Kamu spotu

Bir pek muhterem bademler…
Sözüm sizlere…
Her ne kadar başınızdaki için Lupara Bianca* şeklinde bir ecel temenni etsem de…
Yayınladığınız kamu spotları yanlış kanallarda, bu kanalları zaten iyi kötü bilinçli insanlar izliyor…
Öbür taraflara ağırlık verin, öbür kanallara.

Evvelsi gün valide ile konuşuyoruz, dedi “Önder, bana öyle geliyor ki bu zeytin dalı bilmem nesi…
Kimi gerçekleri örtbas etmek için düzenlendi. Baksana işsizliğe, diyecekler iste operasyon yapıyoruz falan …”
Ve dün Sözcü gazetesi yazdı, işsizlik yüze on üzeri. Resmi kardeşim, resmi…
Gayri resmi belki yüzde elli!

* 😊 Aslında Blanca ama Bianca’da derlerdi ona…
Hırvat güzeli, sarışın bomba, bir başka psikolog. Hani diyorum ecelim onun elinden olsa…
Senin yüzünden yine kıyametler kopuyor evde. Kadın milleti…
Sardı yine başa, taktı kafaya. Dırdır dır, vır vırvır. Yeter ya yeter sizlerin yüzünden çektiğim. Bir daha dünyaya gelirsem ya cinsiyetsiz…
Veya kadın olarak. NOKTA

Unuttum bak yine, Lupara Bianca…
Türkçe arama…
Mafya usulü ölüm. Kim vurdu gibi AMA ceset kesinlikle bir daha bulunamıyor…
Genelde asit içinde eritiyorlar.

Okusanız diyorum, okusanız

Bilmiyorum sizde de birtakım çağrışımlar yapar mı?
Mesela kayıkçı tayfası, gemicikler…
Satılan Türk limanları veya…
Ne bileyim, aklıma gelir bilmem kaç tane istihbarat örgütü, bizzat padişah bozuntusuna bağlı. Ticaret, kardeşim Akçeler, çil çil paralar Yine halk…
Vesaire, vesaire!

