Göster Türk’e karıyı, parayı

Sayın Özdil’in yazısını okuduktan sonra…
Düşündüm, düşündüm, düşündüm…
Deneyimlerimi, tecrübelerimi teraziye koydum…
Kızacaksınız belki ama…
Türk…
Almasın kadının kokusunu, bakmasın bilmem nenin tadına…
Görmesin parayı…
Unutur, takmaz ne vatan ne ana…
Gözü döner, ben ararım yana yakıla…
Eski insanı, eski Türk’ü, kanaatkâr ve saygılı…
Vatan ve millet denildiğinde onun için salt bir kelime, içi boş ve anlamsız bir ifade değildi…
Ararım yana yakıla eski insanları değer bildikleriyle birlikte!

### MUTLAKA ama MUTLAKA OKU #

Misak-ı dombıra
24 Eylül 2017

Şubat 1992…
ABD “davet edeceksiniz” dedi, bizimkiler “peki” dedi. Barzani tarihte ilk kez Ankara’ya geldi. Cumhurbaşkanı Özal’ın himayesindeydi, MİT tesislerinde kalıyordu, başbakan Demirel tarafından ağırlandı. Süklüm püklümdü. Kürtçe konuşmasına izin verilmedi, Arapça konuşuyor, tercüman Türkçe’ye çeviriyordu. TC pasaportu verdik, para verdik, silah verdik, buğday verdik, elektriğini vermeye başladık.
*
ABD öyle istediği için, elimizi vermiştik, şimdi sıra kolumuzu kaptırmaya gelmişti.
*
Sekiz ay sonra.
Ekim 1992.
Ege’de ortak tatbikat yapıyorduk. Amerikan uçak gemisi Saratoga’dan iki adet sea sparrow füzesi fırlatıldı, Türk muhribi Muavenet’in beyni, köprüüstü vuruldu. Beş şehit verdik, 22 yaralımız vardı. ABD “pardon” dedi, yanlışlıkla vurulduğunu söyledi.
*
Halbuki, sea sparrowlar “yanlışlıkla düğmesine bastık” denebilecek türden füzeler değildi. Ateşleme için altı aşamadan geçiyordu, komutan onayı şarttı. “At ve unut” türünden, güdümlü mermi değildi. Ateşlendikten sonra hedefini vurabilmesi için rehbere ihtiyacı vardı, fırlatan geminin hedef gemiyi radarla aydınlatması gerekiyordu. Yanlışlıkla fırlatma ihtimali, milyonda bir bile mümkün değildi.
*
Peki neydi?
Irak’ı bölebilmek, Kürdistan kurabilmek için, İncirlik ve Pirinçlik’te konuşlanan “çekiç güç” şarttı. Ankara ayak diretiyordu. Muavenet zart diye vuruldu. Ankara mesajı aldı! TBMM çekiç güç’ün süresini zurt diye uzattı. Bir daha hiç ayak diretmedik, her defasında başımıza aynı şeyin geleceği belliydi, o nedenle, ABD 2003’te Irak’a girene kadar çekiç güç’ün süresini hep uzattık, hiç itiraz etmedik.
*
(Aslına bakarsanız, operasyona katılacak olan hava unsurlarının adı çekiç güç değildi. Poised hammer, yani “kalkık horoz”du. Mermi namluya sürüldü, tabancanın tetiğine basıldı, horoz kalktı manasındaydı. Propaganda şaheseri tam burada devreye girdi… Sayın ahalimiz “kalkık” kelimesinden rahatsız olmasın diye, bilinçli şekilde yanlış tercüme edildi, çekiç güç denildi. Kapatalım parantezi.)
*
Üç sene sonra, 1995…
CIA peşmergeleri örgütledi, Saddam’ı devirmek için darbe organize etti. Beceremediler, çuvalladılar. Peşmerge aşiretlerinden değil silahlı kuvvetler, zabıta teşkilatı bile kurmak mümkün değildi, eğitimleri yoktu, savaşabilme yetenekleri yoktu, fiyaskoyla sonuçlandı.
*
CIA apar topar tahliye operasyonu başlattı. Saddam hepsini imha etmesin diye, maşa olarak kullandıkları 10 bin civarında peşmergeyi yurtdışına kaçırdılar. Aileleriyle birlikte Habur’dan Türkiye’ye soktular, Batman’dan nakliye uçaklarına bindirdiler, tee pasifik okyanusundaki Guam adasına götürdüler.
*
Niye tee oraya götürdüler? Çünkü, adeta Allah’ın unuttuğu yerdeki bu adada, ABD’nin en önemli hava ve deniz üslerinden biri vardı. Bu seferki girişimlerinde başarısız olan peşmergeleri, bir dahaki sefere başarılı olmaları için eğiteceklerdi.
*
Bazılarını Special Activities Division, Özel Operasyon Bölümü tarafından eğitip, adı üstünde, örtülü operasyonlarda kullanacaklardı. Bazılarını da, akademik konularda eğitip, merkez bankası, nüfus idaresi, tapu dairesi, vergi dairesi gibi, yakında kurulacak olan Kürdistan’ın bürokrat kadrosunu yetiştireceklerdi.
