On – on dört metre veya artık hiçbir şey eskisi gibi değil

Göz…
Ah sen yok musun sen…
Neler neler görürsün sen, görmek istediğini görür, görmek istemediğini yok sayan yine sen…
Aldanırsın, aldandığını bile bile, beynin bile aldanır ister tın tın bomboş olsun ister ağzına kadar dolu…
Yok tesadüf, kader – kısmet deme…
Hırsıza, sorumsuza sorumluluk yükleyen sensin, sen…
Bana yakın olan iki can gibi suçu başkalarına yüklemeye, suçu başkalarında aramaya çalışma…
Suçu kendinden başka herkeste ve her şeyde bulan…
Sorumluda, suçluda sensin, sen.

Geçmişi bugünlerde arayan…
Gördüklerini eski veya yepyeni sanan…
Dünü, dün gözü ve şartlarında algılamadan bugünü yaşamadan, yaşayamadan…
Anlamadan, bilmeden yarınlara koşan…
Bilir misin?

Her şey yalan!

Yine kendi kendine konuşan, kendi çalıp kendi oynayan, kendisi pişirip yine kendisi yiyen…
Benden olamaz bencil olan…
Evet bilir misin, farkında mısın ne çok aldandığından?

Bak Kudüs’e…
Kudüs’e bile gitmene gerek yok bak İstanbul’a…
Bugün gördüğün Kudüs Hz. Isa zamanının Kudüs’ü değil bunu biliyor muydun?
Onun bir zamanlar yaşadığı Kudüs bugün yerin on – on dört metre altında…
Aradan geçmiş iki bin sene, taşı – toprağı, erozyonu, insandan olan yine insan eliyle yapılan…
Yapılıp – yıkılan…
Alın teri, el emeği, kan ve gözyaşı, savaşı…
Eyyy insan, ne çok yanıldığının farkında mısın sen?

Kutsal Kabir Kilisesinde (Grabeskirche)…
Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğinin inanılıp yerine kurulan kilisede…
Saymadım, sayamadım, sorabileceğim kimsede yoktu (beş basamakmış, resimden saydım 😊 )…
Bana uzak kaldı, ihtiyarladım, gözler seçemedi…
Bir merdiven var, birkaç basamaklı, dayalı bir pencereye, Hz. Isa…
Sana da peygamber unutma, işte Hristiyan deyip geçme, altmışa yakın kilise…
Her birinin inançları, uygulamaları, hayat anlayışları farklı, aralarında en büyükleri Katolik, Protestan ve Ortodoks olanları. Buluştukları ortak paydaları Hz. Isa, doğumu ve ölümü, yaşantısı…
Bahis ettiğim kilise hepsinin ortak malıydı, insandan olan yine insan tarafından ayrılana kadar…
Ayırmak, belirlemek zaruri olmuştu. İnsan kavgasız olur mu?
Yok bu senin bu benim, benim dediğim doğru seninki yanlış, ah insan ah…
Bir kanun çıkardılar (1757 III Osman) buna göre bu kilise en son kimindiyse bundan böyle “onun”…
O söyleyecek, o karar verecek bundan böyle ne olacaksa, sadece O veya oybirliği ile…
O güne kadar Hristiyan olup “azınlıkta” kalana kimi şey yasaktı, karışık bir hikaye kısadan keseceğim ayin zamanı falan, hepsi bir kapıdan girerlermiş ama azınlıkta kalanların çıkışları bu merdiven üzerinden olurmuş. Sizeler göstermek için uygun bir fotoğraf bulamadım, çıkış gerçekten tehlikeli, maceralı bir girişimmiş, hırsız misali, düz duvarlarda tırman. Kimin hırsızı diye sorma…
Ha senin hırsızın ha benim ne fark eder?
Hırsız, hırsız değil mi? Kendi malının hırsızı!?
İstikbalin, geleceğin, geçmişin, şimdiki zamanın hırsızı…
Ne fark eder?

