Tepesi anadan doğma atıklardanım…
Sigortalar gevşemiş, eskimiş…
Atıveriyor ikide birde…
Kızarım…
HAYIR derim sert şekilde, yürek pare pare…
Yine pişman olur hayır dediğime onay verir, yaparım…
Ben ne biçim bir insanım?

Hap deli, hup delidir bizim evdekiler…
Hem ağlatırlar beni hem güldürürler…
Delirttiler, huniyi başıma takar onlar gibi yaşarım.

12 Ciltlik bir eser
İnceledim, ölçtüm – biçtim, tarttım(!)

Gençler…
Sizler için çocuklar, okuyun, öğrenin, sorun ve sorgulayın…
Her şeyden önce kendinizi…
Ben hala doğru yolda mıyım, hedeflerim doğrultusunda mıyım?
İlle bilin, ille anlayın…
Ve ille hem kendinizden hem karşınızdakinden emin olun.

Önder

Iş olsun diye değil, faydalanacaksan indir

Yayınlamış olduğum fotoğraf

Bir anekdot ve bir şiiri getirdi akla, 2,5 grama:

Hüseyin Rıfat, dönemin İstanbul Valisi Lütfi Kırdar’a kızar;
“İstanbul’a vali olan hergelenin kimi dağdan kimi kırdan geldi” mısralarını kaleme alır. Ancak Vali Kırdar bu mısraları Neyzen Tevfik’in yazdığını düşünüp, ünlü şairin o dönemde belediye tarafından bağlanmış 40 lira aylığını keser. Çok içerleyen Neyzen de vali için şu şiiri yazar:

Bağrıma bir tekme savurdu vali
Acısından avlu, dere, kır dar geldi
Koşacaktım doğru mahkemeye, fakat
Bu teşebbüs yüce milletime ar geldi
Bu eşek cilvesini sanma eşek davası
Zannedersem katıra devre-i idbar geldi
Tanrı’nın lütfu sanırken olağan işlerini
Öksüz İstanbul’a katletmeye barbar geldi
Belediye dubarayla yemimi kesti benim
Neyleyim, kancık katıra tavlada zar geldi

Efem, ininizle taktim etmiş olayım; Dürzüdoğanlar

Resme bakar mısınız, bunlar mı yani yüce Türk milletini temsil ediyor(lar)?
Tek kelime ile utanç vesilesi…
İzmirlinin, Yılmaz Beyin yazsıda bu fotoğraf ile fevkalade bağdaştığı için…
Lütfen zahmet edip okuyun.