*
Küçük bi pürüz vardı… CIA’in peşmergeleri ABD Adana Konsolosluğu denetiminde sınırdan geçirilip Silopi’deki hac konaklama tesislerine yerleştirilmişti ama, pasaportları yoktu, kimlik bilgileri yoktu. Daha doğrusu, elbette vardı ama, Amerikalılar yok diyor, yok dedirtiyordu, maşalarının kimlik bilgilerini Türkiye’ye vermek istemiyorlardı.
*
Akıl öğrettiler… “Sizin pasaport kanununuzda bu tür durumlara uygun madde var, parmak izlerini alın, geçirin” dediler. Bizimkiler hık mık etti ama, elleri mecburdu, geçirmiyoruz birader diyecek halleri yoktu. Ankara’dan beş kişilik uzman ekip getirildi, peşmergelerin tek tek parmak izleri alındı, buyrun geçin denildi. Parmak izi bilgileri, MİT arşivine kaldırıldı.
*
Üç sene sonra, 1998…
Guam’a götürülen peşmergeler artık iyice pişmiş, olgunlaşmış, “Guamerge” olmuşlardı. Gene Türkiye üzerinden, bazıları da Ürdün üzerinden, Kuzey Irak’a sokuldular.
*
Bu dönemde, Kuzey Irak’taki otorite boşluğundan en çok PKK faydalanmıştı, Kandil dağına iyiden iyiye yerleşmişti. Özellikle Guamergeler döndükten sonra, PKK’nın bölgeye geçişi hızlanmıştı. Peşmergeyle PKK’nın işbirliği ayyuka çıkmıştı.
*
Acaba… Guam’a götürülenler arasında PKK’lılar da var mıydı?
*
Bu sorunun cevabını bulmaya çalışan Türk istihbaratı, Barzani’ye haber saldı, PKK faaliyetleri hakkında konuşmak üzere, bölgedeki aşiret liderlerini toplantıya davet etti. Randevu ayarlandı. Kuzey Irak’ta, bizim kontrolümüzdeki bir adreste buluşuldu. Biraz sohbet edildi, bilahare mevzuya gelindi. Türk tarafı rahatsızlığını dile getirdi, aşiret liderleri sessizce dinledi. O sırada çay servisi yapılıyordu. Garsonlar tabii ki garson değildi. Çaylar içildi, çay bardakları garsonlar (!) tarafından toplandı, mutfağa götürüldü, o bardağı kim kullandıysa onun adıyla etiketlendi, kolilendi, Ankara’ya getirildi.
*
Guam’a götürülenlerin parmak izleriyle eşleştirildi. Bingo… PKK’ya açık destek veren 17 aşiret lideri, Guamerge’ydi!
*
Dört sene sonra, 2002…
ABD yönetimi Saddam’ın örtülü operasyonlarla devrilmeyeceğini idrak etmişti. Amerikan askerini getirip, savaşmak şarttı. Amerikan Kongresi 189 milyon dolarlık ödenek için onay verdi, CIA’nin paramiliter güçleri öncü kuvvet olarak devreye sokuldu.
*
Saddam’ın ordusundan altı bin vatan hainini parayla devşirdiler, dile kolay, altı bin, her birine uydu telefon verdiler, mükemmel istihbarat ağı kurdular, Saddam’ın ordusunu saniye saniye, konum konum takip etmeye başladılar. Saddam tuvalete gitse, Pentagon’un haberi oluyordu!
*
2002’nin temmuz ayında, operasyonu yürütecek olan CIA ekibi Türkiye’den yola çıktı. Kendilerine “kırık oyuncaklar grubu” diyorlardı. Dünyanın pekçok ülkesinde görev yapmış, çok tecrübeli bir ekipti. Arazi araçları ve cephane kamyonlarından oluşan konvoyla Süleymaniye’ye geldiler, üs kurdular. Yeşil badanalı üsse “Antep fıstığı” adını verdiler!
*
2002’nin ekim ayında, bu defa para kamyonlarından oluşan konvoy geldi Süleymaniye’ye… Yine Türkiye’den yola çıkmışlardı. Karton kutuların içinde 100 dolarlık banknotlar vardı. Bir milyon dolar 20 kilo geliyordu! Yaklaşan savaşın altyapısını hazırlamak için, milis güç kurmak, adam satın almak, sabotajlar yapmak amacıyla 100 milyon dolardan fazla nakit dağıttılar.
*
Hatta bir ara Talabani rica etti, “100 dolarlık vermeyin, 1’er 5’er 10’ar dolarlık banknotlar halinde verin” dedi. Niye diye sordular? “Herkeste 100’lük dolar var, kimsede 100 doların altında para yok, bir kahve içiyorsun, 100 dolar veriyorsun, kahvecinin elinde bozukluk olmadığı için üstünü veremiyor” dedi!
