Çocukluğumda böyle olurdum, izine gittiğimizde

Hanım…
“Aboooooo seni hiç böyle görmedim”
Çok güldüm.


dinle

Kaç günden beri bir şortla geziyorum ortalıkta…
Bir çil bastı…
Öfff!

😊

Neticede çakır Emine’nin torunuyuz be!

Not: bu sene fena vurdu…
Şu Ramazan bir çıksın…
Bir güzel kafayı süsleyeceğim!

Hah şöyle, benim ben…

Önder!
Bunu hiçbir zaman unutma…
Aslında yazmam gerek gülüm ama senin güzel hatırına.


dinle

Önce bilimsel açıklaması, sonra uygulaması…
Dedim ya bilirsen çok basit diye, ıslak liflerin bastırılması…
Yüksek yüksek, yok tepelerde değil yüksek yüksek çimenler arasında yürümek gibi…
Al eline iki kâğıt parçası…
Bir kap, içinde su, tabii kabin büyüklüğü kâğıtlar ile orantılı olacak…
Bir tane >>> tükenmez kalem <<<
Bu kadar!

😊

Kâğıtlardan birini koy kabın içine, iyice ıslansın…
Çıkar.

Koy >>> masanın <<< üstüne…
Kuru olan kâğıdı onun üzerine…
Başla yazmaya, kuru kâğıda…
Ya bekle ikisi birden kurusun veya dikkatlice ayır kâğıtları birbirinden.

Islak olan, yani alttaki kurduktan sonra >>> bembeyaz bir kâğıt <<< Koy suya yazdıkların görünsün, kurut gene bembeyaz!

### DIKKAT ###

Yazdığın kâğıt, yani “kuru” olan seni ele verebilir…
Yok yakmakla kurtulamazsın ANCAK > külü tekrardan havanda döversen < o zaman nispeten rahat olabilirsin. Kâğıt imha edeceksen…
Ya 4mm’den küçük parçalara böleceksin…
Ya yakacak, havanda dövecek sonra tuvalete dökeceksin…
Veya…
Ki tercihim…
Yine suya emanet et, deterjanla…
Bir, iki gün sonra kâğıt hamuru oluyor…
Geri dönüştürülmesi IMKANSIZ!

Zamanı gelirse…
İnşallah gelmez, silah, bomba…
Sanal ve gerçek savunma yöntemleri…
Direnişte diriliş var…
Bu millet ya dirilecek veya ölecek!

Önder Gürbüz’ünüzü s.keyim ben sizin!

Posta…
Posta kutusuna bakmaya korkar oldum, kalbim çıkacak sanki…
Eve geldim, bıcı bıcı yapmam lazım, tekeden beter kokuyorum…
Çok yoruldum.

Mektuplar gelmiş…
Mektup değil roman…
Yeminle sanki fabrika yönetiyorum…
Önder, önder, önder…
Hay ben sizin önderinizi s.keyim!

Allah’ım…
Ne büyük başım var benim. Göz gezdirdim, hiçbir b.k anlamadım…
Beynim durdu, ağrılar bir taraftan, dayanılması çok güç acılar…
Böyle manyak manyak şeyler öte taraftan…
Bir banyoya gireyim, belki iyi gelir…
Evladın raporu da dün geldi, 60 -70 sayfa…
Hukukçu gözüyle okumalıyım, anlamalıyım ki Önder evlada derman ola!

Rabbim beterinden koru cümlemizi…
Biran evvel al beni yanına!

Senin davanı, senin ülkü bildiğini …!
Anladın mi ulan a.cık ağızlı!

Kandil

Bugüne kadar aklin neredeydi?

Not:
Iran kardeşim Iran…
Bir zamanlar, Tayyip gelmeden önceki yerini aldı…
Dün Israil başbakanı Almanya’daydı…
Konulardan biri IRAN…
Ulan “orospunun” çocuğu…
Seni…
Bilmem nenden asmalı!

Kahpedoğandan önce Kahpedoğandan sonra

İzliyorum…
Düşünüyorum ve dehşete düşüyorum. Bu nasıl bir zihniyet?

Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğan bir millet ve onların çocukları, torunları…
Torunlarının torunlarının, torunları…
Atatürk…
Her ne kadar kızsam, küskünlük his etsem bile İsmet İnönü’ye karşı, kendisi…
Arkalarından gelenler, te bugünlere kadar(!)

Sadece çağ değişmedi, teknoloji, bilgi düzeyi…
Ruhumuz değişti…
Ruhsuzlaştık…
Beyin denilen durdu!