Şimdi andıkları Abdülhamit’i iyi tanıyın!
17 Şubat 2018

Sevgili okurlarım, ekranlarda ve gazetelerde sık sık görüyoruz…
“Abdülhamit ölümünün 100. yılında anıldı…”
Maceralı bir hayattan sonra Şubat 1918’de vefat etmişti. Hakkında çok kitaplar okuduğum, çok belgeleri incelediğim bir padişahtır.
Onu hiç sevmem ama yine de Allah rahmet eylesin demeyi bir görev bilirim.
Tam 33 yıl boyunca 1876-1909 arasında padişahlık yaptı.
Bu uzun süre içerisinde bir gün olsun İstanbul’un dışına adım atmadı, atamadı…
Bırakın İstanbul’u bir yana, yaşamakta olduğu Yıldız Sarayı’ndan bile dışarıya cuma namazları dışında çıkamıyordu.
Neden?..
Çünkü korkaktı, öldürülmekten ve tahttan indirilmekten korkuyordu!
* * *
İşin ilginç yanı, 1905 yılında Abdülhamit’e Yıldız Cami’sinde namaz sonrasında bir suikast düzenlendi. Ermeni örgütleri tarafından düzenlenen bu olayda bombalar patladı, 26 kişi can verdi.
Abdülhamit şansın da yardımıyla suikastı sağ salim atlattı.
Uzun bir soruşturma sonrasında suikastın elebaşı düzenleyicisi olan kiralık katil Edward Jorris isimli Belçika vatandaşı yakalandı…
Ve Abdülhamit onu ve suç ortaklarını affetmek zorunda kaldı… Zira kapitülasyonlar vardı. Herifin Türkiye’de yargılanması ve ceza alması mümkün değildi.
Böyle bir şey yapması durumunda “Büyük devletler” padişahımızı mahvederdi…
Cebine para konuldu ve ülkesine gönderildi!
Rusya ve Avrupa devletlerinin karşısında masum bir kedi yavrusu gibi ürkek olan bu padişah, içeride ise aslan kesilirdi!
* * *
Evet, dışarıya karşı böylesine korkaktı, içeride ise son derece cesurdu!
Osmanlı’yı tek başına saraydan yönetirken dayandığı en büyük güç, sayıları binleri bulan hafiyeler, jurnalciler ve muhbirlerdi.
Saray binlerce muhbir vatandaşın ihbar mektuplarıyla doluydu. Herkes birbirini ihbar ederdi.
Mektuplar incelenir, şikayet edilen yurtsever insanlar, doğru olup olmadığına bakılmaksızın ülkenin en ücra yerlerine sürgün edilirdi.
Yemen, bugün Libya sınırları içinde kalan Fizan ve Doğu Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bölgelerine!..
Oralara gönderilenlerin daha sonra evlerine ve yakınlarına kavuşması artık mucizeler gerektirirdi.
* * *
Abdülhamit’in sürgün cezası verdiği büyük yurtsever Mithat Paşa’yı bilirsiniz. Sultan Abdülaziz’i tahttan indirip ölümüne neden olmakla suçladığı Mithat Paşa’yı sarayında kurduğu çadır mahkemesinde yargılattı ve bugün Suudi Arabistan’da bulunan Taif’e sürgün ettirdi.
Orada yıllarca hapishanede çürüttüğü büyük devlet adamını bir gece Taif zindanında adamlarına boğdurdu.
* * *
Şimdi Türkiye’nin pek çok yerinde, 100. ölüm yıldönümü nedeniyle Abdülhamit anılıyor, hakkında övgüler düzülüyor, sergiler açılıyor.
Bu gösterilerde birileri Abdülhamit’in bilmem kaçıncı kuşaktan torunları oldukları iddiasıyla konuşmalar yapıyor, üstelik işi ticarete vurup internet üzerinden mal satıyorlar!
* * *
Bu Sultan hazretleri, Osmanlı İmparatorluğu’nda en çok toprak kaybına neden olan padişahtır.
Rumeli elden çıkmış, Kıbrıs İngiltere’ye terk edilmiştir.
Hasta adam olarak anılan Osmanlı onun döneminde “Onurunu” da ne yazık ki yitirmiştir.
Size çok somut ve anlamlı bir örnek vereyim:
Tarihimizde 93 harbi diye anılan Osmanlı-Rus savaşında (1878 yılında) iki cephede birden yenilgiye uğradık. Doğu Anadolu Erzurum dahil Rusların eline geçti.
Kuzeybatıda ise Gazi Osman Paşa’nın şanlı Plevne savunmasına karşın o cepheyi de yitirdik ve ilerleyen Rus orduları İstanbul kapılarına dayandı.
Abdülhamit çaresiz kalmıştı. İngiltere’ye başvurdu, başkent İstanbul’a Rus ordusu girmesin diye yardım istedi…Ve İngiliz donanması Boğaz’a demir attı!
* * *
Ancak Ruslar boş durmuyordu. Bugünkü adı Yeşilköy olan Ayastefanos’a beş katlı büyük bir zafer anıtı diktiler…
Ve pısırık Abdülhamit, sarayına birkaç kilometre mesafede olan bu anıtın ve Rus ordusunun gölgesinde yıllarca o sarayda oturdu, padişahlık yapıp ülkeyi yönetti!
Bunu bile “Onuruna (!)” yedirmişti.
Rusların zafer anıtı 1914 yılında İttihat Terakki yönetimi tarafından dinamitlendi ve yıkıldı.
* * *
Bir acı örnek daha vereyim…Saray 1901 yılında Lorando ve Tubini isimli iki Fransız tefeciye büyük miktarda borçlanmıştır. Bu paranın ödenmesi mümkün olmaz. Devreye Fransız hükümeti girer, ödeme yine yapılamaz.
Bu durumda Fransız donaması Midilli Adası’na gelip adayı işgal eder ve gümrük gelirlerine el koyar. Borç daha sonra ödenince donanma Midilli’den ayrılır.
Devletin durumu işte böyle idi!
* * *
Ülke giderek geriliyordu. Rumeli’de subaylar dağa çıktı. Padişah 1908’de Meşrutiyet ilan edip Meclis’i yeniden açmak zorunda kaldı.
1909 yılında İstanbul’da 31 Mart gerici ayaklanması çıktı. Çok sayıda subay ve milletvekili sokaklarda yobazlar tarafından öldürüldü.
Selanik’ten yola çıkarılan Hareket Ordusu bu isyanı bastırdı, Abdülhamit tahttan indirilip haremiyle birlikte Selanik’e sürgün edildi.
1912 yılında Balkan Savaşı patladı. Yunan ordusu Selanik’i elimizden almak üzere ilerliyordu. Padişahın esir düşmesine ramak kalmıştı. Demiryolu Bulgarların eline geçmişti, karayolu derseniz zaten hiç yoktu. İstanbul’a deniz yoluyla getirilmesine karar verildi de, Abdülhamit donamayı (sarayını topa tutarlar diye) Haliç’te çürütmüştü.
Selanik’ten İstanbul’a getirilmesi için Alman büyükelçiliğinin Loreley isimli teknesi gönderildi. Düşünün ki, koskoca Osmanlı’nın elinde çalışır durumda bir tek savaş gemisi bile bırakmamıştı.
Ege Denizi adalarını işte bu sorumsuzluk yüzünden Balkan harbinde Yunanlara kaptırdık!
* * *
Abdülhamit, ailesi ve haremiyle birlikte Selanik’ten Beylerbeyi Sarayı’na getirildi ve bir süre sonra orada vefat etti.
33 yıl boyunca Osmanlı’ya ve ahaliye kan kusturmuş, devleti hafiyelerin jurnalleriyle yönetmişti. Meclis’i kapatmıştı, tam bir diktatördü.
Şimdi bazı iktidar partisi yetkilileri ve onun bilmem kaçıncı göbekten torunları olduğunu iddia eden bir takım şahıslar çıkmış ortaya, onun adına anma günleri ve törenler düzenleniyor, ne idüğü belirsiz torunların bazıları da bir miktar ticaret yapıp bu sayede para kazanıyor.
Şimdi saygı ve özlemle (!) andıkları Abdülhamit özetle budur, bilinsin istedim.