*
Amerikalıların cömertliği, rüşvetin bolluğu peşmergeleri sıkıntıya sokmuştu yani!
*
Bu arada Türkiye ne yapıyordu derseniz… CIA raporlarına göre, Süleymaniye’deki üssü takip etmeleri için dört Türk istihbaratçı görevlendirilmişti, Amerikalıları takip etmek yerine, bir odaya kapanıp porno film seyrediyorlardı! CIA ekibinin lideri, Türk istihbaratçılar hakkında şu hazin notu düşmüştü: “Ne yaptığımıza dair, amacımıza dair en ufak bilgileri bile yoktu, onlar odaya kapandıklarında biz Kürtlerle işbirliğini geliştiriyorduk.”
*
1 Mart 2003…
Akp “tamam” dedi ama, TBMM direndi.
CHP sayesinde ABD tezkeresi geçmedi.
*
Vay sen misin…
Hem TSK’nın hem CHP’nin imhası için düğmeye basıldı.
*
Tarih özel olarak seçildi… Tam 4 Temmuz’da, Amerikan bağımsızlık gününde, kafamıza çuval geçirdiler.
*
Süleymaniye’deki irtibat büromuz, ağır silahlı Amerikan askerleri tarafından basıldı, bordo bereli 11 subay ve astsubayımız kafalarına çuval geçirilerek, ters kelepçe takılarak, dipçiklenerek tutuklandı. Binbaşımızın kaburgası kırıldı. 57 saat esir tutuldular. Mesaj gayet açıktı. “Artık burası Kürdistan, burnunuzu sokmayın, kurcalamaya çalışmayın, defolun gidin” deniyordu. Türkiye ayağa kalktı, akp hükümeti hariç! ABD’ye nota verdiğimiz iddia edildi, üç saniye sonra yalanlandı. Bizzat asrın liderimiz yalanladı, “müzik notası değil bu, her aklınıza estiğinde verilmez, ciddiyeti vardır” dedi!
*
Kafamıza çuval geçirilmiş, onurumuzla oynanmıştı ama… Asrın liderimiz hâlâ yeteri kadar ciddi bulmuyordu!
*
Eylül 2006…
İlk kez “Kürdistan haritası” ortaya çıktı. Roma’daki NATO Savunma Koleji’nde brifing veren Amerikalı albay, Ortadoğu haritasını açtı, Türkiye’nin yarısında alenen “Kürdistan” yazıyordu! Brifingi izleyen Türk subaylar topluca salonu terketti, Türk genelkurmayı olayı protesto etti ama… Gayet açık seçik netti. Kürdistan, NATO projesiydi!
*
Aynı ay, eylül 2006…
Akp hükümeti, sayın ahalimizin gazını almak için “terörle mücadele koordinatörlüğü” icat etti. Güya Amerikalı dostlarımızla terörle mücadeleyi koordine edecektik, bize anlık bilgiler vereceklerdi.
*
Bize nasıl anlık bilgi verdiklerini, bizzat terörle mücadele koordinatörümüz orgeneral Edip Başer anlattı… “PKK’ya silah mühimmat nereden geliyor? Barzani’nin kontrolündeki Kuzey Irak’tan geliyor. Barzani kimin kontrolünde? ABD’nin kontrolünde… ABD tarafıyla dokuz defa toplantı yaptık. En son Beyaz Saray’da başkanın güvenlik başdanışmanıyla konuştuk, anlattık. Bir CD verdik… PKK’ya malzeme taşıyan kamyonun şoför mahallinde bir Amerikan askeri oturuyordu! Biz bunu Türk kamuoyuna anlatamayız dedim, biz hâlâ ‘Amerika bizim dostumuz‘ diyebilir miyiz dedim. Bu toplantıdan sonra Türkiye’ye döndüm, üç maddelik rapor hazırladım, ABD’deki muhatabım orgeneral Ralston’a bildirdim, 15 gün içinde cevap bekliyorum dedim. Beni o gün görevden aldılar!”
*
“Anlık bilgi” kepazeliği sadece bununla sınırlı mıydı? Hayır… Kandil dağında Murat Karayılan’la röportaj yapan İngiliz Daily Telegraph gazetesinin muhabiri Damien McElroy açık açık yazdı… “Kandil dağında helikopter pisti var, spotlarla aydınlatması yapılıyor, Irak’ta görevli Amerikalı subaylar helikopterle sık sık Kandil’e geliyor, örgütün lider kadrosuyla görüşmeler yapıyor, ABD hükümetinin Irak’ta çalıştırdığı özel güvenlik firmasına ait cipler de Kandil’deki kamplarda park halinde duruyor.”
*