Hep aynı nakaratlar…
Ve talepsiz, tepkisiz yığınlar…
Dinliyorum İnce’yi, sözde öğretmen değil mi?
O bilmeyecekte ben mi bileceğim?
Meral denilen kadını, bir zamanlar devlet kademelerinde önemli yer > işgal < etti… Tecrübeli yani(!) Kahpedoğan’a bir şey demiyorum, diyemem…
Bilgi düzeyi, kültürü, ileri görüşü ancak bu kadar…
Tarih bilgisi, görgüsü…
Hayvan gelmiş hayvan gider…
Tabii ona gönül vermiş, inanmış seçmenleri de…
Hayvan…
İçgüdülerinin, ezilmişliklerinin, bacak aralarının Kahpedoğan tarafından tatmin edilmesi… Kendilerini tekrardan insan sıfatından saymaları. Eğitim sisteminden dem vuruyor Beyefendi… Hala…
Hala sınav peşinde, yerleştirme…
Örnekleri var…
Bebe, evet bebe…
Daha kreşten, anaokuluna, ilk, orta öğrenim, lise…
Çocuk takipte…
Senden seneye eğiten pedagoglar izliyor çocukları, gözlemliyor yetenek, beceri ve ilgilerini…
YÖNLENDIRIYORLAR…
Tabii velilerinde söz hakki var, pedagoglarla ayni fikirde değillerse başka okula yollayabiliyorlar AMA…
Çocuk…
Beklentileri karşılayamazsa, yani velilerin hayali olan eğitim geçekleşmezse, çocuk yetersizlik gösterirse, pedagogların önerdiği eğitime yönlendiriliyor. Bir çocuk…
Ne velilerinin hayallerinin, düşüncelerinin aynadaki aksi…
Ne siyasetçilerin oyuncağı…
Çocuk bir insan, bir birey. Kendi karakteristik özelikleri, psikolojisi, hayalleri…
Kendi RUH ÂLEMI olan bir varlık… Çocuk yetenek ve istekleri doğrultusunda eğitilmeli, veliler ve siyaset ve devlet bunu gözetmeli.

Yok kardeşim yok…
Bizlerden bu kafa yapısıyla, bu ruh haliyle ne köy olur ne kasaba!

Not: vaktim olursa, kendimi iyi his edersem… Muharrem Bey’den veya Meral Hanımdan duymak istediklerimi dile getiririm…
Ekonomiden tut, eğitime…
Dinden, sosyal hayatımıza…
Siyasetçiden değil, alt tarafı bir politikacıdan…
Bir devlet > insanından < neler beklediğimi ve muhtemel çözüm önerilerimi.

Dün eve gelir gelmez uyumuşum, bebekten yok artık bir farkım…
Ta sabah 5:30 deliksiz bir uyku…
En ufak bir şey feci yoruyor, ağrılardan bezmişim, hayatımdan.


izle

Çocuklar…
Çocuktur…
Ne gelin veya damat…
Ne şehit olmayı hak ediyorlar…
Aç kalmayı…
İlgisiz, sevgisiz, oyuncaksız büyümeyi!

Senden bana ne? Ben bakarım cebime!

Bir röportaj izledim…
Korkunç…
Kapitalizm, vahşi kapitalizm, sınırsız – sorumsuz kapitalizm…
Mesela özeleştirme…
Kapitalizm kaybettiklerini bir bir geri alıyor…
Ben geldim gidiyorum, bizler…
Ya çocuklar?
Ulus devlet öldü…
Yaşasın küreselleşme…
Sosyal devlet öldü…
Yaşasın bencilik, kim kimin sırtından kim kimi düdüklerse(!)
Yandınız çocuklar yandınız, bizler s.çtık batırdık…
Ceremesi sizlere!

Al sana karınca ve arslan konusuna bir örnek

Amazon…
Biliyorsunuzdur, bir ABD devi…
Almanya’da yaşayanlar bilirler DM’i, Rossmann, Müller’i…
Almanya’nın üç devi, bir nevi eczane gibi. Birbirine ölesiye rakip…
Amazon ve ticari ahlakı yüzünden Amazona karşı birleşti…
Ne olacak bilmiyorum AMA birliğin gücü…
Ortak “düşman” karşısında işbirliği!