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/simdi-andiklari-abdulhamiti-iyi-taniyin-2226324/

Utandırma bizleri İzmirlim, utandırma!

e-devlet soyağacı
17 Şubat 2018

Hiç unutmam, Milliyet gazetesi manşet yapmıştı. “Türkiye’de Türk geni çok az” başlığı atılmıştı. “Genografi Projesi” çerçevesinde, Anadolu’da fazla Türk geni bulunmadığını iddia ediyorlardı.
*
Bilahare, Sabah gazetesi benzer bir manşet yapmıştı. Antropolog bir arkadaş, yine Genografi Projesi’ne atıfta bulunarak, Türk diye bir şey olmadığını, bizim uydurduğumuzu, Anadolu halkının daha çok Yunan izleri taşıdığını öne sürüyordu.
*
Yandaş televizyonlara çıkıp, bilimsel araştırma ayağıyla “Türklerin etnik grup” olduğunu söyleyenler vardı.
*
“Atalarımız İyonyalı” diyen oldu.
“Atalarımız Truvalı” diyen oldu.
“Bizanslıyız” diyen bile oldu.
Akp yandaşı liboş proflara göre, atalarımızın sadece Türk olma ihtimali yoktu, geriye kalan her milletten olabiliyorduk.
*
Alt kimlik üst kimlik filan derken, sayın ahalimizin kafası aşure gibi oldu, İngiltere’ye kan örneğini, ABD’ye saç telini gönderip, DNA testi yaptırmak moda haline geldi.
Kerameti kendinden menkul laboratuvarların raporları neticesinde, kimisi İskandinav kökenli olduğunu söylüyordu, kimisi İtalo-Kelt olduğunu zannediyordu, Germen kromozomu taşıyorum diyen vardı.
*
Tarot falıyla genetik köken bulan uyanıklar türedi.
Doğum tarihini, annenin kızlık soyadını veriyordun, üstüne 250 lira takdim ediyordun, kart açıp izah ediyorlardı: “Iberia havzasından geliyorsunuz, Balto-Slav’sınız, Norveç mitokondrileriniz var.”
*
(Aslında gazeteler kafayı çalıştırsaydı, tiraj patlatmak için promosyon vesilesiydi. Yükselen burcu kova olan oğlaklar bu ay kendisini Finlandiyalı hissedebilir, ama sevdiğinizden alacağınız bir haber karmaşık Fransız duygular içine girmenize sebep olabilir, jüpiterin etkisiyle İtalyan olmak için güçlü arzular hissedeceksiniz filan.)
*
E olacağı buydu…
E-devlet çıktı başımıza.
*
Devlete mesaj atıyorsun.
Devlet sana dedenin kim olduğunu söylüyor.
*
Şu ana kadar dokuz milyon kişi, zaten bildiği dedesinin adını devletten gelen mesajla tekrar öğrenmiş bulunuyor.
*
Dedenin adı Hüseyin mesela, devlete soruyorsun benim dedem kim, devlet sana cevap veriyor, Hüseyin, sen de sosyal medya hesaplarından duyuruyorsun, dedem Hüseyin.
*
Boşuna “çılgın Türkler” denmiyor.
Hakikaten çılgınlıktır bu.
*
Sistem kilitlendiği için, dedesinin zaten bildiği adını devletten öğrenemeyen ahalimiz isyan ediyor, “saatlerdir ekran başındayım, sistem çöktü, ben dedemin adını ne zaman öğreneceğim?”
*
Devletten mesaj gelene kadar ben sana söyleyeyim…
Seni leylekler getirdi yavrum!