“Terörle mücadele koordinatörlüğü” rezaleti sadece bununla sınırlı mıydı? Hayır… Edip Başer’in yardımcısı tümgeneral “mücadelenin nasıl yapıldığını” şöyle açıkladı: “Başbakanlıktan oda istedik, vermediler, fotokopi makinesi istedik, taa 6.5 ay sonra verdiler, faksımız yoktu, yan odalardan faks çektik, bilgisayarımız bile yoktu, cep telefonu vermediler, randevu istedik, randevu vermediler, hatta selam bile vermediler, bir tane sim kart verdiler, onu da yedi ay sonra verdiler, çay paralarını bile cebimizden ödedik, şeker parasını bile biz ödedik.”
*
Altı sene sonra, 2012…
Suriye’deki otorite boşluğundan faydalanmak isteyen Barzani, Kobani’ye girmeye karar verdi. Sayın hükümetimiz esti gürledi, Barzani’ye haddini bildiririz filan denildi. Zırrr… Telefon çaldı. Obama arıyordu. Asrın liderimiz açtı, konuştular. Beyaz Saray’ın resmi internet sitesine, bu konuşmayla alakalı fotoğraf konuldu, Obama’nın elinde beyzbol sopası vardı!
*
Kızılcık sopası’nın İngilizcesiydi.
“Barzani’ye dokunanın kafasını kırarım” mesajıydı.
Bizimki anında yelkenleri suya indirdi.
Barzani güçleri, Irak’tan Suriye’ye geçti.
*
Yetmedi.
Aynı sene, 2012…
Barzani, onur konuğu olarak AKP kongresine davet edildi, kürsüye çıktı, Kürtçe konuşma yaptı, “Türkiye seninle gurur duyuyor” tezahüratıyla ayakta alkışlandı.
*
Yetmedi.
Bir sene sonra, 2013…
“Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” diyen Barzani, AKP’nin Diyarbakır mitingine davet edildi, Şivan Perver’e düet yaptırıldı, asrın liderimizle Barzani kürsüye çıkıp ele ele halkı selamladı, asrın liderimiz ilk kez orada “Kürdistan” dedi, Barzani Kürtçe konuşma yaptı, Bülent Arınç duygulandı, ağladı.
*
Yetmedi.
Bir sene sonra, 2014…
Sayın TBMM’den “yabancı silahlı askerlerin Türkiye’de bulunmasına izin veren tezkere” çıkarıldı. Alenen Barzani tezkeresiydi.
*
Takvimde başka gün yokmuş gibi, onurumuzla dalga geçerek, tam 29 Ekim’de, Cumhuriyet Bayramı’nda… Kürdistan silahlı kuvvetleri, topuyla füzesiyle Kürdistan bayraklarıyla, Türkiye topraklarında resmi geçit yaptı. Habur’dan girdiler, Silopi, Cizre, Nusaybin, Suruç güzergahını katedip, Mürşitpınar sınır kapımızdan Suriye’ye, Kobani’ye geçtiler. Bir bölümü, THY uçaklarıyla geldi. Kürdistan silahlı kuvvetlerini, Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrak taşıyıcısı THY taşıdı. Erbil’den bindiler, Şanlıurfa’ya indiler, karayoluyla devam ettiler, resmen şov yaptılar, kurbanlar kesildi, havayi fişekler fırlatıldı, halaylar çekildi. Bazılarının üniformasında ABD bayrağı vardı, biji serok obama sloganları atıldı. MİT eskortluk yaptı. Mardin-Urfa yolunda acıktılar, benzin istasyonunun dinlenme tesisinde lahmacun yediler, lahmacunun parasını bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti ödedi. Türk milletinin haysiyeti ayaklar altına alınırken, Akp’nin başbakanı ne diyordu? “Kobani’ye selam ediyorum, Kobani’deki kardeşlerimin alnından öpüyorum” diyordu.
*
İki sene sonra, 2016…
Pentagon gizlisi saklısı olmadan, PKK’ya açık açık silah vermeye başladı. Şimdilik gönderilen tır sayısı 1.100… Yazıyla, bin yüz!
*
Bir sene sonra, 2017…
Barzani Ankara’ya geldi, tarihte ilk kez Kürdistan bayrağı başkentimizde göndere çekildi. Akp başbakanı Binali Yıldırım ne dedi? “Kürdistan parlamentosu var, başbakanı var, kendine ait bayrağı var, tanınır” dedi!
*
25 sene önce Ankara’da Kürtçe konuşmasına bile izin verilmeyen süklüm püklüm Barzani, artık bayrak çeker hale gelmişti.
*
Aynı 2017…
Barzani, bağımsızlık referandumu yapıyor. Akp de sayın ahalimizin gazını almak için tezkere çıkarıyormuş gibi yapıyor.
*
Uzuuuun yazı oldu di mi?
*
Kısası da var.
Anlayana davul zurna saz.
Anlamayana sazı soksan az.
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/misak-i-dombira-2022786/