> Tek adama karşı tek kollu adam < Sadece teşekkür ederim İzmirlim. En içten saygılarımla Önder Gürbüz

Tek adama karşı tek kollu adam
5 Haziran 2018

Gariban bir ailenin çocuğuydu Veli.
Gecekonduda büyüdü.
Hem okumak hem çalışmak zorunda olduğu için meslek lisesinden sonra devam edemedi.
Ankara’da sanayi sitesinde çalışıyordu. Öbür atölyelerdeki işçileri sendika üyesi olmaya teşvik ediyordu. Bu büyük suç (!) nedeniyle “yasadışı örgüte yardım” iddiasıyla tutuklandı.
Üç ay hapis yatırıldı, bırakıldı.
Bırakıldı ama, Dünya Kadınlar Günü’nde yasadışı bildiri dağıtıyor diye gene tutuklandı. “Yasadışı” denilen bildiride “devlete ve erkeğe köle olmayın” yazıyordu. E bu çok daha büyük suçtu! Öbür davayla birleştirildi, üç yıl dokuz aya mahkum edildi.
Burdur cezaevine tıkıldı.
Tam o sırada, terör örgütü iddiasıyla içerde bulunan ve işkence gören mahkumlar ölüm orucuna yattı, isyan başlattı.
Sayın devletimiz “hayata dönüş” operasyonu başlattı. Sayın ahalimizin kulağına hoş gelsin diye “hayata dönüş” adı verilmişti. Aslında, bildiğin imha operasyonuydu.
Gaz bombalarıyla saldırıldı, yangın çıktı, dumandan göz gözü görmüyordu, dozerler kepçeler duvarları yıkmaya başladı. İşte o yıkılan duvarlardan birinin dibindeydi Veli, nefes almakta güçlük çekiyordu, oracığa yığılmıştı. Duvara devasa bir balta gibi inen kepçe, sağ koluna denk geldi, kopardı attı.
Bayıldı.
Olaylar yatışana kadar o vaziyette kaldı.
Kan kaybına rağmen hayata tutunmayı başardı.
Koparılan kolu kayıptı. O kargaşada bir köpek tarafından kapılmış, götürülmüştü. Molozlar arasında köpeğin ağzında bulundu, ambulansa getirildi. Buz torbası filan yok tabii, market poşetine koydular. Ağrı kesiciyi basıp sedyeye yatırdılar, kopan kolunu yanına iliştirdiler, Burdur devlet hastanesine götürdüler, mikrocerrahi yoktu, tekrar ambulansa yüklediler, Isparta devlet hastanesine götürdüler, gene mikrocerrahi yoktu, oradan oraya götüreceklerine Antalya Akdeniz Üniversitesi’ne götürselerdi, kolu kurtulacaktı, kol kaybedildi.
Canlı cenazeye dönmüştü, kendinde bile değildi ama… Kaçmasın aman ha diye, sağlam kolunu kelepçeyle yatağa bağladılar, ayaklarına zincir vurdular.
Böylesine ağır ameliyata rağmen sadece bir hafta hastanede kalabildi, bir hafta sonra tekrar Burdur cezaevine yollandı. Ertesi gün durumu ağırlaşınca, lütfedip tekrar hastaneye götürüldü, sadece 28 gün sonra “artık iyileşti, turp gibi” denilerek, tekrar cezaevine yollandı.
Sapasağlam bir insanken, engelli bir insana dönüşmüştü.
Cezaevinin o kötü koğuş koşullarında kişisel ihtiyaçlarını karşılamakta, engelli hayata adapte olmakta müthiş güçlük çekti.
Acılar içinde, bu halde, iki yıl altı ay hapis yatırıldı.
Sonra serbest bırakıldı. Çünkü… Yasadışı örgüte yardım suçlamasıyla yargılanıp mahkum edildiği davaya itiraz etmiş, itirazı nihayet haklı bulunmuş, beraat etmişti.
Yani… Yok yere tutuklanmış, kolu koparılmış, 2.5 yıl hapis yatırılmış, sonra da “pardon” denilmişti.
Bu yaşadığı tarifsiz adaletsizlik üzerine, sayın devletimizi mahkemeye verdi. 100 bin liralık maddi, 50 bin liralık manevi tazminat davası açtı.
Bu arada, dışardan açık öğretimi bitirdi, üniversite diploması aldı, KPSS’ye girdi, çok yüksek puanla kazandı, nüfus idaresinde memur oldu.
Tazminat davası beş yıl sürdü. Duruşma üstüne duruşma, neticede kazandı, 150 bin lira tazminat ödendi.
Ancak, Danıştay bu kararı beğenmedi, bozdu, “sayın devletimiz mağdur oldu” diyerek, yeniden yargılanmasına hükmetti.
Yeniden yargıladılar.
Veli suçlu bulundu iyi mi…