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/e-devlet-soyagaci-2226359/

😊

Efendim,
Dünkü yazınızla birlikte bugünküne de cevap vermiş olayım…
Osman vardır, bir de…
Osmancık vardır. Uyan azizim uyan…
Üsküdar’da sabah oldu, uyan da balığa gidelim!

Bu zibidilerin LAFLARI…
Ancak Osmancık tokadı…
Çok beklersin geçmiş olsun nu, takiye ve riyadır söz konusu!

Onlar kim Osmanlı kim, hele Osmanlı tokadı…
Kaldırırsın bir ayı misali pranganı, parmaklar olabildiğince birbirinden ayrık, çıkar avuç için öne…
Başının bir nevi paralelinde, kolun olabildiğince yüksekte…
İner tokat sürat, tüm ihtişam ve gücüyle aşağıya…
Hedefi şaşmazsa…
Bu tokadı yiyen iflah olmaz bir daha!

Gençlik yıllarımda Efendim…
Çokça bu tekniği Uzakdoğu dövüş sanatıyla kombine etmişimdir başarıyla…
Artık…
Ahı gitmiş vahı kalmış halde, şükür ediyorum halime…
Kol az biraz kalkarsa!

Saygılarım ve en içten başarınızın devamı dileklerimle

Önder

Havaya atılan tokat!
17 Şubat 2018

Hititler, Anadolu’nun hakimiydiler. Yapılacak her türlü saldırıyı püskürtecek güçteydiler. Sonunda bugünkü Çanakkale şehrimizin olduğu bölgedeki kent, “tahtadan yapılan bir at hilesiyle” Akha’lar tarafından zapt edildi.
Yakıldı.
Yıkıldı.
Kaç bin yıl sonra Anadolu’da tahta at hilesinin dün yeniden sahnelendiğini gördük. Bütün Türkiye tek vücut, tek yürek olmuş, “Osmanlı tokadının havada kalmayacağı” beklentisine götürülmüşken ABD’den Dışişleri Bakanı, “tahta atın içine gizlenmiş Akha askeri gibi” Ankara’ya geldi.
3 saat görüşme.
Sonuç aynı laf:
Birlikte çalışıyoruz.
Birlikte komisyonlar kurduk.
Mekanizmalar üreteceğiz.
Birlikte çözeceğiz.
* * *
Bu mu olacaktı Osmanlı tokadının meyvesi? Dikkatli vatandaşlar; “birlikte çalışıyoruz-birlikte çözeceğiz. birlikte komisyonlar kurduk…” laflarını Obama döneminden beri söylenegeldiğini hatırladılar. Osmanlı tokadı atarım dediyseniz; sonucunu görmeliydik.
PYD eğitilmeyecek.
Donatılmayacak.
Silahlandırılmayacak.
Verilmiş ağır silahlar geri toplanacak. Irak ve Suriye sınırımız boyunca, İsrail benzeri, ABD kuklası bir yeni devlet oluşturma (BOP planı ve haritaları) yırtılıp atılacak. Menbiç tamamen temizlenecek. Türk Ordusu’nun uzattığı “Zeytin Dalı”na Pentegon da Beyaz Saray da, Kongre de, Turmp da saygı gösterip, Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırı boyunca güvenli bölge oluşturmasına NATO ve NATO’nun ağabeyi stratejik ortağımız ABD omuz, katkı verecek. Kan gölü haline gelmiş, viraneye dönmüş Suriye’ye huzur ve tam barış gelinceye kadar sınır boyunun Türk Ordusu tarafından kontrol altında tutulmasına ABD olumlu yaklaşacak ve AB ülkelerini Türkiye’nin endişelerini anlamaya çağıracak.
* * *
Böyle bir tablo bekliyorduk.
Çıka çıka!
Birlikte komisyon kuracağız.
Birlikte çalışma yapacağız.
Birlikte mekanizma bulacağız.
Amerika’dan kalkıp gelmiş Ankara’da 3 saatlik görüşmenin içinden Osmanlı tokadı kozumuzun “mekanizmaya” havale edildiği sonucu çıktı. Darbeci FETÖ lideri Fetullah’ı teslim etmeleri de yine rica düzeyinde kaldı. Kritik aşamaya gelmiş ilişkiler Ankara’da mekanizmaya havale ediliyor. Bütün yük yine Afrin’de şehitler veren Mehmetçik’in üzerinde kalıyor.
* * *
Bu durumda benim kalemim şu şüpheyi dile getirip şu soruyu sormaya mecbur: Mehmetçik’in Suriye’ye sokulması; “ABD’nin Büyük Ortadoğu Planı’nda Türkiye’ye biçtiği rollü” kabullenmek midir? Yoksa Türk askerinin Suriye’ye girişi ABD’nin Ortadoğu için yaptığı yeni haritayı yırtıp atmak için midir?
Tahta attan hile çıktı.
İnandırıcılık hiç yok.
Çünkü Türkiye’de iktidar daha iki yıl önce “Ortadoğu’ya bataklık demek ırkçılıktır” diye muhalefete akıl veriyordu. Bugün “oturup beklemeyeceğiz, bataklığı kurutacağız” diye Suriye’ye asker gönderdi.
* * *
ABD ile birlikte komisyonlar kuracağız, birlikte mekanizma üreteceğiz diyorsanız yazık oldu Osmanlı tokadına!