Demokrasi kozmosu

İnsan…
Tek başına koca bir evren! Evet, evet insan kendi başına koca bir evren…
780, tekrar sindire sindire…
Yedi yüz seksen bin kilometre sinir sistemi ile…
Bir hatırlatma, dünyanın çapı 42 bin kilometre…
Üzerinde milyarlarca yaşayan mikro organizmaları ile…
O…
Yüz binlerce sayfa kalınlığında bir kitap doldurabilecek hal, duygu ve ruh halleriyle koca bir evrendir insan. Bir kozmos, tek başına, kendi halinde çok güçlü, bir bebekten farkı olmayan “zavallı” bir varlık.

Buna rağmen…
İnsan…
Doğarken, doğduktan sonra ve özellikle ihtiyarladığı zaman VE arada da…
Bir başkasına, başka bir evrene, evrenlere muhtaç. Bir kez daha arşivlerimi hatırlatırım…
Amygdala (Amigdala)
Ah O duygular, O algılar, O sanmalar yok mu, özellikle zannetmeler, yalan – yanlış duygular?
Ne çok yanıltırlar, aldatırlar!

Yazmışımdır zamanında…
Bir bebek, ana rahminde TAMAMEN mikro organizmalardan yoksun…
Doğum anında…
Rahimden geçip, vajinadan çıkarken annenin sahip olduğu tüm yararlı ve yarasız mikro organizmalarla > aşılanır <, temizken, saf veya duruyken “kirlenir”…
Hayata hazırlanır!

Bu açıdan bakıldığında…
Kur’an olsun, İncil olsun ikisi de hâklidir. Bebe…
Hem günahsızdır hem günahkâr…
Hayata, yaşama hazır!?

Daha demin…
Valide kızını anlatıyor bana…
Bana, kardeşi anlatıyor. Mesleğini…
Yolda…
Çok şaşırmış anlattıklarına, hep derim ya…
Çok az insan bilir, tanır beni, yaptığımı, etkinliklerimi. Daha ilk defa ağzımdan duydu bugün söylediklerimi. Ana bu ana, beni dünyaya getiren insan, bilmez, tanımaz beni(!)
Huyumu, suyumu evet ama…
Ya Önder’i?

Aldığım, almak zorunda kaldığım eğitimleri…
Bilmez…
Ömür denilen O garabet ve çöl ortasında bir serap gibi beliren, umut veren, güç veren O vaha ve yemyeşil, sulak vadileri. Karşıma çıkan…
O evrenleri, beni etkileyen, iten, tiksindiren insanlardan haberi yoktur…
Annedir anne ama anne bile bilmez çoğu zaman dünyaya getirdiğini!