Neyse uzun lafın kısası…
Bitmedi bu mücadele, bitmeyecek…
Gecenin ve gündüzün hikayesi, biri diğerini doğuracak…
Birkaç gün ağırlığım bilişim olacak…
Aklı olan…
Yazacaklarımı dikkate alır AMA…
>>> Bire güvenen <<<, kendine ve geleceğine tek yol bırakan kendi aptal olan…
Yelpaze geniş, ne demişti Süleyman Demirel?
“Demokrasilerde çareler tükenmez!”
Sana ne gerek demokrasi?
Atatürk ve düşünceleri, sana on numara birden bol geldi!

Anlayan anladı bu son satırı…
Anlamayana son bir uyarı…
Önlem yelpazesi geniş olmalı!

Not:
Öyle anlaşılıyor ki…
Felsefe taşını yine açmam gerekecek. Açtığımda buradan bildiririm.

### Bu çok önemli ###

Y-CHP bunca yenilgiden sonra ilk defa yoğun şekilde seçim hilesinden söz etmektedir…
Bu ulusal ve uluslararası sonuçları olacak bir açıklamadır…
Bu saatten sonra uluslararası seçim gözlemcilerin raporu büyük önem kazanmıştır…
“Kazanmış” olsa bile seçim meşruiyeti ciddi şekilde sorgulanır.

Herkes gider Mersin’e

Ömrüm boyunca anarşisttim…
Bu saatten sonra terörist…
Bu böyle biline!

Bakıyorum…
Dinliyorum basın sözcülerini, gazetecileri, ulusal – uluslararası…
Diyorlar ki Erdoğan eskiden böyle değildi (…)
Hatırlı okuyucularım bilir beni…
Hep derim, hep yazarım…
Kimse gerçek yüzünü ilelebet saklayamaz, gizleyemez…
İmkânsızdır bu, imkânsız.

Bu saatten sonra ki kâhin olmaya gerek yok

Göreceksin, yaşayacaksın…
Ne Arap’ın kar gözü, kara kaşı ne kara taşağı…
Seni kurtaracak, göreceksin bak ekonomide neler olacak…
Belki Arap’ın parası seni bir süre daha idare edecek ama bedeli…
İngiliz gibi ödeyeceksin…
Artık dünya eski dünya değil…
Team Leaders and the team personals are the world of tomorrow(!)

Ne dünü bilirsin ne yârini görürsün…
Aslında bugünü bile yaşamıyorsun, göreceksin sanayi devrimi dört…
Sana Aya’yı – Konya’yı öğretecektir…
Sözüme geleceksin, göreceksin…
Yaşayacak ve ne yazık ki hepimize yaşatacaksın.

Göt kılı milliyetçiliği

Çok farklı bir beklentim yoktu…
Olsaydı bile, sandıktan bu veya benzeri bir sonuç çıkmak zorundaydı…
Kanıtlanmış, ispatlamış bir gerçek…
Tarafsız, yurtdışı kaynaklı bilimsel veriler…
Hırsız…
Elbet bildiğini yapacak.

İçerlediğim, vicdanımda, zihnimde ve yüreğimde tonlarca ağırlığında bir örs sanki…
Bir kaya…
Mezarından bile o kanlı ellerini uzattı vicdansız kahpe…
Türk İslam sentezi mucidi, piçi Devlet Bahçeli…
Yok kızmıyorum Recep Tayyip Erdoğan’a…
Bende olsam fırsat bu fırsat derdim…
Geleceğin ağır yükünün vebali senin omuzlarında Devlet Bahçeli ve senin Kemal Kılıçdaroğlu…
Kahpenin dölü…
Göt kılı milliyetçiliğidir bu…
Ama Önder ama Önder gibiler pes etmek nedir bilmezler…
Sizleri darağacında görmeden bize rahat ve huzur yok!

Altmış yediden, elli sekize

Recep’ten, Tayyip’e…
Fazla gelir bana bile bu kadar yalan ve dolan (…)
Göz göze gelmekten sakınan…
Bir yalan ki diğerini doğuran…
Önder ne yapsın?