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/havaya-atilan-tokat-2226300/

Dünkü yazı
http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/bir-demet-nergis-2223905/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Server Message Block (SMB)

DIKKAT…
Sadece ağ içinde çalışanları ilgilendirir. Ağ üzerinden cihazlarınız varsa ulaşamadığınız, erişemedikleriniz. Virüs saldırıları ve bunun üzerinden bilgisayarlar uzaktan hâkim olma girişimleri yüzünden Microsoft SBM’yi…
SMB2 ve SMB3 olmak üzere genişletti. HEP UYARIRIM…
Sistemleri güncel tutun, salt işletim sistemini değil, yazılımları da…
TÜMÜNÜ…
Var bir cihazım, 12 TB’lik bir belek, RAID 5, NAS…
Ağ aygıtı…
“eski”, altı ayı geçir eskilerden sayılır, bilişim böyle bir şey..
Update, Firmware upgrade YOK…
Ne zamandan beri kullanmıyordum, arşivlerimden biri…
Ağa dahil ettim, ana çalışmıyor, ulaşamıyorum…
Tek başına çalışan sistemleri yani Stand Alone sistemlerini ilgilendirmez!!!
Sakın kurcalamayın, kendi güvenliğiniz için.

Böyle bir sorun yaşıyorsanız,
Microsoft bilgisayarınızı update esnasında otomatikman SMB2 veya SMB3 çevirdiği içindir…
PowerShell’i administratör olarak çalıştırın…
Komut:
Enable-WindowsOptionalFeature -Online -FeatureName smb1protocol
Enter / Return tuşuna basin.

Daha ayrıntılı bilgi için

Vay “Allahsız” Rus tosbası vay, hem de Çarlık Rusya’sı general soyundan gelme bir tosba 😊

Silah ruhsatı alamamamın sebebi…
Yine aynı sebepten dolayı soyağacı sorgulaması da yapamıyorum…
Anne tarafından gittik gidebildiğimiz yere kadar ki O zamanlar e-Devlet yoktu…
Baba tarafından Gümülcine Türklerindeniz…
Bildiğimiz bu kadar!

Hanıma anlatmıştım uygulamayı, O da hemen ailesine bildirmiş…
Anne tarafından General Alekander Yorganov’a kadar geriye gidebiliyorlar, baba tarafında kayıt kuyut yok. Bilinen Gürcüler.