193 ülke içinde…
Kendi varlığına önem veren her ülkenin vardır stratejik planlama kurumları…
Uluslararası konjonktürü izleyen…
Veri toplayan ve değerlendiren kurumları. Devlet…
Devletse…
Kısa, orta ve uzun vadeli kendi hedefleriyle bu verileri kıyaslar beli başlı sonuçlar çıkararak…
İhtimaller ve alınması gereken tedbirleri belirler.

Yurtdışı veri tabanını geçelim, belki başka bir zaman anlatırım…
Kardeşim…
Bankacı. BIR ve çok kısa süren istisnanın dışında bankada…
“Makam ve mevki” sahibi.

Annemi şaşırtan…
O…
Her halde bankalarda çalışan veznedarlar veya müşteri yetkilileri gibi bir şey zannetti…
BIZIM işimizi, dedim ya bilişimciyim AMA bildiğiniz tiplerden değilim kardeşimde öyle…
Onun alanı insan kaynakları AMA ve (…)
Benim işim içinde hukuk başta olmak üzere, bilgi güvenliği Almanca Datenschutz…
İletişim ve bilişimin en geniş anlamda güvenliği önde geliyordu…
VE…
Strateji!

Kısa, orta ve uzun vadeli planlama, olasılıkları düşünüp…
Gerekli sonuçları çıkarmak, şu olursa şöyle, bu olursa böyle önlemler alırsak, durumu değerlendirmesi > somut < veri analizi. Özellikle kuram yani teorinin pratik ile birleşmesi…
Bankalar, sigortalar, belli başlı sanayi kuruluşları, sivil toplum kuruluşları STK ve bilumum daha kurum ve kuruluşların “değerlendirmeleri”, verileri bu stratejik kurumların görüş ve kanaatlerini oluşturur.

Yedi milyar insan…
Doğal kaynaklar tükenmek üzere…
Yokkkkkkk…
Öyle manyak manyak şeylere inanmam, Masonlar bilmem neler…
Dünya hakimiyetini ele geçirme…
Komplo teorileri, F. Güllen gibi, Kasımpaşalı ayı yandaş ve yoldaşı gibi kimi gerçekdışı şeye inanmam.

Somut, İngilizlerin Fact dedikleri…
Gerçeklerdir beni ilgilendiren. Bundan sonrasına DIKKAT lütfen…
Düzenli aralıklarla gerçekleştirilen “Stratejik toplantılar”
Sadece bankalarda değil, örneğin sigortalarda da…
Yöntem belirlemede yardımcı olur. Varlık…
Dikkat insan demedim, varlık madden ve manen değerlendirilir. Dedik ya yedi milyar insan…
İhtiyaç fazlası var(!)

Belki inanmayacaksınız bana, yatırılır masaya…
Hastalıklar, salgınlar…
Öylesine çıkarılacak, keyfi savaşlar…
Yapılır hesap kitap, şurada bu kadar ölür, burada bu kadar…
Maddi kayıplar, kazanımlarla kıyaslanır…
Kıyas kabul etmez varlıklar içeresinde insan sadece bir faktördür…
İhtiyaç fazlası olan…
Gelecek nesiller için yapılır hesaplar, insani kayıplar dişe dokunmayan.

Yenilenebilen enerji gibi…
Tükenmez insani kaynaklar, tak fişi bitir işi…
Baba olmak zaten “çok” kolay, ehh annelik biraz daha zahmetli…
Saldım çayıra, Mevla’m kayıra(!)
Üç çocuk meselesine bezer sanki…

Medeniyeti…
Hatırlı okuyucularım belki anımsar, medeniyeti söyle tarif etmiştimdi…
Medeniyet, hesap kitap işi!

Bir garip çeyreğim, rahmetli babaannem gelir aklıma…
Gezenti…
😊
Gezmesini çok severdi. Bir gün yine izindeyiz, hatırlamıyorum nereye, babam dedi:
“Arabada yer yok!”
Baldızına söz vermişti, babaannem anında ki yusyuvarlaktı rahmetli…
“Kuş kadar canımı bir arabaya sığdıramadın” dedi, hiç unutmam bu sözünü…
Ona benzer bende bir çeyrek…
Israil başta olmak üzere, Bulgaristan çok tehlikeli…
Gençliğimde bir iki tecrübem olmuştu Bulgarlarla, Iran…
Bir şekilde yazdıklarımla, düşüncelerimle ilgili!???