Bilirkişi raporu çerçevesinde, kepçe operatörünün, askerlerin, komutanların, gardiyanların, sağlık çalışanlarının herhangi bir kusuru olmadığına karar verildi. Dolayısıyla, tazminat filan ödenmesine gerek yoktu. Bi hesapladılar kardeşim… Veli’nin sayın devletimize faiziyle birlikte 500 bin lira geri ödemesine hükmedildi!
Yok yere kolunu koparan sayın devletimiz, üste para istiyordu.
İtiraz etti.
“Siz bana kolumu geri verin, ben de size tazminatı geri vereyim” dedi.
Duruşma üstüne duruşma, bilirkişi üstüne bilirkişi, yeniden hesaplama yapıldı, evet yanlış hesaplamışız denildi, faiziyle birlikte 725 bin lira geri ödemesine karar verildi!
Ne yapsın Veli? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. Sayın devletimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden gelecek kararı beklemedi, icraya verdi, evindeki eşyaları haczetmeye kalktı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi elbette Veli’yi haklı buldu, sayın devletimize “tazminatı geri alamazsın” dedi.
Sayın devletimiz, uluslararası hukuk gereği tazminatı geri almaktan mecburen vazgeçti. Ama, kara kaplı deftere kaydedilen Veli’yi asla unutmadı.
Gel zaman git zaman… Olağanüstü hal kapsamında, fetocuları ayıklıyorum ayağıyla kanun hükmünde kararname çıkarıldı, ömrü boyunca sol örgüt üyesi olmaktan yargılanan Veli, fetocu metocu diye işinden atıldı, memurluktan ihraç edildi.
Üstelik, banka hesabındaki altı bin liraya el konuldu.
Yetmedi, protesto gösterisine katılıyor, işinden atılmasına itiraz ediyor diye, polis tarafından karga tulumba gözaltına alındı, dövüldü, sağlam kolu bükülerek kırılmaya çalışıldı. Hastaneye götürüldü, suratındaki açık seçik darp izlerine rağmen “gayet iyi, gözaltı işleminde herhangi bir sorun yok” raporu verildi.
Sonra?
Tıpkı Veli gibi, fetoculukla falan hiç alakası olmayan binlerce kişiyi, sırf muhalif oldukları için, fırsat bu fırsat, kanun hükmünde kararnameyle işten attılar. Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça bu sahte gerekçenin kurbanlarındandı. Boyunlarını büküp seslerini kesmek yerine, Ankara Kızılay’daki İnsan Hakları Anıtı’nın önüne gittiler, açlık grevine başladılar. Tutuklandılar.
Veli onlara destek vermek için İnsan Hakları Anıtı’nın önüne gitti.
Veli’yi plastik mermilerle vurdular.
Hem de öyle böyle değil, bildiğin taradılar.
Yarım metreden kafasına kafasına sıktılar.
Plastik mermilerin vücudunda yolaçtığı tahribatın fotoğrafını çekti, sosyal medyada yayınladı, korkunçtu. Ölmemesi mucizeydi.
Veli’yi adeta delik deşik ederlerken, 65 yaşındaki annesi Kezban’ı da yerlerde sürüklediler, tekmelediler.
Veli oraya geldiği için, ana yüreği de peşinden gelmişti.
Güya “analar ağlamasın” denilirken, yerlerde sürüklenen ana… Kınalı saçlı başörtülü Kezban anne ne dedi biliyor musunuz?
“17 yıl önce Burdur’da Veli’nin kolunu kopardıklarında beni gene böyle yerlerde sürüklemişlerdi, elbiselerim çıkmıştı, ondan sonra bir daha hiç etek giymedim” dedi!
“Devlet” adı altındaki zihniyet hiç utanmıyordu ama… Kezban anne nolur noolmaz diye 17 yıldır pantolonla geziyordu.
*
Ve, şimdi Veli…
Ankara’da Hdp listesinden birinci sıra adayı oldu.
*
Bana göre ne etnik meseledir, ne mezhep.
Vay efendim Hdp’ymiş filan, geçin bunları.
“Partilerüstü insan”dır.
*
Cumhur ittifakı oy istiyor.
Millet ittifakı oy istiyor.
Veli ise “şer ittifakı”nın mağdurudur!
*
Devlet adı altında insanlara eziyet eden zihniyetin kurbanıdır.
“Şer ittifakı”nın mağduru olan herkesin ortak temsilcisidir.
*
Ben hayatımda Veli kadar milletvekili olmayı hakeden birini görmedim…
Tek adama karşı tek kollu adamdır!

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/tek-adama-karsi-tek-kollu-adam-2449152/