Tankımızı hangi füzeyle vurdular?
6 Şubat 2018

Tüfek icat oldu.
Mertlik bozuldu.
E bizde de tüfek yoktu.
*
Çalışıp üretmek bize uymaz.
En kolayı ithalattı.
*
ABD başkanı, bizim padişahımız efendimize haber gönderdi. “Size uygun fiyatla tüfek satalım” dedi.
Padişahımız efendimiz pek mutlu oldu.
Tanesi dört dolardan 114 bin Enfield marka tüfeği kakaladılar.
*
Kakaladılar diyorum, çünkü teee içsavaşta kullandıkları modası geçmiş tüfeklerdi.
*
Baktılar ki, bizimkilerin dünyadan haberi yok, yağlı kapı… “Size güzel bir indirim yapalım, daha kaliteli tüfek verelim” dediler. Tanesi yedi dolardan 125 bin Springfeld marka tüfek sokuşturdular.
*
Amerikan yönetimi Springfeldlerin siparişi için Henri Metclaff isimli bir yüzbaşıyı görevlendirmişti. Dört dolarlık dandik tüfeği, indirim yaparak yedi dolara kakalayan bu arkadaşa, üstün gayretlerinden ötürü, padişahımız efendimiz tarafından madalya verildi!
*
Adamlar gördü ki, bunlar kerizin önde gideni…
Tüfeklerin gemiyle nakliye masrafını bile bize ödettiler.
*
Bilahare, Oliver Winchester methimizi duydu. İstanbul’a koştu. Padişahımız efendimizin huzuruna çıktı. “Gelin ben size tüfeklerin en iyisini, Winchester’ı satayım, kızılderililerin kökünü bunlarla kazıdık, şahane öldürüyor, üstelik, mermide indirim yaparım, canınız çektiği kadar, bol bol öldürürsünüz” dedi.
*
Aynı zamanda Connecticut senatörüydü. “Siz beni bağlayın, ben de sizin Beyaz Saray’daki işlerinizi bağlayayım” demeye getirmişti.
*
O güne kadar Osmanlı’nın ABD’ye ihracatı, ithalatın iki katıydı.
Bu alışverişten sonra ABD’den ithalat, ihracatı ikiye katladı!
*
Winchester’ın menzili kısaydı, anca 200 metreye kadar vurabiliyordu ama… Amerikalılar ekonomik hedefi tam 12’den vurmuştu.
*
Bu sefer, Bulak bey devreye girdi.
Asıl ismi Edward Blacque’tı.
Fransızdı.
Eşi Amerikalıydı.
Washington büyükelçimizdi!
*
Gavur’dan huylanan sayın ahalimiz uyanmasın diye, “bu ne biçim müslüman?” demesinler diye… “Edward bey” dememişler, kulağa hoş gelsin diye “Bulak bey” şeklinde tercüme etmişlerdi.
Doğma büyüme Edward’ı, sayın ahalimize Bulak bey diye kakalamışlardı.
*
Bulak bey, padişahımız efendimize nefis bir öneri getirdi. “Winchester falan hikaye, biz en iyisi Martini Henry marka tüfeklerden alalım, bunların menzili 1700 metre, tee anasının nikahı bile vuruyor” dedi.
*
Hani şu “at Martini debreli hasan” derler ya…
Veya “aynalı Martin yaptırdım da narinim.”
İşte o Martini Henry.
*
Drama köprüsü ve Hekimoğlu türküleriyle Anadolu kültürünün parçası haline gelen Martini Henry, tek kurşun atıyordu, kara barutluydu, çok şiddetli patlama sesi çıkarıyordu.
*
Ruslarla kapışmak üzereydik. Uzun menzilli tüfek lazımdı. Padişahımız efendimizin aklına yattı, “Martini alalım bari” dedi.
*
Bulak bey gene nefis bir öneri getirdi. “ABD devletinden almayalım, pahalıya gelir, Providence Tool Company’den alalım, özel şirket, daha ucuz olur” dedi. Ona da “peki” denildi.
*
Tanesi 15 dolardan 300 bin Martini aldık.
Süngüsü de 1 dolar 25 sent’ti.
16 dolar 25 sent’e geliyordu.
Ama… Ödemeyi ABD dolarıyla değil, İngiliz şiliniyle yapacaktık.
O niye?
Çünkü, şirket Amerikan’dı ama, tüfek İngiliz malıydı.
*
Kendisi Fransız, eşi Amerikalı olan, güya Türk büyükelçi… Amerikan şirketi üzerinden İngiliz malı tüfek ayarlamıştı. Hayırlara vesile olmuştu!
*
Kabzasına da padişahımız efendimizin tuğrası işlenmişti. Pek fiyakalıydı. Pek beğenildi.
*
İşin ekstra matrak tarafı… Tool şirketi, ödemeyi geciktirdiniz diye mazeret uydurdu, tıkır tıkır parasını ödediğimiz 48 bin Martini ve dört milyon mermiyi teslim etmedi.
Üstüne, beni zarara uğrattınız diye tazminat davası açtı.
*
N’ooluyor demeye kalmadı…