Ser veririm, sır vermem. Bunları yazarım ki beni enayi yerine koymasınlar…
Ne oluyoruz anlamadım?

Salt duygu ve düşüncelerimdir yazdıklarım…
Neyse, konumuzla devam…
Demokraside kendi içinde koca bir evren…
Çok yönlü olan…
Gerçi genelde insanlık, özelde Türkiye ilk defa demokrasinin ilerisiyle tanıştı ama…
Rahmetli Süleyman Demirel gelir akla:
“Demokrasilerde çareler tükenmez!”

Demokrasi kozmosunda…
Demokrasinin ilerisi, tanımı tek kelime ile:
Tarifsizdir…
Mucidi Recep Tayyip p.zevengi gibi…
Bu demokrasi şeklinin hesapla, kitapla ilgisi alakası yoktur…
Tesadüfler belirler…
Bir günden öte güne > yaşanmaz < başa gelir…
Ne olduk değil ne olacağız sorusunun cevabı tesadüfidir…
Bu açıdan ileri demokrasilerde çareler tükenir.

Bugün 25.09…
Barzani ne olacak? PKK – PYD, IŞID…
Yok Allah bilir demeyin, Tayyip hiç bilmez AMA…
AB(D) bilir.

Dünya lideri dedirtir kendisine…
Tövbeler, tövbesi, sözde Müslüman, “Allah’ın yeryüzündeki sıfatı”
Liderlik vasfı ancak kenefe temizlikçi, bir bedevi kabilesine çakal olacak kadar…
Bak Rus’a…
Bak ve utan, gittin Putin’in g.tünü yaladın. Vurgulayarak…
Üstüne basa basa…
AB(D)…
Petrolü neredeyse bedava sürdü dünya piyasasına…
Suudi itler başta, tasma AB(D) elinde, Tayyip gibi kuyruk salar kemik atıldıkça…
Gıkını çıkarmadan yaptılar denileni, RUS hala ayakta…
Ve askeri olarak eski gücüne kavuşmak üzere…
Liderlik böyle bir şeydir…
Dik durmak…
Kendi, vatan ve milletin onurunu zedeletmemektir!

Demokrasi kozmosunda…
İleri demokrasinin yeri ve önemi…
Evrende bir toz tanesi!

Ihr habt was vergessen Leute

Und ein Dieb!

Ein Verkäufer, notorischer Lügner und Betrüger, Vaterlandsverräter…
Ein fanatisch – extremistisch besessener irrer…
Der die Lehren des Islams für Eigennutz missbraucht!

Religionspsychologe M. Utsch benennt so etwas als:
„eine Besessenheit religiöser Extremzustände!“

oku

Kendimi öldürmek için elimden gelen her şeyi yapıyorum AMA

İlaçlar…
Koca bir torba. Onlarca…
Kimya deposuna döndüm, resmen eczane…
En son kolesterol ilacı, hani kan “donmuş” öylesine yağlı…
Tarifsiz bir mide bulantısı, ağrıları bir şekilde çekiyorsun ama mide bulantısı berbat…
İlaçları düzenli aldığımdan beri aslında iyiyim AMA bu mide bulantısı…
Yaa…
“Karı gibi” ağlanmaktan bıktım, yaşamıyorum, Allah aklı aldı canımı almıyor…
Allah sevdiği kuluna eşeğini kaybettirir sonrasında buldururmuş ya…
Sadece arıyorum…
Kendimi bir türlü toparlayamıyorum. Ya uyuyorum ya arıyorum…
Başta İki buçuk gram akıl kalmıştı, galiba o da gitti.

Ameliyat öncesi günlerimi arar oldum…
Bacaklar tutmuyor…
Dün Dada ile biraz gezmeye, yürümeye gidelim dedim, kendimi dükkâna zor attım…
Yeğenim olduğu için değil, gerçekten çok saf ve temiz bir çocuk…
Kalbi, som altın…
Allah onu da tüm evlatları da korusun, korkuyorum…
Bu kadar iyilik, saflık ileride ona çok acı çektirecek. Belki inanmayacaksınız ama…
Bir damlacık boyu ile siyaset konuştu. Dünkü seçimleri…
Ben değil, yeminle ben açmadım konuları. O açıyor, soruyor, öğreniyor…
Bana ders veriyordu(!) Çimleri biçmişlerdi yol boyu…
Saman olma yolunda, kurumuş. Topladı bir kucak dolusu tavşanlarına…
Ablasını çok seviyormuş, küçük anne gibi ona bakıyormuş AMA onu anne gibi dövüyormuş da…
😊
Çok seviyormuş onu, onu kızdırmayı, çok ama çok…
Ah keşke yine çocuk olabilsem, keşke…
Veya…
Hiç dünyaya gelmemiş olsam!