Çaresizliğin pençesinde, boğuşur durur yalan dolan ile…
Kassandra kompleksi…
Varsa benim kompleksli bir tarafım o da özürüm, erkeklikten zorunlu olarak istifa etmem, elin ekmek tutmaması, hiçbir işe yaramamam, çalışamamak üzer beni, yaralar ta derinden…
Fazla gelir bana bile bu kadar yalan ve dolan (…)
Recep’ten, Tayyip’e…
Eyyy insan, nedir bu yalan ve dolan?

Bir belgesel izlerken aklımdan geçenler

Bir soru sormak isterim sözlerime başlamadan;
Avrupa’da, Avrupa Birliği olarak bildiğimiz coğrafyada…
Kadın denen varlığın ayak basamadığı, evet giremediği, kabul edilmediği, görülmek istenmediği…
Bir toprak parçası var mıdır sizce?




Var!

Ortodokslar için kutsal olan ve Yunanistan’da bulunan Athos daği…
Bir keşiş cumhuriyeti olan Athos’da. Hatta çok olmadı, altı ay kadar öncesi, Yunanistan özel olarak bir kanun çıkardı bu cumhuriyet için. Kadınların bu adaya deniz yolundan 500 metreden daha yakına gelmesini yasaklayan bir kanun.

İlgiyle izledim keşişlerin hayatını, dindar insanlar…
Ve aklımdan geçti bin bir soru…
En önemlisi, acaba diyorum, hani Türk dediğimiz, Türk gerçekten dindar olsaydı…
Dinci değil, dindar insanlar en azından inandıkları kutsal kitabimiz Kur’an-i Kerim hakkında dindar insanlar gibi bilgi ve fikir sahibi olsaydılar, Recep Tayyip Erdoğan gibi din simsarlarının hiç şansı olur muydu?

Dostlar, kardeşlerim görün

Venedik komisyonu, bu yazıda İsveçli bir bilim insani, ISPATLADI…
Resmen seçim hilesi, yarına hem sandığa gidin hem sandığa dikkat edin…
Ancak…
Bizim gibi insanlar bir yere kadar, partiler ve görevlileri gözünü açacak!!!

Şahitli, ispatlı seçim hilesi…
Kaybetmesi demek, bitmesi demek…
Ama ne olursa olsun, bu can bu bedenden çıkmadığı sürece bu yaratıklarla mücadelem sürecek.

Almancasi olanlar icin

Son baharımsın gülüm, son

Kalbimin biricik kraliçesi…

Sevdiğim, sevdiceğim…

Aşk ile sevdiğim. Bunca insan arasında, kuru kalabalıkta…
Yürek sevdiceğini arar yana yakıla…
Buldum dediğim anda, bir bakmışım yine yalnızım, tükendim biliyor musun, bezdim…
Yüreğim sevdiceğini ister, insanı hani o sıcacık yüreği, tatlı bir sözü…
Alev alev yanan dudakları, sevdiceğimin kucağını…
Hani kendimi güvende his ettiğim, anladığım ve anlayışla karşılandığım, son lokmayı paylaştığım…
Yürek sevdiceğini ister, ister yatırsın başını göğsüme…
Saçlarını okşayayım, çekeyim o güzel kokusunu içime…
Sevinci de tasayı da paylaşalım, kenetlensin bir daha ayrılmamak üzere eller…
Artık ne sen çocuksun ne ben, yediğimiz tokatlar yeter…
Ne olur sanki bir lokma ekmek, bir dam, bir yelek bize yeter…
Hani huzur, hani mutluluk hani gözlerini yumduğunda, korkmadan sarıldığında sevdiceğine sımsıcak…
Ilık ilik eser ya meltemler, dokunur yüreğe, hani tüy gibi hafif…
Hani atarsın içindeki tüm sıkıntıları, dertler toz olur gider…
Dolar içine huzur ve mutluluk…
Sen beni bildin, bende seni…
Gel gülüsü, gel kollarıma, güven ve inan bana. Oturalım konuşalım oluru, olmazı…
Bak daha yapılacak çok iş var, elle ele…
Birbirimize sonsuz bir güven ile.

Not:
Hiç iyi değilim gülüm, feci bir halsizlik feci