“50 bin Martini daha sipariş ederseniz, hem vermediğimiz Martinileri veririz, hem de tazminat davasını geri çekeriz” dediler.
Padişahımız efendimiz düşündü taşındı, kabul etti iyi mi!
50 bin Martini daha sipariş etti.
*
Tool şirketi -ki bu kadar enayilik üzerine ben de olsam aynı şeyi yapardım- parasını ödediğimiz tüfekleri gene vermedi.
*
Bu defa padişahımız efendimiz ABD mahkemelerinde karşı dava açtı.
“Öyle kafana göre dava açamazsın, teminat göstermen lazım” dediler.
Padişahımız efendimiz, Konya, Kastamonu ve Adana vilayetlerinden gelecek vergileri teminat olarak gösterdi.
Tam duruşmalar başlıyordu ki, Tool şirketi iflas ettiğini açıkladı.
Neticede, ödediğimiz paraları kaptırdık, 48 bin Martini ve dört milyon mermi yerine babayı aldık.
*
Neyse… Ruslarla savaştık. Martinilerin 50 bin tanesini Plevne’de, 40 bin tanesini Kars Kalesi’nde Ruslara kaptırdık.
Ruslar, bu Martinileri hem bize karşı kullandı, hem de dokuz bin tanesini Japonlara sattı.
*
Bu sefer Almanlar devreye girdi.
“Amerikalılar sizi söğüşlüyor, gelin biz size tüfeklerin kralını, Mauser’i satalım” dediler.
Padişahımız efendimiz pek sevindi.
Mavzerleri aldık, Martinileri depoya kaldırdık.
*
Unutmuştuk Martinileri… Ermeni kalkışması başlayınca, aniden hatırladık. Hamidiye alayları kurduk, aşiretlere dağıttık.
Ruslar da kaptırdığımız Martinileri depodan çıkardı, Ermenilere dağıttı.
Hepimiz birbirimizi Martinilerle vurduk.
*
Vuracak Ermeni kalmayınca, aşiretlere ferman saldılar, “artık işiniz bitti, Martinileri geri verin” dediler.
Aşiretler salağa yattı…
“Ne martinisi, bizde martini filan yok” cevabını verdiler.
Hiçbiri toplanamadı.
Martiniler aşiretlerde kaldı.
*
Gel zaman git zaman…
Dersim patladı.
Padişahımız efendimizin kendi elleriyle dağıttığı Martiniler, bize doğrultuldu, bizi vurdu.
*
Bir tarafta İngiliz Martiniler vardı.
Öbür tarafta Alman Mauser’ler.
Neticeyi, Fransa’dan alınan Breguet 19 tipi uçak belirledi.
*
Şu an gene saray’dan yönetildiğimiz için padişahlık döneminden örnekler verdim.
Biraz yakın tarihe gelip, 12 Eylül öncesinde Bulgaristan’dan yüklenip Karadeniz sahillerine boşaltılan silah yüklü gemileri de anlatabilirdim.
Veya PKK’nın senelerdir kullandığı Rus Kalaşnikoflarını, Alman el bombalarını, İtalyan mayınlarını, İspanyol-Belçika tabancalarını da anlatabilirdim.
Kanas mesela… Aslında, Kanas diye bir silah yok. O silahın ismi Dragunov… Rusça Dragunov kelimesine dilimiz dönmediği için, Türkçe “keskin nişancı silahı” denildi. Keskin nişancı silahının başharfleri kısaca KNS’ye çevrildi. KNS’yi de kanas diye okuyup, sanki markaymış gibi kanas diye uydurdular, senelerdir öyle gidiyor. Genelkurmay bile kanas diyor!
Veya bizim G3… Yerli malı zannettiğin tüfek MKE’de üretilir ama, Heckler & Koch ürünüdür, Alman-İspanyol dizaynıdır, mekanizması Mauser’den geliştirilmiştir.
*
Ve Türkiye hâlâ merak ediyor…
Afrin yolunda tankımızı kim vurdu?
Amerikan füzesi mi?
Alman füzesi mi?
Rus füzesi mi?
*
“Müşteri” olarak merak ettiğin şeye bak Allah aşkına…
Sen yeter ki birbirini vur.
Silah verenin çok olur.

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/tankimizi-hangi-fuzeyle-vurdular-2205575/

Not: Nedendir bilmem…
Bu fotoğrafı ilk gördüğümde bende bir çağrışım yarattı…
Maymun çağrışımı…
Acaba sadece bana mı öyle geldi?

Tezat işte AMA bu da gerekli

Bir göz ağlarken…
Bir göz gülermiş derler…
Ve yine güleriz ağlanacak halimize…
Benden iyi, ancak benim gibi kaybeden bilir bunun ne demek olduğunu(!)


+

Bir kadının bunu yapması, yapabilmesi için tek geçerli neden vardır…
Be ey kızım, ne istedin adamın bilmem nelerinden?

😊

Böyle avrat…
Tüm AKP’lilerin…
Kahpedoğanın, MHP’lilerin başına!