Benim için

Hiçbir zaman…
Din bilimi, bilim dini dışlayan…
Birbirinden farklı iki olgu olmadı. Aksine birbirini tamamlayan, bütünleyen, bir olan…
Bir bütün olarak gördüm din ve bilimi…
Ayırdım birbirinden ruh ve bedeni, dünyevi olanı ruhaniden.

Merak ederim kılları…
Çok süreceğini sanmam, ilk şoku atlatsın Almanlar, AFD’nin zaferini…
Analizini yapacaklardır yalamaların, kaçı seçime gitti, kaçı g.tü dinledi…
Aslında…
AFD’ye de kızamıyorum. Gelecek hayvan ki gerçekten çoğunun hayvandan farkı yok…
Kasımpaşalı ayı gibi…
Höt, zöt. Misafir edildiği ülkenin kadınına, namusuna, ırzına, iffetine göz dikecek…
Onu bunu yapacak ki çoğu yüz kızartıcı suç niteliğinde…
Dağdan inecek bağdakini kovacak, bağdakilerde, yerlisi sesini çıkarmadan izleyecek…
Nerde görülmüş bu bet- bereket, nerede?
Etki ve tepki kanunları devreye girecek…
Elbette tepki verecek…
Elbette kurunun yanında yaşta yanacak!

Liebe Mitbürgerinnen, in allen ehren

Meine Worte mögen sexistisch klingen…
Aber…
Ich denke sie wissen alle was ich mit diesen Worten eigentlich meine…
Ich richte meine Worte an die SPD und ihre Führung, ziert euch nicht wie Weib…
Will sagen Jungfrau…
Übernehmt Verantwortung…
Jetzt ist nicht die Zeit in der Opposition zu wirken, die alternativlosen sind im Bundestag…
Gefahr…
Ist im Vollzug. Die deutsche Demokratie wird infrage gestellt…
Es ist, nein es muss mit alle erdenklichen rechtsstaatlichen, allen demokratischen Mitteln und Kräften gegen diese hirnlose Masse angegangen werden.

Apel

Sehr geehrter Herr Schulz,

Ihren Mühen in Ehren aber nun ist es vollbracht, die Würfel sind gefallen…
Selbst wenn ich Millionen von stimmen hätte, würden Sie nicht eine einzige bekommen…
Das ist ähnlich wie mit Ihrem Kollegen in der Türkei, Herrn Kılıçdaroğlu…
Ihnen fehlt es an Überzeugungskraft, an Argumenten, Glaubwürdigkeit, Visionen und nicht zu Letzt…
An Führungskompetenz!

Hiermit möchte ich an Sie appellieren…
Treten Sie bitte zurück…
Machen Sie platz für Menschen deren Überzeugung, Wählern Hoffnung geben, diese animieren an sich und an das Land zu glauben, für ihr glauben einzutreten und zu „kämpfen“.
Treten sie zurück, in ehren, für das Land und seine Menschen.

Pavlov’u bitirmek şart oldu

Bilimsel, evet bilimsel verilere dayanan bir uyarı niteliğindeydi…
Bu makaleyi, gazetecilere, kimi yerlere yollamak niyeti ile “kaleme” almaya başlamıştım…
Zarlar düştü…
Seçmen kararını verdi; „asıl“ KAZANAN…
AFD…
Büyük bir tehlikedir beyinsizler sürüsü, vatanseverliği…
Kafatasçılığı ile karıştıranlar. Evet, şart oldu, iki el kanda bile olsa…
Bitirmem şart oldu. Mücadele…
Her zeminde, her alanda ve her yerde!

Yok…
Halim olsa, kendime güvenebilsem, sağlığıma her zaman yaptığım gibi kolları sıvayacağım…
Biliyorum, tecrübelerle sabit…
İstediğimde, yürekten gelen güç ile yapabiliyorum AMA…
Yok, yok ben bitmişim, yazmaktan, uyarmaktan başkacası gelmiyor elden!