Bakin arkadaşlar, sebeplerini tek tek izah etmeye sağlığım müsait olmasa da…
Alman, Amerikan ki babaları sayılırlar İnternettin, bu heriflere bile güvenmiyorum, ALMADIM Alman kimi güvenlik şifrelerini, bizzat talep etmedim yani…
Bu konuda Türk’e, hele Tayyipistana >>> hiç güvenmem <<<
İnanın biliyorum neden söz ettiğimi, ANCAK, hem silah ruhsatı hem soyağacı uygulaması yüzünden alacağım almam gerekeni. Güvenlik açısından güvenmiyorum, salt kendi, ailemin sevdiklerimin güvenliği açısından güvenmiyorum ÇÜNKÜ biliyorum neler yapılabileceğini!!!

Buna rağmen, ilk adim e-Devlet şifresi!!!

E-devlet şifresi nasıl alınır? (E-devlet’e nasıl girilir?)

oku, ögren

O zamanlar, MECBURIYETTEN, zaruretten ötürü…
Çifte vatandaş olmama rağmen, RESMEN…
Türk vatandaşlığından >>> zorunlu <<< feragatimde hanımı ÖZELLIKLE Alman vatandaşlığına geçirmedim, geçirtmedim NEDEN?
Ben…
Çıktım diye evladımı da attılar vatandaşlıktan…
Gittim, Tayyipistan vakti – zamanı…
Gittim…
Söke söke evladımın hakkini aradım, aldılar yine TÜRK vatandaşlığına, şimdi resmen çifte vatandaş…
Kime güveniyorsun sen, ya sen kime güveniyorsun???
Tayyipistana mı, Türkiye’ye mi Almana mı?
Al birini vur ötekine…
Dikkat, özen arkadaşlar, temkinli olmakta yarar var…
Bir veli ademiz…
Bir nefes can, sıksalar ümüğümüzü o da çıkar.

O beni ülkemizde, artık ister Tayyipistan de ister Türkiye…
Ben onu buralarda…
Yok çaresi, YOK…
Yok anlıyor musun yok!

Ne kadar doğru

Dün Demirtaş açıklama yaptı:

„Kürt eşittir düşman, Kürt eşittir terörist, Kürt eşittir bölücü algısının kırılması lazım. Bugünkü politikalar Türkiye’nin barışına, güvenliğine hizmet etmiyor. Dünyanın bütün ülkeleri gelip Kürtlere yardım etmeye çalışıyor. Bu Kürtlerin kara kaşı, kara gözü için değil. Hepsinin kendi çıkarı var. Biri silah veriyor, biri TIR gönderiyor. Yeri geldiğinde en başta onlar Kürtleri vururlar, vuracaklar“

Hep diyorum ya

Her şey kadın ile başlıyor, kadın ile bitiyor!
Yerli ve milli hırsızlar, katiller…
Gün geçmiyor ki kadın öldürülmesin…
Her Allah’ın günü bir, iki…
Bakalım Türk’ün kadını…
Ne zaman alacak eline oklavayı!?

Allah belanı versin Kahpedoğan, senin de göt kıllarının da!

İşkence üzerine…
Sanma işkence deyince sadece fiziki şiddettir diye. Psikolojik işkence deyince…
Yani vücuda değil ama ruhunda bir o kadar derin izler bırakan işkencenin bini…
Bir para!

Islak havluyla döverim seni, iz kalmaz…
Erkek tarağı var ya o tarak ile yaylandırarak, şaplatırsam o tarağı kaşına…
Allah’ını şaşar, peygamberinden yol sorar hale gelirsin…
Sokarsam erkeklik organına, hani çiş yapıyorsun ya, o deliğe endoskop misali teli…
Aklını yitirmene ramak kalır, öylesine bir acı, öylesine şiddetli…
İz, izler belli belirsizdir…
Görünmez bile kalırsan sürekli bir karanlıkta, yalnızlıkla baş başa…
Veya uyutmazsam seni uzun süre, yumamazsan gözlerini…
Belki insafa gelir AMPÜLLERLE dolu bir odaya tıkarım seni, her biri yüz Watt ve üzeri…
Benim için hava hoş, ispat etmen imkânsız…
Artık tavuk gibi yavaş yavaş kızarır misin yoksa o kadar ışık aklini mi alır bilemem…
Yedirir içirirsem sana insan dışkısını, acarsam hoparlörleri sonuna kadar…
Bende daha neler var neler bir bilsen…
Fiziki mi istersin psikolojik olanı mi…
Seç, beğen!

Allah…
Belanı versin Erdoğan…
Allah afacan ölümlerine getirsin seni!